Üçüncü Mesele:
Şu halde zarurî esasların iki tür olduğu anlaşılmaktadır:
1. İçerisinde mükellefe ait talep konusu peşin hazlar içeren zarurî esaslar. Meselâ insanın, kendisine ve ailesine yönelik beslenme, bir arada yaşama, barınma ve giyinme gibi maslahatlarını gerçekleştirmesi, yine bunlara katılacak olan alış-veriş, kira ve nikâh akitleri ve insanca yaşamanın gereklerinden olan benzeri diğer yollar bu türe örnek teşkil ederler.
2. İçerisinde mükellefe ait talep konusu (maksûd)[32] peşin hazlar içermeyen zarurî esaslar. Bunlar ya aynî farzlar olabilirler. Meselâ, taharet, namaz, oruç, zekât, hac vb. bedenî ve mâlî ibadetler gibi. Ya da kifâî farzlar olabilirler. Meselâ, halifelik, vezirlik, nakîblik, kethudalık, kaza (yargı), imamlık, cihad, öğretmenlik vb. gibi kamu maslahatları için genel olarak teşrî kılınmış velayetler gibi. Eğer bunlar teşrî kılınmamış olsaydı, ya da insanlar tarafından ihmal edilseler-di, mutlaka dünyanın düzeni bozulurdu.
Birinci türden olan zarurî esaslar, insan için peşin hazlar içermekte, insanın doğasında, ihtiyaç duyduğu şeylere kendisini doğal olarak itecek (cibillî) motifler (güdüler) bulunmaktadır. Bu motifler gerçekten çok güçlü olmakta ve kişiyi zoraki olarak ihtiyaç duyduğu şeye doğru itmektedir. İşte bütün bu Özelliklerinden dolayı, bu tür zarurî esasların ortaya konulması hakkında sözkonusu edilen talebin pekiştirilmesi yoluna gidilmemiş, (cibillî olan motiflerin varlığı ile ye-tinilmiştir). Bu noktadan hareketle esnaflığın, kazanç yollarının, nikâhın... genel anlamda ve mendupluk düzeyinde şer'an istenilir (matlup) oldukları belirtilmiş: zorunlu bir talep cihetine gidilmemiştir. Hatta bu gibi zarurî esasların çoğunun hükmü ibaha (tercihe bı-[isı] rakma) şeklinde gelmiştir. Meselâ şu âyetlere bakalım: "Allah alışverişi helal kıldı[33] ""Namaz bitince yeryüzüne yayılın; Allah'ın lut-fundan rızık isteyin[34] ''Rabbinizin lutfundan istemenizde size bir günah yoktur[35] "De ki: 'Allah'ın kulları için yarattığı ziynet ve temiz rızıkları haram kılan kimdir1?[36]"Size rızık olarak verdiğimiz şey- . lerin temizlerinden yiyin"[37] Bununla birlikte, bütün insanların bu gibi zarurî esaslara menduba yaklaşır gibi yaklaştıklarını ve hep birden terkettiklerini farzetsek, hepsi birden günahkâr olacaklardır.[38]Çünkü dünya hayatı, tedbir olmaksızın, çalışmaksızın yürümez.Şâri'in bu konudaki tavrı, işi insanlarda bulunan ve onu çalışmaya iten cibillî (yaratılıştan var olan) motiflere havale etme şeklindedir. İnsan için bir haz içermeyen ya da böyle bir cibillî motifin bulunmadığı zarurî esaslarda ise, kesin talep yoluna gidilmiş ve o şey aynî ya da kifâî olarak vacip kılınmıştır. Meselâ, eş ve akraba nafakasının temini[39] konusunda böyle bir cibillî motifin bulunmadığını varsayacak olursak, bu konumuza bir örnek olur.
Kısaca, bu tür iki kısımdır: (a) Maslahatların ortaya konulması vasıtasız ve doğrudan olur. Kişinin bizzat kendi maslahatlarını doğrudan doğruya ortaya koyması gibi. (b) Maslahatların ortaya konulusu, başkalarının hazzı dolayısıyla olur. Eşlere ve çocuklara karşı olan vazifelerin yerine getirilmesi; icare, nakliye, ticaret ve diğer sanat ve kazanç yolları gibi başkaları için de dolaylı yönden fayda içeren faaliyetler gibi. Bütün bunları yaparken insan, kendi faydalarını ister; ama bu arada onun bu tür faaliyetlerinden başkaları dafaydalanır. Bu insanlar arasında bir iş bölümü demektir. Aynen vücudun organlarında olduğu gibi. Onlar birbirlerine yardım ederler ve sonuçta doğacak fayda hepsine birden döner.
