ÜÇÜNCÜ MESELE:


Sünnet, mânâ bakımından sonuçta Kitâb'a çıkar ve ona daya­nır. Dolayısıyla sünnet: Kitab'ın, ya mücmelinin tafsîl edilmesi[37], ya müşkil olanının açıklanması[38] ya da muhtasar olanının izah edilmesidir.[39] Çünkü sünnet, Kur'ân'ın beyanıdır. "İnsanlara indi­rileni açıklayasın diye sana Kur'ân'ı indirdik"[40] âyetinin delalet et­tiği mânâ da bu olmaktadır. Sünnette yer alıp da, Kur'ân'da genel ya da detaylı olarak temas edilmeyen hiçbir şey yoktur.
Keza Kur'ân nasslarının, şerîatm küllî esasları ve kaynağı ol­duğunu gösteren bütün deliller[41]bu konu hakkında da delil olur. Yüce Allan, Hz. Peygamber hakkında: "Şüphesiz ki sen, yüce bir ahlâk üzeresin"[42] buyurmuş, Hz. Aişe ise bunu, onun ah­lâkının Kur'ân olduğunu[43] belirterek açıklamış ve onun ahlâkını[44] beyan konusunda bu ifadeyle yetinmiştir. Bu da gösterir ki, Hz. Peygamber'in bütün sözleri, fiilleri ve tasvipleri Kur'ân'a dayanır ve sonuçta ona çıkar. Çünkü ahlâk nihayet bu şeylerden ibarettir. Sonra Yüce Allah, Kur'ân'ı "herşeyin açıklayıcısı"[45] kıl­mıştır. Bundan da, sünnetin Kur'ân içerisinde genel olarak münde­miç olması lâzım gelir. Çünkü emir ve nehiy, Kitap'ta yer alan şey­lerin başında gelir.[46] "Kitap'ta biz hiçbir şeyi    eksik    bırakmadik ,[47] "Bugün size dininizi tamamladım"[48]âyetleri de aynı mânâyı verir. Dinin tamamlanmasının, Kur'ân'ın indirilmesi ile olduğu[49] murad olunmaktadır. Şu halde sünnet, sonuç itibarıyla Kur'ân'da olanın açıklanması olmaktadır. Sünnetin, Kur'ân'a daya­lı ve sonuç itibarıyla ona çıkmasının mânâsı da işte budur.
Diğer taraftan eksiksiz yapılan istikra da, bunun böyle olduğu­nu göstermektedir. Nitekim birazdan[50] —Allah'ın izniyle— ele alı­nacaktır. Deliller bölümünün başında da geçtiği üzere, sünnet so­nuç itibarıyla Kitâb'a çıkmakta ve ona dayanmakta; aksi takdirde[51] kabulü konusunda duraksamak gerekmekteydi. Bu, konu ile ilgili yeterli bir esastır.

