Memr Babı
Mehıı [6] belirtmeksizin ve mehri kaldırmak şartıyle nikâh sahîh-ttir. Çünkü Allah Teâlâ (C.C.) :
«Bunlardan başkasını mallarınızla istemeniz size helâl kılındı.» [7]buyurmuştur.
Şüphesiz de olan (Bâ) özel bir lafızdır. Ma'nâsı, ilsâk (bitiştirmek) dır. Şu halde; istemenin maldan ayrılmasının imkânsız olduğuna kesinlikle delâlet eder. İstemek de sahih akiddir.
Eğer denilirse ki: Allah Teâlâ' (C.C.) in;
«Hoşunuza giden kadınlarla evlenin» [8] kavli şerifinde, istemek (ibtiğâ) mal ile ilsâkdan mutlak olarak vârid olmuştur. Mutlak bize göre, mukayyed üzere hami olunmaz ve bir de istidlalin hulâsası şudur : Şüphesiz Allah Teâlâ (C.C.) sahih ibtigâyı yani istemeyi mala bitişik olarak helâl kılmıştır. Bunun gereği, maldan ayrılmış olan istemenin sa-hîh olmamasıdır. Yoksa sahih ve neiyedilen yâhûd susulan mehrîn sabit olmasını gerektirmek değildir.
Biz birinciye cevâb olmak üzere deriz ki; (yani istemek nıal ile bir-likde olduğu halde birleştirmek «ilsâk» den mutlak vârid oldu, sözünden murâd); şayet hâdise ile beraber hüküm birleşmiş olsa ve mukay-yed ile mutlak müsbet hüküm üzerine dâhil olsa, şüphesiz mutlak, bize göre de, mukayyed üzerine hami olunur. Nitekim usûlde takrir olunduğu gibi. Burada da böyledir.
İkinciye cevâb olmak üzere deriz ki; (yani istemek «ibtiğâ» mal ile sahîh olur, sözünden murâd); şüphesiz Allah Teâlâ' (C.C.) nın :
»Kadınlara el sürmeden ve mehrlcrini biçmeden onları boşarsanız size sorumluluk yoktur.» [9] kavli şerifi önceden mehr konmaksızın talâkın gerçekleşmesi üzerine delâlet eder. Halbuki boşamak (talâk) ancak şer'î nikâh üzerine terettüb eder.
Mehr konulmaksızın nikâh >ahih olunca, bizim hamlettiğimiz şey üzerine mezkûr âyetin ha mi edilmesi vâcib olur.
Mehrin en azı, her on dirhem yedi m işkâl olmak üzere, gümüş olarak on dirhem miktarıdır. [10] Gerek on dirhem basılmış gümüş olsun veya basılmamış gümüş olsun ve gerekse basılmış olan on dirhem külçenin değeri az olsun, müsavidir. Şerikat (hırsızlık) nisabı bunun hı-lâfınadır. Bunu Zeylaî (Rh.A.) zikretmiştir.
Şayet nikâhdâ on dirhemden az mehr konsa, kadına on dirhem ınchr, vacib olur. Eğer on dirhemden fazla konulsa, konulan fazlalık kadına cinsî münâsebet sırasında yahut sahih halvet (yalnız başlarına bir arada bulunmak) de vâcib olur. Sahîh halvetin açıklaması yakında gelecektir.
Veya mehr ikisinden birinin ölmesiyle vâcib olur. Şüphesizki ölüm, boşamak gibi mehri sağlamlaştırıcıdır.
Cimâ'dan ve sahîh halvetten önce boşamakla nıehı-i müsemmâmn (kararlaştırılmış mehr) yarısı vâcib olur. Cimâ'dan, sahîh halvetten ve Ölümden biriyle mehr-i misi! [11] vâcib olur.
Şiğâr (değiş - tokuş) da' mehr-i misil vâcibdir. Şiğâr : İki adamdan her biri kızını veya kız kardeşini diğeriyle evlendirip ve diğeri de kızını Veya kızkardeşini ona tezvîc ederek her iki kadının cima istifâdesini öteki kadımnki kadar yapmakla olur. Şiğâr, bize göre sahîhdir ve kadınlardan her biri için mehr-i misil vardır. Şiğâr diye adlandırılmasının sebebi şudur : Çünkü şuğur lügat bakımından kaldırmak ve hâlî (boş) bırakmaktır. Sanki tarafeyn, bu şartla mehri kaldırmak ve cima istifâdesini ondan hâlî bırakmışlardır.
Şiğârda nıehr-i misi vâcib olduğu gibi, şayet koca ile karı belli bir şey üzerine rızâlaşmasa, mehr tesmiye olunmayan veya mehr kaldırılan nikâhda yine mehr-i misi vâcib olur. Şayet belli bir şey üzerine rızâlaşsalar o şey vâcib olur.
Nikâhda şarâb veya domuz tesmiye olunsa veya şu sirke diye tesmiye olunup şarab çıksa veya şu köle diye tesmiye olunup, hür olsa veya cinsleri açıklanmayan giysi veya hayvan tesmiye olunsa veya Kur'-ân öğretmek üzere tesmiye olunsa veya hür olan kocanın kadına bir yıl hizmet etmesi tesmiye olunsa, bunlarda mehr-i misi vâcib olur. Çünkü meşru olan, mâl-i mütekavvimi (kıymeti olan mal) istemektir. Halbuki ta'lîm (öğretmek) kıymeti olmak şöyle dursun mal bile değildir. Keza menfaatler de bizim kaidemize göre böyledir. Eğer kadını bir başka hür erkeğin hizmet etmesi şartıyla alsa bazıları «Hizmete müstehak olmazı» demişlerdir. Sahîh olan kavle göre, kadın hizmete müstehak olur, hizmetin kıymetini kocadan alır. Eğer kadını davar gütmeye veya ekin ekmeye karşılık nikâh etse, «Asi» m rivayetine göre caiz olmaz. Doğrusu: Kadın için bunun biHttifâfe caiz olmasıdır. Delili: Hz.-Mûsâ, (A.S.) ve Hz. Şuayb' (A.S.) in kıssalarıdır. Çünkü bizden Öncekilerin şeriatını Allah Teâiâ (C.C.) ve Onun Resulü (S.A.V.) inkâr etmeksizin anlattıysa, bizim için de şeriattır. Kâfî'de böyle zikredilmiştir.