Kişinin doğrudan kendi faydası bulunan fiillere nisbetle, başkalarının faydalarını içeren fiiller tekitli bir şekilde talep edilmişlerdir. Tabiî bu son derece yerinde bir tavırdır. Bakış açısı böyle olduğu için, kişinin kendi çıkarlarını elde etmesi için doğasına yerleştirilen motif, gereği doğrultusunda salıverilmiş gibi olunca ve yalnız başına bu motif insanı hangi yoldan ve nasıl olursa olsun maslahatlarını temin, mefsedetlerini de defetme çabası içerisine iteceği için, bu motifin çelişeni yani maslahatlarının temin mefsedetlerinin de def edilmesi çabasına girmemesini.gerektirecek aksi durum da, insanın tabiatı yönünden destek göremeyince, her konuda onun peşinden gitme ve bu şekilde başkalarına zarar verme durumuna düşülmemesi için onun firen-lenmesi yoluna gidilmiş, ilâhî hikmet sorumsuz ve başkalarına zarar verecek şekilde şahsî maslahatların temini, mefsedetlerin de defi çabalarına karşı dünyada caydırıcı ve ıslah edici önlemler (ceza vs.) alınmasını, âhirette de cehennem azabına çarptırılmasını gerektirmiştir. Meselâ, insan Öldürme, zina etme, içki içme, riba (faizi yeme, yetimlerin ve diğer insanların mallarını haksız yo Harla yeme, hırsızlık vb. gibi fiillerin yasaklanması bu kabildendir. Çünkü insanın kendi çıkarlarını elde etme, kendisine dokunacak zararları da uzaklaştırma meylinde olan tabiatı, onu bu tür fiillerin işlenmesine itebilir. Bu yüzden de gerekli önlemler alınmıştır.
Şer'î sij'âset, ikinci türden ya da çoğu nevilerinden olup kifâî kısımdan olan hususlarda da aynı prensip doğrult usunda yürümüştür. Çünkü devlet başkanlığının, kamu velayetlerinin ve liderliğin verdiği azamet, yücelik ve şeref, memurların âmirlerine karşı duydukları saygı... bütün bunlar insan doğası tarafından sevilen ve kendisine meyledilen şeylerdir. îşte bu cibillî motife güvenle, bu tür kamu görevlerinin yerine getirilmesi mendupluk düzeyinde bir taleple istenilmiş, vacip tutulmamıştır. Hatta bu talep de, aksi beklenti halinde bulunan şartlarla kayıtlı olarak gelmiş; insanın bunlara karşı meylini gerektirecek motife dikkat konusu vurgulanmış ve her nasıl olursa olsun bu motifin peşine düşülmemesi tekit edilmiş, pek çok âyet ve hadiste'nefsin bu hususlarda meylettiği şeyler yasaklanmıştır: Meselâ Yüce Allah: "Ey Dauud! Seni şüphesiz yeryüzünde hükümran kıldık, o halde insanlar arasında adaletle hükmet, hevese uyma yoksa seni Allah'ın yolundan saptırır. Doğrusu, Allah'ın yolundan sapanlara, onlara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin azap vardır" [40] buyurur. Hadiste de: "Emirlik isteme! Çünkü sen onu nefsinden kaynaklanan bir arzu neticesinde isteyerek elde edersen, yalnız başına, bırakılırsın;yok istemediğin halde sana verirlerse, o zaman yardım görürsün[41]buyrulmuştur. Emirlerin görevlerini suistimal etmeleri, tebalarına karşı nasihatta bulunmamaları [42]yasaklanmıştır. Çünkü bütün bunlar insanın doğasında bulunan motife ters düşen şeylerdir. Bütün bunlar, bu tür kamu velayetlerinin aslında vacip olmadıklarına delil olamaz; aksine bütün şer'î veriler, tüm insanları ilgilendiren maslahatlarla ilgili sorumlulukların en önemli vaciplerden olduğunu gösterir.
Aynî olan kısma gelince, burada talep konusu peşin birhaz bulunmadığı için, bunların ortaya konulmasına yönelik kasıt, onların vacip kılınması; ortadan kaldırılmasına yönelik kasıt da onların haram kılınması yoluyla pekiştirilmiş; haklarında dünyevî cezalar getirilmiştir. "Talep konusu haz" fel-hazzu'î-maksûd) dan, Şâri'in sebebi koymadaki maksadını kastediyoruz. Çünkü biz biliyoruz ki Sâri* Teâlâ, namaz ve benzeri ibadetleri farz kılarken, bizim bu ibadetler karşılığında dünyada övülmemizi, onlar sebebiyle bir şeref ve itibar sağlamamızı ya da dünya menfaatlerinden bir şeyler elde etmemizi kastetmemiş-tir. Çünkü bunlar, ibadetlerin konuluş maksadına ters düşen şeylerdir; onlar "Dikkat edin, hâlis din Allah'ındır" [43]buyruğunda da ifadesini bulduğu üzere sırf âlemlerin Rabbi olan Allah için olmak durumundadır. Kifâî olan ameller de aynı şekilde meşru kılınmıştır; bunlar istenilirken devlet başkanlığının verdiği yücelik, liderlikten doğan azamet, emretme ve yasaklama şerefi elde edilsin diye bir amaç gösterilmemiştir. Bununla birlikte bu saydığımız şeyler tâbilik yoluyla (dolaylı olarak) ortaya çıkarlar. Çünkü Allah için dünyaya rağbet etmeyen bir insanın diğer insanlara nisbetle şeref ve yüceliği inkâr olunamaz. Aynı şekilde kamu velayetlerinde bir azamet ve saygının ortaya çıkması da mevcut ve bilinen bir husustur ve bu hükümlü kılınan amele tâbilik yoluyla ortaya çıktığı için seran meşru da bulunmaktadır. Aynı şekilde kamu velayetini üstlenen kimselerin, kendi ihtiyaçlarını adaletlerini zedelemeyecek şekilde ve Şâri'in belirlediği doğrultuda (rüşvet vb. yollarla değil de beytüimalden) karşılamaları da yasaklanmış ve kötü karşılanmış değildir; aksine pekiştirilerek istenilmiş bir taleptir. Kamu velayetini üstlenen kimsenin (vali), kamu işlerini görmesi nasıl vacipse, toplumun da eğer ihtiyacı varsa o kimsenin gereksinimlerini beytüimalden karşılaması da vacip olacaktır. Nitekim Yüce Allah bu konuya işaret olmak üzere şöyle buyurur: ''Ehline namaz kılmalarını emret, kendin de onda. devamlı ol. Biz senden rızık istemiyoruz, sana rızık veren Biziz[44] "Allah, kendisine karşı aelmekten sakınan kimseye kurtuluş yolu sağlar, ona beklemediği yerden rızık verir.[45] Hadiste de: "Kim ilim tahsilinde bulunursa, Allah onun rızkına kefil olur (ve onu ummadığı yerden mıhlandırır [46]buy-rulmuştur. Bu ve benzeri nasslar, mükellefin Allah'a ait hakları yerine getirmesinin, Allah'ın katında bulunan nzıktan nasibini alması için bir sebep olduğunu göstermektedir.
Fasıl:
Geçen açıklamalardan şu iki husus ortaya çıkmaktadır: (1) Aslî kasıt ile mükellef için bir haz içermeyen şeylerde, onun hazzı Şâri'in ikinci kasdı ile ortaya çıkar ve gerçekleşir. (2) Aslî kasıtla mükellef için haz içeren kısmın gerçekleştirilmesi neticesinde, hazdan soyutlanmış olan kısım da gerçekleşir.[47]
Birinci hususun açıklanması: Şeriatta sabit olan ve ilk plânda kendi nefsi ve malı ile ilgili elde edilen faydalar yanında; takva, fazilet ve adalet sahibi kimselerin hürmete layık olmaları; velayet, şehâdet, dînî vecibelerin yerine getirilmesi gibi konularda onların birer dayanak kabul edilmeleri; bütün bunların ötesinde Allah'ın ve gök ehlinin (meleklerini sevgisine mazhar kılınmaları; yeryüzünde hüsnü kabul görmeleri ve böylece herkes tarafından sevilmeleri, ikram görmeleri hep öne alınmaları; başkalarına nasip olmayan huzur ve saadete ulaşmaları; kalplerinin aydınlatılması; dualarının kabul görmesi; çeşitli kerametlerle taltif edilmeleri; bunların hepsinden daha büyüğü, izzet ve celal sahibi Yüce Allah'a nisbet edilen; "Kim benim bir velî (dost) kuluma eziyet ederse, o benimle düelloya (mübareze) kalkış iniş gibidir"[48] şeklindeki kudsî hadisteki taltife mazhar olmaları bu faydalar arasındadır.
Hem bu özellikte birisi, kamu görevlerini üstlenir ve bu yüzden kendi özel işleriyle ilgilenmeye zaman bulamaz ve bu yüzden kendi ihtiyaçlarını gideremez ve nazlarını elde edemezse, bu durumda bütün toplumun onun bu gibi işlerini üstlenmeleri ve onun zihnini kamu işlerine vermesine engel olacak geçim derdini tekeffül etmeleri ve onun gerekli ihtiyaçlarını kamu maslahatlarının gerçekleştirilmesi için hazırlanan beytülmal mallarından karşılamaları gerekir. İşte bu husus, kamu velayetini üstlenen kişilerin kendi nefsî nazlarına ulaşmaları demektir. Görüldüğü gibi onlar, nefsî bazlarından soyutlanmaları gereken bu yolda, dünyevî nazlarından mahrum kalmamaktadırlar. Ahirette ise, onlar için daha büyük mükâfatlar olacaktır.
İkinci hususa gelince, insanın istifade ettiği mubahlara yönelmesi sırasında zarurî olarak ihtiyaç duyduğu şeyleri de gerçekleştirmiş olacağı hususu açıktır. Çünkü, insanın lezzetli yiyecekler yemesi, güzel elbiseler giymesi, lüks taşıt araçlarına binmesi, güzel kadınlarla evlenmesi... evet bütün bunlar, bu arada insan hayatının zarurî gereklerinden olan ihtiyaçların giderilmesi gibi bir neticeyi de beraberinde hazırlar. Halbuki, hayatın korunması, zarurî olması açısından mükellef için bir haz içermeyen kısımdandı.
Yine, kişinin ticaret ve çeşitli alış-veriş, icare vb. gibi insanlar arasında cereyan etmekte olan muamelelerle uğraşması ve böylece hayatını kazanması durumunda, başkalarının da maslahatlarının gerçekleştirilmesi durumu sözkonusudur.[49]Gerçi, kişi kendi çıkarı için koşturuyorsa da bu netice sonuçta ortaya çıkar. Bununla birlikte kişinin yaptığı muameleyi kendisine dönük bir fayda için yapmış olması hasebiyle böyle bir neticeye yönelik bir garajı bulunmamakta; bu sonuç kendi çıkarlarına ulaşmak için tutması gerektin yol cihetinden ortaya çıkmaktadır. O muamelenin bir yol ve araç olması, haddi zatında kendisinin maksut olmadığı anlamına gelir. Şer'an temin etmekle yükümlü tutulduğu eş, çocuk ve diğer akraba nafakalarını, hayvanların yiyeceklerini temin için çalışması; kendisi ile, gerçekleştirilmesi istenen faydalara ulaşılan diğer şeylerde de durum aynıdır. Allah en iyisini bilir.
Fasıl:
Kifâî kısma nisbetle mükellefin nazlarını dikkate alma konusunda, genellik ve özellik noktasından baktığımızda, amellerin üç kısma ayrıldıklarını görürüz:
1. Mükellefe ait hazza, aslî kasıtla asla itibar edilmeyen ameller. Bunlar kamu maslahatları için sözkonusu olan genel velayetler (devlet başkanlığı ve valilikler) ve makamlardır.
2. Mükellefe yönelik hazlara itibar edilen ameller. Bunlar, insanın kendi çıkarları için koşturması sırasında başkalarına da yararlar sağladığı her türlü zenaat ve meslek icrası gibi amellerdir. Bu tür ameller, aslında kişinin sadece kendi menfaat ve nazlarını düşündüğü için yaptığı amellerdir. Bunların icrası sırasında topluma yönelik menfaatlerin ortaya çıkması arızî olmaktadır.
3. Geçen iki kısım arasında yer alan kısım: Bu kısımda haz kasdı ile, haz içermeyen amel mülahazası birbiri ile karşı karşıya gelir ve çekişir. Bu durum, tam olarak genellikarzetmeyen, fakat özel de olmayan işlerde açıktır. Bunların kapsamına, yetim, vakıf ve zekât malları mütevellîlikleri, ezan ve benzeri işler girer. Çünkü genellik arzetmesi halamından bunlarda şahsî hazlardan soyutlanma isteğinin olması mümkündür; Özellik arzetmesi ve kazanç elde etme konusunda fertlere has diğer zenâatlar gibi olması açısından da, içine şahsî hazlar girmektedir. Bu ikisi arasında bir çelişki 3'oktur. Çünkü hazlar dikkate alınmaksızın getirilen emir yönüyle, hazlarm bulunduğu yön farklıdır. Bu gibi görevlerin şahsi faydalar mülahaza edilmeden (fahrî olarak) yerine getirilmesi mendupluk düzeyinde istenilir. Sonra fahrî olarak bu görevi üstlenen bir kimsenin bulunmaması durumunda, zaruret bulunsun ya da bulunmasın, o görevi üstlenen kimseye ücret takdir edilir. Bu konuda dayan ak, yetimin malının yönetimini üstlenecek kimse hakkında bulunan şu âyet-i kerîmedir: "Zengin olan iffetli olmaya çalışsın, yoksul olan uygun bir şekilde yesin.[50] Âlimlerin, vakıflarda ve sadaka-i cariyelerde kas samlarla[51] mütevellilerin; hangi çeşit olursa olsun ilim öğretenlerin ücret almaları konusunda ne dediklerine bakınız. Onların sözleri arasında, konumuza ışık tutacak yeterli bilgiler bulacaksınız. [52]
1. İçerisinde mükellefe ait talep konusu peşin hazlar içeren zarurî esaslar. Meselâ insanın, kendisine ve ailesine yönelik beslenme, bir arada yaşama, barınma ve giyinme gibi maslahatlarını gerçekleştirmesi, yine bunlara katılacak olan alış-veriş, kira ve nikâh akitleri ve insanca yaşamanın gereklerinden olan benzeri diğer yollar bu türe örnek teşkil ederler.
2. İçerisinde mükellefe ait talep konusu (maksûd)[32] peşin hazlar içermeyen zarurî esaslar. Bunlar ya aynî farzlar olabilirler. Meselâ, taharet, namaz, oruç, zekât, hac vb. bedenî ve mâlî ibadetler gibi. Ya da kifâî farzlar olabilirler. Meselâ, halifelik, vezirlik, nakîblik, kethudalık, kaza (yargı), imamlık, cihad, öğretmenlik vb. gibi kamu maslahatları için genel olarak teşrî kılınmış velayetler gibi. Eğer bunlar teşrî kılınmamış olsaydı, ya da insanlar tarafından ihmal edilseler-di, mutlaka dünyanın düzeni bozulurdu.
Birinci türden olan zarurî esaslar, insan için peşin hazlar içermekte, insanın doğasında, ihtiyaç duyduğu şeylere kendisini doğal olarak itecek (cibillî) motifler (güdüler) bulunmaktadır. Bu motifler gerçekten çok güçlü olmakta ve kişiyi zoraki olarak ihtiyaç duyduğu şeye doğru itmektedir. İşte bütün bu Özelliklerinden dolayı, bu tür zarurî esasların ortaya konulması hakkında sözkonusu edilen talebin pekiştirilmesi yoluna gidilmemiş, (cibillî olan motiflerin varlığı ile ye-tinilmiştir). Bu noktadan hareketle esnaflığın, kazanç yollarının, nikâhın... genel anlamda ve mendupluk düzeyinde şer'an istenilir (matlup) oldukları belirtilmiş: zorunlu bir talep cihetine gidilmemiştir. Hatta bu gibi zarurî esasların çoğunun hükmü ibaha (tercihe bı-[isı] rakma) şeklinde gelmiştir. Meselâ şu âyetlere bakalım: "Allah alışverişi helal kıldı[33] ""Namaz bitince yeryüzüne yayılın; Allah'ın lut-fundan rızık isteyin[34] ''Rabbinizin lutfundan istemenizde size bir günah yoktur[35] "De ki: 'Allah'ın kulları için yarattığı ziynet ve temiz rızıkları haram kılan kimdir1?[36]"Size rızık olarak verdiğimiz şey- . lerin temizlerinden yiyin"[37] Bununla birlikte, bütün insanların bu gibi zarurî esaslara menduba yaklaşır gibi yaklaştıklarını ve hep birden terkettiklerini farzetsek, hepsi birden günahkâr olacaklardır.[38]Çünkü dünya hayatı, tedbir olmaksızın, çalışmaksızın yürümez.Şâri'in bu konudaki tavrı, işi insanlarda bulunan ve onu çalışmaya iten cibillî (yaratılıştan var olan) motiflere havale etme şeklindedir. İnsan için bir haz içermeyen ya da böyle bir cibillî motifin bulunmadığı zarurî esaslarda ise, kesin talep yoluna gidilmiş ve o şey aynî ya da kifâî olarak vacip kılınmıştır. Meselâ, eş ve akraba nafakasının temini[39] konusunda böyle bir cibillî motifin bulunmadığını varsayacak olursak, bu konumuza bir örnek olur.
Kısaca, bu tür iki kısımdır: (a) Maslahatların ortaya konulması vasıtasız ve doğrudan olur. Kişinin bizzat kendi maslahatlarını doğrudan doğruya ortaya koyması gibi. (b) Maslahatların ortaya konulusu, başkalarının hazzı dolayısıyla olur. Eşlere ve çocuklara karşı olan vazifelerin yerine getirilmesi; icare, nakliye, ticaret ve diğer sanat ve kazanç yolları gibi başkaları için de dolaylı yönden fayda içeren faaliyetler gibi. Bütün bunları yaparken insan, kendi faydalarını ister; ama bu arada onun bu tür faaliyetlerinden başkaları dafaydalanır. Bu insanlar arasında bir iş bölümü demektir. Aynen vücudun organlarında olduğu gibi. Onlar birbirlerine yardım ederler ve sonuçta doğacak fayda hepsine birden döner.
Kişinin doğrudan kendi faydası bulunan fiillere nisbetle, başkalarının faydalarını içeren fiiller tekitli bir şekilde talep edilmişlerdir. Tabiî bu son derece yerinde bir tavırdır. Bakış açısı böyle olduğu için, kişinin kendi çıkarlarını elde etmesi için doğasına yerleştirilen motif, gereği doğrultusunda salıverilmiş gibi olunca ve yalnız başına bu motif insanı hangi yoldan ve nasıl olursa olsun maslahatlarını temin, mefsedetlerini de defetme çabası içerisine iteceği için, bu motifin çelişeni yani maslahatlarının temin mefsedetlerinin de def edilmesi çabasına girmemesini.gerektirecek aksi durum da, insanın tabiatı yönünden destek göremeyince, her konuda onun peşinden gitme ve bu şekilde başkalarına zarar verme durumuna düşülmemesi için onun firen-lenmesi yoluna gidilmiş, ilâhî hikmet sorumsuz ve başkalarına zarar verecek şekilde şahsî maslahatların temini, mefsedetlerin de defi çabalarına karşı dünyada caydırıcı ve ıslah edici önlemler (ceza vs.) alınmasını, âhirette de cehennem azabına çarptırılmasını gerektirmiştir. Meselâ, insan Öldürme, zina etme, içki içme, riba (faizi yeme, yetimlerin ve diğer insanların mallarını haksız yo Harla yeme, hırsızlık vb. gibi fiillerin yasaklanması bu kabildendir. Çünkü insanın kendi çıkarlarını elde etme, kendisine dokunacak zararları da uzaklaştırma meylinde olan tabiatı, onu bu tür fiillerin işlenmesine itebilir. Bu yüzden de gerekli önlemler alınmıştır.
Şer'î sij'âset, ikinci türden ya da çoğu nevilerinden olup kifâî kısımdan olan hususlarda da aynı prensip doğrult usunda yürümüştür. Çünkü devlet başkanlığının, kamu velayetlerinin ve liderliğin verdiği azamet, yücelik ve şeref, memurların âmirlerine karşı duydukları saygı... bütün bunlar insan doğası tarafından sevilen ve kendisine meyledilen şeylerdir. îşte bu cibillî motife güvenle, bu tür kamu görevlerinin yerine getirilmesi mendupluk düzeyinde bir taleple istenilmiş, vacip tutulmamıştır. Hatta bu talep de, aksi beklenti halinde bulunan şartlarla kayıtlı olarak gelmiş; insanın bunlara karşı meylini gerektirecek motife dikkat konusu vurgulanmış ve her nasıl olursa olsun bu motifin peşine düşülmemesi tekit edilmiş, pek çok âyet ve hadiste'nefsin bu hususlarda meylettiği şeyler yasaklanmıştır: Meselâ Yüce Allah: "Ey Dauud! Seni şüphesiz yeryüzünde hükümran kıldık, o halde insanlar arasında adaletle hükmet, hevese uyma yoksa seni Allah'ın yolundan saptırır. Doğrusu, Allah'ın yolundan sapanlara, onlara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin azap vardır" [40] buyurur. Hadiste de: "Emirlik isteme! Çünkü sen onu nefsinden kaynaklanan bir arzu neticesinde isteyerek elde edersen, yalnız başına, bırakılırsın;yok istemediğin halde sana verirlerse, o zaman yardım görürsün[41]buyrulmuştur. Emirlerin görevlerini suistimal etmeleri, tebalarına karşı nasihatta bulunmamaları [42]yasaklanmıştır. Çünkü bütün bunlar insanın doğasında bulunan motife ters düşen şeylerdir. Bütün bunlar, bu tür kamu velayetlerinin aslında vacip olmadıklarına delil olamaz; aksine bütün şer'î veriler, tüm insanları ilgilendiren maslahatlarla ilgili sorumlulukların en önemli vaciplerden olduğunu gösterir.
Aynî olan kısma gelince, burada talep konusu peşin birhaz bulunmadığı için, bunların ortaya konulmasına yönelik kasıt, onların vacip kılınması; ortadan kaldırılmasına yönelik kasıt da onların haram kılınması yoluyla pekiştirilmiş; haklarında dünyevî cezalar getirilmiştir. "Talep konusu haz" fel-hazzu'î-maksûd) dan, Şâri'in sebebi koymadaki maksadını kastediyoruz. Çünkü biz biliyoruz ki Sâri* Teâlâ, namaz ve benzeri ibadetleri farz kılarken, bizim bu ibadetler karşılığında dünyada övülmemizi, onlar sebebiyle bir şeref ve itibar sağlamamızı ya da dünya menfaatlerinden bir şeyler elde etmemizi kastetmemiş-tir. Çünkü bunlar, ibadetlerin konuluş maksadına ters düşen şeylerdir; onlar "Dikkat edin, hâlis din Allah'ındır" [43]buyruğunda da ifadesini bulduğu üzere sırf âlemlerin Rabbi olan Allah için olmak durumundadır. Kifâî olan ameller de aynı şekilde meşru kılınmıştır; bunlar istenilirken devlet başkanlığının verdiği yücelik, liderlikten doğan azamet, emretme ve yasaklama şerefi elde edilsin diye bir amaç gösterilmemiştir. Bununla birlikte bu saydığımız şeyler tâbilik yoluyla (dolaylı olarak) ortaya çıkarlar. Çünkü Allah için dünyaya rağbet etmeyen bir insanın diğer insanlara nisbetle şeref ve yüceliği inkâr olunamaz. Aynı şekilde kamu velayetlerinde bir azamet ve saygının ortaya çıkması da mevcut ve bilinen bir husustur ve bu hükümlü kılınan amele tâbilik yoluyla ortaya çıktığı için seran meşru da bulunmaktadır. Aynı şekilde kamu velayetini üstlenen kimselerin, kendi ihtiyaçlarını adaletlerini zedelemeyecek şekilde ve Şâri'in belirlediği doğrultuda (rüşvet vb. yollarla değil de beytüimalden) karşılamaları da yasaklanmış ve kötü karşılanmış değildir; aksine pekiştirilerek istenilmiş bir taleptir. Kamu velayetini üstlenen kimsenin (vali), kamu işlerini görmesi nasıl vacipse, toplumun da eğer ihtiyacı varsa o kimsenin gereksinimlerini beytüimalden karşılaması da vacip olacaktır. Nitekim Yüce Allah bu konuya işaret olmak üzere şöyle buyurur: ''Ehline namaz kılmalarını emret, kendin de onda. devamlı ol. Biz senden rızık istemiyoruz, sana rızık veren Biziz[44] "Allah, kendisine karşı aelmekten sakınan kimseye kurtuluş yolu sağlar, ona beklemediği yerden rızık verir.[45] Hadiste de: "Kim ilim tahsilinde bulunursa, Allah onun rızkına kefil olur (ve onu ummadığı yerden mıhlandırır [46]buy-rulmuştur. Bu ve benzeri nasslar, mükellefin Allah'a ait hakları yerine getirmesinin, Allah'ın katında bulunan nzıktan nasibini alması için bir sebep olduğunu göstermektedir.
Fasıl:
Geçen açıklamalardan şu iki husus ortaya çıkmaktadır: (1) Aslî kasıt ile mükellef için bir haz içermeyen şeylerde, onun hazzı Şâri'in ikinci kasdı ile ortaya çıkar ve gerçekleşir. (2) Aslî kasıtla mükellef için haz içeren kısmın gerçekleştirilmesi neticesinde, hazdan soyutlanmış olan kısım da gerçekleşir.[47]
Birinci hususun açıklanması: Şeriatta sabit olan ve ilk plânda kendi nefsi ve malı ile ilgili elde edilen faydalar yanında; takva, fazilet ve adalet sahibi kimselerin hürmete layık olmaları; velayet, şehâdet, dînî vecibelerin yerine getirilmesi gibi konularda onların birer dayanak kabul edilmeleri; bütün bunların ötesinde Allah'ın ve gök ehlinin (meleklerini sevgisine mazhar kılınmaları; yeryüzünde hüsnü kabul görmeleri ve böylece herkes tarafından sevilmeleri, ikram görmeleri hep öne alınmaları; başkalarına nasip olmayan huzur ve saadete ulaşmaları; kalplerinin aydınlatılması; dualarının kabul görmesi; çeşitli kerametlerle taltif edilmeleri; bunların hepsinden daha büyüğü, izzet ve celal sahibi Yüce Allah'a nisbet edilen; "Kim benim bir velî (dost) kuluma eziyet ederse, o benimle düelloya (mübareze) kalkış iniş gibidir"[48] şeklindeki kudsî hadisteki taltife mazhar olmaları bu faydalar arasındadır.
Hem bu özellikte birisi, kamu görevlerini üstlenir ve bu yüzden kendi özel işleriyle ilgilenmeye zaman bulamaz ve bu yüzden kendi ihtiyaçlarını gideremez ve nazlarını elde edemezse, bu durumda bütün toplumun onun bu gibi işlerini üstlenmeleri ve onun zihnini kamu işlerine vermesine engel olacak geçim derdini tekeffül etmeleri ve onun gerekli ihtiyaçlarını kamu maslahatlarının gerçekleştirilmesi için hazırlanan beytülmal mallarından karşılamaları gerekir. İşte bu husus, kamu velayetini üstlenen kişilerin kendi nefsî nazlarına ulaşmaları demektir. Görüldüğü gibi onlar, nefsî bazlarından soyutlanmaları gereken bu yolda, dünyevî nazlarından mahrum kalmamaktadırlar. Ahirette ise, onlar için daha büyük mükâfatlar olacaktır.
İkinci hususa gelince, insanın istifade ettiği mubahlara yönelmesi sırasında zarurî olarak ihtiyaç duyduğu şeyleri de gerçekleştirmiş olacağı hususu açıktır. Çünkü, insanın lezzetli yiyecekler yemesi, güzel elbiseler giymesi, lüks taşıt araçlarına binmesi, güzel kadınlarla evlenmesi... evet bütün bunlar, bu arada insan hayatının zarurî gereklerinden olan ihtiyaçların giderilmesi gibi bir neticeyi de beraberinde hazırlar. Halbuki, hayatın korunması, zarurî olması açısından mükellef için bir haz içermeyen kısımdandı.
Yine, kişinin ticaret ve çeşitli alış-veriş, icare vb. gibi insanlar arasında cereyan etmekte olan muamelelerle uğraşması ve böylece hayatını kazanması durumunda, başkalarının da maslahatlarının gerçekleştirilmesi durumu sözkonusudur.[49]Gerçi, kişi kendi çıkarı için koşturuyorsa da bu netice sonuçta ortaya çıkar. Bununla birlikte kişinin yaptığı muameleyi kendisine dönük bir fayda için yapmış olması hasebiyle böyle bir neticeye yönelik bir garajı bulunmamakta; bu sonuç kendi çıkarlarına ulaşmak için tutması gerektin yol cihetinden ortaya çıkmaktadır. O muamelenin bir yol ve araç olması, haddi zatında kendisinin maksut olmadığı anlamına gelir. Şer'an temin etmekle yükümlü tutulduğu eş, çocuk ve diğer akraba nafakalarını, hayvanların yiyeceklerini temin için çalışması; kendisi ile, gerçekleştirilmesi istenen faydalara ulaşılan diğer şeylerde de durum aynıdır. Allah en iyisini bilir.
Fasıl:
Kifâî kısma nisbetle mükellefin nazlarını dikkate alma konusunda, genellik ve özellik noktasından baktığımızda, amellerin üç kısma ayrıldıklarını görürüz:
1. Mükellefe ait hazza, aslî kasıtla asla itibar edilmeyen ameller. Bunlar kamu maslahatları için sözkonusu olan genel velayetler (devlet başkanlığı ve valilikler) ve makamlardır.
2. Mükellefe yönelik hazlara itibar edilen ameller. Bunlar, insanın kendi çıkarları için koşturması sırasında başkalarına da yararlar sağladığı her türlü zenaat ve meslek icrası gibi amellerdir. Bu tür ameller, aslında kişinin sadece kendi menfaat ve nazlarını düşündüğü için yaptığı amellerdir. Bunların icrası sırasında topluma yönelik menfaatlerin ortaya çıkması arızî olmaktadır.
3. Geçen iki kısım arasında yer alan kısım: Bu kısımda haz kasdı ile, haz içermeyen amel mülahazası birbiri ile karşı karşıya gelir ve çekişir. Bu durum, tam olarak genellikarzetmeyen, fakat özel de olmayan işlerde açıktır. Bunların kapsamına, yetim, vakıf ve zekât malları mütevellîlikleri, ezan ve benzeri işler girer. Çünkü genellik arzetmesi halamından bunlarda şahsî hazlardan soyutlanma isteğinin olması mümkündür; Özellik arzetmesi ve kazanç elde etme konusunda fertlere has diğer zenâatlar gibi olması açısından da, içine şahsî hazlar girmektedir. Bu ikisi arasında bir çelişki 3'oktur. Çünkü hazlar dikkate alınmaksızın getirilen emir yönüyle, hazlarm bulunduğu yön farklıdır. Bu gibi görevlerin şahsi faydalar mülahaza edilmeden (fahrî olarak) yerine getirilmesi mendupluk düzeyinde istenilir. Sonra fahrî olarak bu görevi üstlenen bir kimsenin bulunmaması durumunda, zaruret bulunsun ya da bulunmasın, o görevi üstlenen kimseye ücret takdir edilir. Bu konuda dayan ak, yetimin malının yönetimini üstlenecek kimse hakkında bulunan şu âyet-i kerîmedir: "Zengin olan iffetli olmaya çalışsın, yoksul olan uygun bir şekilde yesin.[50] Âlimlerin, vakıflarda ve sadaka-i cariyelerde kas samlarla[51] mütevellilerin; hangi çeşit olursa olsun ilim öğretenlerin ücret almaları konusunda ne dediklerine bakınız. Onların sözleri arasında, konumuza ışık tutacak yeterli bilgiler bulacaksınız. [52]
Konular
- Üçüncü Mesele:
- Dördüncü Mesele:
- Beşinci Mesele:
- Altıncı Mesele:
- Yedinci Mesele:
- Sekizinci Mesele:
- Dokuzuncu Mesele:
- Onuncu Mesele:
- On Birinci Mesele:
- On İkinci Mesele:
- DÖRDÜNCÜ NEVİ
- ŞÂRİ'ÎN, MÜKELLEFİN ŞERÎ HÜKÜMLER ALTINA GİRMESİNDEKİ KASDI
- (MÜKELLEFİN ŞERİATLA YÜKÜMLÜ TUTULMASI)
- Birinci Mesele:
- İkinci Mesele:
- Üçüncü Mesele:
- Dördüncü Mesele:[53]
- Beşinci Mesele:
- Altıncı Mesele:
- Yedinci Mesele:
- Sekizinci Mesele:
- Dokuzuncu Mesele:
- Onuncu Mesele:
- On Birinci Mesele:
- On İkinci Mesele:
- On Üçüncü Mesele:
- On Dördüncü Mesele:
- On Beşinci Mesele:
- On Altıncı Mesele:
- On Yedinci Mesele: