Dördüncü Mesele:
İnsanın, kendi başına celbetmeye ya da defetmeye güç yetireme-yeceği nitelikler iki türlüdür:
(a) İlim ve sevgi gibi bir fiil neticesinde meydana gelen nitelikler. "Üzerinize nimetlerini bolca verdiği için Allah'ı seviniz" lö hadisinde olduğu gibi.
(b) Bir fiil neticesinde meydana gelmiş olmayıp, yaratılıştan (fıtrî, cibillî) olan nitelikler. Şecaat (cesaret), korkaklık, Es.ec Abdulkays'da Hz. Peygamber'ce var olduğu söylenen hilim, teenni vb. gibi nitelikler.
Birinci türden olanlara karşılık, cezaya da mükâfatın bulunacağı kısmen de olsa anlaşılmaktadır. Çünkü ilim ve sevgi gibi nitelikler, kulların kudreti dahilinde olan (müktesep) fiillerden doğmaktadır. Hükümler bahsinde, bu tür müktesep sebeplere bağlı müsebbeblere her ne kadar kulun kudreti ve kasdı altına girmese de cezanın (iyi ya da kötü) gerekeceği belirtilmişti. Sevgi, kin gibi özellikler de aynı şekilde müktesep olan sebeplere bağlıdırlar. Dolayısıyla bunlardan kişi sorumlu olur.
İkinci kısma yani yaratılıştan olan niteliklere gelince; bunlara iki açıdan bakmak gerekecektir:
(1) Sâri Teâlâ tarafından sevilen ve iyi karşılanan şeyler olup olmamaları açısından.
(2) Üzerlerine sevap gerekip gerekmeyeceği açısından.
Birinci açıdan meseleye baktığımızda, nasslarm zahirinin bunlara Şâri'in sevgi ya da buğzunun bağlandığım göstermektedir. Örnekler: Hz. Peygamber Eşec Abdulkays'a: "Sende iki özellik vardır ki, Allah onları sever: hilim ve teenni."[22] Bazı rivayetlerde de, onun bu Özellikler üzerine yaratılmış olduğunu söyledi.[23] Bir hadiste "şecaat ve korkaklığın insanın bir tabiatı olduğu" [24]belirtilmiş, başka bir hadiste ise: "Allah, bir yılanı öldürmeye karşı da olsa şecaati (cesa-
reti) sever"[25] buyrulmuştur. Bir diğer hadiste de: "Ruhlar toplu cemâatlerdir. Onlardan birbirleriyle tanışanlar (uyuşanlar) birbirlerine kaynaşırlar, tanışmayanlar (birbirleriyle uyuşmayanlar) da ayrılırlar. "[26] Birbirleriyle sevişmenin ve birbirlerine buğz etmenin mâlî). Yaklaşık olarak Tirmizî, Menâkıb, 31.
manâsı işte budur ve bu kulun kudreti (kesbi) dahilinde değildir. Hadiste: "Benim uğrumda sevişenlere, muhabbetim vacip olmuştur"[27] buyrulmuştur. Ebu Hureyre'nin merfû olarak rivayet ettiği: "Güçlü mü'min, zayıf mü'minden daha hayırlı ve Allah katında daha sevimlidir. (Bununla beraber) her birinde hayır vardır"[28] hadisi beden yönünden güçlü ve sağlam olan anlamına yorulmuştur; zaaf anlamına yorulmamıştır.[29] Başka bir hadiste: "Allah, üstün ahlâk prensiplerini sever, kötülerinden hoşlanmaz."[30] Bir diğerinde "Hıyanet ve yalan hariç her huy, mü'minin yaratılış Özelliği olabilir"[31] buyrulmuştur. Âyette de yerme ve hoş karşılamama sadedinde olmak üzere: "însan aceleci olarak yaratılmıştır"[32]buyurulur. Bu yüzdendir ki, aceleciliğin zıddı olan teennî sevilen bir Özellik olmaktadır.
İtiraz: Sevgi ve nefret (buğz} yaratılışla ilgili (cibillî, fıtrî) olan bu özelliklerin bizzat kendisine değil de, bunların kendilerinden ortaya çıktığı fiillere taalluk eder.
Cevap: Hayır, doğru değil. Çünkü böyle bir izah evvela, delilsiz nassların zahirini terketmek olur. İkinci olarak, sevgi ya da buğzun zâtlara taalluk etmesi sahihtir. Zatlar ise, fiillere sıfatlardan daha uzaktır. Meselâ: "Allah, sevdiği ve onların da O'nu sevdiği bir millet getirir"[33]âyetiyle, "Üzerinize nimetlerini bolca verdiği için Allah'ı seviniz[34]"Allah uğrunda sevmek[35] ve Allah uğrunda buğz etmek imandandır"[36]hadislerinde sevgi ve buğz, zâta bağlanmıştır.[37] Bu gibi örneklerde geçen, sevgi ve buğzdan maksat, sadece fiillere karşı duyulan sevgi ve buğzdur demek mümkün değildir. Aynı şekilde yaratılışla ilgili (cibillî) sıfatlar hakkında da zahirde sevgi onlara yönelik olduğu zaman bunlardan maksat fiillerdir demek doğru olmayacaktır.
Fasıl:
Sevgi ve buğzun fiillere taalluk etmesi de sahihtir: "Allah, zulme uğrayan kimseden başkasının, kötülüğü sözle bile açıklamasını sevmez[38] "Ama Allak davranışlarını beğenmedi ve onları alıkoydu[39] "Allah katında en çok buğz edilen helâl, talâktır[40] "Övülmeyi Allah'tan ziyade seven kimse yoktur. Bundan dolayı O kendini med-hetmiştir"[41]âyet ve hadislerinde sevginin fiillere taalluk ettiği görülmektedir. Bunlara benzer durumlar çoktur. ^Cesuru severim, korkaktan hoşlanmam" dediğimiz zaman, burada sözkonusu olan sevgi ve hoşlanmama, cesurluk ve korkaklık niteliklerine sahip bulunan zâta o niteliklerden dolayı olarak bağlı olmaktadır. Meselâ, âyetlerde: "Allah iyilik yapanları sever[42] "Allah sabredenleri sever[43] "Allah şüphesiz daima tevbe edenleri sever, temizlenenleri de.sever[44]"Allah, kendini beğenip öğünen hiç kimseyi şüphesiz sevmez[45]"Allah, zâlimleri sevmez[46] buyuruhır. Hadiste "Allah şişman âlime buğzeder"[47]denilmiştir. Şu halde sevgi ve buğz, hem zât, hem sıfat ve hem de fiiller hakkında mutlaktır. Sevgi ve buğzun bunlara nisbeti, onların zât, sıfat ya da fiil oluşları açısından mâhiyetleri itibarıyla olmaktadır.
Konunun ikinci açıdan ele alınması şöyle olacaktır: İnsanın sahip olmakla birlikte kudreti dahilinde bulunmayan bu niteliklerinden dolayı sevap ve ceza gerekir mi, gerekmez mi?
Bu üç şekilde düşünülebilir:
(a) Bu niteliklere sevap ya da ceza bağlanamaz.
(b) Her ikisi de birlikte bağlanır.
(c) Bunlardan sadece biri bağlanır, c
Bu sonuncusu, ilk iki şıkkın bir neticesi durumunda olduğu için, onun incelenmesi ilk ikinin incelenmesine bağlıdır.
Birinci şıkkı isbat için iki yola başvurulur:
(1) İnsanın yaratılış özelliklerinden olan nitelikleri teklif konusu olamaz; ne onların elde edilmelerine ne de izâle edilmelerine yönelik bir yükümlülük gelemez. Çünkü böyle bir teklif takat üstü yükümlülük olur. Yükümlülük altına girmeyen bir şeyden dolayı da ne sevap ne de ceza gerekmez. Zira sevap ve azap şer'an yükümlü olmaya bağlıdır Dolayısıyla sözü edilen yaratılışla ilgili niteliklerden dolayı ne sevap vardır ne de az ab.
(2) Bu niteliklere gerekecek sevap ya da azab; bunlar ya birer nitelik olmaları hasebiyle bizzat kendilerinden ötürü olacaktır; ya da bunların bağlandıkları şeyler (taalluk) dolayısıyla olacaktır[48] Eğer bizzat kendilerinden ötürü ise, o takdirde bu tür bütün niteliklerden dolayı sevap gerekecektir. Bu niteliklerin şer'an iyi karşılanması ya da hoş bulunmaması neticeyi değiştirmeyecektir. Keza bu niteliklere aynı anda azap da gerekecektir. Çünkü bir şey için gerekli olan onun benzeri (misli) için de gerekli olacaktır. Bu durumda aynı nitelik üzerinde aynı cihetten iki zıddın bir araya gelmesi gibi bir netice doğacaktır ki bu muhaldir.
Eğer taalluk ettikleri şeyler dolayısıyla olacaktır denilirse, o zaman sevap ve azap bu niteliklerin taalluk ettikleri şeylereki bunlar fiiller ve terkler olmaktadır olacak, bizzat yaratılışla ilgili nitelikler dolayısıyla olmayacaktır. Neticede her iki takdire göre de, bizzat kendilerinden dolayı yaratılış özelliklerine ne sevap ne de azap gerekmeyeceği ortaya çıkmaktadır. Varılmak istenen sonuç da budur.