Eğer koca köle olsa vâcib olan hi/mettir. Kölenin hizmeti, o köle rakabesinin teslimini kapsadığı için mal ile taleb sayılır. Hür böyle değildir.
Mehr-i misi vâcib olduğu gibi, müfevviza kadın için mutada vâcib olur. Müievviza, «vâv» m kesriyle, kendisini mehr zikretmeksizin veya kendisi için mehr olmamak üzere tezvîc eden kadındır. Öyle müfevviza kadın ki, cimâ'dan önce boşanılsa mut'a vâcib olur. Mut'a, bir gömlek, bir başörtüsü ve bir de çarşaftır. Koca zengin, de olsa, mehr-i mislin yarısından fazla olmaz. Koca fakir de olsa beş dirhemden eksik olmaz.
Mut'a kocanın durumuna göre olur, karının durumuna göre olmaz. Hidâye sahibi, nass-ı kerîm ile amel ederek salıîh olan budur demiştir. Nass-ı kerîm, Allah Teâlâ' (C.C.) nın şu kavli şerifidir;
«Zengin olanınız kudretincc, darda bulununum da hâlince (verir).» [12]
Bazısı; Mu t'ada kan ile kocanın hâline itibâr edilir» demiştir. Bunu el-B eda i sahibi hikâye etmiştir. Âyet-i kerîmede buna işaret vardır.
O da Allah Teâlâ' (C.C.) nın i «Uygun bir şekilde» kavl-i şerifidir. Şu halde bu söz Fıkha daha uygundur (eşbehdir). Nitekim nafaka konusunda söylediğimiz gibi. Çünkü nafaka yalnız kocanın durumu ile itibâr edilse idi, bir mut'ada yüksek tabaka ile alçak tabakadaki kadını eşit tutmamız gerekirdi. Halbuki bu insanlar arasında ma'rûf değildir. Belki bu beğenilmez (münkerdir). Bunu Zeylaî (Rh.A.) zikretmiştir.
Müfevviza kadından başkası cimâ'dan önce boşanılsa, mut'a müs-tehab olur. Ancak mehr tesmiye olunup cimâ'dan Önce boşanılsa, o kadın için mut'a müstehab olmaz. İstisnadan sonra geri kalan . Cima olunmuş fakat mehri tesmiye edilmemiş boşanan kadın ile, cima olunmuş mehri de konmuş boşanan kadındır. Şu halde anlaşılıyor ki, mutal-lakât (boşanmış kadınlar) dört çeşittir.
Birincisi: Boşanmış olup cima edilmeyen ve mehri de konmayan kadındır. Onun için mut'a vâcib olur.
İkincisi: Boşanmış bir kadın cima olunmayıp onun için mehri konmuş olsa onun için mut'a müştehab olmaz.
Üçüncüsü : Boşanmış, cima olunmuş, ve fakat mehri konmamış olandır.
Dördüncüsü : Boşanmış cima olunmuş, mehri de konulmuş olandır. Bu son ikisine mut'a müstehabdır. İmdi 'hâsıl olan şudur ki; koca şayet kadını cima etse, o kadın için mut'a müstehab olur. Gerek o ka-dın için mehr konulsun, gerekse donulmasın müsavidir. Çünkü koca, üzerine akd yapılmış şeyi - ki o feredir - kendisine teslim ettikden sonra, talâk (boşama) ile o kadım yalnız bırakmıştır.. Şu halde kocaya müstehab olan, o kadına vâcib olandan fazla bir şey vermektir. O vâcib mehr konulduğu surette mehr-i müsemmâdır. Konulmadığı surette o kadın cima edilse bile, mehr-i misidir. Şu halde mehr konulduğu surette ferci teslîm etmeksizin müsemmâmn yarısını alır. Kadın için bir şey müstehab olmaz. Kadına mehr konulmadığı surette de mut'a vermek vâcib olur. Çünkü kadın bir şey almamıştır, ve fercin taleb edilmesi maldan ayrılmaz.
Akdden sonra konulan veya ziyâde edilen şey yarıya bölünmez. Yani bir adam evlense de kadına mehr koymasa veya mehr olmayacak dese, bundan sonra koca ile karı mehr koymak için rızâlaşsalar ve akd-eten sonra kadına mehr koysa yahut kadını mehr-i nıüscmmâ üzere alsa ondan sonra müsemmâ üzerine ziyâde etse, ondan sonra, duhûlden önce koca o kadım boşasa, akdden sonra müsemmâ yarıya bölünmez. Akdden sonra müsemmâ üzerine ziyâde edilen de yarıya bölünmez. Belki birincide mut'a vâcib olur. İkincide, akd sırasında olan müsemmâmn yarısı vâcib olur.
Cimâdan önce boşamakla ziyâde düşer. Ziyâdenin yarıya bölünmemesine sebeb şudur: Çünkü ziyâde, akd ile vâcib için ta'yîndir ve o vâcib mehr-i misidir.. İmdi bu vâcib yarıya bölünmez. Onun yerini tutan da bölünmez. Ziyâdenin düşmesine sebeb, boşama duhûlden önce olduğu içindir. Zira akd ile beraber konulmayan mehrin hepsi duhûlden önce boşamakla bâtıl olur. Hattâ boşama duhûlden sonra olsa, müsemmâ ile beraber ziyâde vâcib olur.
Kadimn, kocanın zimmetinde olan mehr-i mislden indirim yapması sahîhdir. çünkü mehr, sonuç itibariyle (bakâen) mel ir kadının hakkının hakkıdır, tndirim, sonuç hâline rastlamaktadır.
