logo logo

Yeni nesil güncel konularla ilgili sorular ve cevaplar!

Fetvalar.Com

Yeni Nesil Fetvalar

Sistemimize üye olarak sitemizi daha aktif olarak kullanabilirsiniz.

Üyelik için tıkla

Fetvalar.Com

Güncel sorular ve cevapları

ALTINCI MESELE:


Zikredilen bu şekil üzere[142]Kur'ân'da her şeyin açıklaması bu­lunmaktadır. Gerçek anlamda onlara vâkıf olan, şeriatın tamamını ihata etmiş olur[143]ve hiçbir konuda sıkıntıya düşmez. Buna aşağı­daki hususlar delâlet eder: 1.
İlgili Kur'ân nassları: "Bugün size dininizi tamamladım..[144] "Sana da insanlara gönderileni açıklayasın diye Kur'ân'ı indir­dik[145]"Kitapta[146] hiçbirşeyi eksik bırakmadık[147]Doğrusu bu Kur'ânKur'ân, en doğru olan yola[148] götürür"[149] Eğer Kur'ân'm bü­tün mânâları tamamlanmış olmasaydı, o zaman ona böyle denmesi doğru olmazdı. Daha buna benzer, Kur'ân'm hidayet, kalplerde bu­lunan her şeye şifa olduğunu belirten âyetler bulunmaktadır. Kalplerde bulunan herşeye şifâ olabilmesi için, onun herşeyin açıklamasim, çözümünü içermesi gereklidir. 2.
Bunu bildiren hadisler ve selefe ait sözler: Meselâ Hz. Peygam­ber Şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz ki bu Kur'ân, Allah'ın ipidir. O apaçık nurdur, faydalı şifâdır. Kendisine tutunan kimse için o, bir korunaktır. O, kendisine tâbi olan için bir kurtuluştur. (Ona uyan) eğrilmez ki, doğrultulsun; sapmaz ki azarlansın. Onun hayret edilecek yönleri bitmez, çokça tekrarlamaktan dolayı eski­mez"[150]
Kur'ân'm mutlak surette Allah'ın ipi, faydalı şifâ... olması, onun her yönden tam olduğunun delilidir. Benzeri bir hadis Hz. Ali vasıtasıyla da rivayet edilmiştir. İbn Mesûd'dan şöyle rivayet edil­miştir: "Her ziyafet veren, verdiği ziyafete gelinmesini sever. Al­lah'ın ziyafeti de Kur'ân'dır"[151] Hz. Âişe'ye Hz. Peygamber'İn ahlâkmm nasıl olduğunu sorarlar. Cevabında: "Onun ah­lâkı Kur'ân'dı" der.[152] Onun bu sözünü Kur'ân da: "Şüphesiz sen yüce bir ahlâk üzeresin"[153] âyeti ile tasdik eder. Katâde: "Kur'ân ile hemhal olan kimse ondan ya bir ziyadelik ya da bir noksanlık ile ayrılır" demiş ve arkasından: "Kur'ân'dan inananlara rahmet ve şi­fa olan şeyler indiriyoruz. O, zâlimlerin ise sadece kaybını artı­rır"[154]âyetini okumuştur. Muhammed b. Ka'b el-Kurazî: "Rabbi-mizl Doğrusu biz 'Rabbinize inanın' diye inanmaya çağıran bir da-vetçiyi işittik de iman ettik"[155] âyeti hakkında "O Kur'ân'dır. Çün­kü onların hepsi Hz. Peygamber'i görmemiştir" demiştir. Hadiste: "Kur'ân'ı en iyi okuyanları (yani en iyi bilenleri) onlara imamlık yapar"[156]buyurulmuştur. Onların takdim olunmaları, Al­lah'ın hükümlerini en iyi bilenler olmaları sebebiyledir. Çünkü Kur'ân'ı iyi bilen, şeriatın tamamını bilir, demektir. Hz. Aişe: "Kur'ân okuyandan daha üstün kimse yoktur" demiştir. Abdullah ise: "Eğer ilim istiyorsanız, (anlayarak) Kur'ân'ı tekrarlayın; çünkü onda öncekilerin ve sonrakilerin ilimleri vardır" demiştir. Abdullah b. Ömer: "Kim Kur'ân'ı toplarsa (yani muhtevasıyla birlikte onu Öğ­renirse), çok büyük birşey yüklenmiş olur. O, nübüvveti iki böğrü içine dürmüş olur; şu kadar ki kendisine vahiy gelmez" Ondan gelen başka bir rivayette: "Kim Kur'ân'ı okursa, nübüvvet onun iki böğrü içerisine durulmuş olur. Bu, sadece onun nübüvvetin getirdi­ği mânâları kendisinde toplamış olması sebebiyledir" demiştir. Da­ha başka bunlara benzer konumuza delâlet eden sözler vardır.

Târihî uygulama: Tarih süreci içerisinde hiçbir âlimin herhan­gi bir konuda Kur'ân'a başvurması sonucunda onda şöyle ya da böy­le bir delil bulamadığı görülmemiştir. Yeni yeni ortaya çıkan olay­lar karşısında en zor durumda kalabilecek fırka, kıyâsı delil olarak kabul etmeyen Zahirî mezhebi olmalıdır. Buna rağmen hiçbir mese­lede delil getirme konusunda onların çaresizlik içerisine düştükleri vâki değildir. Zahirî imamlarından İbn Hazm şöyle demiştir: "Fık­hın bütün konuları istisnasız kitap ya da sünnette bir temele daya­nır ve Allah'a hamdolsun ki biz bunu biliriz. Ancak kırâz (mudâ-rabe) bundan hariç; biz ona her ikisinde de bir temel bulamadık" Bilindiği gibi, (İbn Hazm'ın Kur'ân ya da sünnetten bir temele da-yandıramadık dediği) kırâz, icâre türlerinden biridir. İcârenin aslı ise Kur'ân'da sabittir ve onu Hz. Peygamber'İn kendi dö­neminde sürmekte olan uygulamayı onaylaması ve sahabenin tatbi­katı açıklamaktadır.
İtiraz: Birileri çıkarak şöyle diyebilir: Bu dedikleriniz doğru değildir. Çünkü Kur'ân'da hiç yer almayan fakat şeriatta sabit bu­lunan meseleler ve kaideler bulunmaktadır. Bunlar sünnete dayan­maktadır. Sahîh'te yer alan şu hadis de bu tezimizi doğrular: Hz. Peygamber şöyle buyurur: "Sizden birinizi koltuğuna yas-lanınış bir halde, kendisine benim sünnetimden bir emir ya da ya­sak geldiğinde: 'Onu tanımıyorum. Biz Allah'ın kitabında bulduğu­muza uyarız.' der bir halde bulmayayım"[157]Bu bir yergidir ve ha­dis aynı şekilde sünnete de itimat edilmesini âmirdir. Allah Teâlâ'nın şu buyruğu da bunu tasdik etmektedir: "Eğer bir konuda çekişirseniz, onun halini Allah'a ve Rasûlüne çevirin"[158]Meymûn b. Mihrân, âyeti "Allah'a çevirmek, Kitab'ına vurmaktır. Rasûlüne çevirmekten maksat da eğer hayatta ise bizzat kendisine, öldükten sonra da sünnetine başvurmak demektir" şeklinde açıklar. Benzeri bir âyet de şudur: "Allah ve peygamberi birşeye hükmettiği zaman, inanan erkek ve kadına artık işlerinde başka yolu seçmek yaraş­maz"[159]                                                                                                      
Şöyle deni(lemez): Sünnet, Kur'ân'ın beyanı olması açısından alınır; çünkü Allah Teâlâ "İnsanlara indirileni kendilerine açıkla-yasın diye[160]buyurmaktadır. Bu ise deliller arasını birleştirmek olur. Çünkü biz diyoruz ki: Eğer sünnet Kitab'ın beyanı mahiyetin­de ise, o zaman o, sünnetin iki kısmından bîrine dahil olur. Sünne­tin bir ikinci kısmı daha vardır ki, o Kitab'ın hükmüne ziyade getir­mektedir. Meselâ, kadının, halası ya da teyzesi üzerine nikahlan-masının[161], ehlî eşekierin[162] ve kesici (köpek) dişi olan yırtıcı hay­vanların[163] yenilmesinin haram kılınması gibi ki bunlar, Kitap'ta yer almayan ve sadece sünnet ile haram kılınan şeylerdir. Hz. Ali'­ye şöyle denildi: "Sizin yanınızda yazılı birşey (kitap) var mı?" Ce­vabında: "Hayır, ancak Allah'ın kitabı var veya müslüman bir ada­ma verilen anlayış var, ya da şu sahifede bulunanlar var" dedi. Râvi diyor ki: "Peki, o sahifede ne var?" diye sordum. O: "Diyet hü­kümleri, esirin salıverilmesi, müslümanın kâfir karşılığında öldü-rülmemesi" diye cevap verdi[164]Bu hadis, her ne kadar onların ya­nında Allah'ın kitabından başka bir kitap olmadığım gösterirse de, aynı zamanda Allah'ın kitabında bulunmayan bazı şeylerin de bulunduğuna delâlet eder. Bu ise sizin koyduğunuz esasa ters düşer.
Cevap: Bu itirazın cevabı inşallah ikinci delil yani Sünnet'in açıklanması sırasında verilecektir.[165]
Kur'ân'dan yapılan nâdir istidlallerden biri Hz. Ali'den gelen hamilelik süresinin (en az müddetinin) altı ay olduğudur. O bu so­nucu: "Taşınması ve sütten kesilmesi otuz ay sürer"[166] âyeti ile "Onun sütten kesilmesi iki yıldır"[167]âyetinden çıkarmıştır.[168] Mâlik b. Enes, sahabeye söven kimsenin fey'den payı olmayacağına şu âyetle istidlalde bulunmuştur: "Onlardan sonra gelenler: 'Rab-bimiz! Bizi ve bizden önce inanmış olan kardeşlerimizi bağışla; kalblerimizde mü'minlere karşı kin bırakma...' derler[169]Bazıları çocuk mülk edinilemiyeceğini söylemişler ve bunu: "Rahman çocuk edindi dediler. Hâşâ; hayır; melekler şerefli kılınmış kullardır"[170] âyetinden çıkarmışlardır.[171] İbnu'l-Arabî, ceninin kan pıhtısı (alak) haline dönüşmeden önceki haline "insan" demlemeyeceğine: "İnsa­nı, kan pıhtısından yarattı"[172]âyetini delil olarak kullanmıştır. Münzir b. Saîd, Arabm tabiatında, Araplara ait özelliğin mevcut bulunmadığına: "Allah sizi annelerinizin karnından birşey bilmez halde çıkarmıştır"[173] âyetiyle istidlalde bulunmuştur. Bu konuda en ilginç olanı, Kurtubalı İbnu'l-Fahhâr'ın istidlalidir: O, olumsuz cevap verirken başın yana sallanmasının, olumlu cevap verilirken ise öne eğilmesinin, doğuluların yaptığının aksine daha uygun ol­duğunu çünkü Allah Teâîâ'nın: "Onlara: 'Gelin de Allah'ın peygam­beri sizin için mağfiret dilesin' dendiği zaman başlarını (yana) çe­virirler[174]buyurduğunu söylemesidir. Sûfî Ebû Bekir eş-Şiblî, bir­şey giydiği zaman onun bir yerini yırtardı. İbn Mücâhid: "Kendisin­den yararlanılan birşeyi ifsad etmenin ilimde bir yeri var mı ki?" diye sorduğu zaman: "Süleyman: 'Onları bana getirin' dedi. Bacak­larını ve boyunlarını vurmaya başladı"[175] âyetini okudu. eş-Şiblî sonra: "Kur'âii'da sevgilinin sevgilisine azap etmeyeceği nerededir?"diye sordu. İbn Mücâhid sustu ve ona: "Sen söyle!" dedi. O 'Yahu­diler ve Hıristiyanlar, 'Biz Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz' dediler. 'Öyle ise günahlarınızdan ötürü size niçin azabediyor?..[176] âyeti­dir, dedi. Bazıları, kadınları dinlemenin caiz olmadığı görüşlerine: "Musa, tayin ettiğimiz vakitte gelip Rabbi onunla konuşunca, Mu­sa: 'Rabbirn, bana kendini göster bakayım' dedi"[177]âyetini delil ola­rak kullanmışlardır. Bu istidlal şekillerinden bazıları tartışmaya açıktır.

Fasıl:

Buna göre, en kâmil şekilde hakkında bilgi sahibi olunması is­tenen her meselenin mutlaka önce Kur'ân'a vurulması gerekecek­tir. Eğer Kur'ân'da bizzat ele alınmışsa ya da nev'ine veya cinsine ait açıklama bulunmuşsa, bunlar esas alınarak o mesele dindeki yerine oturtulacaktır.-Eğer orada mesele hakkında birşey buluna­mazsa, o zaman çeşitli bakış açıları ve değerlendirme şekilleri orta­ya çıkacaktır. Belki onlar —inşallah— yerinde zikredilecektir.

Deliller bölümünün birinci kısmında geçtiği üzere; her şer'î de­lil ya kesindir; ya da sonuç itibarıyla kesin olan bir asla çıkmakta­dır. Kat'î olan kaynaklar içerisinde en üst mertebeyi Kur'ân nassla-rı teşkil eder. O, ilk başvurulacak kaynaktır.
Ancak amaç, meselenin hükmünün tesbiti değil de sadece amel ise, o zaman âhâd yolla nakledilen sünnete başvurmakla da yetini-lebilir. Nitekim böyle bir durumda müctehidin görüşüne başvur­mak da yeterli olmaktadır. En zayıf olanı ise bu sonuncusudur. Me­selenin illâ da Kur'ân'dan bir asla dayandırılması, o meselenin ken­disine başvurulabilecek bir esas halini alabilmesi ya da o şeyin din­den sayılabilmesi için buna olan ihtiyaç sebebiyledir. Bunun için, o meselenin sadece vahid haber yoluyla öğrenilmiş olması yeterli de­ğildir. Nitekim bu konu daha önce geçmişti. [178]