İkinci şık için de iki açıdan delil getirilebilir: (1)
Sözü edilen niteliklere sevgi ve buğz bağlandığını biliyoruz. Allah'ın bir şeyi sevmesinin ya da ona buğzetmesinin iki anlamı olabilir:
(a) Bunlardan ya bizzat nimet ve ihsanda bulunma veya intikam kasdedilmektedir. Bu anlamda sevgi ve buğz sonuç itibarıyla fiillerin sıfatlarına bu görüşte olanlara göre bağlı (râci) olurlar.
(b) Ya da bunlarla nimet ve ihsanda bulunma ya da intikam iradesi kastedilmektedir. Bu anlamda da sonuç itibarıyla zâtın sıfatlarına bağlı olurlar. Çünkü Arap dilinde sevgi ve buğzun anlaşılan hakîkî manâsıyla Allah'a nisbeti muhaldir. Bu görüş de diğer gruba ait olmaktadır. Her iki duruma göre de sevgi ve buğz, bizzat nimet ve ihsanda ya da intikamda bulunma anlamına çıkmaktadır. Bunlar da sevap ve azabın ta kendileridir.[49] Şu halde sözü edilen niteliklere sevap ve azap gerekir. (2)
Şayet biz sevgi ve buğzun sonuçta sevap ve azapmânâsınagelme-diklerini kabul etsek o zaman şöyle dememiz gerekecektir: Onların sıfatlara bağlanması sevap ve azabı ya gerektirecektir ya da gerektirmeyecektir. Eğer gerektirecekse maksat hasıl olmuş demektir. Eğer gerektirmeyecekse, bakılır: Sevgi ve buğzun taalluku ya Zât için olacaktır ki bu muhaldir ya da Allah'a yönelik bir başka şey içindir. Bu da muhaldir. Çünkü Yüce Allah âlemlerden müstağnidir; bir başka şeye muhtaç olmaktan ya da bir şeyle tamamlanmaktan münezzehtir. Bilâkis O, mutlak anlamda her şeyden müstağnidir ve her yönden kemal sahibidir.
Sevgi ve buğzun taalluku ya da kula yönelik bir durum içindir. Bu da sevap ve azaptır. (3)
Bir üçüncü durum daha var[50]:0 da şudur: Şayet sevgi ve buğzun ilişkin oldukları şeylerki fiiller olmaktadır açısından sevildikleri ya da hoş karşılanmadıkları kabul edilecek olsa bu durumda: a. Bu sıfatlarla birlikte olan fiillere verilecek sevap ya da azap ya bu sıfatlarla birlikte bulunmayan fiillere verilecek olanın aynısı olacaktır, b. Ya da böyle olmayacaktır. Eğer iki ayrı durumda bulunan fiillere verilecek karşılık farklı olacaksa, o zaman sıfatların sevap ya da azaptan bir karşılıkları bulunmuş olacaktır ve varmak istediğimiz netice de budur. Yok, yaratılıştan mevcut bulunan niteliklerle birlikte işlenmiş fiillerle, böyle bir nitelikle birlikte bulunmayan fiillere verilecek karşılık eşit olacaksa, o zaman, (Hz. Peygamber'in ifadesinde) hilim ve teenni sahibi (olduğu belirtilen ve övgüye mazhar olan) Eşec Abul-kays'ın fiili ile, onun bu niteliklerine sahip olmayan başka birisinin fiili eşit olacaktır. Bu ise doğru değildir. Çünkü bunun doğru olması sonucunda Allah katında sevimli olan bir şeyle, sevimli olmayan bir şeyin eşit olması gibi bir netice doğacaktır. Şer'î verilerin istikraya tâbi tutulması neticesinde böyle bir neticenin mümkün olmadığı da görülecektir. Sonra bundan sevimli olan bir şeyin sevimsiz olması, sevimsiz olan bir şeyin de sevimli olması gibi bir netice de lâzım gelecektir.[51] Bu ise aklen mümkün değildir. Dolayısıyla yaratılışla ilgili niteliklerin, sevap ya da azaptan bir payları olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu niteliklerin sevap ya da azaptan bir payları bulunduğu ortaya çıktığına göre, bundan yaratılışla ilgili bulunan (cesaret, korkaklık gibi) niteliklerin sevap ya da azap gibi bir karşılıkları bulunduğu, insanların bunlardan dolayı iyi ya da kötü bir karşılık görecekleri sabit olmuştur demektir. Bizim varmak istediğimiz netice de işte bu olmaktadır.
Daha önce arzedilen ve bu özellikte bulunan niteliklerden dolayı sevap ya da azap bulunmayacağı doğrultusunda getirilen deliller bazı yönlerden problem arzetmektedir. Şöyle ki:
Birinci delili ele alalım: Teklif (yükümlülük) ile birlikte mutlaka sevap ya da azap bulunur diye bir şey yoktur. Bazen insanın kudreti dahilinde bulunmayan şeylerden dolayı da sevap ya da azap bulunabilir. Bazen yükümlülük bulunur, ama ortada ne sevap ne de azap bulunmayabilir. Birinciye, insanın başına gelen ve iradesi dışında bulunan musibetleri Örnek verebiliriz.[52] Bunları bilip bilmemesi de farket-mez. İkincisine ise, içki içen ya da kâhine (arrâf) giden bir kimsenin durumunu örnek olarak gösterebiliriz. Çünkü hadiste belirtildiği üzere "bu kişinin kırk gün namazı kabul olunmaz.[53] Bununla birlikte ehl-i sünet âlimlerinden hiçbir kimsenin böyle bir insanın kılmış olduğu namazın şartları ve rükünleri tam olarak yerine getirilmişse yeterli olmadığı görüşünde olduğunu bilmiyorum. Aynı şekilde âdil[54]olsun fâsık olsun namazın herkes üzerine vacip olduğunda da görüş ayrılığı bulunmamaktadır. Madem ki (bu örnekte olduğu gibi) yükümlülük bulunduğu halde sevap ya da azap bulunmayabiliyor. Öyle ise birinci delilin doğruluğu sabit değildir.
İkinci delili ele alalım: Karşılığın bulunduğuna delâlet eden üçüncü delil ikinci delille çelişmektedir. "Sevap ya da azap fiil ya da terk üzerine gerekmektedir" sözüyle eğer sadece fiilleri kasdetmişse, onun sakatlığı ortaya çıkmıştır. Eğer yaratılışla ilgili niteliklerle birlikte demeyi kastediyorsa, o takdirde sevap ve azapta niteliğin de bir etkisi bulunmuş olmaktadır. Bu da, yaratılışla ilgili niteliklere iyi ya da kötü bir karşılık verileceğine dair bir delil olur.
Birinci görüşe sahip olanlar, ikinci görüş sahiplerinin delillerine şu itirazları ileri sürebilirler:
Birincisi hakkında şöyle diyebilirler: Sevgi ve buğzun mânâsı sevap ve azaptır dersek, o durumda sevgi ya da buğzun kişinin kudreti altında bulunmayan şeylere bağlanması mümkün olmaz.[55](Kişinin kudreti altında bulunmayan bu şeyler) onun üzerinde yaratıldığı nitelikleri ve varlığıdır.
İkincisi hakkında da şöyle diyebilir: Taksim daha fazla da olabilir. Çünkü sevgi ve buğzun, kula yönelik sevap ve azap dışında bir başka durum için bağlanmış olmaları pekâlâ mümkün olabilir. Bu da gidişatta (mecâri'1-âdât) güzel ya da çirkin olan bir şeyle muttasıf olması demektir.
Üçüncüye gelince bunun için de şöyle denilebilir: Fiiller niteliklerden ortaya çıkınca, kemal ya da noksanlık konusunda fiiller niteliklere uygun olarak meydana gelir.[56]Biz sanatın mükemmelliğinden sanatkârın da mükemmelliğini çıkarırız. Bunun aksi de sözkonusu-[ii9] dur. Dolayısıyla burada da durum aynıdır. Bu durumda sevap fiillere has olacak, farklılık da onların farklılığına yönelik olacaktır; niteliklerle ilgisi olmayacaktır. Maksat da budur.
Kısaca, bu konunun her iki tarafı da birbirine denk olmakta, bir taraf diğer tarafa üstün gelmemektedir. Konunun üzerinde daha geniş olarak durulabilir ama, burada bu kadarı yeterlidir, fazlasına ihtiyaç yoktur. Başarı ancak Allah'tandır. [57]
(a) İlim ve sevgi gibi bir fiil neticesinde meydana gelen nitelikler. "Üzerinize nimetlerini bolca verdiği için Allah'ı seviniz" lö hadisinde olduğu gibi.
(b) Bir fiil neticesinde meydana gelmiş olmayıp, yaratılıştan (fıtrî, cibillî) olan nitelikler. Şecaat (cesaret), korkaklık, Es.ec Abdulkays'da Hz. Peygamber'ce var olduğu söylenen hilim, teenni vb. gibi nitelikler.