İtiraz: Bu husus birkaç noktadan dolayı doğru değildir: (1)
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Hayır; Rabbine and olsun ki, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip, sonra se­nin verdiğin hükmü içlerinde bir sıkıntı duymadan tamamen kabul etmedikçe inanmış olmazlar.[52] Bu âyet, Hz. Peygamber'in r»feyhM*Bistui Zübeyir lehine Ensârî'den önce bahçesini sulaması hakkında verdi­ği hüküm sebebiyle inmiştir. Hadis Muvatta (ve diğer muteber ha­dis kitaplarında) yer almaktadır.[53] Oysa ki bu hüküm, Allah'ın kitabında yoktur. Sonra bu âyet, onun hükmün ağır bir Yin« Allah şöylo buyurmaktadır: "Ey inananlar! Allah'a ita­at idin, peygambere ve sizden buyruk sahibi olanlara itaat edin. Kğvr birşeyde çekişirseniz —Allah'a ve âhiret gününe inanmışsa İmlini Allah'a ve peygambere bırakın. Bu, hayırlı ve ne-ticr itibarıyla en güzeldir. [54]Meselenin çözümünü Allah'a bırak­mak, Kıl.iih'n başvurmaktır; Rasûlullah'a bırakmak ise, ö-lümünden sonra onun sünnetine müracaat etmektir.[55]
Allah Teala yine şöyle buyurmaktadır: "Allah'a itaat edin, peygambere  itaat edin, karşı gelmekten çekinin.[56] Daha başka buna benzer, Allah'a itaat ile Rasûlullah'a itaati ayrı ayrı zikreden nasslar  vardır. Bunlar, Allah'a itaatin konusunun, Kitabında .emredip yasakladığı şeyler olduğunu, Rasûlullah'aitaatinde Kuranda yer almayan ve bizzat kendisinden gelen emir ve nehiylere tabi olmak suretiyle olacağını gösterir. Çünkü, sünnet eger kuranda mündemiç bulunsaydı, o zaman o da Allah'a itaatten sayılırdı."Onun (peygamberin) buyruğu­nu nhın hareket tu/enler, haslarına bir belânın gelmesinden veya hu ntaba uğramaktan sakınsınlar"[57] buyurur. Bu  Ilı, Paygumlmr'i) ait ayrıca itaata mahal bir konu nu gttatorir ki, bu da Kur'ân'da yer almayan sünnet olur.  buyurur: "Kim peygambere itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur.[58]Peygamber size neyi getirmişse onu alın ,size neyi yasakladıysa ondan kaçının.[59]Kuranda yer alan deliller göstermektedir ki ,peygamberin getirdiği emir veyasak ettiği herşey ,hüküm itibarıyla Kurannın getirdiklerine ek olarak katılmaktadır;bu durum onun ayrı bir şey olması,ona ilave birşeyler getirmesi gerekir. (2)
Sünnetin terkedilerek sadece Kur'ân'a uyulmasını yeren hadis­ler vardır. Eğer sünnetin içeriği, Kitap'ta bulunsaydı, o takdirde Ki­tap ile amel halinde sünVet hiçbir şekilde terkedilmiş olmazdı. Bu konuda gelen hadislerden bazıları şöyledir: "Yakında sizden biri çı­kar ve şöyle der: 'işte Allah'ın kitabı. Onun içerisinde bulunan he­lalleri helâl kabul ederiz, onda yer alan haramları da haram saya­rız.' Haberiniz olsun! Kime benden bir hadis ulaşır da onu yalan­larsa, bu haliyle o Allah'ı, Rasûlünü ve o hadisi kendisine ulaştıra­nı yalanlamış olur."[60] Uz. Peygamber bir başka hadisin­de de şöyle buyurmuştur: "Çok geçmez sizden biri koltuğuna kuru­lur; kendisine benden bir hadis rivayet edildiği zaman şöyle der: 'Aramızda ve aranızda Allah'ın kitabı var. Onda helâl olarak bul­duğumuzu helâl kabul eder, onda haram olarak bulduğumuz şeyi de haram sayarız.' Dikkat edin! Allah'ın Rasûlünün [alevSâmtu] ha­ram kıldığı da aynen Allah'ın haram kıldığı gibidir. [61]Başka bir rivayet de şöyledir: "Sakın ola sizden birinizi koltuğuna kurulmuş [18] (şöyle bir tavır sergilerken) görmeyeyim: Ona emrettiğim ya da ya­sakladığım şeylerden birşey gelir de şöyle der: Bilmiyorum (böyle birşey yok). Biz Allah'ın kitabında bulduğumuz şeye uyarız.[62]

Bu hadisler, sünette, Kur'ân'da olmayan bazı şeylerin bulundu­ğunu gösteren bir delil olmaktadır.en
tıtikrâ (kııpHiımlı araştırma) da göstermektedir ki, lünnatte İn/zili  Kur'ân tarafından temas edilmeyen sayılamayacak kadar çok şuy vardır. Bunlardan bazıları şunlardır: Kadının halası ya da teyzesi ile bir arada nikahlanmasının, ehlî eşeklerin yenilmesinin, I-1 >lı<k dişli yırtıcı hayvanların yenilmesinin haram kılınması[63], di­yet, esirlerin fidye karşılığı kurtarılması, müslümanın kâfir karşılı­ğında kısas yoluyla öldürülmemesi... gibi. Hz. Ali'nin rivayet ettiği hadiste işaret etmek istediği şeyler de bunlar[64] olmaktadır: O şöyle demişti: "Yanımızda şunlardan başka birşey yoktur: Allah'ın kita­bı, müslüman bir kişiye lütfedilen anlayış, bir de şu sahifede bulu­nanlar[65] Başka bir hadiste de şöyle gelmiştir: Hz. Ali (r.a.) bir hutbe îrad etti. Yanında, üzerinde bir sahife asılı bulunan bir kılıç Vardı. Şöyle dedi: Allah'a yemin ederim ki, bizim yanımızda Al­lah'ın kitabından, bir de şu sahifede bulunandan başka okumakta uldııftumuz başka bir yazılı metin yoktur." Sonra sahifeyi açtı. On­da (zekât ya da diyetle ilgili olarak) develerin yaşlan vardı. Yine onda şöyle deniyordu: "Medine, Ayr'dan filan yere (Sevr'e) kadar haramdır. Kim orada bir bid'at çıkarırsa Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun! Allah ondan, ne bir tevbe ne bir fidye kabul etmesin[66] Ayrıca şu ifadeler vardı: "Bü-tün müslümanların zimmetleri birdir; bu itibarla en alt mertebede olanları, (eman vermek gibi) onların tümünü bağlayacak sorumlu­luklar altına girebilir. Kim bir müslümânâ hıyanet ederse Allah'ın* meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun! Allah on­dan ne bir tevbe ne bir fidye kabul etmesin!" Sahifede şunlar d^ vardı: "Kim müntesip olduğu kimselerin izni olmadan başka bit-kavme intisap ederse Allah'ın, meleklerin ve bütün insanları^ laneti onun üzerine olsun! Allah ondan ne bir tevbe ne bir fidye ka­bul etmesin![67]

