2- Vakıf Dâvalarında Şehâdet
İki şahit, bir kimseye karşı şahitlikte bulunup, "onun, bir yerini vakfettiğini" söyleseler, ancak, bu yeri belirtmeseler, bu durumda şehâdetleri bâtıldır. (= geçersizdir.)
Keza, bu iki şahitten biri, bu yeri belirttiği halde diğeri belirtmese yine şehâdetleri bâtıl olur.
Keza, bu şahitler: "Yerinde bulunan arsasını vakfetti." deseler, yine şehâdetleri bâtıl olur.
Keza, bu şahitler: "...vakfetti de, bize yerini bildirmedi." deseler; yine şehâdetleri bâtıl olur.
Bu hususta, Vassâf, şöyle buyurmuştur:
Ancak, vakfedildiği iddia edilen yer, çok meşhur olur ve söylemeden de bilinebilirse, bu durum müstesnadır.
Bu şahitler, o yerin iki hududunu belirtirlerse, âlimlerimizden meşhur olan kavle göre, şehâdetleri kabul edilir.
Eğer, bu şahitler, o yerin üç yönünün hududunu bildirirlerse, imamlarımızın üçüne göre de, şahitlikleri kabul edilir. Muhıyt'te de böyledir.
Bu şahitler, vakfedilen yerin, üç hududunu belirtirler ve: "Bize, bu üç hududu haber verdi." derlerse, şehâdetleri caiz olur. Hâvî'de de böyledir.
Hassâf tan soruldu:
Üç hudut belirtilen şehâdeti kabul ediyoruz; dört hudut belirti-lirse hüküm ne olur?
İmâm, şu cevabı verdi:
"Biz, dördüncü hududu, üçüncü hududun hizasına bakarak belirtiriz." Muhıyt'te de böyledir.
Bu şahitler: "...filan yerdeki arazisini vakfetti. Bize, hududunu da söyledi; ancak, biz bu hududları unuttuk." derlerse; yine şahitlikleri kabul edilmez. Zehıyre'de de böyledir.
İki kişi, bir şahsa karşı şahitlikte bulunup: "...tarlasını vakfetti; hududunu bize söylemedi; fakat biz, o tarlanın hududunu biliyoruz." deseler; Hilâl: "Bu durumda, hâkim, onların şahitliklerini kabul etmez." demiştir.
Kâdî'1-İmâm Ebû Zeyd eş-Şurûtî: bu iki şahidin, bu sözlerinin te'vili şudur: Bunlar: "Vakfeden şahıs, bize hâkim için beyân etmedi; fakat, bize bu hududu bildirdi ve söyledi." demiş olmaktadırlar. Ve, bu şehâdetleri kabul edilir." demiştir.
Hassaf da: "Biz, bu şahitlerin şahitliklerini caiz görürüz. Ve o yeri, hudutları ile vakıf kılarız. Şahitlere de; hududunu söyleyiniz deriz ve duyduğumuzla da hüküm veririz." demiştir. Muhıyt'te de böyledir.
Hilâl: "Şayet, bu iki şahit: O şahsın, şehirde.bu yerdenbaşka bir yeri yoktur derlerse; bu sözleri kabul edilmez." demiştir. Muhıyt'te de böyledir.
İki şahit, bir kimse hakkında şehâdette bulunarak: "O, yerini vakfetti; hududunu bildirmedi. Fakat, biz o yeri biliyoruz." deseler; bu şahitlikleri kabul edilmez.
Çünkü şahitler, o şahsın, vakfettiği yerin dışındaki bir yerini biliyor olabilirler."
Keza, şahitler: "Onun, buradan başka bir yerinin olduğunu bilmiyoruz." deseler, bu şehâdetleri de kabul olunmaz.
Çünkü, o şahsın, şahitlerin bilmedikleri bir yeri olabilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
İki şahit: "Biz şehâdet ediyoruz ki, gerçekten, o şahıs, filan mevkideki yerini vakfetti. Fakat, hududunu söylemedi." deseler, bu şehâdetleri caiz olur. Vecîz'de de böyledir.
Bu şahitler: "O şahıs, bize, vakfettiği yerin hududunu açıkladı; fakat, biz hatırlamıyoruz." derlerse, bu şehâdetleri bâtıl (= geçersiz) olur. Muhıyt'te de böyledir.
Şahitler: "Gerçekten, vakfeden şahıs, bir yerini, vakfetti; o yerin hududunu da söyledi; fakat biz, o yerin hangi mevkide olduğunu bilmiyoruz." derlerse, şehâdetleri caiz olur.
Bu durumda, iddia sahibine, iddia ettiği yerin, bu yer olduğunu belgelemesi teklif edilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Keza, şahitler: "O yerin hududunu tanımıyoruz." deseler, şahitlikleri kabul edilir.
Buranın, vakıf olduğunu iddia eden kimseye, onun hudutlarını bilen şahitler getirmesi teklif edilir. Hâvî'de de böyledir:
Şahitler, bir kimse hakkında: "Hakîkatan, bu şahıs, filan mevkideki hudutları belirli yerin, kendisine ait bulunan üçte bir nisbetindeki hissesini, Allah rızâsı için, vakfolunmuş bir sadaka kıldı." diye şehâdette bulunsalar; hâkim, duruma bakar: O yerde, o şahsın, üçte birden fazla hissesi bulunduğunu görürse, Hassaf: "Hâkim,o şahsın hissesinin tamamını, onun istediği yöne vakıf kılar." elemiştir. Zehıyre'de de böyledir.
Bir vâkıf, vakfının gelirini bir topluluğa, sonra da fakirlere tahsis etmiş olur ve kendilerine vakfedilmiş bulunanlar: "Gerçekten, bize, gelirin üçte birini kasdetti." derlerse; Hassâf: "Onların/tasdik etmesi de susması da müsâvîdir. Vâkıfın yerinin tamamı vakıf kılınır ve gelirinin üçte biri, o topluluğa; üçte biri ile yansı arasındaki kısım da, fakirlere verilir." denilmiştir. Zehıyre'de de böyledir.
İki şahit, bir kimse hakkında: "Şu evdeki hissesini vakfetti." veya "Babasından mîras kalan şeyi vakfetti." diye şehâdette bulunsalar; ancak, o şeyin* ne olduğunu bilemeseler; bu şehâdetleri kıyâsen caiz olmaz; istihsânen ise, caiz olur. Hâvî'de de böyledir.
Şahitler, vâkıfın, vakfettiğini ikrar ettiğine şahitlik etseler, ancak vakfolunan şeyin bir yer mi, bir ev mi olduğunu bilemeseler; bu durumda hâkim, iddia edilen şey ne ise, onun vakıf olduğuna hüküm verir.
Vâkıf ölür, vârisi de onun yerine gelip ikrarda bulunursa, bu durumda hâkim, bu ikrara göre hüküm verir. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.
Bir kimsenin, bir yerini vakfettiğini söyleyen iki şahitten birisi "filan mevkideki yerini vakfetti." dediği halde, diğeri "başka bir mevkideki yerini vakfettiğini" söyleyerek, ihtilâf etseler; bunların şehâdetleri, makbul olmaz.
Şayet, bu şahitlerden birisi, diğerine: "O yeri de vakfetti, diğer yeri de vakfetti." derse; üzerinde böylece ittifak etmiş bulundukları yer hakkındaki şehâdetleri, makbûTolur.
İki şahitten birisi: "...şu yerin tamamını vakfetti." dediği halde, diğeri: "...yarısını vakfetti." derse; bu yerin yarısı hakkındaki şehâdet kabul edilir. Ve, "bu yerin yarısının vakıf olduğuna" hüküm verilir.
Hilâl ve Hassâf: "Eğer, o şahitlerden birisi, vakfın gelirinin üçte birini, diğeri de, yansını vakfettiğine şahitlik ederlerse, üçte bir üzerine şehâdetleri kabul edilir. Bu, İmâmeyn'e göredir." demişlerdir. Muhıyt'te de böyledir.
İki şahitten birisi: "Vâkıf, bu yerin yansım, müşâ'en (= taksim edilmemiş ve hissesi belirlenmemiş bir halde) vakfetti." diğeri de: "...Müfrezen, mümeyyizen (= ifraz olmuş, ayrılmış; temyiz edilmiş, ayrılmış, seçilmiş) olarak vakfetti." diye şehâdette bulunurlarsa; bunların şehâdetleri, bâtıl (= geçersiz) olur. Zahîriyye'de de böyledir.
Şahitlerden birisi, bir vâkıf hakkında: "...Cum'a günü vakfetti." diğeri ise: "...Perşembe günü vakfetti." veya biri "...Kûfe'de vakfetti." diğeri de "...Basra'da vakfetti." derse; bunların şehâdetleri caiz olur. Hâvî'de de böyledir.
Şahitlerden birisi, bir vâkıf hakkında: "...vefatından sonra geçerli olmak üzere vakfetti."; diğeri ise: "...sağlığında geçerli olmak üzere vakfetti." derse; şahitlikleri bâtıl (= geçersiz) olur.
Bu şahitlerden biri: "...sıhhatli zamanında vakfetti."; diğeri ise: "...hasta iken vakfetti." derse; ikisinin de, şehâdetleri caiz olur. Fetâ-vâyi Kâdîhân'da da böyledir.
İki şahitten birisi: "...Fakirler nâmına vakfedilmiş bir sadaka kıldı." diğeri de: "...Miskinler nâmına vakfedilmiş bir sadaka kıldı." derse; şahitlikleri kabul edilir.
Hulâsa: "Şahitler, "vakfedilmiş bir sadaka olduğunda" ittifak ederler fakat bundan fazla olan hususlarda görüş ayrılığına düşerlerse, ittifak ettikleri husus sabit olur; diğerleri ise, sabit olmaz. Bu yer, fakirler nâmına vakfedilmiş olur.
Bundan dolayı, bize göre, şahitlerden birisi: "Zeyd nâmına, vâkfo-lunmuş bir sadaka kıldı." diğeri ise: "Abdullah nâmına, vakfolunmuş bir sadaka kıldı." derse, burası, fakirler nâmına vakfolunmuş olur. Zehıyre'de de böyledir.
Şahitlerden birisi: "Abdullah nâmına, ondan sonra da çocukları nâmına vakfolunmuş bir sadaka kıldı." dediği halde, diğeri de: "Abdullah nâmına vakfolunmuş bir sadaka kıldı." derse; bu durumda, bu yer, Abdullah nâmına vakfolunmuş olur. Zahîriyye'de de böyledir.
Hassâf, Vakfı'nda şöyle zikretmiştir:
İki şâhidden birisi: "...Gerçekten o vâkıf,Abdullah ve Zeyd nâmına, vakfolunmuş bir sadaka kıldı." diğeri ise: "Hassaten Abdullah nâmına vakfetti." diye şahitlik ederse; bu durumda, "bu yerin yarısı Abdullah, diğer yarısı da, fakirler nâmına vakıftır." diye hükmolunur. Muhıyt'te de böyledir.
İki şahitten birisi: "...fakirler nâmına, vakfedildi."; diğeri ise: "...hayır işler nâmına vakfedildi." derse, şahitlikleri kabul edilir. Vakfın geliri ise, fakirlerin olur. Hâvî'de de böyledir.
Hassâf, Vakfi'nda şöyle buyurmuştur:
İki şahitten birisi: "Fakirler ve miskinler nâmına, vakfetti." diğeri de: "Fakirler, miskinler ve hayır kapılan nâmına vakfetti." diye şehâ-dette bulunurlarsa, bu şehâdet kabul edilir.
İki şahitten birisi: "Fakir ve miskinler nâmına vakfedilmiş bir sadakadır." diye şehâdette bulunduğu halde, diğeri: "Fakirler, miskinler ve akrabasının fakirleri nâmına vakfedilmiş bir sadaka kıldı." derse, bu şehâdet, "...hayır kapılan nâmına..." demek gibi değildir.
Çünkü burada, "akrabasının fakirleri" için şehâdet vardır. Gelirin tamamının, fakirler ve miskinler için olduğuna" şehâdet yoktur. Muhıyt'te de böyledir.
Şahitler: "...kendileri nâmına...", "...biri nâmına...", "...evlâtları nâmına...", "...nesillerine...1', "...ana-babaları nâmına..." veya "...yakınları namına...", "...vakfetti." deseler ve kendileri de, bu vâkıfın akrabası olsalar, şehâdetleri bâtıl (= geçersiz) olur.
Keza, bu şahitler: "...Âl-i Abbas nâmına vakıf kıldı." deseler ve kendileri de, Âl-i Abbas'dan (Hz. Abbas'm oğullarından) olsalar, yine şehâdetleri bâtıl olur.
Veya, bu şahitler: "...Azâdlı köleleri nâmına vakfetti." deseler de, kendileri de, onlardan olsalar, yine şehâdetleri geçersizdir.
Bu şahitler: "...kendileri ile birlikte bir başka topluluk nâmına, vakfedildiğini..." söylerlerse, bu şehâdetleri hepsi hakkında bâtıldır.
Ancak, bu şahitler: "...biz kabul etmedik." denerse, şehâdetleri, diğerleri hakkında caizdir.
Bu durumda, vakfın geliri, belirtilen kimselere verilir. Bu iki şahidin hisseleri ise, fakirlerin olur. Hâvî'de de böyledir.
Şayet, şahitler, "vâkıfın akrabaları nâmına vakfedildiğine" şehâdette bulunur, kendileri de, bu vâkıfın akrabası olurlar ve: "Biz, kabul etmiyoruz." derlerse; bu durumda da, şehâdetleri kabul edilmez.
Bu şahitler, vâkıfın evlâdı olmasalar bile, hüküm böyledir. Zehıyre'de de böyledir.
Bir vakıf hakkında dâva açılsa da iki şahit, "bu vakfın, komşuların fakirleri nâmına vakfedildiğini" söyleseler ve kendileri de vâkıfın komşusunun fakirlerinden olsalar, şehâdetleri makbul olur.
Ancak, bu şahitler: "Akrabasının fakirleri nâmına, vakfedilmiş bir sadakadır." diye şehâdette bulunurlar ve kendileri de vâkıfın akrabasından olurlarsa, şehâdetleri caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bu şahitler, "vâkıfın, akrabasının fakirleri nâmına, vakfedilmiş bulunduğuna şehâdet etseler ve bu şehâdetleri esnasında, zengin bulunsalar, şehâdetleri, yine kabul edilmez. Çünkü, bu şahıslar, fakirleşip, bu vakıftan hisse sahibi olabilirler. Hâvî'de de böyledir.
Fakat, bu şahitler: "Vâkıf, bu yeri, mescid ehlinin (= cemâatinin) fakirleri nâmına, vakfetti." diye şehâdette bulunsalar ve kendileri de, mescid ehlinin fakirlerinden olsalar, bu durumda, şehâdetleri caiz olur.
Keza, medrese ehli olan kimseler, "vakfın, medrese nâmına yapıldığına" şehâdet etseler, bu şahitlikleri kabul edilir.
Bir kimsenin bir tarlasını, Kur'an Kıraati için, bir mescid veya mescid ehli nâmına vakfetmiş olduğuna, iki kişi şehâdette bulunsalar; bu mes'ele, medrese ehlinin şehâdeti mes'elesinin aynıdır.
Bir mahalle halkının, mahalle nâmına vakfedildiğine şehâdet etmeleri de aynıdır. Yani, bu şahitlikler caizdir ve kabul edilir.
Alimlerimiz, bu cevâbı genişleterek, şöyle buyurdular: Medrese ehlinin şehâdeti hususunda, eğer bu şahitler, bu vakıftan vazife alacaklarsa, o zaman, şehâdetleri makbul olmaz.
Ancak bunlar, bu vakıftan vazife almayacaklarsa, şahitlikleri kabul edilir.
Mahalle ehli de böyledir.
Mektep-medrese hakkındaki vakıflar da, böyledir.
Mektebin vakfı hakkında, sakinin (= küçük çocuğun) şehâdeti kabul edilmez.
"Bu mes'elelerin hepsinde de, şehâdet makbuldür." diyenler olmuştur. Bu da, sahihtir. Füsûlü'Mmâdiyye'de de böyledir.
Bir kimse, diğer bir şahıs hakkında: "Şu yerini, fakirler nâmına vakfetti." diye iddiada bulunduğunda, o şahıs da bunu inkâr eder ve iddia sahibi, bu hususta beyyine ibraz ederse; "o yerin, fakirler nâmına vakfedilmiş olduğuna" hükmedilir. Ve bu yer, sahibinin elinden çıkar. Mtıhıyt'te de böyledir.
Câmiu'l-Fetâvâ'da şöyle zikredilmiştir:
Mektep ve köyün muallimi nâmına yapılmış sahih bir vakfı, bir kimse gasbeder ve o köy halkından, mektepde çocuğu olmayan bir şahıs da, bu hususta şahitlik ederek: "Bu vakıf, filan oğlu filanın, mektebe ve muallim (okul ve öğretmen) nâmına yapmış bulunduğu bir vakıftır." derse, şehâdeti makbul olur. Tatarhâniyye'de de böyledir,
İki şahit, bir yer hakkında: "Gerçekten, filan şahıs, burayı mescid (veya kabristan yahut gelip geçen kimselere han yeri) olarak vakfetti." diye şehâdette bulunduktan sonra, bu şahitliklerinden dönseler, şehâ-dette bulundukları yer, hâli üzere vakıf olur.
Şahitler ise, bu yerin kıymetini, aleyhine şehâdette bulundukları sahsa, hâkimin hüküm verdiği gün öderler.
Keza, bu şahitler, "bir yerin, fakirler veya filan, sonra da miskinler nâmına vakfedilmiş olduğuna şehâdette bulunduktan sonra, bu şahitliklerinden dönerlerse, bu yer vakfedilmiş olur. Şahitler, bu yerin bedelini, sahibine öderler. Hâvî'de de böyledir.
Vakfa karsı, açık şehâdet caiz olur. Fakat, vakıf şartlarına karşı, bu şehâdet caiz olmaz.
Fetva bunun üzerinedir. Sirâciyye'de de böyledir.
Şeyhu'1-İmâm ZahînTd-dîn el-Miirğînânî, şöyle buyururdu:
Bir vakfın cihetini, "Bu vakıf, mescid nâmına..." veya "...kabristan nâmına yapıldı." gibi veya benzer bir şekilde açıklamak, elbette lâzımdır.
Hatta, bu şekilde, cihetini söylemeden yapılan şehâdet, kabul edilmez.
Alimlerin: "Vakfın şartlan hakkında yapılan şehâdet, caiz olmaz." demelerinin mânası, ".. .vakfın cihetini beyân ettikten sonra..." demektir.
Şahitler: "Bu, şunun nâmına yapılmış vakıftır." diyebilirler. Onların: "Vakfın geliri, önce şuna sarfedilecek, sonra şuna, sonra şuna..." diye şehâdette bulunmaları uygun olmaz.
Şayet, şahitler, bunları ve benzerlerini söylerlerse, bu şehâdetleri kabul edilmez. Zehıyre'de de böyledir.
Vakıf hakkında yapılan şehâdetin üzerine şehâdette bulunulursa, bu şehâdet kabul edilir.
Keza, bu hususta, kadınların da, erkeklerle birlikte şehâdette bulunmaları kabul edilir. Zahîriyye'de de böyledir.
Keza, bu hususta, dinlemekle yapılan şehâdet de makbuldür. Şahitler, dinlemek üzere şehâdette bulunup: "Biz, dinlediğimize, duyduğumuza şahitlik yapıyoruz." derlerse, ikisinin şahitliği de kabul edilir.
Ancak, dinleme ve duyma hallerini iyice açıklamaları gerekir.
Zira, çoğu kerre, vakfın tarihi, yüz sene ve daha uzun bir süre; şahidin yaşı ise, yirmi olabilir.
Hâkim, şahidin duyma yolu ile şahitlik yaptığına inanmalıdır.
Bu durumda, hâkimin susması ile bunu söylemesi arasında, bir fark yoktur.
Zahîru'd-dîn Mürğînânî de, bu mânâya işaret etmiştir.
Bu şehâdet, duymakla yapılan şehâdetin hilâfınadır.
Şahitler, "gerçekten duydukları ile şahitlik yaptıklarını" açıklarlarsa, şahitlikleri kabul edilmez. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.
Nevazil*de şöyle zikredilmiştir: Ebû Bekir'den soruldu:
Bir vakfı zâlimler ellerine geçirip, onun vakıf olduğunu inkâr ederse, köy halkının, o yerin fakirler nâmına vakfedilmiş olduğu hakkında şehâdet etmeleri gerekir mi?
îmâm, şu cevâbı verdi:
"Vakfeden şahıstan, o yerin vakfedilmiş olduğunu işiten bir kimse varsa, o şahitlik yapar. Bunu, ondan işitmeyen kimsenin şahitliği kabul edilmez." Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir kimsenin elinde bulunan bir yer hakkında, bir topluluk, "bu yeri, filan şahsın kendileri nâmına vakfettiğini" söyleseler bile, bu yere hak sahibi olamazlar.
Bir kimse, sahibi olmadığı bir malı vakfedemez.
Keza, şahitlerin, bir şahsın elinde bulunan bir yer hakkında, "burası vakıftır." diye şehâdette bulunmaları da böyledir.
Çünkü, bir şey, bir şahsın elinde vedia (= emânet) veya gasbettiği bir mal olarak bulunabilir.
Şahitler, bir kimsenin sahibi olmuş bulunduğu ve hâkimin de onun olduğuna hüküm verdiği bir yerin, kendileri nâmına vakfedilmiş olduğuna şahitlik yaparlarsa, bu durumda, vâkıfın vârisini, vasîsini getirmeye ihtiyaç kalmaz. Hâvî'de de böyledir. [49]
Keza, bu iki şahitten biri, bu yeri belirttiği halde diğeri belirtmese yine şehâdetleri bâtıl olur.
Keza, bu şahitler: "Yerinde bulunan arsasını vakfetti." deseler, yine şehâdetleri bâtıl olur.
Keza, bu şahitler: "...vakfetti de, bize yerini bildirmedi." deseler; yine şehâdetleri bâtıl olur.
Bu hususta, Vassâf, şöyle buyurmuştur:
Ancak, vakfedildiği iddia edilen yer, çok meşhur olur ve söylemeden de bilinebilirse, bu durum müstesnadır.
Bu şahitler, o yerin iki hududunu belirtirlerse, âlimlerimizden meşhur olan kavle göre, şehâdetleri kabul edilir.
Eğer, bu şahitler, o yerin üç yönünün hududunu bildirirlerse, imamlarımızın üçüne göre de, şahitlikleri kabul edilir. Muhıyt'te de böyledir.
Bu şahitler, vakfedilen yerin, üç hududunu belirtirler ve: "Bize, bu üç hududu haber verdi." derlerse, şehâdetleri caiz olur. Hâvî'de de böyledir.
Hassâf tan soruldu:
Üç hudut belirtilen şehâdeti kabul ediyoruz; dört hudut belirti-lirse hüküm ne olur?
İmâm, şu cevabı verdi:
"Biz, dördüncü hududu, üçüncü hududun hizasına bakarak belirtiriz." Muhıyt'te de böyledir.
Bu şahitler: "...filan yerdeki arazisini vakfetti. Bize, hududunu da söyledi; ancak, biz bu hududları unuttuk." derlerse; yine şahitlikleri kabul edilmez. Zehıyre'de de böyledir.
İki kişi, bir şahsa karşı şahitlikte bulunup: "...tarlasını vakfetti; hududunu bize söylemedi; fakat biz, o tarlanın hududunu biliyoruz." deseler; Hilâl: "Bu durumda, hâkim, onların şahitliklerini kabul etmez." demiştir.
Kâdî'1-İmâm Ebû Zeyd eş-Şurûtî: bu iki şahidin, bu sözlerinin te'vili şudur: Bunlar: "Vakfeden şahıs, bize hâkim için beyân etmedi; fakat, bize bu hududu bildirdi ve söyledi." demiş olmaktadırlar. Ve, bu şehâdetleri kabul edilir." demiştir.
Hassaf da: "Biz, bu şahitlerin şahitliklerini caiz görürüz. Ve o yeri, hudutları ile vakıf kılarız. Şahitlere de; hududunu söyleyiniz deriz ve duyduğumuzla da hüküm veririz." demiştir. Muhıyt'te de böyledir.
Hilâl: "Şayet, bu iki şahit: O şahsın, şehirde.bu yerdenbaşka bir yeri yoktur derlerse; bu sözleri kabul edilmez." demiştir. Muhıyt'te de böyledir.
İki şahit, bir kimse hakkında şehâdette bulunarak: "O, yerini vakfetti; hududunu bildirmedi. Fakat, biz o yeri biliyoruz." deseler; bu şahitlikleri kabul edilmez.
Çünkü şahitler, o şahsın, vakfettiği yerin dışındaki bir yerini biliyor olabilirler."
Keza, şahitler: "Onun, buradan başka bir yerinin olduğunu bilmiyoruz." deseler, bu şehâdetleri de kabul olunmaz.
Çünkü, o şahsın, şahitlerin bilmedikleri bir yeri olabilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
İki şahit: "Biz şehâdet ediyoruz ki, gerçekten, o şahıs, filan mevkideki yerini vakfetti. Fakat, hududunu söylemedi." deseler, bu şehâdetleri caiz olur. Vecîz'de de böyledir.
Bu şahitler: "O şahıs, bize, vakfettiği yerin hududunu açıkladı; fakat, biz hatırlamıyoruz." derlerse, bu şehâdetleri bâtıl (= geçersiz) olur. Muhıyt'te de böyledir.
Şahitler: "Gerçekten, vakfeden şahıs, bir yerini, vakfetti; o yerin hududunu da söyledi; fakat biz, o yerin hangi mevkide olduğunu bilmiyoruz." derlerse, şehâdetleri caiz olur.
Bu durumda, iddia sahibine, iddia ettiği yerin, bu yer olduğunu belgelemesi teklif edilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Keza, şahitler: "O yerin hududunu tanımıyoruz." deseler, şahitlikleri kabul edilir.
Buranın, vakıf olduğunu iddia eden kimseye, onun hudutlarını bilen şahitler getirmesi teklif edilir. Hâvî'de de böyledir:
Şahitler, bir kimse hakkında: "Hakîkatan, bu şahıs, filan mevkideki hudutları belirli yerin, kendisine ait bulunan üçte bir nisbetindeki hissesini, Allah rızâsı için, vakfolunmuş bir sadaka kıldı." diye şehâdette bulunsalar; hâkim, duruma bakar: O yerde, o şahsın, üçte birden fazla hissesi bulunduğunu görürse, Hassaf: "Hâkim,o şahsın hissesinin tamamını, onun istediği yöne vakıf kılar." elemiştir. Zehıyre'de de böyledir.
Bir vâkıf, vakfının gelirini bir topluluğa, sonra da fakirlere tahsis etmiş olur ve kendilerine vakfedilmiş bulunanlar: "Gerçekten, bize, gelirin üçte birini kasdetti." derlerse; Hassâf: "Onların/tasdik etmesi de susması da müsâvîdir. Vâkıfın yerinin tamamı vakıf kılınır ve gelirinin üçte biri, o topluluğa; üçte biri ile yansı arasındaki kısım da, fakirlere verilir." denilmiştir. Zehıyre'de de böyledir.
İki şahit, bir kimse hakkında: "Şu evdeki hissesini vakfetti." veya "Babasından mîras kalan şeyi vakfetti." diye şehâdette bulunsalar; ancak, o şeyin* ne olduğunu bilemeseler; bu şehâdetleri kıyâsen caiz olmaz; istihsânen ise, caiz olur. Hâvî'de de böyledir.
Şahitler, vâkıfın, vakfettiğini ikrar ettiğine şahitlik etseler, ancak vakfolunan şeyin bir yer mi, bir ev mi olduğunu bilemeseler; bu durumda hâkim, iddia edilen şey ne ise, onun vakıf olduğuna hüküm verir.
Vâkıf ölür, vârisi de onun yerine gelip ikrarda bulunursa, bu durumda hâkim, bu ikrara göre hüküm verir. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.
Bir kimsenin, bir yerini vakfettiğini söyleyen iki şahitten birisi "filan mevkideki yerini vakfetti." dediği halde, diğeri "başka bir mevkideki yerini vakfettiğini" söyleyerek, ihtilâf etseler; bunların şehâdetleri, makbul olmaz.
Şayet, bu şahitlerden birisi, diğerine: "O yeri de vakfetti, diğer yeri de vakfetti." derse; üzerinde böylece ittifak etmiş bulundukları yer hakkındaki şehâdetleri, makbûTolur.
İki şahitten birisi: "...şu yerin tamamını vakfetti." dediği halde, diğeri: "...yarısını vakfetti." derse; bu yerin yarısı hakkındaki şehâdet kabul edilir. Ve, "bu yerin yarısının vakıf olduğuna" hüküm verilir.
Hilâl ve Hassâf: "Eğer, o şahitlerden birisi, vakfın gelirinin üçte birini, diğeri de, yansını vakfettiğine şahitlik ederlerse, üçte bir üzerine şehâdetleri kabul edilir. Bu, İmâmeyn'e göredir." demişlerdir. Muhıyt'te de böyledir.
İki şahitten birisi: "Vâkıf, bu yerin yansım, müşâ'en (= taksim edilmemiş ve hissesi belirlenmemiş bir halde) vakfetti." diğeri de: "...Müfrezen, mümeyyizen (= ifraz olmuş, ayrılmış; temyiz edilmiş, ayrılmış, seçilmiş) olarak vakfetti." diye şehâdette bulunurlarsa; bunların şehâdetleri, bâtıl (= geçersiz) olur. Zahîriyye'de de böyledir.
Şahitlerden birisi, bir vâkıf hakkında: "...Cum'a günü vakfetti." diğeri ise: "...Perşembe günü vakfetti." veya biri "...Kûfe'de vakfetti." diğeri de "...Basra'da vakfetti." derse; bunların şehâdetleri caiz olur. Hâvî'de de böyledir.
Şahitlerden birisi, bir vâkıf hakkında: "...vefatından sonra geçerli olmak üzere vakfetti."; diğeri ise: "...sağlığında geçerli olmak üzere vakfetti." derse; şahitlikleri bâtıl (= geçersiz) olur.
Bu şahitlerden biri: "...sıhhatli zamanında vakfetti."; diğeri ise: "...hasta iken vakfetti." derse; ikisinin de, şehâdetleri caiz olur. Fetâ-vâyi Kâdîhân'da da böyledir.
İki şahitten birisi: "...Fakirler nâmına vakfedilmiş bir sadaka kıldı." diğeri de: "...Miskinler nâmına vakfedilmiş bir sadaka kıldı." derse; şahitlikleri kabul edilir.
Hulâsa: "Şahitler, "vakfedilmiş bir sadaka olduğunda" ittifak ederler fakat bundan fazla olan hususlarda görüş ayrılığına düşerlerse, ittifak ettikleri husus sabit olur; diğerleri ise, sabit olmaz. Bu yer, fakirler nâmına vakfedilmiş olur.
Bundan dolayı, bize göre, şahitlerden birisi: "Zeyd nâmına, vâkfo-lunmuş bir sadaka kıldı." diğeri ise: "Abdullah nâmına, vakfolunmuş bir sadaka kıldı." derse, burası, fakirler nâmına vakfolunmuş olur. Zehıyre'de de böyledir.
Şahitlerden birisi: "Abdullah nâmına, ondan sonra da çocukları nâmına vakfolunmuş bir sadaka kıldı." dediği halde, diğeri de: "Abdullah nâmına vakfolunmuş bir sadaka kıldı." derse; bu durumda, bu yer, Abdullah nâmına vakfolunmuş olur. Zahîriyye'de de böyledir.
Hassâf, Vakfı'nda şöyle zikretmiştir:
İki şâhidden birisi: "...Gerçekten o vâkıf,Abdullah ve Zeyd nâmına, vakfolunmuş bir sadaka kıldı." diğeri ise: "Hassaten Abdullah nâmına vakfetti." diye şahitlik ederse; bu durumda, "bu yerin yarısı Abdullah, diğer yarısı da, fakirler nâmına vakıftır." diye hükmolunur. Muhıyt'te de böyledir.
İki şahitten birisi: "...fakirler nâmına, vakfedildi."; diğeri ise: "...hayır işler nâmına vakfedildi." derse, şahitlikleri kabul edilir. Vakfın geliri ise, fakirlerin olur. Hâvî'de de böyledir.
Hassâf, Vakfi'nda şöyle buyurmuştur:
İki şahitten birisi: "Fakirler ve miskinler nâmına, vakfetti." diğeri de: "Fakirler, miskinler ve hayır kapılan nâmına vakfetti." diye şehâ-dette bulunurlarsa, bu şehâdet kabul edilir.
İki şahitten birisi: "Fakir ve miskinler nâmına vakfedilmiş bir sadakadır." diye şehâdette bulunduğu halde, diğeri: "Fakirler, miskinler ve akrabasının fakirleri nâmına vakfedilmiş bir sadaka kıldı." derse, bu şehâdet, "...hayır kapılan nâmına..." demek gibi değildir.
Çünkü burada, "akrabasının fakirleri" için şehâdet vardır. Gelirin tamamının, fakirler ve miskinler için olduğuna" şehâdet yoktur. Muhıyt'te de böyledir.
Şahitler: "...kendileri nâmına...", "...biri nâmına...", "...evlâtları nâmına...", "...nesillerine...1', "...ana-babaları nâmına..." veya "...yakınları namına...", "...vakfetti." deseler ve kendileri de, bu vâkıfın akrabası olsalar, şehâdetleri bâtıl (= geçersiz) olur.
Keza, bu şahitler: "...Âl-i Abbas nâmına vakıf kıldı." deseler ve kendileri de, Âl-i Abbas'dan (Hz. Abbas'm oğullarından) olsalar, yine şehâdetleri bâtıl olur.
Veya, bu şahitler: "...Azâdlı köleleri nâmına vakfetti." deseler de, kendileri de, onlardan olsalar, yine şehâdetleri geçersizdir.
Bu şahitler: "...kendileri ile birlikte bir başka topluluk nâmına, vakfedildiğini..." söylerlerse, bu şehâdetleri hepsi hakkında bâtıldır.
Ancak, bu şahitler: "...biz kabul etmedik." denerse, şehâdetleri, diğerleri hakkında caizdir.
Bu durumda, vakfın geliri, belirtilen kimselere verilir. Bu iki şahidin hisseleri ise, fakirlerin olur. Hâvî'de de böyledir.
Şayet, şahitler, "vâkıfın akrabaları nâmına vakfedildiğine" şehâdette bulunur, kendileri de, bu vâkıfın akrabası olurlar ve: "Biz, kabul etmiyoruz." derlerse; bu durumda da, şehâdetleri kabul edilmez.
Bu şahitler, vâkıfın evlâdı olmasalar bile, hüküm böyledir. Zehıyre'de de böyledir.
Bir vakıf hakkında dâva açılsa da iki şahit, "bu vakfın, komşuların fakirleri nâmına vakfedildiğini" söyleseler ve kendileri de vâkıfın komşusunun fakirlerinden olsalar, şehâdetleri makbul olur.
Ancak, bu şahitler: "Akrabasının fakirleri nâmına, vakfedilmiş bir sadakadır." diye şehâdette bulunurlar ve kendileri de vâkıfın akrabasından olurlarsa, şehâdetleri caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bu şahitler, "vâkıfın, akrabasının fakirleri nâmına, vakfedilmiş bulunduğuna şehâdet etseler ve bu şehâdetleri esnasında, zengin bulunsalar, şehâdetleri, yine kabul edilmez. Çünkü, bu şahıslar, fakirleşip, bu vakıftan hisse sahibi olabilirler. Hâvî'de de böyledir.
Fakat, bu şahitler: "Vâkıf, bu yeri, mescid ehlinin (= cemâatinin) fakirleri nâmına, vakfetti." diye şehâdette bulunsalar ve kendileri de, mescid ehlinin fakirlerinden olsalar, bu durumda, şehâdetleri caiz olur.
Keza, medrese ehli olan kimseler, "vakfın, medrese nâmına yapıldığına" şehâdet etseler, bu şahitlikleri kabul edilir.
Bir kimsenin bir tarlasını, Kur'an Kıraati için, bir mescid veya mescid ehli nâmına vakfetmiş olduğuna, iki kişi şehâdette bulunsalar; bu mes'ele, medrese ehlinin şehâdeti mes'elesinin aynıdır.
Bir mahalle halkının, mahalle nâmına vakfedildiğine şehâdet etmeleri de aynıdır. Yani, bu şahitlikler caizdir ve kabul edilir.
Alimlerimiz, bu cevâbı genişleterek, şöyle buyurdular: Medrese ehlinin şehâdeti hususunda, eğer bu şahitler, bu vakıftan vazife alacaklarsa, o zaman, şehâdetleri makbul olmaz.
Ancak bunlar, bu vakıftan vazife almayacaklarsa, şahitlikleri kabul edilir.
Mahalle ehli de böyledir.
Mektep-medrese hakkındaki vakıflar da, böyledir.
Mektebin vakfı hakkında, sakinin (= küçük çocuğun) şehâdeti kabul edilmez.
"Bu mes'elelerin hepsinde de, şehâdet makbuldür." diyenler olmuştur. Bu da, sahihtir. Füsûlü'Mmâdiyye'de de böyledir.
Bir kimse, diğer bir şahıs hakkında: "Şu yerini, fakirler nâmına vakfetti." diye iddiada bulunduğunda, o şahıs da bunu inkâr eder ve iddia sahibi, bu hususta beyyine ibraz ederse; "o yerin, fakirler nâmına vakfedilmiş olduğuna" hükmedilir. Ve bu yer, sahibinin elinden çıkar. Mtıhıyt'te de böyledir.
Câmiu'l-Fetâvâ'da şöyle zikredilmiştir:
Mektep ve köyün muallimi nâmına yapılmış sahih bir vakfı, bir kimse gasbeder ve o köy halkından, mektepde çocuğu olmayan bir şahıs da, bu hususta şahitlik ederek: "Bu vakıf, filan oğlu filanın, mektebe ve muallim (okul ve öğretmen) nâmına yapmış bulunduğu bir vakıftır." derse, şehâdeti makbul olur. Tatarhâniyye'de de böyledir,
İki şahit, bir yer hakkında: "Gerçekten, filan şahıs, burayı mescid (veya kabristan yahut gelip geçen kimselere han yeri) olarak vakfetti." diye şehâdette bulunduktan sonra, bu şahitliklerinden dönseler, şehâ-dette bulundukları yer, hâli üzere vakıf olur.
Şahitler ise, bu yerin kıymetini, aleyhine şehâdette bulundukları sahsa, hâkimin hüküm verdiği gün öderler.
Keza, bu şahitler, "bir yerin, fakirler veya filan, sonra da miskinler nâmına vakfedilmiş olduğuna şehâdette bulunduktan sonra, bu şahitliklerinden dönerlerse, bu yer vakfedilmiş olur. Şahitler, bu yerin bedelini, sahibine öderler. Hâvî'de de böyledir.
Vakfa karsı, açık şehâdet caiz olur. Fakat, vakıf şartlarına karşı, bu şehâdet caiz olmaz.
Fetva bunun üzerinedir. Sirâciyye'de de böyledir.
Şeyhu'1-İmâm ZahînTd-dîn el-Miirğînânî, şöyle buyururdu:
Bir vakfın cihetini, "Bu vakıf, mescid nâmına..." veya "...kabristan nâmına yapıldı." gibi veya benzer bir şekilde açıklamak, elbette lâzımdır.
Hatta, bu şekilde, cihetini söylemeden yapılan şehâdet, kabul edilmez.
Alimlerin: "Vakfın şartlan hakkında yapılan şehâdet, caiz olmaz." demelerinin mânası, ".. .vakfın cihetini beyân ettikten sonra..." demektir.
Şahitler: "Bu, şunun nâmına yapılmış vakıftır." diyebilirler. Onların: "Vakfın geliri, önce şuna sarfedilecek, sonra şuna, sonra şuna..." diye şehâdette bulunmaları uygun olmaz.
Şayet, şahitler, bunları ve benzerlerini söylerlerse, bu şehâdetleri kabul edilmez. Zehıyre'de de böyledir.
Vakıf hakkında yapılan şehâdetin üzerine şehâdette bulunulursa, bu şehâdet kabul edilir.
Keza, bu hususta, kadınların da, erkeklerle birlikte şehâdette bulunmaları kabul edilir. Zahîriyye'de de böyledir.
Keza, bu hususta, dinlemekle yapılan şehâdet de makbuldür. Şahitler, dinlemek üzere şehâdette bulunup: "Biz, dinlediğimize, duyduğumuza şahitlik yapıyoruz." derlerse, ikisinin şahitliği de kabul edilir.
Ancak, dinleme ve duyma hallerini iyice açıklamaları gerekir.
Zira, çoğu kerre, vakfın tarihi, yüz sene ve daha uzun bir süre; şahidin yaşı ise, yirmi olabilir.
Hâkim, şahidin duyma yolu ile şahitlik yaptığına inanmalıdır.
Bu durumda, hâkimin susması ile bunu söylemesi arasında, bir fark yoktur.
Zahîru'd-dîn Mürğînânî de, bu mânâya işaret etmiştir.
Bu şehâdet, duymakla yapılan şehâdetin hilâfınadır.
Şahitler, "gerçekten duydukları ile şahitlik yaptıklarını" açıklarlarsa, şahitlikleri kabul edilmez. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.
Nevazil*de şöyle zikredilmiştir: Ebû Bekir'den soruldu:
Bir vakfı zâlimler ellerine geçirip, onun vakıf olduğunu inkâr ederse, köy halkının, o yerin fakirler nâmına vakfedilmiş olduğu hakkında şehâdet etmeleri gerekir mi?
îmâm, şu cevâbı verdi:
"Vakfeden şahıstan, o yerin vakfedilmiş olduğunu işiten bir kimse varsa, o şahitlik yapar. Bunu, ondan işitmeyen kimsenin şahitliği kabul edilmez." Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir kimsenin elinde bulunan bir yer hakkında, bir topluluk, "bu yeri, filan şahsın kendileri nâmına vakfettiğini" söyleseler bile, bu yere hak sahibi olamazlar.
Bir kimse, sahibi olmadığı bir malı vakfedemez.
Keza, şahitlerin, bir şahsın elinde bulunan bir yer hakkında, "burası vakıftır." diye şehâdette bulunmaları da böyledir.
Çünkü, bir şey, bir şahsın elinde vedia (= emânet) veya gasbettiği bir mal olarak bulunabilir.
Şahitler, bir kimsenin sahibi olmuş bulunduğu ve hâkimin de onun olduğuna hüküm verdiği bir yerin, kendileri nâmına vakfedilmiş olduğuna şahitlik yaparlarsa, bu durumda, vâkıfın vârisini, vasîsini getirmeye ihtiyaç kalmaz. Hâvî'de de böyledir. [49]
Konular
- 8- Fakirler Nâmına Vakıfta Bulunduğu Halde Kendisi, Evlâdından Bir Kısmı Veya Akrabası Fakir Düşen K
- Bu Konu İle İlgili Diğer Bazı Mes'eleler
- 4- VAKFIN BÎR ŞARTA BAĞLANMASI VÂKIFIN, VAKFI KENDİ ŞAHSINA MEŞRUT KILMASI
- Vakfedilen Yerin Değiştirilmesi
- Vakfın Satılması
- 5- VAKFIN İDARESİ KAYYIMIN VAKIF VE VAKFIN GELİRİNİN TAKSİMİ HUSUSUNDAKİ TASARRUFU VAKIF GELİRİNİ BA
- Kayyımın Görev Ve Yetkileri
- Mütevellinin Acze Düşmesi
- Mütevelliye Vekil Tâyin Edilmesi
- Vakfın Geliri Nasıl Taksim Edilir? Vakfın Gelirini, Hak Sahiplerinden Bir Kısmı Kabul Eder, Bir Kısm
- Vakıf Gelirini, Hak Sahiplerinden Bir Kısmı Kabul Eder, Bir Kısmı Kabul Etmezse Ne Olur?
- Hak Sahiplerinden Bir Kısmı Ölür Bir Kısmı Sağ Kalırsa Ne Olur?
- 6- VAKIFTA DÂVA VE ŞEHÂDET
- 1- Vakıfta Dâva
- 2- Vakıf Dâvalarında Şehâdet
- Bu Konu İle İlgili Diğer Bazı Mes'eleler
- 7- VAKFİYE İLE İLGİLİ MES'ELELER
- 8- VAKFI İKRAR VAKFI HABER VERME VE VAKFI KABUL ETME
- 9- VAKFIN ASBEDİLMESİ
- 10- HASTA OLAN KİMSELERİN YAPTIKLARI VAKIFLAR
- 11- MESCID VE MESCİDLE ÎLGİ MES'ELELER
- 1- Bir Yerin, Nasıl Mescid Yapılacağına Dâir Hükümler
- Mütevelliye Teslim Edilen Mescid:
- 2- Mescid Nâmına Yapılan Vakıflar Ve Bu Vakıflarda Kayyımın Ve Diğerlerinin Tasarruf Yetkileri
- 12- Hudud Karakolları, Kabristanlar, Yollar, Sulama İşleri İle Kabristan Ve Vakıf Arazilerde Biten A
- Kabristan Ve Vakıf Arazilerde Biten Ağaçlar
- 13- FAYDALANILAMIYAN VAKIFLAR VAKIFLARIN GELİRİNİ BAŞKA YÖNE HARCAMA
- VE
- KÂFİRLERİN VAKFI