Birinci türden olanlara karşılık, cezaya da mükâfatın bulunacağı kısmen de olsa anlaşılmaktadır. Çünkü ilim ve sevgi gibi nitelikler, kulların kudreti dahilinde olan (müktesep) fiillerden doğmaktadır. Hükümler bahsinde, bu tür müktesep sebeplere bağlı müsebbeblere her ne kadar kulun kudreti ve kasdı altına girmese de cezanın (iyi ya da kötü) gerekeceği belirtilmişti. Sevgi, kin gibi özellikler de aynı şekilde müktesep olan sebeplere bağlıdırlar. Dolayısıyla bunlardan kişi sorumlu olur.
İkinci kısma yani yaratılıştan olan niteliklere gelince; bunlara iki açıdan bakmak gerekecektir:
(1) Sâri Teâlâ tarafından sevilen ve iyi karşılanan şeyler olup olmamaları açısından.
(2) Üzerlerine sevap gerekip gerekmeyeceği açısından.
Birinci açıdan meseleye baktığımızda, nasslarm zahirinin bunlara Şâri'in sevgi ya da buğzunun bağlandığım göstermektedir. Örnekler: Hz. Peygamber Eşec Abdulkays'a: "Sende iki özellik vardır ki, Allah onları sever: hilim ve teenni."[22] Bazı rivayetlerde de, onun bu Özellikler üzerine yaratılmış olduğunu söyledi.[23] Bir hadiste "şecaat ve korkaklığın insanın bir tabiatı olduğu" [24]belirtilmiş, başka bir hadiste ise: "Allah, bir yılanı öldürmeye karşı da olsa şecaati (cesa-
reti) sever"[25] buyrulmuştur. Bir diğer hadiste de: "Ruhlar toplu cemâatlerdir. Onlardan birbirleriyle tanışanlar (uyuşanlar) birbirlerine kaynaşırlar, tanışmayanlar (birbirleriyle uyuşmayanlar) da ayrılırlar. "[26] Birbirleriyle sevişmenin ve birbirlerine buğz etmenin mâlî). Yaklaşık olarak Tirmizî, Menâkıb, 31.
manâsı işte budur ve bu kulun kudreti (kesbi) dahilinde değildir. Hadiste: "Benim uğrumda sevişenlere, muhabbetim vacip olmuştur"[27] buyrulmuştur. Ebu Hureyre'nin merfû olarak rivayet ettiği: "Güçlü mü'min, zayıf mü'minden daha hayırlı ve Allah katında daha sevimlidir. (Bununla beraber) her birinde hayır vardır"[28] hadisi beden yönünden güçlü ve sağlam olan anlamına yorulmuştur; zaaf anlamına yorulmamıştır.[29] Başka bir hadiste: "Allah, üstün ahlâk prensiplerini sever, kötülerinden hoşlanmaz."[30] Bir diğerinde "Hıyanet ve yalan hariç her huy, mü'minin yaratılış Özelliği olabilir"[31] buyrulmuştur. Âyette de yerme ve hoş karşılamama sadedinde olmak üzere: "însan aceleci olarak yaratılmıştır"[32]buyurulur. Bu yüzdendir ki, aceleciliğin zıddı olan teennî sevilen bir Özellik olmaktadır.
İtiraz: Sevgi ve nefret (buğz} yaratılışla ilgili (cibillî, fıtrî) olan bu özelliklerin bizzat kendisine değil de, bunların kendilerinden ortaya çıktığı fiillere taalluk eder.
Cevap: Hayır, doğru değil. Çünkü böyle bir izah evvela, delilsiz nassların zahirini terketmek olur. İkinci olarak, sevgi ya da buğzun zâtlara taalluk etmesi sahihtir. Zatlar ise, fiillere sıfatlardan daha uzaktır. Meselâ: "Allah, sevdiği ve onların da O'nu sevdiği bir millet getirir"[33]âyetiyle, "Üzerinize nimetlerini bolca verdiği için Allah'ı seviniz[34]"Allah uğrunda sevmek[35] ve Allah uğrunda buğz etmek imandandır"[36]hadislerinde sevgi ve buğz, zâta bağlanmıştır.[37] Bu gibi örneklerde geçen, sevgi ve buğzdan maksat, sadece fiillere karşı duyulan sevgi ve buğzdur demek mümkün değildir. Aynı şekilde yaratılışla ilgili (cibillî) sıfatlar hakkında da zahirde sevgi onlara yönelik olduğu zaman bunlardan maksat fiillerdir demek doğru olmayacaktır.