Hz. Peygamber e Yemen'e vali gönderdiği Muâz sında geçen konuşma da şöyle olmuştu:

— Ne ile hükmedeceksin?

— Allah'ın kitabıyla.

—Ya onda bulamazsan?
 —Rasülullahın sünnetiyle.[68]

Daha başka bu mftnfida hadiulur de vardır. Bütün bunlar nçıkç« gö«tt»rm«ktidir ki, sünnette Kur'ân'da olma­yan şeyler de vurdır. Bazı âlimlerin: "Kitap, -sünnet için; sünnet de Kitap için bir alan bırakmıştır" şeklindeki sözleri de bu mânâyı ifa­de etmektedir. (4)
Sadece Kitap ile yetinme düşüncesi, ehl-i sünnetten olmayan nasipsiz kimselere aittir. Çünkü bunlar, bu aşırı düşüncelerini "Kitâb'ın herşeyi beyân e*tmiş olduğu" esası üzerine kurmakta ve sünnetin getirdiği hükümleri bir tarafa atmaktadırlar. Bu da onla­rın, ehl-i sünnet yolundan ayrılmaları ve Kur'ân'ı, iniş amacına uy­mayacak şekilde tevil etmeleri gibi bir tutuma girme sonucunu do­ğurmuştur. Bu konuda Hz. Peygamber'den [ale^Stu] şöyle bir riva­yet gelmektedir: "Ümmetim hakkında en çok korktuğum iki şey vardır: Kur'ân ve süt. Kur'ân'dan korkum, mü'minlerle tartışmak için onu münafıkların öğrenmiş olmasıdır. Sütten korkuma gelince, (onu üretmek için) kırsal kesimlere giderler (cami ve cemaati bıra­kırlar) şehvetlerine uyarlar ve sonunda namazı terkederler[69]

Bazı haberlerde ise şöyle gelmiştir: Hz. Ömer şöyle demiştir: "Bir kavim gelecek ve Kur'ân'm müteşâbihâtı ile sizinle tartışmaya gireceklerdir. Siz, onlara hadislerle mukabele edin. Çünkü hadisle­re vâkıf olanlar, Allah'ın kitabını daha iyi bilenlerdir."                        

Ebû'd-Derdâ ise: "Sizin hakkınızda endişe ettiklerimden biri de âlimin sürçmesi ve münâfıkm Kur'ân ile tartışmaya girmesidir" de­miştir.

Yine Hz. Ömer'den şöyle söylediği nakledilmiştir: "Üç şey var­dır ki dini yıkar: âlimin sürçmesi, münâfıkm Kur'ân ile tartışmaya girmesi ve saptırıcı imamlar."

İbn Mesûd ise: "Öyle kavimler göreceksiniz ki, kendileri arka­larına atmış oldukları halde sizi Allah'ın kitabına çağıracaklardır. O zamanda siz ilme sarılın ve bid'at çıkarmaktan sakının, ifrata düşmekten kaçının, köklü ve güzel olana yapışın" demiştir.