Halvet, koca ile karının, bir araya gelmeleridir. Şöyle ki: Koca ile karının izni olmadan hiç kimse onların durumlarını bilemiyeceği bir yerde onlar ile beraber bir âkilin bulunmaması veya karanlıkdân dolayı koca ile karının hallerine bir kimsenin muttali olmamasıdır. Kocanın da, o kadının zevcesi olduğunu bilmesidir.
Öyle halvet ki, hissen veya tab'an veya şer'an cimâa bir engel bulunmamalıdır. Birincisi, yani hissen engel olan, meselâ koca ile karıdan birinin cimâını meneden hastalık gibi bir engel bulunmamalıdır. İkincisi, yani tab'an engel olan, meselâ cimâı meneden hayız ve nifâs gibi bir engel bulunmamalıdır. Bu hayz ve nifâs tab'an olduğu gibi, şer'an da engel olmaya aykırı değildir. Üçüncüsü, yani şer'an engel olan meselâ, cimâı meneden, farz veya nafile için ihrâmh olmak gibi, engel olmamalıdır. Ve farz olan oruç - ki o Ramazan orucudur - gibi bir engel bulunmamalıdır. Sahîh halvet, mehr için müekked olmada cima gibidir. Her ne kadar koca mecbûb (erkeklik organı kesik) veya hasıy (husyeleri çıkarılıp erkekliği giderilmiş) veya innîn (cinsî münâsebetten âciz) olsa da veya koca esah kavide farz orucun kazasını tutsa da veya koca bir rivayette adak orucu tutsa da halvet, cima gibidir.
Namaz, farz ve nafile yönünden oruç gibidir. Yani halvet farz oruçla sahîh olmadığı gibi, farz namazla da beraber sahîh olmaz. Halvet nafile oruçta sahîh olduğu gibi, nafile namaz ile beraber sahîh olur.
Sahîh halvetin hepsinde, kadına iddet vâcib olur. Yani halvetin zikredilen kısımlarından hepsinde, gerek sahîh halvet, gerekse fâsid olsun, kadının rahmi mecbûnun suyu ile meşgul olur kuşkusundan dolayı ihtiyaten kadına iddet vâcib olur.
Bir kadın bin akça mehrini alıp, o bin akçayı kocasına hibe etse ve koca o kadını cimâ'dan önce boşasa, koca o bin akçanın yansım kadına geri verir. Yani bir kimse bin akça üzerine bir kadın ile evlenip o kadın bin akçayı alsa ve o bin akçayı kadın kocasına hibe etse, ondan sonra koca duhûlden önce o kadını boşasa, koca kadına binin yarısı olan beşyüzü geri verir. Çünkü kocaya, duhûlden önce boşamakla icâb eden şeyin ayn'ı ulaşmaz. Zira koca o şey sebebiyle mehrîn yarısına müstehak olur. Halbuki alınmış olan mehr değildir. Belki ondan bedeldir. Çünkü mehr zimmette borçtur. Halbuki alınmış olan ayn'dır. Şu halde alınmış olanın hibesi, başka bir malın hibesi gibidir. Kocanın hakkı ise mehrin yansının teslîmindedir. Halbuki teslim yoktur. Şu halde erkek mehrin yarısını geri verir.
Keza konulan mehr ölçülmüş veya tartılmış zimmette diğer bir şey olsa, koca kadına mehrin yansını geri verir. Çünkü bu, ölçülmüş ve tartılmış mehr gibi, ayn'ın gayrı deyn'dir.
Eğer kadın mehrini alıp veya mehrin yarısını alıp, hepsini veya al-' (lığından geri kalanı kocasına hibe etse veya mehr malını almazdan Önce ve aldıkdan sonra kocasına hibe etse, bu takdirde kocanın geri vermesi gerekmez. Yani kadın mehrden bir şey almazdan önce hepsini kocasına hibe edip ondan sonra koca karıyı duhûlden önce boşasa koca kadına mehrden bir şey geri vermez. Çünkü zevç için, duhûlden önce boşamakla müstehak olduğu şeyin aynı salim olmuştur. Kadına başka bir şey gerekmez. Bunun gayesi şudur ki: Bu selâmet, boşamadan başka bir sebeble hâsıl olmuştur. Maksad hâsıl olunca sebeblerin muhtelif olmasına önem verilmez. Keza, eğer kadın mehrin yarısı olan beş yüzü alsa, ondan sonra alınan ve alınmayan binin hepsini hibe etse veya kadın kocanın zimmetinde olan geri kalanı hibe etse, ondan sonra koca duhûlden önce kadını boşasa koca, geçen gibi, kadına mehrden bir şey geri vermez. Çünkü kocaya müstehak olduğu şeyin ayn'ı ulaşmıştır. Nitekim daha önce geçti. Eğer kadın bin akça mehrinin yarısından çoğunu meselâ altıyüzünü alsa ve kocanın zimmetinde kalanı kadın hibe etse, ondan sonra koca duhûlden önce o kadını boşasa, İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, koca yüzü kadına geri verir. İmâmcyn' (Rh.Aley-himâ) e göre, üçyüzü geri verir. Eğer kadın mehrin yarısından daha azını alsa - meselâ ikiyüz gibi - İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, koca kadına bir şey geri vermez, tmâmeyn' (Rh. Aleyhi mâ) e göre, yüzü geri verir. Keza, eğer koca kadım ta'yîn ile belli olan bir şey üzerine tezevvüc etse - meselâ kumaş gibi - kadın o kumaşın yarısını veya hepsini hibe etse, gerek o kumaşı kadın alsın, gerekse almasın, ondan sonra koca o kadını duhûlden önce boşasa, koca kadına bir şey vermez. Zira kocanın hakkı duhûlden önce boşamakla kadın yönünden bedelsiz alınmış olanın yarısının selâmetidir. Halbuki koca ona ulaşmıştır. Çünkü kumaş belli olan şeydendir. Verilmiş olan mehrin ayn'ıdır. Her hal ile kocanın maksadı olmuştur. Şu halde koca bir şeyle geri dönmez.
Bir kimse bir kadım kendi oturduğu yerden çıkarmamak üzere bin akça ile veya o kadın üzerine evlenmemek şaıüyle nikâh etse veya koca o kadın üe beraber ikâmet ederse bin akça üzerine ve eğer oturduğu yerden çıkarırsa ikibin akça üzerine nikâh etse, eğer koca bu şarta uyarsa, yâni oturduğu yerden çıkarmamak veya üzerine başka kadın tezevvüc etmemek üzere nikâh ettiği kadında vefa etse, eğeı- koea kadın ile ikâmet ederse, bin akçaya ve eğer çıkarırsa ikibin akçaya nikâh ettiği kadın ile ikâmet ederse, o kadının o bin akçayı alma hakkı vardır.
Eğer koca şarta vefa etmeyip ve kadın ile ikâmet etmezse, o kadın için mehr-i misi vardır. Vefa suretinde bin akça ve vefasızlık suretinde mehr-i misi olmasının sebebine gelince; Çünkü müsemmâ mehr için sâ-1 ihtir, halbuki vefa sebebiyle kadının rızâsı tamâm olmuştur. Vefâsız-lıkda mehr-i misi olmasının sebebi ise şudur : Zira koca kadına fayda bulunan şeyle mehr tesmiye eylemiştir. O şeyin yok olmasıyle kadının bin akçaya rızâsı yok olmuştur. Binâenaleyh kadının mehr-i misli tamamlanır. Bu İmâm Ebû Hanîfe' (Rh.A.) ye güredir. Ebû Hanîle' , (Rh. A.) ye göre, birinci şart sahîhdir, ikinci şart değildir. İmâmeyn' (Rh. Aleyhimâ) e göre, şartın ikisi de sahîhdir. İmâm Züfer' (Rh.A.) e göre, şartın ikisi de fâsiddir. Fakat sonuncu mes'elede mehr-i müsemmâdan fâzla olmaz. O sonuncu mesele, musannifin «eğer ikâmet ederse bin vardır.» sözüdür. Şayet koca, kadını oturduğu yerden çıkarsa, rnehr-i misi vâcib olur. Lâkin o mehr-i misi, şayet ikibinden daha çok olsa, fazlası vâcib 'olmaz. Eğer mehr-i misi bin akçadan daha az olsa, bin akça vâcib olur. îkisi ittifak ettiği için o binden bir şey noksan olmaz. Çünkü mehr iki binden fazla olmaz.
Bir adam bir kadını, şu köle ile veya şu köle ile diye nikâh etse, halbuki o iki kölenin birisi eksik olsa, yani birisi kıymet bakımından diğer köleden daha az olsa, mehr-i misi hakem yapılır. Eğer mehr-i misi, o iki kölenin kıymeti eksik olanından daha az olsa,. o kadın için kıymeti eksik olan köle gerekir. Eğer mehr-i misi o iki kölenin kıymeti yüksek olanından daha çok olsa, o kadın için, kıymeti yüksek olan köle gerekir. Eğer mehr-i misi değeri az olan köle ile değeri yüksek olan köle arasında olsa, o kadın için mehr-i misi vardır. Bu İmâm Ebû Hanîfe' (Rh.A.) ye göredir. İmâmeyn' (Rh.Aleyhimâ) e göre, o kadın için o nıes'elelerin hepsinde değeri az plan gerekir. Şayet o adam kadını cimâ-dan önce boşasa, değeri daha az olanın yarısı lâzım gelir. Yani o kadın için biPicmâ bu mes'elelerin hepsinde değeri daha az olan kölenin yarısı lâzım gelir. Bir kimse bir kadını nikâh edip ve o kadına iki köleyi mehr kılsa, halbuki iki kölenin birisi hür olsa, eğer kölenin değeri on dirheme eşit olursa, kadının mehrî köledir. Eğer kölenin değeri on dirheme eşit olmazsa o kadın için on dirhem tamamlanır. Bunu Zeylaî (Rh.A.) zikretmiştir.-
Bir kimse bir kadın nikâh edip bekâreti şart kılsa, halbuki o kimse o kadım dul bulsa, mehrin hepsini vermek gerekir ve şarta itibâr yoktur.
At cinsini ve herevî cinsinden olan giysiyi mehr kılmak, her ne kadar niteliği bildirilmese de sahih olur. Cinsi açıklanıp niteliği açıklanmayan, Ölçülen ve tartılan şeyi mehr kılmak sahih olur. Ölçülen ve tartılan şeyin orta olanı (vasatı) lâzım gelir yeyâ vasatın değeri lâzım gciir. Eğer cinsi açıklandığı gibi, niteliği açıklan&a, niteliği anıklanan lâzım gelir.
Kadına fâsid nikâlıda cima ile mchr-i misi vâcib olur. Sahih halvet ile mehr-i misi vâcib olmaz. Yani fâsid nikâhda mehr-i misi ancak cima ile vâcib olur. Çünkü mehr ancak cimâ'da îercin menfaatlerini tamamiyle almakla vâcib olur. Yalnız akd ile vâcib olma2. Sıhhatine engel bulunduğu için halvet ile de vâcib olmaz. O engel de hürmettir. Zira, halvet, cima yerine geçmez. Ancak cimâ*y& imkân verdiği için onun yerine tutulur. Halbuki hürmet ile beraber temekkün olmaz. Bundan dolayı halvet ile musâhera hürmeti vâcib olmaz. İddet de vâcib olmaz. Koca ile karıdan her biri için, birisi hâzır olmaksızın fâsid nikâhı fesh etmek hakkı vardır. Bazıları; «Koca ile karıdan birisi için duhûlden sonra fesh yoktur. Ancak o birisinin hâzır olmasında vardır.» demişlerdir. Nitekim, teslim aldıkdan sonra fâsid satışda olduğu gibi ki, teslim aldıkdan sonra iki âkidden biri diğeri hâzır olmadıkça akdi bozamaz.
Mehr-i müsemmâ üzere ziyâde olmaz. Yani fâsid nikâhda eğer kadının mehr-i misli müsemmâdan çok olsa, kadın o ziyâdenin aşağısına' razı olduğu için, müsemmâ üzere olan ziyâdeye itibâr edilmez. Şayet' mehr-i misi müsemmâdan daha az olsa, tesmiyenin sjhhati bulunmadığı için, mehr-i misi vâcib olur. Satış (bey') bunun aksinedir. Çünkü satış kendi kendine mâl-i mütekavvimdir. O satışın bedeli kıymetiyle takdir edilir. Eğer tâsid nikâhda mehr tesmiye olunmazsa veya mechû-len tesmiye olunsa, «bâliğan mâ beleğâ» (ne kadara varırsa varsın) ittifakla mehr-i misi vâcib olur. Bunu Zeylaî (Rh.A.) zikretmiştir.
Pâsid nikâhda iddet, ihtiyat yerinde akd şüphesinden dolayı hakîkaten ilhak yönünden vâcib olur. Neseb şüphesinden sakınarak da vâcib olur. O iddetin başlangıcı, tetrîk vaktindendir. Cimâ'ların sonundan değildir. Sahih kavi budur. Çünkü iddet nikâhın şüphesi itibariyle vâcib olur ve o şüphenin kaldırılması ayırma İledir.
Fâsid nikâhda neseb sabit olur. Çünkü neseb çocuğu ıhyâ bakımından isbâtta ihtiyat olunan şeydir. Nesebin sübûtu, bir vechden sabit olan üzerine terettüb eder.
Nesebin müddeti, cima vaktinden itibâr olunur. Eğer cima vaktinden doğurma vaktine kadar altı ay olsa, neseb sabit olur. Şayet altı aydan az olsa neseb sabit olmaz. Bu söz İmâm Muhammed' (Rh.A.) e göredir. Fetva bununla verilir. İmâm Ebû Hanîfe (Rh.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (Rh.Aleyhimâ) a göre, neseb nikâh vaktinden itibâr olunur. Nitekim.sahîh nikâhda olduğu gibi, Fukahânııı ıstılahında kadının mehr-i misli, babasının kavminden o kadına benzeyen bir kadının mehridir. Çünkü insan babasının kavmi cinsindendir. Bir şeyin değeri de ancak cinsinin değerine bakmakla bilinir. Kadının anası ile itibâr edilmez. Ancak o kadının anası babasının kavminden olup amcasının kızı olmakla itibâr edilir.
Musannif, bunda olan benzediği şu sözü ile açıklamıştır : O kadın, yaş, güzellik, mal, akıl, diyanet yönünden ve koca ile karının ikisi bir beldeden olmakla belde yönünden benzer olmaktır. Asr (zaman) yönünden, bekâret, dulluk ve iffet yönünden de benzer olmaktır. Bu dört ibare Hidâye'de zikredilmiştir. İlim, edeb ve güzel ahlâk yönünden de benzer olmaktır. Bu üç ibareyi Zeylaî (Rh.A.) zikretmiştir.
El-Müutekâ'da zikredilmiştir ki: Mehr-i misli ihbar edenlerin iki erkek veya bir erkek ile iki kadın olması şart kılınmıştır. Şehâdet lafzı da şarttır. Eğer şâhidler bulunmazsa söz yemîn ile kocanındır. Eğer babasının kabilesinden o kadına benzer olan kimse bulunmazsa, yabancılardan o kadının babasının kabilesinin benzeri olan bir kabiledeki kadının mehr-i misliyle itibâr edilir. Kadının mehrine velînin kefîl olması şahindir. Çünkü velî ehl-i iltizâmdandır, yani kabul edicidir. Şayet kefaleti kabul ettiği şeye izafe etse sahîh olur. Her ne kadar nikâh olunan kadın küçük kız olsa da sahîhdir. Çünkü velî kendisini kefîl kılmıştır. Kefîl ise ödeyicidir. Musannifin «Her ne kadar küçük kız olsa da» demesine sebeb, aklın tevehhümünü savmak içindir ki kadın şayet küçük kız olsa, mehrin mütâlibi olmaz, ancak küçük kızın velîsi olur. Bir kişinin hem mütâlib (taleb eden) ve hem mütâleb (taleb edilen) olması lâzım gelir. Lâkin bu vehme itibâr olunmaz. Çünkü akdin hukuku burada asîle, yani kadına râcidir. Velî elçidir. Satış bunun aksinedir. Baba şayet küçük çocuğun malını satsa, değerini ödemesi caiz olmaz. Çünkü hukuk âkide râcidir. Diğer kefaletlerde olduğu gibi, kadın mehrini kocasından ve velîden her hangisinden dilerse ister. Şayet velî mehri ödese, eğer koca velîye mehri ödemeyi emretti ise o velî mehri kocadan alır. Nitekim, kefaletlerde de âdet budur.
Koca o kadını rızâsı ile cima edip veya kadın ile halvette bulunduk -dan sonra, kadının kocasını, cimâ'dan ve kendisi ile beraber seferden menetmesi caiz olur. Bu söz şu soruyu savmak içindir : Kadın şayet cinıâ'a veya halvete razı olsa, o kadın için menetme hakkı bakî kalmaz.
Çünkü ma'kûdün aleyh (üzerine akid yapılan şey) olan ferci teslim etmiştir. Onun için geri alma hakkı olmaz. Savmanın vechi şudur: Her bir cima ma'kûdün aleyhdir. Onu teslim etmekle geri kalanını teslim vâcib olmaz. Mehrden kısmen veya tamamen ta'cîli beyân olunan şeyi almak için kadının kocasını cimâ'dan. ve kendisi ile beraber seferden menetmesi caiz olur. Veya o kadının misli için, dörtte bir ile veya beşte bir ile mukadder olmayan rnehr-i mislinden örfen takdir edilen miktarı almak için kocasını cima'dan ve kendisiyle yolculuk etmekten menetmesi, eğer mehrin hepsi müeccel kılınmadı ise caiz olur. Eğer mehrin hepsi müeccel veya muaccel kılındı ise bu surette mehr şart. olunduğu vech üzere olur. Hattâ mehrin hepsi muaccel kılındı ise, kadının mehrin hepsim alıncaya kadar nefsini habs etme hakkı vardır. Lâkin mehrin hepsi müeccel kılındığı surette kadın nefsini habs edemez. Çünkü tasrih delâletten daha kuvvetlidir.
Kadın mehrini almadıkça, kocasını, cima ve seferden menetmesi caiz olur. Menettikten sonra nafakasını alması ve kocasının evinden çıkıp ihtiyâç için yolculuk etmesi ve kocasınıu izni olmadan kendi ailesini ziyaret etmesi caiz olur. Çünkü habsetme hakkı hakedilen şeyin alınması içindir. Halbuki ifâdan önce koca için istilâ hakkı yoktur.
Koca mehri ödedikden sonra kadının rızâsı olmadan onunla beraber yolculuk edebilir. Yani ta'cîli belirtilen mehrin veya mislinin peşin miktarını ödedikden sonra kadın ile yolculuk yapması caiz olur. Çünkü Allah Teâlâ (C.C.) : «Onları (kadınlarınızı) kendi oturduğunuz yerde oturtun.» [13] buyurmuştur.
Bazıları demiştir ki; koca, kadını memleketinden başka bir memlekete götüremez. Çünkü garîb, yolculuk ile incinip sıkılır. Fetva buna göredir. Fakîh Ebû'İ-Leys (Rh.A.), bununla fetva vermiştir. Ebû'l-Kâsım gaffar (Rh.A.) da bunu seçmiş ve ondan sonra gelen fukahâ da bunu kabul etmişlerdir.
Kocanın kadını sefer müddetinden azına nakletmesi ittifakla caiz olur. Çünkü şehire yakın köylerde yabancılık meydana gelmez.
Bilinmelidir ki, burada zikredilen mehr, ta'cüi âdet olan mehrdir. Hattâ zenginlik vaktine veya ölüme veya boşamaya (talâka) kadar ertelenmesi âdet olan menide kadın nefsini bahsedemez. Çünkü âdet olan, şart kılınmış olan gibidir. Bu âdet (teârüf), memleketlere, zamanlara ve şahıslara göre değişir. Bu, ta'cîl ve te'cîl üzere ta'yin olunmayan menidedir. Şayet mehrin hepsinin ta'cîli veya te'cîli ta'yin edilirse bu surette şart kıldıkları şekilde olur. Bunu Zeylaî (Rh.A.) zikretmiştir. Kan - koca mehrde ihtilâf ederlerse, aslında ihtilâf ettikleri zaman ınehr-i misi vâcib olur. Yâni, kan - kocadan biri, mehr konmadı, der ve diğeri de, kondu, diye iddia' ederse, beyyîne (delil) getirdiği takdirde kabul edilir. Eğer delil gösteremezse, inkâr edene yemin ettirilir ve eğer yeminden çekinirse tesmiye da'vâsı sabit olur. Eğer inkâr eden yemin ederse, mehr-i misi vâcib olur.
Sadru'ş-Şerîa (Rh.A.) demiştir ki: Ebû Hanîfe' (Rh.A.) ye göre, uygun olan yemin ettirilmemesidir. Çünkü, o nikâhda yemin ettirmez. Şu halde mehr-i misi vâcib olur.
Ben derim ki: Bu mes'ele söz götürür. Çünkü bu mes'ele nikâh mes'elesi değildir. Belki mehr mes'eleşidir ve bi'1-icmâ bu mes'elede yemin vardır. Tuhaftır ki, musannif «Da'vâ Bölümü» nün başlarında, «şayet kadın mehrini iddia ederse nikâhda böyledir.» demiştS . Şârih orada : «Yani kadın nikâh iddia edip mehr ve nafaka gibi mal istese ve koca inkâr etse, yemîn ettirilir. Eğer çekinirse mal lâzım gelir.» deİL Eğer o söz sahîh ise, burada zikredilen sahih olmaz.
Şayet kaçı - kocanın ihtilâfı mehrin miktarında olursa, yani koca bin akça mehr ile tezevvüc iddia etse ve kadın ikibin akça mehr iddia etse, bu takdirde mehr-i misi hakem ta'yin edilir. O zaman nikâh varsa söz, yeminiyle beraber mehr-i mislin şâhîd olduğu tarafındır. Yani mehr-i misi kocanın iddia ettiği miktara eşit olursa veya mehr-i misi iddiasından daha az olursa söz yeminiyle kocanındır. Eğer mehr-i misi kadının iddia ettiği miktara eşit veya iddiasından daha çok olursa, söz yeminiyle kadınındır. Mehr-i misi gerek kocanın iddiasına uygun olsun, gerekse kadının iddiasına uygun olsun müsavidir. Her hangisi delîl getirirse kabul edilir. İsteç mehr-i mis! kadına şâhid olsun ister erkeğe; çünkü kadın fazla olduğunu iddia ediyor,. Delil getirirse kabul edilir, eğer delili koca gösterirse, yine kabul edilir. Çünkü delil yemî-ni red için kabul edilir. Nitekim emânet bırakılan kimse emâneti mâlikine geri verdim, diye delil gösterse kabul edildiği gibi. Şayet kan -kocanın ikisi de delîl gösterirlerse, mehr-i misi hangisine şâhid olmazsa onun delili kabul edilir. Yâni mehr-i misi kadının iddiasına uygun o-lursa, kocanın delili makbul olur. Mehr-i rnisî erkeğe şâhid olursa kadının delili makbul olur. Çünkü deliller (beyyineler) zahirin hilafını isbât için meşru olmuştur. Yemîn ise aslın ibkâsı içindir. Nikâhda asıl olan ise mehr-i misidir. Binâenaleyh mehr-i mislin aksini iddia'edenin delili evlâ olur. Eğer mehr-î misi ikisinin iddia ettikleri miktarın arasında olursa, her biri diğerinin iddiası üzerine yemîn verir. Eğer ikisi de yemîn ederler veya delîl getirirlerse, mehr-i misi ile hükm olunur. Eğer ikisinden biri delil getirirse kabul edilir. Eğer koca kadını cima'dan Önce boşasa, benzerinin mut'ası hakem kılınır. Yani benzerinin müt'-ası erkeğin iddia ettiği mehrin yansına eşit olursa veya ondan daha az olursa, söz erkeğindir. Eğer kadınm iddia ettiği mehrin yansına eşit veya daha çok olursa, söz kadınındır. Her hangisi delil gösterirse kabul edilir. Eğer ikisi de delîl getirirlerse, mehr kocanın iddiasına uygun olursa kadının delili; kadının iddiasına uygun olursa, kocanın delili kabul edilir.
Eğer mut'a-ı misi ikisinin iddiasının atasında olursa, birbirlerine yemin verirler. Karşılıklı yemin ettikden sonra mut'a-ı misi vâcib olur. İkisinden birinin Ölümü hükmen hayâtı gibidir. Yani ölümde cevâb; nikâhın kıyamı hâlinde asılda ve iddette, hayâtı hâlindeki cevâb gi-hıdir. Çünkü mehr-i misi itibârı ikisinden birinin ölmesiyle düşmez. Görülmezini kit müfevviza için ikisinden biri öldükde mehr-i raisi vardır. İkisinden birinin ölmesinden sonra, mikdarda ihtilaf edilirse, İmâm A'zam' (Rh.A,) a göre, söz erkeğin vârislerini ndir ve mchr-i misi tahkim olunmaz. Çünkü mehr-i mislin itibârı düşer. Bu söz, ikisinin Ölümünden sonradır. İhtilâl' aslında olursa İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, söz mehr konduğunu inkâr edenindir. Mehr-i müsemmâ üzerine delü getirilmedikçe bir şeyle hüküm verilmez. Çünkü İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, ikisinin ölümünden sonra mehr-i misi için hüküm yoktur. Nitekim daha önce geçti. İmâmeyn' (Rh.Aleyhimâ) e göre, hâl-i hayâtında olduğu gibi, mehr-i misi ile hükmolunur. Fetva da bunuuladir.
Bizim Meşâyihimiz demişlerdir ki: Bütün bunlar, kadın nefsini teslim etmediğine göredir. Eğer kadın nefsini teslim edip ondan sonra hayâtında veya hayâtından sonra ihtilâf vâki olursa, mehr-i misi tahkim olunmaz. Belki kadına : «Ya aldığın şeyi ikrar edersin, ya da aksi halde aleyhine muaccelde âdete *göre hükmederiz» denir. Ondan sonra geri kalanda bizim zikrettiğimiz gibi amel edilir. Çünkü kadın nefsini ancak âdeten mehrden bir şey aldıkdan sonra teslim eder. Bunu Zeylaî (Rh.A.) zikretmiştir.
Erkek, kadına bir şey gönderse, bundan sonra ihtilâf etiîp, kadm «hediyyedir» koca «mehrdir» dese, eğer kadının delili yoksa, söz yemin ile beraber kocanındır. Çünkü koca mülkü edindirendir. Ne suretle mülk edindirdiğim o daha iyi bilir. Nitekim aslen temliki inkâr etse ve keza bu şeyi, «Ben sana emânet verdim»; kadın da, «Hayır bana hibe ettin» dese söz erkeğindir. Bir de zahir (görünür hâl) erkeğe şâ-hiddir. Çünkü mehrin edası vâcibdir. Hediye etmek ise ıteberrudur. Hâlin zahiri delâlet eder ki koca gönderdiği şeyi, zimmetinden vacibi düşürmek için göndermiştir. Ancak, o gönderilen şey yemek için hazırlanmış olursa mehrden sayılmaz. Çünkü pişirilmiş yemek ve kızartılmış et gibi yemek için hazırlanmış olan şeyler haliyle mehr olmaz. Çünkü hâlin zahiri kocayı yalanlar. Bunda söz kadınındır. Fakat diğer mallar bazan mehrden olur ve bazan da hediyye olur. Binâenaleyh açıklamak kocaya düşer.
Bir kimse bir adamın kızını isteyip kıza bir miktar şey gönderse ve kızın babası onu o talibe tezvîc etmese, mehr için gönderdiği o şeyin ayn'ı elde bulunuyorsa, her ne kadar o şey kullanmakla değişse de geri alınır. Çünkü o şeye mâlik tarafından musallat edilmiştir. Binâenaleyh kullanmakla ondan eksilen karşılığında bir şey lâzım gelmez. Veya o şey yitirilmişse kıymeti geri verilir. Çünkü o şey karşılıklı alış veriştir. Ama tamam olmamıştır. Şu halde geri almak caiz olur. Keza gönderilen her hediyyenin ayn'ı durursa geri alınır. Fakat yok olan veya tüketilen hedîyye geri alınmaz. Çünkü onda hibe ma'nâsı vardır.
Bir adam kızını bir kimseye tezvîc edip ve kızına cehiz teslim etse, kız Ölse. Kızın babası kızı için verdiği cehizin emânet olduğunu söylese ve kızına hibe etmeyip, ancak iğreti verdiğini iddia etse; söz kocanındır. Delil getirmek kızın babasına düşer. Çünkü hâlin zahiri koca için şâhiddir. Çünkü zahire göre; Baba kızını evlendirdiği zaman ona cehizi temlik yoluyla verir. Bunda sahih delîl şudur ; Kızına cehizi teslimi vaktinde, ben bu cehizi kızıma iğreti verdim, diye şâhid gösterir. Yahut ma'lûm bir nüsha yazar. Kızı ikrarı .için iki şâhid çağırır. «Bu nüsha içinde olan eşyanın hepsi babamın mülkü olup benim elimde iğretidir» der. Lâkin bu söz hükme uygun olur, fakat ihtiyata uygun olmaz. Caiz kî, kızın babası o eşyayı kızının küçüklüğünde satın almış ola. Bu ikrarla o eşya, baba ile Hazret-i Allah (C.C.) arasında babanın olmaz. İhtiyat şudur; Baba bu nüsha için4e olan eşyayı belli bir bedel ile satın alıp sonra kız da bedelinden babasının zimmetini ibra eder. îmâdiyye de böyle zikredilmiştir.
Bir zimmî erkek bir zimmî kadını veya bir harbî bir Uarbiyyeyi dâr-ı harbde bir meyte, dem veya bunların benzeri bir şeyle veya mehr-siz nikâh etse - bu mehrsiz olmak mehri nefye de muhtemel olur, mehr den sükûta da muhtemel olur - her birinde onların itikâdlarma rücû edilir. Bu suretlerde onlara göre nikâh caiz ise : O zimmî erkek zimmî kadını veya harbî erkek harbi kadını cima ettiği veya cimâdan önce boşadığı veya koca öldüğü takdirde; kadına mehr yoktur. Yani nikâh sahîh olur, mehr vâcib olmaz. Bu söz İmâm A'zanı' (Rh.A.) a göredir. İki harbî hakkında İmâmeyn' (Rh.Aleyhimâ) in kavli de budur. Fakat iki zimmîde kadın cima edilmiş veya kocası ölmüşse kendisine mehr-i misi vardır. Cimâdan önce boşamışsa mut'a vermesi icâbeder, İmâm Şâfİİ' (Rh.A.) nin kavli de böyledir. İmâm Züfer (Rh'.A.) demiştir ki: İki harbîde dahî zimmiyyede olduğu gibi, kadına mehr-i misi vâcib olur. Çünkü hitâb umûmîdir, nikâh malsız meşru olmamıştır» İmâmeyn (Rh.-Aleyhimâ) in delili şudur : Ehl-i harb, İslâm'ın hükümleri ile bağlı değillerdir ve iki ülke zıt ve ayrı olduğu için velâyet-i ilzam kesilmiştir. (Onları mecbur edemeyiz) Ehl-i zimmet onların hilafı üzeredir ki İslâm'ın hükümleri onlara .uygulanır. İmâm A'zam' (Rh.A.) m delili şudur: Şüphesiz mehr hakk'ullâh'dır. Kâfir bununla muhâtab değildir. Diğer hükümler bunun aksinedir. Şu halde nikâh sahîh olur. Çünkü biz onları dinleriyle terk etmekle emrolunduk. Bizim zikrettiğimiz şeyden dolayı mehr vâcib değildir. .
Eğer zîmmi zimmiyyeyi, muayyen domuz veya garâb ile nikâh etse ve ikisi de İslâm'a girse veya ikisinden biri İslâm'a girse, zimmî kadın için o muayyen olan şey vardır. Muayyen olmayanda, şarâbda şarâbın kıymeti vardır. Yani mehr-i müsemmâ şarab olursa şarabın kıymeti lâzım gelir. Domuzda zimmî kadın için mehr-i misi vardır. Çünkü şarâb onlara göre mislidir. Bize göre sirke mislî olduğu gibi. Şarabın alınması helâl olmaz. Kıymetin vâcib olması şarâbdan yüz çevirmek içindir. Fakat domuz onlara göre kıymeti olan şeylerdendir. Bize göre koyunun zevât-ı kıymetten olduğu gibi. Binaenaleyh kıymetin vâcib olması ondan yüz çevirmek için olmaz. Şu halde domuzdan yüz çevirmek için mehr-i misi vâcib olur. [14]
Konular
- Boş Ve Sâhibsiz Arazînin İhyası Bölümü
- Sular Hakkında Bir Fasıl
- Şirb Suyu:
- Şuf'a Suyu:
- Kerâhiyyet Ve İstihsân Bölümü
- Yemek, İçmek, Altın Ve Gümüş Kap Ve Eşya Kullanmak Ve Bazı Mahzurlu Şeyler Hakkında Bir Fasıl
- İpek Elbise Giymek, Altın Ve Gümüş İle Süslenmek Ve Yüzük Takmak Hakkında Bir Fasıl
- Kadın Ve Erkekde Bakılması, Dokunulması Caiz Olan Ve Olmayan Yerler Ve Azl Hakkında Bir Fasıl
- Çeşitli Konular Hakkında Bir Fasıl
- Küfür Sayılan Ve Sayılmayan Şeyler Hakkında Bir Fasıl
- Yahudi, Hıristiyan Ve Putperestin Müslüman Olmasi Hakkinda Bir Fasıl
- Nikâh Bölümü
- Velî Ve Küfüv Babı
- Velî'ntn Hükümleri :
- Küfüv'ün Hükümleri:
- Memr Babı
- Kölenin Ve Kâfirin Nikâhı Babı
- Kölenin Nikâhı:
- Kâfirin Nikâhı :
- Kasm Babı
- Süt Emme Bölümü (Radâ')
- Boşama Bölümü (Talâk)
- Boşamanın Yapılması Babı
- Talâkın Kinayeleri Faslı
- Tefviz Babı
- (Boşamayı Kadına Devretmek)
- Ta'lîk Babı
- Fârr'ın Talâkı Babı
- (Mirastan Kaçıranın Boşaması)