Fasıl:
Sevgi ve buğzun fiillere taalluk etmesi de sahihtir: "Allah, zulme uğrayan kimseden başkasının, kötülüğü sözle bile açıklamasını sevmez[38] "Ama Allak davranışlarını beğenmedi ve onları alıkoydu[39] "Allah katında en çok buğz edilen helâl, talâktır[40] "Övülmeyi Allah'tan ziyade seven kimse yoktur. Bundan dolayı O kendini med-hetmiştir"[41]âyet ve hadislerinde sevginin fiillere taalluk ettiği görülmektedir. Bunlara benzer durumlar çoktur. ^Cesuru severim, korkaktan hoşlanmam" dediğimiz zaman, burada sözkonusu olan sevgi ve hoşlanmama, cesurluk ve korkaklık niteliklerine sahip bulunan zâta o niteliklerden dolayı olarak bağlı olmaktadır. Meselâ, âyetlerde: "Allah iyilik yapanları sever[42] "Allah sabredenleri sever[43] "Allah şüphesiz daima tevbe edenleri sever, temizlenenleri de.sever[44]"Allah, kendini beğenip öğünen hiç kimseyi şüphesiz sevmez[45]"Allah, zâlimleri sevmez[46] buyuruhır. Hadiste "Allah şişman âlime buğzeder"[47]denilmiştir. Şu halde sevgi ve buğz, hem zât, hem sıfat ve hem de fiiller hakkında mutlaktır. Sevgi ve buğzun bunlara nisbeti, onların zât, sıfat ya da fiil oluşları açısından mâhiyetleri itibarıyla olmaktadır.
Konunun ikinci açıdan ele alınması şöyle olacaktır: İnsanın sahip olmakla birlikte kudreti dahilinde bulunmayan bu niteliklerinden dolayı sevap ve ceza gerekir mi, gerekmez mi?
Bu üç şekilde düşünülebilir:
(a) Bu niteliklere sevap ya da ceza bağlanamaz.
(b) Her ikisi de birlikte bağlanır.
(c) Bunlardan sadece biri bağlanır, c
Bu sonuncusu, ilk iki şıkkın bir neticesi durumunda olduğu için, onun incelenmesi ilk ikinin incelenmesine bağlıdır.
Birinci şıkkı isbat için iki yola başvurulur:
(1) İnsanın yaratılış özelliklerinden olan nitelikleri teklif konusu olamaz; ne onların elde edilmelerine ne de izâle edilmelerine yönelik bir yükümlülük gelemez. Çünkü böyle bir teklif takat üstü yükümlülük olur. Yükümlülük altına girmeyen bir şeyden dolayı da ne sevap ne de ceza gerekmez. Zira sevap ve azap şer'an yükümlü olmaya bağlıdır Dolayısıyla sözü edilen yaratılışla ilgili niteliklerden dolayı ne sevap vardır ne de az ab.
(2) Bu niteliklere gerekecek sevap ya da azab; bunlar ya birer nitelik olmaları hasebiyle bizzat kendilerinden ötürü olacaktır; ya da bunların bağlandıkları şeyler (taalluk) dolayısıyla olacaktır[48] Eğer bizzat kendilerinden ötürü ise, o takdirde bu tür bütün niteliklerden dolayı sevap gerekecektir. Bu niteliklerin şer'an iyi karşılanması ya da hoş bulunmaması neticeyi değiştirmeyecektir. Keza bu niteliklere aynı anda azap da gerekecektir. Çünkü bir şey için gerekli olan onun benzeri (misli) için de gerekli olacaktır. Bu durumda aynı nitelik üzerinde aynı cihetten iki zıddın bir araya gelmesi gibi bir netice doğacaktır ki bu muhaldir.
Eğer taalluk ettikleri şeyler dolayısıyla olacaktır denilirse, o zaman sevap ve azap bu niteliklerin taalluk ettikleri şeylereki bunlar fiiller ve terkler olmaktadır olacak, bizzat yaratılışla ilgili nitelikler dolayısıyla olmayacaktır. Neticede her iki takdire göre de, bizzat kendilerinden dolayı yaratılış özelliklerine ne sevap ne de azap gerekmeyeceği ortaya çıkmaktadır. Varılmak istenen sonuç da budur.
İkinci şık için de iki açıdan delil getirilebilir: (1)
Sözü edilen niteliklere sevgi ve buğz bağlandığını biliyoruz. Allah'ın bir şeyi sevmesinin ya da ona buğzetmesinin iki anlamı olabilir:
(a) Bunlardan ya bizzat nimet ve ihsanda bulunma veya intikam kasdedilmektedir. Bu anlamda sevgi ve buğz sonuç itibarıyla fiillerin sıfatlarına bu görüşte olanlara göre bağlı (râci) olurlar.