Hz. Ömer: "Sizin hakkınızda iki tip insandan korkuyorum: Bi­ri, uygun olmayacak şekilde Kur'ân'ı tevile kalkışan kimsedir. Di­ğeri de kardeşiyle mülk yarışma girendir"  demiştir. Bu mânâda daha başka sözler de vardır ki âlimler onları hUıuımü bir tarih ite­rek Kur'ân'ı tovil etme ve reye başvurma konumum yormuşlardır. Alimlerden birçoğu, Hz. Peygamber'in şu buyruğunu ve hadisleri bu mânâya anlamışlardır:
"Yüce Allah ilmi, insanların arasından bir çırpıda çekip çıka­rarak almaz; aksine ilmi, âlimleri alarak alır. Sonunda hiçbir âlim bırakmayınca insanlar kendilerine câhil başlar edinirler, onlara sorular yöneltilir, onlar da bilgisizce fetva verirler; böylece hem kendileri sapar, hem de başkalarını saptırırlar."[70]Hakikaten bid'at nah ipi erinin pek çoğu bu şekilde davranmışlar, hadisleri bir tarafa atmışlar ve Kur'ân'ı yersiz bir şekilde tevile yeltenmişler ve sonun-dtı da hem kendileri sapmış, hem de başkalarını saptırmışlardır.
Hurada, hadise ancak Allah'ın kitabına uygun düşmesi halinde  edileceğini ifade eden bir hadis de zikretmiş olabilirler. Buna (för« (güya) Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Benden hizv ulaşan hadisleri Allah'ın kitabına vurunuz; eğer Allah'ın kita­bına uygun düşerse; onu ben söylemişimdir, eğer Allah'ın kitabına ııy^un düşmezse, onu asla ben söylememişimdir. Allah beni 'la hidayete ulaştırmış iken, ben nasıl olur da ona (Kitab'a) mu­halefet edebilirim." Abdurrahman b. el-Mehdî, bu hadisi zındıkla­rın ve Haricîlerin uydurmuş olduğunu söylemiştir. Bazıları şöyle demişlerdir: Nakledilegelen haberlerin sağlamlarını sakatlarından ayırmada mahir olan ilim erbabınca bu sözlerin Hz. Peygamber'den sâdır olması mümkün olamaz.[71] Bazıları bu hadisi, yine kendi yöntemiyle reddederek şöyle demişlerdir: Biz herşeyden önce bu hadisi Allah'ın kitabına arzederiz ve ona itimat ederiz. Biz bu hadisi vakıa Kitab'a arzettiğimizde, onun Allah'ın kitabına muhalif olduğunu görmekteyiz. Çünkü biz Kitap'ta, Rasûlullah'ın hadisleri içerisinde sadece Kitab'a uygun olanların alınmasını ge­rekli kılan bir esas görmemekteyiz; aksine Allah'ın kitabı bize mut­lak surette oifa uymamızı istemekte ve ona itaat etmemizi emret­mekte, her hal ve durumda ona muhalefet etmekten kesin olarak sakındırmaktadır. Bu, sünnetin, sonuç itibarıyla Kur'ân'a çıktığı ve ona dayandığı görüşünde olanları ilzam edecek delillerdendir. Bu noktada hem önceki nesillerden hem de sonraki gelenlerden bazı gruplar doğru yoldan ayrılmışlardır. Dolayısıyla böylesi bir görüşe sahip olmak ve ona meyletmek, dosdoğru yoldan ayrılmak anlamı­na gelmektedir. Allah Teâlâ, lütfü ile bizi böyle bir sonuçtan koru­sun! (1)
Biz sünnetin KitAb'ın beyan» olduğu esası üzerinden yürüdüğü­müz zaman, bundan mutlaka onun, Kitab'ın içinde bulunan ve bu­na ya da şuna ihtimali bulunan şeylerin beyanı olması lâzım gelir. Bu durumda sünnet, bu ihtimallerden birini belirler. Şimdi mükel­lef bu beyan doğrultusunda amel ettiği zaman hem kelâmıyla em­retmiş olduğu konuda •AJlah'a, hem de beyanın gereği olarak Rasûlullah'a itaat etmiş olur. Eğer yapılan beyanın aksi­ne hareket edecek olursa, o takdirde, beyana muhalif olan bu ame­linde Allah'a isyan etmiş olur. Zira onun bu ameli, Allah Teâlâ'nın kelamından muradının aksine işlenmiş olur. Bu haliyle o, aynı za­manda yapılan beyanın aksine hareket etmiş olacağından Rasûlul­lah'a da isyan etmiş olur. Bu iki itaatin ayrı ayrı zikredil­miş olmasından, itaat konusu olan şeyin ayrı ayrı olmaları gibi bir sonuç lâzım gelmez. Bu lâzım gelmeyince de, itiraz sadedinde zikre­dilen âyetler, sünnette zikredilen şeylerin Kitap'ta bulunmadığını gösterecek bir delil olmaz. Aksine her ikisi de bir mânâda birleşebi-lirler ve bu durumda (biri Allah'a diğeri de Rasûlullah'a [yönelik olmak üzere) iki ayrı cihetten iki isyan, ya da iki ayrı itaat vuku bulur. Bunda olmayacak birşey de yoktur. Geriye Hz. Pey­gamber'in verdiği hükmün Kur'ân'da bulunup bulunma­ması kalmaktadır.[72]Bu da Allah'ın izniyle birazdan ele alınacaktır. İtiraz sırasında "Kur'ân'da yer alan deliller göstermektedir ki, pey­gamberin getirdiği, emir ve yasak ettiği herşey, hüküm itibarıyla Kur'ân'm getirdiklerine katılmaktadır; bu durumda onun ayrı bir­şey olması, ona ilave birşeyler getirmesi gerekir" sözü doğrudur.Ancak bu ziyadelik, acaba bir şerhin getirdiği ilave mahiyetinde midir? Zira elbette şerhte, şerhedilende olmayan bazı unsurlar bu­lunacaktır; aksi takdirde ona şerh denmez. Yoksa gerçekten Kitap'­ta bulunmayan ilave bir mânânın getirilmesi kabilinden midir? İşte asıl tartışma noktası burasıdır.
İkinci itiraz[73] sadedinde ileri sürülen hususlar da işte bu nokta göz önüne alınarak değerlendirilir (ve şöyle denilir: "Eğer sünnetin içeriği, Kitap'ta bulunsaydı, o takdirde Kitap ile amel halinde sün­net hiçbir şekilde terkedilmiş olmazdı" sözünüz kabul edilemez; ak­sine böyle bir durumda sünnet terkedilmiş olur. Çünkü bu durum­da, Kitab'ın içerdiği mânâya sünnet tarafından getirilen beyana il­tifat edilmemiş olmaktadır.)
Sonra hüküm Kur'ân'da icmâlî olur, sünnette ona detaylar ge­tirilirse, bunlar hüküm itibarıyla birbirinin aynı olmaz.[74] Meselâ "Namazı kılınız" emri namaz yükümlülüğünü mücmel olarak ge­tirmiştir. Sünnet ise ona açıklık getirmiştir. Böylece, beyanda, be­yan edilen şeyde bulunmayan mânâlar ortaya çıkmıştır. Nihâî ola­rak beyanın mânâsı ile beyan edilenin mânâsı aynı olsa bile bunlar hükümde farklıdırlar. Dikkat edilirse görülecektir ki, beyandan ön­ce mücmelin hükmü durup beklemek (tevakkuf) iken; beyanın hük­mü, gereği ile amel etmektir. Bu ikisi madem ki hüküm itibarıyla birbirinden farklıdırlar, öyle ise mânâ itibarı ile de farklı gibi kabul edilirler. Dolayısıyla bu açıdan sünnet, Kitap'tan ayrı (müstakil) gi­bi mütalaa edilir. (Hadislerde, sünnet hakkında "Kitabın benzeri" şeklinde geçen ifadeler, işte bu noktadan hareketle kullanılmıştır.)

Üçüncü itiraz noktası ise, bundan sonra gelecek olan Dördüncü Mesele'de —inşallah— ele alınacaktır.
Dördüncü itiraz noktasına gelince, sözü edilen kimselerin sün­net yolundan uzaklaşmış olmalarının sebebi, tamamen reye tâbi olup sünneti bir tarafa atmaları yüzündendir; başka bir sebepten dolayı değildir.[75]Şöyle ki: Bilindiği gibi sünnet Kur'ân'm mücmeli­ni açıklamakta, mutlakını kayıtlamakta, umûmunu tahsis etmekte ve pek çok Kur'ânî ifadeyi ilk bakışta anlaşılan zahirî sözlük mânâsından çıkarmaktadır. Böylece sünnetin açıklık getirmiş oldu­ğu şeyin, bizzat o ifadeden murâd-ı ilâhî olduğu da anlaşılmaktadır. Hal böyle iken sünnet bir tarafa atılır, arzu ve heveslerin peşine uyularak Kur'ânî ifadelerin mücerred zahirlerine tâbi olunursa, bu yaklaşımın sahibi değerlendirmesinde sapıtmış, Kitap hakkında ce­haletini ortaya koymuş olur ve körü körüne hareket etmekte oldu­ğu için hiçbir zaman doğruya ulaşamaz. Zira aklın dünyevî işlerle ilgili olarak çıkar ve zararları isabetli bir şekilde kavrayabilmesi çoğu kez nâdirattan olmaktadır. Âhiret konularıyla ilgili konularda ise hem genel esaslarda hem de detaylarda asla söz söyleyebilecek bir salâhiyeti yoktur.
Hadisten delil[76] olarak kullandıkları şeylere gelince, eğer nakil açısından sahih değilse, onu her iki grubun da delil olarak kullan­ması mümkün olmaz. Eğer sahihliği sabitse veya kabul edilebilecek bir yol ile gelmişse, o takdirde onun üzerinde durmak gerekecektir. Çünkü hadis; ya katkısız Allah'tan gelen bir vahiydir, ya da Hz. Peygamber tarafından yapılmış bir ictihaddır; ancak bu durumda o Kitap ya da sünnetten sahih bir vahye dayandırılmış ve onun kontrolünden geçmiştir. Her iki takdire göre de hadisin Al­lah'ın kitabı ile çelişki halinde olması mümkün değildir.[77] Çünkü Hz. Peygamber kendi heva ve heveslerinden esinlenerek konuşmaz; onun konuşması ancak kendisine ilkâ edilen bir vahiy­dir. Hz. Peygamber'in hata etmesini caiz gören görüş üze­rinden yürünse bile, o asla hatası üzerinde devamlı bırakılmaz, der­hal tashih edilir ve sonunda o mutlaka doğruya döner. (Dolayısıyla ondan sâdır olan hadisler içerisinden hiçbirinde hata ihtimali bu­lunmamaktadır.) Hiç hata etmeyeceği görüşünden hareket edildiği zaman ise, onun ictihad ederek Allah'ın kitabıyla çelişen ve ona ters düşen bir hükümde bulunması öncelikli olarak düşünülemez. Evet, sünnetin Kur'ân'a ters de düşmeyen, uygun da düşmeyen, ak­sine Kur'ân'da sükût geçilen hükümler getirmesi caizdir. Ancak bu câizliğin aksine delil bulunacak olursa —ki bu meselede tartışılan nokta burasıdır— o zaman her hadis hakkında mutlaka Allah'ın ki­tabına uygun düşme[78] şartı aranır. Nitekim zikredilen hadis de bu hususu ortaya koymuştur. îtiraz sadedinde tenkit edilen hadisin mânâsı —senedi sahih olsun olmasın— doğrudur. Tahâvî, kitabında hadisin müşkil yönünün beyanı hakkında bu mânâda bir hadis tahric etmiştir: Abdülmelik b. Saîd b. Süveyd el-Ensârî — Ebû Hu-meyd ve Ebû Esîd senediyle Rasûlullah şöyle buyurmuş­tur: "Benden bir hadis duyduğunuz zaman, onu kalpleriniz tanır, tüyleriniz ve tenleriniz ona yatışır ve onu kendinize yakın görürsü­nüz. İşte ben o hadise hepinizden yakınım. Yine benden bir hadis duyduğunuz zaman, kalpleriniz onu yadırgar, tüyleriniz ve tenleri­niz ondan ürperir, onun bir münker olduğunu görürsünüz, işte o hadise ben hepinizden daha uzağım.'[79]Yine sözü edilen Abdülme-lik'ten, o da Abbâs b. Sehl'den olmak üzere şu rivayeti yapmıştır: Übeyy b. Ka'b bir mecliste bulunuyordu. Oradakiler, kimisi zorlaş­tırıcı, kimisi kolaylaştırıcı olmak üzere Rasûlullah'tançe­şitli rivayetlerde bulunuyorlardı. Übeyy b. Ka'b ise susmaktaydı. Onlar rivayetlerini bitirince şöyle dedi: "Bre adamlar! Rasûlullah'-tan size ulaşan hadis karşısında, kalp onu tanır, ten ona yatışır ve onu duyduğunuzda ümitvar olursanız, (bilin ki o Rasûlul-lah'tandır Rasûlullah'm sözü olmak üzere onu tasdik edin. Çünkü Rasûlullah hayırdan başka birşey söy­lemez." Tahâvî, bunun böyle olduğuna şu âyetleri delil getirmiştir: "İnananlar ancak o kimselerdir ki Allah anıldığı zaman kalpleri titrer[80]"Rablerinden korkanların bu kitaptan tüyleri ürperir, sonra hem derileri hem de kalpleri Allah'ın zikrine yumuşar ve ya­tışır[81]"Peygambere indirilen Kur'ân'ı işittiklerinde gerçeği Öğren­melerinden gözlerinin yaşla dolduğunu görürsün[82]Bu âyetler, Al­lah'ın kelâmını dinleyen ehl-i imanın tepkisini göstermektedir. Rasûlullah'tan rivayet edilen sözler de (vahye dayanması sebebiyle) onun cinsindendir. Çünkü hepsi de Allah katından ol­maktadır. Hadis dinlerken, aynen Kur'ân dinlerkenki ruh haletine girmeleri, o hadisin doğruluğuna bir delil olur. Eğer hadisi dinler­ken böyle bir ruh haletine girmiyorlarsa, o zaman o hadis karşısın­da durmak ve araştırmak gerekir; çünkü diğer hadislere benzeme­mektedir. Onun söylediğinden, hadisin mânâ bakımından muhalif değil, muvafık olması lâzım gelir. Çünkü eğer hadis Kur'ân'a muha­lif olsaydı, o zaman dinlenirken deriler ürpermez, kalpler yatışmaz-dı. Çünkü zıddm zıdda[83] yatkınlığı ve ona uygun düşmesi mümkün değildir. Yine et-Tahâvî, Ebû Hureyre'den şu rivayeti yapmıştır: Rasûlullah şöyle buyurmuştur: "Size benden tanıdığınız
ve yadırgamadığınız bir hadis rivayet edildiği zaman, ben onu de­sem de demesem de siz onu tasdik edin. Çünkü ben iyi olup kötü ol­mayanı emrederim. Eğer size benden yadırgadığınız ve tanımadığı­nız bir rivayette bulunulursa, onu yalanlayınız; çünkü yadırganan ve tanınmayan birşeyi ben söylemem.[84] Bunun izahı şöyle: Riva­yet, eğer Allah'ın kitabına ve Rasûlünün sünnetine[85]—içerdiği mânânın onlarda bulunması suretiyle— uygun düşerse, kabul edi­lir. Çünkü Rasûlullah onu o lafızla söylememişse bile, mâ­nâsını başka bir lafızla söylemiş olmaktadır. Kaldı ki Arap olmayan kimseler için Rasûlullah'm sözlerini, onların kendi dille­riyle açıklamak caizdir. (Bu da mânânın başka lafızlarla ifade edil­mesinin caizliğini gösterir.) Eğer rivayet muhalif düşüyor, Kur'ân ve sünnet tarafından tekzip ediliyorsa, o zaman onun atılması gere­kir ve o rivayetin Rasûlullah tarafından söylenmemiş ol­duğu anlaşılır. Bu da aynen öncekisi gibidir. Bütün bunlardan, ha­dis değerlendirilirken Kur'ân'a uygun düşüp, ona ters düşmemesi noktasının göz önünde bulundurulmasının doğru olacağı sonucu or­taya çıkar. Yapılan rivayetlerin şahinliği esas alındığı zaman onlar­dan maksat işte bu olur. Eğer sahih değillerse aleyhimize yine bir şey gerekmez; çünkü kastedilen mânâ doğrudur. Deliller Kitâbi'nın Birinci Tarafının İkinci Mesele'sinde verilen izahat da bunun böyle olduğunu ortaya koymaktadır. O bahiste uygunluk ve ters düşme konularında yeteri kadar örnek verilmiştir. Tevfîk ancak Allah'tan­dır.
Bu nokta anlaşıldıktan sonra şimdi şu noktanın ele alınmasına geçebiliriz: Kitabın sünnete delâlet yönü nasıldır? Sünnet, detaylar getirmek suretiyle Kitab'm bir açıklayıcısıdır. Hal böyle iken Kitap, sünneti kül halinde nasıl kapsar? İşte bu sorunun cevabı dördüncü meselenin konusunu teşkil edecektir: [86]


Eser: El-Muvafakat

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

El-Muvafakat

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..