(b) Ya da bunlarla nimet ve ihsanda bulunma ya da intikam iradesi kastedilmektedir. Bu anlamda da sonuç itibarıyla zâtın sıfatlarına bağlı olurlar. Çünkü Arap dilinde sevgi ve buğzun anlaşılan hakîkî manâsıyla Allah'a nisbeti muhaldir. Bu görüş de diğer gruba ait olmaktadır. Her iki duruma göre de sevgi ve buğz, bizzat nimet ve ihsanda ya da intikamda bulunma anlamına çıkmaktadır. Bunlar da sevap ve azabın ta kendileridir.[49] Şu halde sözü edilen niteliklere sevap ve azap gerekir. (2)
Şayet biz sevgi ve buğzun sonuçta sevap ve azapmânâsınagelme-diklerini kabul etsek o zaman şöyle dememiz gerekecektir: Onların sıfatlara bağlanması sevap ve azabı ya gerektirecektir ya da gerektirmeyecektir. Eğer gerektirecekse maksat hasıl olmuş demektir. Eğer gerektirmeyecekse, bakılır: Sevgi ve buğzun taalluku ya Zât için olacaktır ki bu muhaldir ya da Allah'a yönelik bir başka şey içindir. Bu da muhaldir. Çünkü Yüce Allah âlemlerden müstağnidir; bir başka şeye muhtaç olmaktan ya da bir şeyle tamamlanmaktan münezzehtir. Bilâkis O, mutlak anlamda her şeyden müstağnidir ve her yönden kemal sahibidir.
Sevgi ve buğzun taalluku ya da kula yönelik bir durum içindir. Bu da sevap ve azaptır. (3)
Bir üçüncü durum daha var[50]:0 da şudur: Şayet sevgi ve buğzun ilişkin oldukları şeylerki fiiller olmaktadır açısından sevildikleri ya da hoş karşılanmadıkları kabul edilecek olsa bu durumda: a. Bu sıfatlarla birlikte olan fiillere verilecek sevap ya da azap ya bu sıfatlarla birlikte bulunmayan fiillere verilecek olanın aynısı olacaktır, b. Ya da böyle olmayacaktır. Eğer iki ayrı durumda bulunan fiillere verilecek karşılık farklı olacaksa, o zaman sıfatların sevap ya da azaptan bir karşılıkları bulunmuş olacaktır ve varmak istediğimiz netice de budur. Yok, yaratılıştan mevcut bulunan niteliklerle birlikte işlenmiş fiillerle, böyle bir nitelikle birlikte bulunmayan fiillere verilecek karşılık eşit olacaksa, o zaman, (Hz. Peygamber'in ifadesinde) hilim ve teenni sahibi (olduğu belirtilen ve övgüye mazhar olan) Eşec Abul-kays'ın fiili ile, onun bu niteliklerine sahip olmayan başka birisinin fiili eşit olacaktır. Bu ise doğru değildir. Çünkü bunun doğru olması sonucunda Allah katında sevimli olan bir şeyle, sevimli olmayan bir şeyin eşit olması gibi bir netice doğacaktır. Şer'î verilerin istikraya tâbi tutulması neticesinde böyle bir neticenin mümkün olmadığı da görülecektir. Sonra bundan sevimli olan bir şeyin sevimsiz olması, sevimsiz olan bir şeyin de sevimli olması gibi bir netice de lâzım gelecektir.[51] Bu ise aklen mümkün değildir. Dolayısıyla yaratılışla ilgili niteliklerin, sevap ya da azaptan bir payları olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu niteliklerin sevap ya da azaptan bir payları bulunduğu ortaya çıktığına göre, bundan yaratılışla ilgili bulunan (cesaret, korkaklık gibi) niteliklerin sevap ya da azap gibi bir karşılıkları bulunduğu, insanların bunlardan dolayı iyi ya da kötü bir karşılık görecekleri sabit olmuştur demektir. Bizim varmak istediğimiz netice de işte bu olmaktadır.
Daha önce arzedilen ve bu özellikte bulunan niteliklerden dolayı sevap ya da azap bulunmayacağı doğrultusunda getirilen deliller bazı yönlerden problem arzetmektedir. Şöyle ki:
Birinci delili ele alalım: Teklif (yükümlülük) ile birlikte mutlaka sevap ya da azap bulunur diye bir şey yoktur. Bazen insanın kudreti dahilinde bulunmayan şeylerden dolayı da sevap ya da azap bulunabilir. Bazen yükümlülük bulunur, ama ortada ne sevap ne de azap bulunmayabilir. Birinciye, insanın başına gelen ve iradesi dışında bulunan musibetleri Örnek verebiliriz.[52] Bunları bilip bilmemesi de farket-mez. İkincisine ise, içki içen ya da kâhine (arrâf) giden bir kimsenin durumunu örnek olarak gösterebiliriz. Çünkü hadiste belirtildiği üzere "bu kişinin kırk gün namazı kabul olunmaz.[53] Bununla birlikte ehl-i sünet âlimlerinden hiçbir kimsenin böyle bir insanın kılmış olduğu namazın şartları ve rükünleri tam olarak yerine getirilmişse yeterli olmadığı görüşünde olduğunu bilmiyorum. Aynı şekilde âdil[54]olsun fâsık olsun namazın herkes üzerine vacip olduğunda da görüş ayrılığı bulunmamaktadır. Madem ki (bu örnekte olduğu gibi) yükümlülük bulunduğu halde sevap ya da azap bulunmayabiliyor. Öyle ise birinci delilin doğruluğu sabit değildir.
İkinci delili ele alalım: Karşılığın bulunduğuna delâlet eden üçüncü delil ikinci delille çelişmektedir. "Sevap ya da azap fiil ya da terk üzerine gerekmektedir" sözüyle eğer sadece fiilleri kasdetmişse, onun sakatlığı ortaya çıkmıştır. Eğer yaratılışla ilgili niteliklerle birlikte demeyi kastediyorsa, o takdirde sevap ve azapta niteliğin de bir etkisi bulunmuş olmaktadır. Bu da, yaratılışla ilgili niteliklere iyi ya da kötü bir karşılık verileceğine dair bir delil olur.
Birinci görüşe sahip olanlar, ikinci görüş sahiplerinin delillerine şu itirazları ileri sürebilirler:
Birincisi hakkında şöyle diyebilirler: Sevgi ve buğzun mânâsı sevap ve azaptır dersek, o durumda sevgi ya da buğzun kişinin kudreti altında bulunmayan şeylere bağlanması mümkün olmaz.[55](Kişinin kudreti altında bulunmayan bu şeyler) onun üzerinde yaratıldığı nitelikleri ve varlığıdır.
İkincisi hakkında da şöyle diyebilir: Taksim daha fazla da olabilir. Çünkü sevgi ve buğzun, kula yönelik sevap ve azap dışında bir başka durum için bağlanmış olmaları pekâlâ mümkün olabilir. Bu da gidişatta (mecâri'1-âdât) güzel ya da çirkin olan bir şeyle muttasıf olması demektir.
Üçüncüye gelince bunun için de şöyle denilebilir: Fiiller niteliklerden ortaya çıkınca, kemal ya da noksanlık konusunda fiiller niteliklere uygun olarak meydana gelir.[56]Biz sanatın mükemmelliğinden sanatkârın da mükemmelliğini çıkarırız. Bunun aksi de sözkonusu-[ii9] dur. Dolayısıyla burada da durum aynıdır. Bu durumda sevap fiillere has olacak, farklılık da onların farklılığına yönelik olacaktır; niteliklerle ilgisi olmayacaktır. Maksat da budur.
Kısaca, bu konunun her iki tarafı da birbirine denk olmakta, bir taraf diğer tarafa üstün gelmemektedir. Konunun üzerinde daha geniş olarak durulabilir ama, burada bu kadarı yeterlidir, fazlasına ihtiyaç yoktur. Başarı ancak Allah'tandır. [57]
Konular
- Altıncı Mesele:
- Yedinci Mesele:
- Sekizinci Mesele:
- Dokuzuncu Mesele:
- Onuncu Mesele:
- On Birinci Mesele:
- On İkinci Mesele:
- Dördüncü Mesele:
- Beşinci Mesele:
- ÜÇÜNCÜ NEVİ
- ŞERÎAT, GEREĞİYLE YÜKÜMLÜ TUTULMAK ÎÇÎN KONULMUŞTUR
- Birinci Mesele:
- İkinci Mesele:
- Üçüncü Mesele:
- Dördüncü Mesele:
- Beşinci Mesele:
- Altıncı Mesele:
- Yedinci Mesele:
- Sekizinci Mesele:
- Dokuzuncu Mesele:
- Onuncu Mesele:
- On Birinci Mesele:
- On İkinci Mesele:
- DÖRDÜNCÜ NEVİ
- ŞÂRİ'ÎN, MÜKELLEFİN ŞERÎ HÜKÜMLER ALTINA GİRMESİNDEKİ KASDI
- (MÜKELLEFİN ŞERİATLA YÜKÜMLÜ TUTULMASI)
- Birinci Mesele:
- İkinci Mesele:
- Üçüncü Mesele: