Çeşitli Konular Hakkında Bir Fasıl
Erkek, bir cariyeye satın almak ile veya hibe, vasiyet, miras, hulT ve sulh bedeli gibi satın almanın benzeri bir şey ile mâlik olsa, gerekse o câriye bakire olsun veya bir kadından satın alınsın veya köleden satın alınsın yahut kadının mahreminden veya çocuğun malından satın alınmış olsun alan kimsenin cima etmesi ve dokunmak, Öpmek, iercine bakmak gibi cimâın mukaddimeleri haram olur. Cariyenin satıcısı olan köle başkasının kölesi ise hüküm zahirdir. Eğer satın alan kimse cariyeyi kendi kölesinden satın alsa, yine hüküm zikredilen gibidir. Şu şartla ki; O köle İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre borca batmış olduğu halde onun izin verdiği kölesi olmalıdır.
İmâmeyn* (Rh.Aleyhimâ) e göre izin vermesi icâbetmez. Çünkü Ebû Hanîfe' (Rh.A.) nin kaidesindendir ki, şayet köle borca batmışsa, efendisi onun kazandığı şeye mâlik olmaz. İmâmeyıı' (Rh.Aleyhimâ) e göre mâlik olur. Eğer mükâtebinden satıh alsa, hüküm yine böyledir. Çünkü mükâtebin efendisi onun kazandıklarına mâlik olmaz. Çocuğun maundan satm alması, çocuğun babası veya vasisinin satmasıyla olur.
Şayet o kimse, o cariyeyi küçük çocuğunun malından satın alsa hüküm yine böyledir. Bunu Gâyetu*l-Beyân sahibi zikretmiştir. Bazıları, «cimâın mukaddimeleri haram olmaz.» demişlerdir. Çünkü cimâ'nın haram olması ancak iki meninin karışmaması ve nesebin şüpheli olmaması içindir. Devâî (cimâın mukaddimeleri) de bu yoktur. Bu söz reddedilmiş ve denmiştir ki: Cima başkasının mülkünde vâki olması ihtimâlinden dolayı da haramdır. Meselâ, satış sırasında câriye hâmile olup ve satıcı çocuğu da'vâ edip geri alsa, alıcının cimâı başkasının mülküne müsadif olduğu zahir olur. Bu ma'nâ ise devâîde (cimâın mukaddimelerinde) mevcûddur. Şu halde devâî haramdır.
Hattâ mâlik istibrâ etmedikçe, yani o cariyenin rahminin başkasının menisinden temiz olduğunu bilmedikçe, cimâı haramdır. İstibrâ hayz gören cariyede bir hayzla ve zıddında yani küçük kızda ve âyisede ve hayzı kesilmişde bir ay beklemekle olur.
Çünkü ay (şehr), iddette hayz yerine geçer. Keza istibrâ d a dahî böyledir. Şayet ay esnasında hayızlı olursa, eyyamla olan istibrâ bâtıl olur. Çünkü maksûdun bedel ile husulünden önce asıl üzere kadir olmak, bedeli bâtıl kılar. Aylarla iddet bekleyen kadının hayz görmesi gibi. Şayet câriye hayz görenlerden olur da, temizlik müddeti uzamakla bayzı ortadan kalkarsa o cariyeyi, hâmile olmadığı belli oluncaya kadar terk eder. Ondan sonra o cariyeyi mâlik cima edebilir. Zahir rivayete göre burada, müddet takdiri yoktur. Lâkin İmâm Muhammed (Rh.A.) sahibi o cariyeden iki ay beş gün uzak durur» demiştir. Fetva da İmâm Muhammed' (Rh.A.) in sözü üzeredir. Çünkü bu müddet cariyelerde, nikâhla tevehhüm olunan gebeliği bilmeye yarayınca; ni-kâhdan daha aşağı olan milk-i yemîn (satın almak) ile tevehhüm edi-len gebeliği bilmeye haydi haydi yarar. Kâfî'dc böyle zikredilmiştir.
Hâmile olan câriye çocuğu doğurmakla berî olur. Bu bâbda asıl olan Resûlüllah' (S.A.V.) in, Evtâs denen yerin esirlerinde, yani gaza sırasında esir olan cariyeler hakkındaki şu kavl-i şerifidir:
«Ey Ashâb, siz biliniz ki: Hâmile olan esir alınmış cariyeler çocuklarını doğuruncaya kadar cima olunmaz. Hamli bilinmeyen esir cariyeler de bir hayz ile istibrâ oluncaya kadar cima olunmaz.»
Hadîs-i şerif, esir olan câriye hakkında vârid olmuştur. Lâkin istib-rânın sebebi mülkün ve mâlikiyetin (yedin) hudûsüdür. Çünkü o hu-dûs mansûsun aleyhde mevcuttur. İstibrâ, mâlikin menisi başkasının-kine karışmasın diye, rahmin temizliğinin bilinmesi içindir. Çünkü cariyenin rahminin berâeti bilinmezden önce mâlik cariyeyi cima etse, cariyenin doğurduğu çocuk mâlikden midir, yoksa başkasından mıdır bilinmez. Şu halde menileri karışmaktan ve neseblerî şüpheli olmaktan ve çocukları helâkdan korumak için rahmin temiz olmasının bilinmesi vâcib olmuştur. Çünkü şüpheli olursa çocuk iddia edilmez, o çocuğun terbiyesini veren kimse de bulunmadığı için çocuk helak olur. Bu, çuğlun (gebelik) hakikati veya tevehhümü katındadır. Lâkin tevehhüm gizli bir İştir. Hüküm zahire göre verilmiştir. O da mülkün yenft lenmesidir. Eğer efendinin cima etmediği ma'lûm olursa - nitekim sayılan islerde olduğu gibi < hükmün hikmeti cinsinde gözetilir. Yoksa ferd ferd her birinde gözetilmez.
Eğer efendinin cima etmediği bilinse, rahmin şuğlü, meninin karışması ve nesebin şüpheli olması lâzım gelmesin diye nasıl tevehhüm olunur? diye sorulursa biz cevâbında deriz ki: Gebeliğin câriye sahibinden olması lâzım değildir, başkasından olması da caizdir.. Keza teveh-hüm bekârda dahî sabittir. Çünkü gebelik kızlık bozulmadan da tasavvur edilebilir. Kâfî'de böyle zikredilmiştir.
Ben derim ki: Bu cevâba dahî suâl vârid olur. ŞÖyleki: Şuğl, şayet efendiden başkasından olsa, zinadan olur. Takarrür etmiştir ki, zina eden kadının nikâhı ve cimâı, îmânı A'zam (Rh.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.) a göre istibrâsız caizdir. Şu halde zinadan şuglün tevenhü-mü nasü İstibrâ icâb eder? Bu sorunun defi şöyle mümkün olur: Şugl efendiden başkasından olursa, zinadan olması icâb etmez. Çünkü efendinin o cariyeyi başkası ile evlendirmesi caizdir. Nitekim yakında açıklaması gelecektir.
Sadr'üş-Şerîa (Rh.A.) Fukahâ'nın; «Hükmün hikmeti cinsinde gözetilir, ferd ferd hepsinde gözetilmez,» dedikleri söze; «Hükmün hikmeti ferd ferd hepsinde gözetilmez. Lâkin belli türlerde gözetilir,» demekle itirâ2 etmiştir.
Şayet câriye bekâr olsa veya çocuğunun nesebi kendisinden sabit olmayacak kimseden satın alınsa meselâ çocuğun nesebi başkasından sabit olsa şöyle ki; efendi cariyesini bir erkek ile evlendirip câriye o erkekden hâmile olup ondan sonra adam cariyeyi boşayıp ve iddeti bit-tikden sonra o cariyeyi bir başka" adama satsa, bu durumda uygun olan, alıcıya istibrânın vâcib olmaması gerekirdi. Çünkü hami (cenîn) in, nesebi sabittir. Binâenaleyh menilerin karışması ve neseblerin şüpheli olması lâzım gelmez.
Bu itiraza şöyle cevâb verilmiştir : îstibrâ - bilindiği gibi - Evtâs'ın esirlerinde ancak hadis-i şerif ile sabit olmuştur. Aşikârdır ki; Evlâs'-m esirleri bekârdan» esîr kadından, hür kadından ve benzerlerinden hâli değildir. Bununla beraber Resûlüllah (S.A.V.), genel bir hüküm veç-miştir. Sadece hikmete mahsûs değildir. Nitekim Allah Teâlâ (C.C.) şarabın haram oluşunda hikmeti şu âyetiyle açıklamış ve:
«Şüphesiz şeytan (içki ve kumar yüzünden) aranıza düşmanlık sokmak istiyor...» [59] buyurmuştur. îmdi bir kimsenin : «Ben şarabı öyle İçerim ki düşmanlık vâki olmaz ve beni namazdan alıkoymaz» demesi mümkün değildir. Maslahat şarabın haram kılınmasında gâlib olunca, bu takdirde şeriat onu umûm üzere haram kılmıştır. Çünkü tah-sîsde olan şey, hikmet ortadan kalkması bakımından, yanılmaktan ve insanların baş kaldırmasından gizli kalmayan şeydir. îmdi hüküm esîr-de umûm üzere sabit olunca, keza kıyâsen, mülkün diğer sebeblerinde de sabit olmuştur. Çünkü bu takdirde sebeb (illet). malûmdur. Ondan sonra hüküm icmâ' ile te'yîd edilmiştir. Cariyenin satıldığı vakitte olan hayzı, yetmemiştir. Çünkü o cariyeye vâcib olan bir hayzdır. Hayz, kâmil olan hayzm adıdır. Eksik olanın değil. Mülkden sonra ve teslim almazdan önce vâki olan hayz yetmez. Çünkü o hayz illetinden önce bulunmuş olur. O da mülk ve sâhiîi olmanın her ikisidir. Şu halde ikisinden biri mu'teber, olmaz.
Ya da fuzûlînin satışında, satıştan sonra ve icazetten önce vâki olsa, her ne kadar o câriye müşterinin elinde ise de, bir hayz yetmez. Veya fâsid satın almada, teslim aldıkdan sonra sahi han satın almazdan önce vâki olan hayz da yetmez. Zikredilen hayzlar yetmediği gibi, keza doğurmak dahî yetmez, yani doğurmak mülkün sebebinden son-. ra ve teslim almakdan önce hâsıl olmuştur. Çünkü illet yoktur. Nitekim daha önce geçti.
Teslim aldıkdan sonra bir hayz yeter. O hayızlı kimse, Mecûsî kadın veya Mükâtebe olsa, ondan sonra o Mecûsî kadın Müslüman olup ve Mükâtebe Kitabetten âciz olsa, yani bir adam bir Mecûsî câriye satın alsa veya bir Müslüman câriye satın alıp istibrâdan önce o cariyeyi mükâtebe etse, ondan sonra Mükâtebe kitabeti hâlinde hayızlı olsa veya Mecûsî câriye Mecûsî iken hayızlı olsa, ondan sonra Mükâtebe Kitabetten âciz olsa ve Mecûsî kadın îslâmı kabul etse, zikredilen o bir defa hayz, istibrâ nâmına kâfîdir. Çünkü o hayz, sebebinden sonra bulunmuştur. Cimâın haram olması bir manîden dolayıdır, nitekim hayz halinde böyledir.
Bir adam kendi me'zûn kölesinden onun yanında hayz görmüş bir câriye satın alırsa yanında eğer o köleyi deyni istiğrak etmedi ise, o hayz istibrâ İçin yeter. Çünkü o câriye efendinin mülküne ve sâhibliği-ne satın alma vaktinden itibaren girmiştir. Eğer o köleyi borç (deyn) istiğrak etti ise, İmâm A'zanı* (Rh.A.) a göre, o hayz yetmez. îmâmeyn (Rh.Aleyhimâ) bunda ayrı görüştedir.
Ortak olan cariyeden ortağının payını satın almakla istibrâ vâcib olur. Çünkü sebeb o vakitte tamâm olmuştur. Hüküm ise illetin tamâmına muzâf olur.
Kaçak cariyenin geri dönmesinde ve gasb olunan cariyenin ve hizmet için kiralanan cariyenin geri verilmesinde ve rehin konulan cariyenin serbest bırakılmasında, mülkün yenilenmesi bulunmadığı için, istibrâ vâcib olmaz.
Bu istibrânın düşürülmesi için hileye, İmâm Ebu Yûsuf (Rh.A.) a göre, ruhsat verilmiştir, İmâm Muhammed (Rh.A.) ayrı görüştedir. Eğer o tuhr içinde satıcının cariyeyi cima etmediği ma'lûm olursa, fetva Ebû Yûsuf (Rh.A.) un sözü ile verilir. Eğer satıcının cariyeyi cima ettiği bilinirse, fetva İmâm Muhammed' (Rh.A.) in sözü ile verilir.
İstibrâyı düşürmenin hilesi, eğer müşterinin nikâhı altında hür kadın yoksa, o cariyeyi satın almazdan Önce tezevvüc etmektir. Nikâhı altında hür kadın var ise cariyeyi nikâh etmek caiz olmaz. Nitekim yakında Nikâh Bölümünde gelecektir.
O cariyeyi tezevvüc ettikden sonra satın almaktır. Çünkü nikâhla istibrâ vâcib olmaz. Ondan sonra zevcesini satın alsa nikâh bâtıl olur. Cima helâl olur ve istibrâ düşer.
Fetâvâyı Suğvâ'da beyan edildiğine göre : Zahîrüd'dın (Rh.A.) demiştir ki: Bazı Meşâyihin istibrâ kitabında gördüm ki, onlar cariyenin cimâ'mı müşteri için helâl kılmamıştır, ancak şu suretle ki, eğer cariyeyi tezevvüc etse ve cima etse, ondan sonra satın.alsa helâl saydı. Çünkü bu takdirde cariyeye kendinden olan iddeti beklerken mâlik, olmuştur. Ama müşteri cariyeyi cima etmezden önce satın alsa, hemen nikâh bâtıl olur. Mülk sabit olunca nikâh yoktur. Binâenaleyh sebebi tahakkuk ettiği için istibrâ vâcib olur. O da mülk-i yemin ile .cimâın helâl olmasını yeni olarak meydana çıkarmaktır.
Fetâvâ sahibi demiştir ki: Bu söylenen şey Kitâbda zikredilmemiştir. Bu dakîk (ince, nâzik) ve güzel bir mes'eledir. Fetâvây-ı Suğra'mn sö-. zü burada sona erer.
Eğer müşterinin nikâhı altında hür kadın var ise bu takdirde hile, satıcı cariyesini satmazdan önce evlendirmektir. Veya müşteri cariyeyi teslim almazdan önce, kendisine itimâd edilir bir kimse ile evlendirmektir. Yani cariyeyi boşayacağına güvenilir bir kimse ile evlendirmektir. Ondan sonra müşterinin o cariyeyi satıcıdan satın alması ve sahih olmasıdır. Ondan sonra birinci kocanın o cariyeyi boşamasıdır,
İstibrâ vâcib olmaz. Çünkü müşteri başkasının nikâhlısını satın almıştır. Cinsî münâsebet de helâl olmaz. Şu halde istibrâ yoktur. Şayet koca o cariyeyi duhûlden önce boşasa müşteriye helâl olurdu. Bu takdirde mülkün yenilenmesi bulunmamıştır; Şu halde istibrâ da yoktur. . >
Veya müşterinin, o cariyeyi teslim almazdan önce güvendiği bir kimse ile evlendirmesidir, ve teslim alıp kocanın o cariyeyi boşamasıdır. Çünkü bu takdirde istibrâ kabzdan sonra vâcib olur ve cinsî münâsebet helâl olmaz. Kocanın boşamasından sonra helâl olduğu zaman, mülkün yenilenmesi yoktur. Binâenaleyh «Kocası boşar» sözü de yukarıya bağlıdır.
Bir adam şehvetle, cinsî münâsebet mukaddimelerinden birini, nî-kâhen bir araya gelmeleri caiz olmayan iki câriyesiyle yapsa - gerek o cariyeler iki kardeş olsunlar ve gerekse nikâhen bir araya gelmeleri caiz olmayan iki kadın olsunlar - o adama ikisinden biri ile cinsî münâsebet haram olmuştur ve ikisinden birini kendisine haram kıhncaya kadar cima mukaddimeleri (yani öpmek, okşamak gibi cinsî ilişkiye çağıran şeyler) de haram olur. Yani iki cariyesi olan kimse, meselâ ikisinden birini şehvetle öpse, o adamdan başka" bir kimse diğer cariyenin fercine mülk-i yemin ile veya nikâh ile mâlik oluncaya veya o adam diğerini azâd edinceye kadar, şüphesiz o adam o cariyelerin ikisinden biri ile cima edemez, ikisinden birini şehvetle öpemez ve şehvetle yapı-şamaz. Bunda asıl, Allah Teâlâ' (C.C.) nın:
«Size analarınız ve kızlarınız... h«râm kılındı.» [60] âyetinde olan, üzerine «iki kız kardeşi bir arada almanız.» kavlî şerifidir. Ondan sonra onların tahrîmlerinden murâd bi'1-icmâ şehveti kaza ve şehveti kazanın se-bebleri hakkında tahrîmleridir.
Erkeğin erkeği bir tek i zât ile öpmesi ve kucaklaması mekruhtur. Eğer erkeğin üzerinde gömlek veya cübbe olursa, onun öpmesi ve kucaklaması mekruh olmaz. Atâ'dan nakledildiğine göre :
İbn Abbâs' (Rh.A.) a kucaklaşmak (muânaka) dan soruldu. İbn Abbâs (R.A.) dedi ki: Muânaka edenlerin ilki Hz. İbrahim halîlu'r-Eah-mân'dır. O kucaklaşma Mekke'de vâki olmuştur. Mekke'ye Zü'1-Kameyn geldi. Ebtah denen yere ulaştığı zaman, Zü'I-Karneyn'e, bu beldede Hz. İbrahim halil ur-Rahmâıı vardır, dediler. Bunun üzerine Zü'1-Karneyn; benim, içinde İbrahim halîlu'r-Kahmân olan bir beldede hayvana binmem uygun değildir, dedi. Zü'1-Karneyn atından indi ve İbrahim Aley-his-salâtu ve's-selâma yaya gitti. Hz. İbrahim Zü'1-Karneyn'e selâm verdi ve onu kucakladı ve muânaka eden kimselerin ilki oldu.
Muânakadan nehiyde ve caiz görülmesinde bir çok hadîs-i şerîf vâ-rid olmuştur. Şeyh Ebû Mansûr el-Mâturîdî (Rh.A.), ikisi arasını bulup demiştir ki: Mekruh olan rnuânaka şehvet veçhiyle olan muânakadır. İkram ve ağırlamak veçhiyle olan muânaka ise caizdir.
Şeyh İmâm Şemsü'd-Dîn es-Serahsî (Rh.A.) ve Müteahhirînden bazısı teberıük için âlimin veya ehl-i takvanın elini Öpmeye izin vermişlerdir. [61]
Eğer erkeğin üzerinde gömlek veya cübbe olursa, onun Öpmesi ve kucaklaması, takolaşmasi (musâfanası) gibidir. Çünkü tokalaşmak mekruh değildir. Zira Enes İbra Mâlik' (R.A.) dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Biz ResûlüUah' (S.A.V.) e,'«Bizim bazılarımızın bazılarımız için eğilmesi caiz midir?» dedik, ResûlüUah, «Hayır!» buyurdu. «Bazımızın bazımızı kucaklaması caiz midir?» dedik. Resûlüllah, «Hayır!» buyurdu. Yine; «Bazımızın bazımızla tokalaşması caiz midir?» dedik ResûlüUah, «Evet!» buyurdu.
Hâlis azirenin satılması mekruhtur. Azire, insan tersidir. Sahih kavilde toprak ile veya azireye gâlib kül ile karıştırılmış olduğu halde, hayvan tersinin satılması gibi, satılması sahîh olur. Nitekim sahih kavle göre, hayvan tersinin satılması sahilidir. Azirenin karıştırılmış ola-myle faydalanmak sahîh kavilde caizdir. Hidâye'de âahî böyledir. Zey-laî (Rh.A.) demiştir ki: «Sahîh olan, İmâm A'zanV (Rh.A.) a göre, hâlis insan tersi ile faydalanmak caizdir.»
Alacaklı olan Müslümanm borçlu olan kâfirin şarap parasından borcu alması caizdir. Müslüman bunun aksinedir. Yani bir Müslüma-nın bir kâfirden alacağı olsa, borçlu olan kâfirin şarabı satması ve alacaklı Müslümanm o parayı borcu için alması caizdir. Eğer şarabı satan borçlu, Müslüman olsa, o şarap parasının borç için alınması caiz olmaz. Çünkü şarabın satışı bâtıldır. Parası Müslifmana haramdır:
Mushaf-ı şerifin süslenmesi caizdir. [62] Çünkü bunda Mushafa ta'zîm vardır. Aşrlenmesi ve noktalanması da caizdir. Çünkü kırâetler ve âyetler tevkifidir. Onda reye yol yoktur. Şu halde aşrlenmesi ile âyet hıfz olunur ve nokta ile i'râb.hıfz olunur. Çünkü Kür'ân'ı ezberlenmemiş olan Acemî onu ancak nokta ile okuyabilir. İbn Mes'ud' (R.A.) dan, Resûlüllah (S.A.V.) in «Kur'ân'ı tecrîd ediniz.» dediği rivayet edilmiştir. Bu onların zamân-ı şeriflerinde idi. Çünkü onlar Resûlüllah' (S.A.V.) dan, ona indirildiği biçimde naklederlerdi. Okumak onlara kolay idi. Onlar noktalan i'râb hıfzına ve_ ta'şîri âyetlerin ezberlenmesini bozacağını sanırlardı. Bizim zamanımızda olan Acemî (yani Arab olmayan kimse) ise onlar gibi değildir. Şu halde noktalamak ve aşirlemek güzel bulunup beğenilir. Bun-clan dolayı sûre adlarını ve âyetlerin sayısını yazmakta mahzur yoktur. Her ne kadar sonradan ortaya çıkmış ise de güzel bulunup beğenilmiştir ve nice şey vardır ki zaman ve mekânın değişmesiyle değişir. Nitekim İmâm Temurtâşî (Rh.A.) de böyle demiştir.
Zimmînin mescide girmesi caizdir. [63] Mekruh değildir. İmâm Mâlik (Rh.A.) ve İmâm Şafiî' (Rh.A.) ye göre, mekruhtur. Hasta olan zimmînin ziyaretine gitmek de caizdir.
Hayvanların hayalarını çıkarmak, eşeği kısrağa çekmek ve hastaya şırınga (hukne) yapmak, câriye, ümmü veled ve mükâtebem'n mah-remsiz yolculuk yapması caizdir. Çünkü bunları bineğe bindirirken uzuvlarını tutmak, mahremi tutmak ve dokunmak gibidir. Kâfî'de denmiştir ki: Bu mesele Sahabe zamanında ehl-i salâh çok olduğu için caiz olmuştu.. Bizim zamanımızâa ise ehl-i fesâd çok olduğu için caiz değildir. Nih.âye'de de Şeyhu'l-İslâm' (Rh.A.) a nisbetle böyle zikredilmiştir.
Amcanın, kardeşin, ananın ve sokakta bulunan ma'sûmun mü-rebbîsinin, himayelerinde olan çocuk için, o çocuğa lâzım olan şeyi satın ahvermesi caizdir. Bunun aslı şudur: Küçük çocuk için olan tasarruflar üç çeşittir.
Birinci çeşit, sırf faydadır. Elinde küçük çocuk olan kimse, o küçüğü o hâlis faydaya mâlik kılar. Gerekse o kimse, küçüğün velîsi olsun, gerekse olmasın. Meselâ hibe ve sadakanın kabulü gibi. Eğer küçük çocuk mümeyyiz olursa bizzat kendisi mâlik olur.
İkinci çeşit, sırf zarardır. I'tâk ve talâk gibi. Küçük çocuk ve onun elinde olduğu kimse o talâk ve itâka mâlik olmaz.
Üçüncü çeşit, fayda île zarar arasında mütereddiddir. Tefecilik (is-tirbâh) için satmak ve kira gibi ki buna ancak küçük çocuğun babası ve dedesi mâlik olur ve onların vasileri mâlik olur. Her ne kadar o küçük çocuk babasının ve dedesinin ellerinde değil ise de. Çünkü o çocuğa velî olmaları, hükmüyle mutasarrıftırlar. Küçük çocuğun kendi ellerinde olması şart kılınmamıştır. Kâfi'de böyle zikredilmiştir.
Küçük çocuk için süt ana kiralamak birinci çeşittendir. Bunda dördüncü bir çeşit daha vardır ki nikâh etmektir. Nikâh etmek asabe-nin hepsinden ve asabe olmadığı vakitte zevü-erhâmdan caiz olur. Nikâh bölümünde inşâallâh açıklaması gelecektir,
O küçük çocuğu yalnız anasının, başkasına kiralaması caizdir. Zikredilen kimseler bu kiralamaya mâlik olamazlar. Çünkü ana onu istihdam etmekle karşılıksız (bedelsiz) onun menfaatlerini yok etmeye mâlik olur. Bu mesele el-Câmiu's-Sağîr'in rivayetidir. Tahâvî şerhinde denmiştir ki: Küçük çocuğun malında velilik babanındır ve babanın vasisinindir. Ondan sonra vasînjft vasisinindir. İmdi eğer baba vefat etse ve bir kimseyi vasî eylemese velayet dedesintndir. Ondan sonra o vasinin vasisinindir. Eğer bunlardan biri yoksa velayet kâdînindir ve kâdînin ta'yîn ettiği kimsenindir. Bu zikredilen velîlerin hepsi için küçük oğlan ve kızın malında rna'rûf ile ticâret velayetleri vardır. Onların, nefs ve malın hepsinde kiraya vermek velayeti vardır. Onların menkûlât ve akârattaki satışları ve kiraya vermeleri kıymetinin misli ile olursa veya insanların aldana geldikleri miktarın benzerî kıymetinden daha az olursa caiz olur. Eğer çok aldanma ile olursa caiz olmaz ve küçük çocuğun idrâkinden sonra icazet üzere tevakkuf olunmaz. Çünkü bu bir akddir ki onun için icazet veren yoktur. Zikredilen kimselerin ' küçük çocuk için kiralamaları ve satın almaları da böyledir. Eğer ma'-rûf miktar üzere olursa velîler için geçerli olur. Küçük oğlan ve kıza olmaz. Eğer küçük oğlan ve kız kira müddetinde, müddet bitmezden önce idrâk ederse hüküm böyledir. Eğer kiraya vermek nefs üzere olursa o küçük çocuk için muhayyerlik vardır. Dilerse icâreyi iptal eder, dilerse hoş görür ve eğer icâre, emlâki üzere olursa o küçük çocuk için muhayyerlik yoktur.
Muhit sahibi Fevâid'inde : Şayet baba veya dede veya kâdî küçük çocuğu işlerden bir işde icar eyleseler, bu icar ancak ecr-i misi ile olursa caiz olur, denilmiştir. Hattâ onlardan biri o küçük çocuğu ecr-i mislinden daha az ile kiraya verse caiz olmaz. Sahih olan kavi şudur ki daha az ücret ile de olsa icâre caiz olur.
Şemsu'l-Eimme (Rh.A.), «Vekâlet Bölümü» nde şöyle demiştir: Baba küçük çocuğunu ödünç verebilir. Küçük çocuğun malını ödünç veremez. Yine demiştir ki: Bunun yorumu; şayet bu ödünç verme zanaat öğrenmek için olursa, onu ustaya verir ve o küçük çocuk ustasına hizmet eder. Fakat bunun aksi olursa caiz olmaz, El-Fusûl el-İmâdiyye'-de böyle zikredilmiştir.
Sıkılmış üzüm şırasını, şarab yapan kimseye satmak caizdir. Çünkü ma'siyet ayniyle kâim olmaz. Belki değişmesinden sonra olur. Ehl-i fitneye silâh satmak bunun aksinedir. Nitekim daha önce geçti.
Zimmînin şarabını ücretle götürmek caiz ölür. İmâmeyn (Rh.Aley-himâ) aksi görüştedir.
Kentlerde ve köylerimizde Meçûsîye, Beyt-i nâr (ateş-gede); Yahû-dî ve Nasârâya Havra ve Kilise edinmeleri için ev kiraya vermek câîz değildir.
Musannif «köylerimizde» demiştir, çünkü İmâm A'zam' (Rh.A.) in, zikredilen şeyi çevre yerlerde (sevâdda) caiz gördüğü nakledilmiştir. Fukahâ demişlerdir ki: İmâm A'zam' (Rh.A.) m sevâd ile muradı Küfe çevresi (sevâdı) dir. Çünkü halkının çoğu ehl-i zimmettir. Fakat bizim ülkemizin çevresinde İslâm alâmetleri zahirdir. Şehir gibi orada da oturamazlar. Sahîh olan söz de budur. Kâfî'de böyle zikredilmiştir.
Mekke-i Mükerreme'nin evlerinin binasını satmak bi'1-icmâ caizdir.
Çünkü Mekke'nin evleri bina edenin mülküdür. Görülmezini ki, bir kimse vakî arazîsi üzerine bina yapsa satılması caiz olur. İmdi Mekke-i Mükerreme'nin evleri de böyledir.
Mekke'nin arazîsinin satılmasında ihtilâf edilmiştir. Ebû Yûsuf ve Muhammed (Rh.Âleyhimâ), arazînin satılmasına cevaz vermişlerdir. Bu söz İmâm A'zam' (Rh.A.) dan iki rivayetin biridir.
Kölenin kaçmaması ve karşı gelmemesi için ayağına bukağı takmak caizdir. Boğazına halka ve zincir takmak caiz değildir. Çünkü bu zâlimlerin âdetidir.
Künye adlı kitabda denmiştir ki: Boğazına bukağı koymak yani kölenin boğazına demir halka takmakda - zamanımızda çok kere kaçtıkları için - özellikle Hintlilerde mahzur yoktur.
Kölenin tacir olduğu halde hedîyyesini kabul ve da'vetine icabet ve hayvanını ödünç almak caiz olmuştur. Kıyâsen hepsi caiz olmamak idi. Çüntfü hediyye teberrudur. Köle ise teberru ehli değildir. Lâkin is-tihsânen, zaruret için az bir şeyde cevaz verilmiştir. Çünkü o köle o az bir teberrudan. kurtulamaz. Meselâ ziyafet gibi ki, ona yol hazırlığı yapan kimseler gelip toplanırlar ve nice âmillerin kalblerini çeker. İmdi bunlar ticâretin zarûretlerindendir. Bir kimse bir şeye mâlik olsa, ~ o şeyin zarûrâtmdan olana da mâlik olur.
Köleye elbise giydirmek, altın ve gümüş hedîyye etmek, zaruret bulunmadığı için mekruh olmuştur.
Hadım kullanmak da mekruhtur. Zira onda insanları hadım istihdamına teşvik vardır. Çünkü hadımın kadınlar arasına karışması uygun görülmez.
Bakkaldan dilediği şeyi almak için bakkala borç para vermek mekruhtur. Çünkü bu borç (ödünç) menfaat çeken borçtur. Halbuki bu yasak edilmiştir. Uygun olan şudur ki-: Bakkala bir miktar para emânet koyup dilediği şeyi parça parça bakkaldan almaktır. Çünkü bu borç değildir. Hattâ kaybedilse veya yitirilse, bakkaldan bir şey alamaz.
Satranç ve tavla île oynamak ve her oyun, yani nefsin arzu ettiği oyunlar mekruhtur. Çünkü îtesûiüllah (S.A.V.) :
«Âdem oğlunun her oyunu haramdır. Ancak üç oyun haranı değildir : Karısı üe oynaşmak, atını ta'lîm etmek ve yayı Âle ok atışmak.»
buyurmuştur.
İmâm Şafiî (Rh.A.), kumarsız ve vâcib olan şeylerin korunup gözetilmesini bozmaksızın, satranç İle oynamayı mubah görmüştür Çünkü satrançta aklı keskinleştirmek vardır. Bunun üzerine hüccet bizim rivayet ettiğimiz hadîs-i şeriftir.
Ok atyp yanşmakda, at ve deve yarışı yapmakda mahzur yoktur.
Eğer ikisinden biri diğerine,* sen beni geçersen sana şu kadar şey veririm ve eğer ben seni geçersem benim için bir şey lâzım değildir, demekle bir taraftan mal şart kılındı ise mahzur yoktur. Çünkü Resûlül-lah (S.A.V.) :
«Yarışma ancak devede olur veya ok atmada olur veya atta olur.»
buyurmuştur.
İkisinden biri diğerine; «Eğer senin atın geçerse ben sana şu kadar vereyim ve eğer benimki geçerse sen bana bu kadar şey ver» demekle yarışma haramdır.
Ancak o ikiye üçüncü bir kimse katılıp bu ikisi ona; «Eğer sen bizim ikimizi geçersen malın ikisi de senin olsun ve eğer biz seni geçersek senin bize bir şey vermen gerekmez.» demekle haram olmaz. Lâkin o ikisinden hangisini geçerse şart kılınan malı o alır. Keza Fıkıh okumak için bahse girişmek de böyledir. Hangisi doğruyu bilirse malın ona verileceği şart kıhmrsa sahilidir. Eğer malı ikisinden her biri için şart kılarlarsa, yarışmada caiz olmadığı gibi, burada da caiz olmaz.
Dua eden kimsenin: .
«Senden arşının şeref kürsîsi hakkına istiyorum.»
demesi mekruhtur. (Ma'kad) lâfzı iki ibare ile rivayet edilir: Birinci rivayet (Akd) dan (ma'kad) şeklinde ve ikinci rivayet (Kuûd) dandır. Ma'nâsı, Allah Teâlâ (C.C.) üzerine muhal olduğu için, ikinci rivayetin kerahetinde şüphe yoktur. Yine böylece birinci rivayet de mekruhtur. Çünkü o Allah Teâlâ' (C.C.) nın izzetinin arşa müteallik olduğu vehmini verir. Halbuki arş hadîstir. (Sonradan meydana gelmedir.) Buna göre arşa müteallik olan da bizzarûre hadîs olur. Allah Teâlâ' (C.C.) nın izzeti ise kadîmdir. Ondan ezelen ve ebeden ayrılmaz. İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.) : «Bu duada mahzur yoktur.» demiştir. Fakîh Ebu'1-Leys (Rh.A.) de: Mahzur Qlmamayı tercih etmiştir. Çünkü rivayet edilmiştir ki: .
«Allahım ben Senden arşının şeref noktası, kitabının rahmetinin sonu, yüce kudretin ve tam kelimelerin hakkı için istiyorum.» duası, Resûlüllah' (S.A.V.) in duasından idi. Belki bu iki duanın caiz olmasındaki sır, izzeti arşı sıfat kılmak caiz olmasıdır. Çünkü arş, Kur'ân'da mecd ile ve kerem ile mevsûftur. Keza izzet Ue de nıevsûftur. Bir kimseye gizli değildir ki şüphesiz, her ne kadar Allah Teâlâ (C.C.) arşdan müstağni ise de, o heybet ve keraâl-i kudret yeridir.
Yine duâ eden kimsenin «Fülânm hakkı için» demesi mekruhtur.
Keza, Peygamberlerin hakkı için veya Velîlerin veya Resullerin hakkı için veya Beyt'in ve Meş'ar-ı Haram hakkı için demesi mek-rûhtur.Çünkü Allah Teâlâ (C.C.) üzerinde halk için hak yoktur. Allah Teâlâ (C.C.) dilediği kimseyi, üzerine vâcib olmaksızın rahmetine muh-tas kılar.
Eğer bir adam başkasına «Allah hakkı için veya Allah için şöyle yapasın» dese, her ne kadar o şeyi yapmak evlâ ise de, o şeyi yapmak şer'an onun üzerine vâcib olmaz.
Bir şehirde olan insanın ve hayvanın azığını alıp o şehrin halkına zarar yerecek kadar habsetmek mekrûtftur. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.):
«Alıp getiren (câlib) merzûktur ve muhtekir (karaborsacı) mel'" undur.» buyurmuştur. Çünkü o azıkda kamunun hakkı vardır ve o azığı satmakdan kaçınmakda da o belde halkının haklarını ibtâl olduğu için ihtikâr mekruh olmuştur. Şu halde kâdînin, o muhtekirin kendisinin ve .ehlinin azığından fazlasını satması için emir vermesi vâcib olur. Eğer satmazsa kâdî o muhtekiri cezalandırır. Sahih kavi şudur ki, eğer satmakdan kaçınırsa, kâdî onu - İmamların ittifakı üzere - satar.
O azığı hapsetmenin müddeti kırk gündür. Bazısı «Bir aydır» demistir. Bu müddet muhtekirin dünyâda cezalandırılmış olması hakkındadır. Lâkin müddet her ne kadar az olsa da günahkâr olur.
Kendi arazîsinin ürününü ve başka kentten kendisinin getirdiği ürünü satması ihtikâr değildir. Çünkü bu kendisinin hâlis hakkıdır.
Ona kamu hakkı tealluk etmez.
Kâdî fiat koyma/, ancak eğer satıcılar maiın kıymetinden çok fazla aşırı fiatla satarlarsa, ehl-i reye (Bilirkişi) danışarak fiat koyar.
Güvercin kuşlarını tutup alıkoymak, eğer insanlara zarar verirse mekruhtur. Bunu Kâdîhân (Rh.A.) zikretmiştir. El-Künye'de zikredilmiştir ki: Bir kimsenin mülkünde güvercinleri olup dam üzerine çıkar, Müslümanların gizli hallerine muttali' olduğu halde o güvercinleri uçursa ve bu güvercinleri uçurmakla insanların camlarmı kırarsa, o kimse cezalanır ve şiddetle menedilir. Eğer bu işi bırakmazsa, o güvercinleri muhtesib (kolcu) keser.
Müslüman olan kimseye, tırnakların! Cuma günü kesmek müste-habdir. Kâdîhân (Rh.A.) der ki: Bir adam tırnaklarını kesmek ve başının tıraşı için Cum'a gününü vakit ta'yîn etse, Fukahâ demişlerdir ki; O kimse tırnaklarını kesmeyi ve traş olmayı Cuma'dan başka günde caiz görüp, o güne aşın bir geciktirme ile ertelese mekruh olur. Çünkü tırnakları uzun olan kimsenin rızkı dar olur. Eğer haddi tecâvüz etmeyip Cumayx seçmekle teberrüken ertelerse müstehab olur. Çünkü Hz. Âise (R.Anhâ) Resûl-i Ekrem' (S.A.V.) in şöyle dediğini rivayet etmiştir :
«Bir kimse tırnaklarını Cuma günü keserse, Allah Teâlâ o kim-şeyi diğer Cumaya kadar ve Cumadan da üç gün fazla belâdan emîn kılar.»
Bir Müslüman, her haftada bir kere etek traşi olup ve bedenini yıkanmakla temizlenmesi müstehabdır. El-Kunye'de denmiştir ki: Ef-dal olan, her haftada tırnaklanın'kesip ve bıyığım kırkıp ve bedenini yıkamakla temizlenmektir. Eğer her haftada yapamazsa on beş günde bir kere yapmak gerekir. Kırk günden sonra terkinde özr olmaz. Şu halde efdal olan, her haftada ve ortası onbeş gündedir. En, uzağı kırk gündedir. Kırk günden fazlasında özür olmaz. Vaîde (azab tehdidine) müstehak olur. [64]
Muhît'de zikredilmiştir ki : -Ömer 1). el-Hattâb (R.A.) hazretleri:
Eğer düşman arazîsinde tırnaklarınızı uzatırsanız, şüphesiz uzun tırnaklar silâhtır, diye yazmış. Her ne kadar tırnakları kesmek temizlik-den ise de, mücâhidin dâr-ı harbde tırnak uzatması mendûbdur. Çünkü eğer mücâhidin elinden silâh düşerse ve ona düşman yakın olursa, bazan mücâhid tırnakları ile düşmanı savmaya kadir olur. Tırnakları dâr-ı harbde uzatmak, bıyığı kırkmamanın benzeridir, ki sünnettir ve gâzî hakkında dâr-ı harbde uzatması, düşmanın gözüne çok heybetli görünmek için mendûbdur.
Bîr adam namaz ilmini veya ibâdetlerle ilgili olan şeyleri insanlara öğretmek için öğrense ve diğer bir adam da onlar ile amel etmek için Öğrense, birinci adam ikinciden efdaldir. Çünkü halka öğretmenin faydası daha çoktur. Haberlerde vârid olmuştur: Bir saat ilim müzâkeresi bir geceyi (nafile ibâdetle) ıhyâ etmekten efdaldir. Fetâvây* Kâdîhân'-da böyle zikredilmiştir. Yine adı geçen Fetâvâ'da denmiştir ki: Bîr adam ana - babasının izni olmadan ilim öğrenmeye çıksa bunda mahzur yoktur. O kimse ana - babasına âsî olmuş olmaz. Bazıları demiştir ki: Ana - babasının izni olmadan ilim Öğrenmeye çıkması sakallı adam olursadır. Eğer tüysüz genç olursa, çıkmaktan menedilmesi gerekir. Kâdıhân* (Rh.A.) in ilim ile muradı şer'î ilimdir ve şeriatta kendisiyle faydalanılan ilimdir. îlm-i kelâm ve ,onun benzeri değildir. Nitekim İmâm Şafiî (Rh.A.) : «Allah Teâlâ' (C.C.) nın bir kulunu kebâirin en büyüğüne atması, ilm-i kelâma atmasından hayırlıdır» demiştir. On-larm zamanında kullanılan ilm~i kelâmın hâli böyle olduysa, felâsife-nin hezeyanları ile karışık, yaldızlı, boş ve faydasız şeylerin arasında viran olan kelâmı ne sanırsın!
Yine Kâdîhân (Rh.A.) demiştir, kî: Bir adam, fülân kimsenin kötülük (münker) işlediğini bilse, bu hâli onun babasına yazıp bildirse caiz midir? Fukahâ demişlerdir ki: Eğer babasına yazılsa, babası o kimseyi o münkerden menedeceği ve men'ine kadir olacağı bilinirse, onun için babasına yazılsa helâl olur. Eğer babasının menetmeye kadir olduğu bilinmezse, ikisi arasında düşmanlık vâki olmasın diye, yazmak caiz değildir. Yine iki adam arasında ve sultân ile tabası ve hizmetçileri arasında da böyledir. Emr bi'1-ma'rûf ancak, eğer onların ada-ını dinleyecekleri bilinirse vâcib olur.
Şayet bir adam oruç tutar, namaz kılar da eliyle ve diliyle de halka zarar verirse, onun kötülüğünü söylemek gıybet olmaz. Eğer onun azarlanması ve menedilmesi için Sultâna ihbar edilse, ihbar eden günahkâr olmaz. Bir adam bir Müslüman kardeşinin kötülüklerini, Önem vererek ansa bu gıybet olmaz. Ancak öfke ile anıp sövmeyi murâd ederse gıybet olur.
Hafız'EbüTLeys' (Rh.A.) den şöyle dediği hikâye edilmiştir: Ben uç şeyin hakkında fetva verir idim, onlardan döndüm. Birincisi şudur: «Muallimin Kur'ân öğretmek üzere ücret alması helâl olmaz.» İkincisi; «Âlim olan kimsenin sultânın yanına girmesi uygun olmaz.» Üçüncüsü de, «Köy halkı ona bir şeyler toplamaya kalkıştıkları için, âlim olan kimsenin köylere çıkıp gezmesi ve onlara hatırlatması uygun değildir» diye fetva verir idim. Bu üç fetvanın hepsinden döndüm, demiştir.
Akrabayı ziyaret (sıla-ı rahm), gerekse bir selâmla ve tahiyyâtla ve hediyye ile de olsa, vâcibdir. Bir kimsenin akrabasına yakınlık göstermedi onlara ihsan edip lütufla muamele etmesi ve onlar ile oturup konuşması ve yakınlarını, günden güne ziyaret etmesi vâcibdir. Çünkü baları ziyaret, ülfet ve sevgiyi artırır. Belki akrabasını her Cuma veya ayda bir ziyaret eder.
Her kabile ve aşiret kendilerinden başka kimse üzerine hak izhâr etmekte, yardımlaşıp ve azıklaşmada bîr tek el gibi olur ve bazısı bazısının hacetini reddetmez. Çünkü reddetmek insanlar arasında ilgi ve ilişkiyi keser.
Hadîs-i şerüde vârıd olmuştur ki: «Akrabayı ziyaret (sıla-ı rahm) ömrü uzatır.»
Diğer bir hadîsde, «Akraba ile ilgiyi kesen kavm üzerine melâike inmez.» Bazı hadîslerde de vârid olmuştur ki: «Şüphesiz Allah Teâlâ (C.C.) hazretleri rahmini sıla eden kimseye sıla eder ve rahmini (yani akraba ile ilgisini) kesen kimseden de ilgisini keser.» AUahu a'lem. [65]
İmâmeyn* (Rh.Aleyhimâ) e göre izin vermesi icâbetmez. Çünkü Ebû Hanîfe' (Rh.A.) nin kaidesindendir ki, şayet köle borca batmışsa, efendisi onun kazandığı şeye mâlik olmaz. İmâmeyıı' (Rh.Aleyhimâ) e göre mâlik olur. Eğer mükâtebinden satıh alsa, hüküm yine böyledir. Çünkü mükâtebin efendisi onun kazandıklarına mâlik olmaz. Çocuğun maundan satm alması, çocuğun babası veya vasisinin satmasıyla olur.
Şayet o kimse, o cariyeyi küçük çocuğunun malından satın alsa hüküm yine böyledir. Bunu Gâyetu*l-Beyân sahibi zikretmiştir. Bazıları, «cimâın mukaddimeleri haram olmaz.» demişlerdir. Çünkü cimâ'nın haram olması ancak iki meninin karışmaması ve nesebin şüpheli olmaması içindir. Devâî (cimâın mukaddimeleri) de bu yoktur. Bu söz reddedilmiş ve denmiştir ki: Cima başkasının mülkünde vâki olması ihtimâlinden dolayı da haramdır. Meselâ, satış sırasında câriye hâmile olup ve satıcı çocuğu da'vâ edip geri alsa, alıcının cimâı başkasının mülküne müsadif olduğu zahir olur. Bu ma'nâ ise devâîde (cimâın mukaddimelerinde) mevcûddur. Şu halde devâî haramdır.
Hattâ mâlik istibrâ etmedikçe, yani o cariyenin rahminin başkasının menisinden temiz olduğunu bilmedikçe, cimâı haramdır. İstibrâ hayz gören cariyede bir hayzla ve zıddında yani küçük kızda ve âyisede ve hayzı kesilmişde bir ay beklemekle olur.
Çünkü ay (şehr), iddette hayz yerine geçer. Keza istibrâ d a dahî böyledir. Şayet ay esnasında hayızlı olursa, eyyamla olan istibrâ bâtıl olur. Çünkü maksûdun bedel ile husulünden önce asıl üzere kadir olmak, bedeli bâtıl kılar. Aylarla iddet bekleyen kadının hayz görmesi gibi. Şayet câriye hayz görenlerden olur da, temizlik müddeti uzamakla bayzı ortadan kalkarsa o cariyeyi, hâmile olmadığı belli oluncaya kadar terk eder. Ondan sonra o cariyeyi mâlik cima edebilir. Zahir rivayete göre burada, müddet takdiri yoktur. Lâkin İmâm Muhammed (Rh.A.) sahibi o cariyeden iki ay beş gün uzak durur» demiştir. Fetva da İmâm Muhammed' (Rh.A.) in sözü üzeredir. Çünkü bu müddet cariyelerde, nikâhla tevehhüm olunan gebeliği bilmeye yarayınca; ni-kâhdan daha aşağı olan milk-i yemîn (satın almak) ile tevehhüm edi-len gebeliği bilmeye haydi haydi yarar. Kâfî'dc böyle zikredilmiştir.
Hâmile olan câriye çocuğu doğurmakla berî olur. Bu bâbda asıl olan Resûlüllah' (S.A.V.) in, Evtâs denen yerin esirlerinde, yani gaza sırasında esir olan cariyeler hakkındaki şu kavl-i şerifidir:
«Ey Ashâb, siz biliniz ki: Hâmile olan esir alınmış cariyeler çocuklarını doğuruncaya kadar cima olunmaz. Hamli bilinmeyen esir cariyeler de bir hayz ile istibrâ oluncaya kadar cima olunmaz.»
Hadîs-i şerif, esir olan câriye hakkında vârid olmuştur. Lâkin istib-rânın sebebi mülkün ve mâlikiyetin (yedin) hudûsüdür. Çünkü o hu-dûs mansûsun aleyhde mevcuttur. İstibrâ, mâlikin menisi başkasının-kine karışmasın diye, rahmin temizliğinin bilinmesi içindir. Çünkü cariyenin rahminin berâeti bilinmezden önce mâlik cariyeyi cima etse, cariyenin doğurduğu çocuk mâlikden midir, yoksa başkasından mıdır bilinmez. Şu halde menileri karışmaktan ve neseblerî şüpheli olmaktan ve çocukları helâkdan korumak için rahmin temiz olmasının bilinmesi vâcib olmuştur. Çünkü şüpheli olursa çocuk iddia edilmez, o çocuğun terbiyesini veren kimse de bulunmadığı için çocuk helak olur. Bu, çuğlun (gebelik) hakikati veya tevehhümü katındadır. Lâkin tevehhüm gizli bir İştir. Hüküm zahire göre verilmiştir. O da mülkün yenft lenmesidir. Eğer efendinin cima etmediği ma'lûm olursa - nitekim sayılan islerde olduğu gibi < hükmün hikmeti cinsinde gözetilir. Yoksa ferd ferd her birinde gözetilmez.
Eğer efendinin cima etmediği bilinse, rahmin şuğlü, meninin karışması ve nesebin şüpheli olması lâzım gelmesin diye nasıl tevehhüm olunur? diye sorulursa biz cevâbında deriz ki: Gebeliğin câriye sahibinden olması lâzım değildir, başkasından olması da caizdir.. Keza teveh-hüm bekârda dahî sabittir. Çünkü gebelik kızlık bozulmadan da tasavvur edilebilir. Kâfî'de böyle zikredilmiştir.
Ben derim ki: Bu cevâba dahî suâl vârid olur. ŞÖyleki: Şuğl, şayet efendiden başkasından olsa, zinadan olur. Takarrür etmiştir ki, zina eden kadının nikâhı ve cimâı, îmânı A'zam (Rh.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.) a göre istibrâsız caizdir. Şu halde zinadan şuglün tevenhü-mü nasü İstibrâ icâb eder? Bu sorunun defi şöyle mümkün olur: Şugl efendiden başkasından olursa, zinadan olması icâb etmez. Çünkü efendinin o cariyeyi başkası ile evlendirmesi caizdir. Nitekim yakında açıklaması gelecektir.
Sadr'üş-Şerîa (Rh.A.) Fukahâ'nın; «Hükmün hikmeti cinsinde gözetilir, ferd ferd hepsinde gözetilmez,» dedikleri söze; «Hükmün hikmeti ferd ferd hepsinde gözetilmez. Lâkin belli türlerde gözetilir,» demekle itirâ2 etmiştir.
Şayet câriye bekâr olsa veya çocuğunun nesebi kendisinden sabit olmayacak kimseden satın alınsa meselâ çocuğun nesebi başkasından sabit olsa şöyle ki; efendi cariyesini bir erkek ile evlendirip câriye o erkekden hâmile olup ondan sonra adam cariyeyi boşayıp ve iddeti bit-tikden sonra o cariyeyi bir başka" adama satsa, bu durumda uygun olan, alıcıya istibrânın vâcib olmaması gerekirdi. Çünkü hami (cenîn) in, nesebi sabittir. Binâenaleyh menilerin karışması ve neseblerin şüpheli olması lâzım gelmez.
Bu itiraza şöyle cevâb verilmiştir : îstibrâ - bilindiği gibi - Evtâs'ın esirlerinde ancak hadis-i şerif ile sabit olmuştur. Aşikârdır ki; Evlâs'-m esirleri bekârdan» esîr kadından, hür kadından ve benzerlerinden hâli değildir. Bununla beraber Resûlüllah (S.A.V.), genel bir hüküm veç-miştir. Sadece hikmete mahsûs değildir. Nitekim Allah Teâlâ (C.C.) şarabın haram oluşunda hikmeti şu âyetiyle açıklamış ve:
«Şüphesiz şeytan (içki ve kumar yüzünden) aranıza düşmanlık sokmak istiyor...» [59] buyurmuştur. îmdi bir kimsenin : «Ben şarabı öyle İçerim ki düşmanlık vâki olmaz ve beni namazdan alıkoymaz» demesi mümkün değildir. Maslahat şarabın haram kılınmasında gâlib olunca, bu takdirde şeriat onu umûm üzere haram kılmıştır. Çünkü tah-sîsde olan şey, hikmet ortadan kalkması bakımından, yanılmaktan ve insanların baş kaldırmasından gizli kalmayan şeydir. îmdi hüküm esîr-de umûm üzere sabit olunca, keza kıyâsen, mülkün diğer sebeblerinde de sabit olmuştur. Çünkü bu takdirde sebeb (illet). malûmdur. Ondan sonra hüküm icmâ' ile te'yîd edilmiştir. Cariyenin satıldığı vakitte olan hayzı, yetmemiştir. Çünkü o cariyeye vâcib olan bir hayzdır. Hayz, kâmil olan hayzm adıdır. Eksik olanın değil. Mülkden sonra ve teslim almazdan önce vâki olan hayz yetmez. Çünkü o hayz illetinden önce bulunmuş olur. O da mülk ve sâhiîi olmanın her ikisidir. Şu halde ikisinden biri mu'teber, olmaz.
Ya da fuzûlînin satışında, satıştan sonra ve icazetten önce vâki olsa, her ne kadar o câriye müşterinin elinde ise de, bir hayz yetmez. Veya fâsid satın almada, teslim aldıkdan sonra sahi han satın almazdan önce vâki olan hayz da yetmez. Zikredilen hayzlar yetmediği gibi, keza doğurmak dahî yetmez, yani doğurmak mülkün sebebinden son-. ra ve teslim almakdan önce hâsıl olmuştur. Çünkü illet yoktur. Nitekim daha önce geçti.
Teslim aldıkdan sonra bir hayz yeter. O hayızlı kimse, Mecûsî kadın veya Mükâtebe olsa, ondan sonra o Mecûsî kadın Müslüman olup ve Mükâtebe Kitabetten âciz olsa, yani bir adam bir Mecûsî câriye satın alsa veya bir Müslüman câriye satın alıp istibrâdan önce o cariyeyi mükâtebe etse, ondan sonra Mükâtebe kitabeti hâlinde hayızlı olsa veya Mecûsî câriye Mecûsî iken hayızlı olsa, ondan sonra Mükâtebe Kitabetten âciz olsa ve Mecûsî kadın îslâmı kabul etse, zikredilen o bir defa hayz, istibrâ nâmına kâfîdir. Çünkü o hayz, sebebinden sonra bulunmuştur. Cimâın haram olması bir manîden dolayıdır, nitekim hayz halinde böyledir.
Bir adam kendi me'zûn kölesinden onun yanında hayz görmüş bir câriye satın alırsa yanında eğer o köleyi deyni istiğrak etmedi ise, o hayz istibrâ İçin yeter. Çünkü o câriye efendinin mülküne ve sâhibliği-ne satın alma vaktinden itibaren girmiştir. Eğer o köleyi borç (deyn) istiğrak etti ise, İmâm A'zanı* (Rh.A.) a göre, o hayz yetmez. îmâmeyn (Rh.Aleyhimâ) bunda ayrı görüştedir.
Ortak olan cariyeden ortağının payını satın almakla istibrâ vâcib olur. Çünkü sebeb o vakitte tamâm olmuştur. Hüküm ise illetin tamâmına muzâf olur.
Kaçak cariyenin geri dönmesinde ve gasb olunan cariyenin ve hizmet için kiralanan cariyenin geri verilmesinde ve rehin konulan cariyenin serbest bırakılmasında, mülkün yenilenmesi bulunmadığı için, istibrâ vâcib olmaz.
Bu istibrânın düşürülmesi için hileye, İmâm Ebu Yûsuf (Rh.A.) a göre, ruhsat verilmiştir, İmâm Muhammed (Rh.A.) ayrı görüştedir. Eğer o tuhr içinde satıcının cariyeyi cima etmediği ma'lûm olursa, fetva Ebû Yûsuf (Rh.A.) un sözü ile verilir. Eğer satıcının cariyeyi cima ettiği bilinirse, fetva İmâm Muhammed' (Rh.A.) in sözü ile verilir.
İstibrâyı düşürmenin hilesi, eğer müşterinin nikâhı altında hür kadın yoksa, o cariyeyi satın almazdan Önce tezevvüc etmektir. Nikâhı altında hür kadın var ise cariyeyi nikâh etmek caiz olmaz. Nitekim yakında Nikâh Bölümünde gelecektir.
O cariyeyi tezevvüc ettikden sonra satın almaktır. Çünkü nikâhla istibrâ vâcib olmaz. Ondan sonra zevcesini satın alsa nikâh bâtıl olur. Cima helâl olur ve istibrâ düşer.
Fetâvâyı Suğvâ'da beyan edildiğine göre : Zahîrüd'dın (Rh.A.) demiştir ki: Bazı Meşâyihin istibrâ kitabında gördüm ki, onlar cariyenin cimâ'mı müşteri için helâl kılmamıştır, ancak şu suretle ki, eğer cariyeyi tezevvüc etse ve cima etse, ondan sonra satın.alsa helâl saydı. Çünkü bu takdirde cariyeye kendinden olan iddeti beklerken mâlik, olmuştur. Ama müşteri cariyeyi cima etmezden önce satın alsa, hemen nikâh bâtıl olur. Mülk sabit olunca nikâh yoktur. Binâenaleyh sebebi tahakkuk ettiği için istibrâ vâcib olur. O da mülk-i yemin ile .cimâın helâl olmasını yeni olarak meydana çıkarmaktır.
Fetâvâ sahibi demiştir ki: Bu söylenen şey Kitâbda zikredilmemiştir. Bu dakîk (ince, nâzik) ve güzel bir mes'eledir. Fetâvây-ı Suğra'mn sö-. zü burada sona erer.
Eğer müşterinin nikâhı altında hür kadın var ise bu takdirde hile, satıcı cariyesini satmazdan önce evlendirmektir. Veya müşteri cariyeyi teslim almazdan önce, kendisine itimâd edilir bir kimse ile evlendirmektir. Yani cariyeyi boşayacağına güvenilir bir kimse ile evlendirmektir. Ondan sonra müşterinin o cariyeyi satıcıdan satın alması ve sahih olmasıdır. Ondan sonra birinci kocanın o cariyeyi boşamasıdır,
İstibrâ vâcib olmaz. Çünkü müşteri başkasının nikâhlısını satın almıştır. Cinsî münâsebet de helâl olmaz. Şu halde istibrâ yoktur. Şayet koca o cariyeyi duhûlden önce boşasa müşteriye helâl olurdu. Bu takdirde mülkün yenilenmesi bulunmamıştır; Şu halde istibrâ da yoktur. . >
Veya müşterinin, o cariyeyi teslim almazdan önce güvendiği bir kimse ile evlendirmesidir, ve teslim alıp kocanın o cariyeyi boşamasıdır. Çünkü bu takdirde istibrâ kabzdan sonra vâcib olur ve cinsî münâsebet helâl olmaz. Kocanın boşamasından sonra helâl olduğu zaman, mülkün yenilenmesi yoktur. Binâenaleyh «Kocası boşar» sözü de yukarıya bağlıdır.
Bir adam şehvetle, cinsî münâsebet mukaddimelerinden birini, nî-kâhen bir araya gelmeleri caiz olmayan iki câriyesiyle yapsa - gerek o cariyeler iki kardeş olsunlar ve gerekse nikâhen bir araya gelmeleri caiz olmayan iki kadın olsunlar - o adama ikisinden biri ile cinsî münâsebet haram olmuştur ve ikisinden birini kendisine haram kıhncaya kadar cima mukaddimeleri (yani öpmek, okşamak gibi cinsî ilişkiye çağıran şeyler) de haram olur. Yani iki cariyesi olan kimse, meselâ ikisinden birini şehvetle öpse, o adamdan başka" bir kimse diğer cariyenin fercine mülk-i yemin ile veya nikâh ile mâlik oluncaya veya o adam diğerini azâd edinceye kadar, şüphesiz o adam o cariyelerin ikisinden biri ile cima edemez, ikisinden birini şehvetle öpemez ve şehvetle yapı-şamaz. Bunda asıl, Allah Teâlâ' (C.C.) nın:
«Size analarınız ve kızlarınız... h«râm kılındı.» [60] âyetinde olan, üzerine «iki kız kardeşi bir arada almanız.» kavlî şerifidir. Ondan sonra onların tahrîmlerinden murâd bi'1-icmâ şehveti kaza ve şehveti kazanın se-bebleri hakkında tahrîmleridir.
Erkeğin erkeği bir tek i zât ile öpmesi ve kucaklaması mekruhtur. Eğer erkeğin üzerinde gömlek veya cübbe olursa, onun öpmesi ve kucaklaması mekruh olmaz. Atâ'dan nakledildiğine göre :
İbn Abbâs' (Rh.A.) a kucaklaşmak (muânaka) dan soruldu. İbn Abbâs (R.A.) dedi ki: Muânaka edenlerin ilki Hz. İbrahim halîlu'r-Eah-mân'dır. O kucaklaşma Mekke'de vâki olmuştur. Mekke'ye Zü'1-Kameyn geldi. Ebtah denen yere ulaştığı zaman, Zü'I-Karneyn'e, bu beldede Hz. İbrahim halil ur-Rahmâıı vardır, dediler. Bunun üzerine Zü'1-Karneyn; benim, içinde İbrahim halîlu'r-Kahmân olan bir beldede hayvana binmem uygun değildir, dedi. Zü'1-Karneyn atından indi ve İbrahim Aley-his-salâtu ve's-selâma yaya gitti. Hz. İbrahim Zü'1-Karneyn'e selâm verdi ve onu kucakladı ve muânaka eden kimselerin ilki oldu.
Muânakadan nehiyde ve caiz görülmesinde bir çok hadîs-i şerîf vâ-rid olmuştur. Şeyh Ebû Mansûr el-Mâturîdî (Rh.A.), ikisi arasını bulup demiştir ki: Mekruh olan rnuânaka şehvet veçhiyle olan muânakadır. İkram ve ağırlamak veçhiyle olan muânaka ise caizdir.
Şeyh İmâm Şemsü'd-Dîn es-Serahsî (Rh.A.) ve Müteahhirînden bazısı teberıük için âlimin veya ehl-i takvanın elini Öpmeye izin vermişlerdir. [61]
Eğer erkeğin üzerinde gömlek veya cübbe olursa, onun Öpmesi ve kucaklaması, takolaşmasi (musâfanası) gibidir. Çünkü tokalaşmak mekruh değildir. Zira Enes İbra Mâlik' (R.A.) dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Biz ResûlüUah' (S.A.V.) e,'«Bizim bazılarımızın bazılarımız için eğilmesi caiz midir?» dedik, ResûlüUah, «Hayır!» buyurdu. «Bazımızın bazımızı kucaklaması caiz midir?» dedik. Resûlüllah, «Hayır!» buyurdu. Yine; «Bazımızın bazımızla tokalaşması caiz midir?» dedik ResûlüUah, «Evet!» buyurdu.
Hâlis azirenin satılması mekruhtur. Azire, insan tersidir. Sahih kavilde toprak ile veya azireye gâlib kül ile karıştırılmış olduğu halde, hayvan tersinin satılması gibi, satılması sahîh olur. Nitekim sahih kavle göre, hayvan tersinin satılması sahilidir. Azirenin karıştırılmış ola-myle faydalanmak sahîh kavilde caizdir. Hidâye'de âahî böyledir. Zey-laî (Rh.A.) demiştir ki: «Sahîh olan, İmâm A'zanV (Rh.A.) a göre, hâlis insan tersi ile faydalanmak caizdir.»
Alacaklı olan Müslümanm borçlu olan kâfirin şarap parasından borcu alması caizdir. Müslüman bunun aksinedir. Yani bir Müslüma-nın bir kâfirden alacağı olsa, borçlu olan kâfirin şarabı satması ve alacaklı Müslümanm o parayı borcu için alması caizdir. Eğer şarabı satan borçlu, Müslüman olsa, o şarap parasının borç için alınması caiz olmaz. Çünkü şarabın satışı bâtıldır. Parası Müslifmana haramdır:
Mushaf-ı şerifin süslenmesi caizdir. [62] Çünkü bunda Mushafa ta'zîm vardır. Aşrlenmesi ve noktalanması da caizdir. Çünkü kırâetler ve âyetler tevkifidir. Onda reye yol yoktur. Şu halde aşrlenmesi ile âyet hıfz olunur ve nokta ile i'râb.hıfz olunur. Çünkü Kür'ân'ı ezberlenmemiş olan Acemî onu ancak nokta ile okuyabilir. İbn Mes'ud' (R.A.) dan, Resûlüllah (S.A.V.) in «Kur'ân'ı tecrîd ediniz.» dediği rivayet edilmiştir. Bu onların zamân-ı şeriflerinde idi. Çünkü onlar Resûlüllah' (S.A.V.) dan, ona indirildiği biçimde naklederlerdi. Okumak onlara kolay idi. Onlar noktalan i'râb hıfzına ve_ ta'şîri âyetlerin ezberlenmesini bozacağını sanırlardı. Bizim zamanımızda olan Acemî (yani Arab olmayan kimse) ise onlar gibi değildir. Şu halde noktalamak ve aşirlemek güzel bulunup beğenilir. Bun-clan dolayı sûre adlarını ve âyetlerin sayısını yazmakta mahzur yoktur. Her ne kadar sonradan ortaya çıkmış ise de güzel bulunup beğenilmiştir ve nice şey vardır ki zaman ve mekânın değişmesiyle değişir. Nitekim İmâm Temurtâşî (Rh.A.) de böyle demiştir.
Zimmînin mescide girmesi caizdir. [63] Mekruh değildir. İmâm Mâlik (Rh.A.) ve İmâm Şafiî' (Rh.A.) ye göre, mekruhtur. Hasta olan zimmînin ziyaretine gitmek de caizdir.
Hayvanların hayalarını çıkarmak, eşeği kısrağa çekmek ve hastaya şırınga (hukne) yapmak, câriye, ümmü veled ve mükâtebem'n mah-remsiz yolculuk yapması caizdir. Çünkü bunları bineğe bindirirken uzuvlarını tutmak, mahremi tutmak ve dokunmak gibidir. Kâfî'de denmiştir ki: Bu mesele Sahabe zamanında ehl-i salâh çok olduğu için caiz olmuştu.. Bizim zamanımızâa ise ehl-i fesâd çok olduğu için caiz değildir. Nih.âye'de de Şeyhu'l-İslâm' (Rh.A.) a nisbetle böyle zikredilmiştir.
Amcanın, kardeşin, ananın ve sokakta bulunan ma'sûmun mü-rebbîsinin, himayelerinde olan çocuk için, o çocuğa lâzım olan şeyi satın ahvermesi caizdir. Bunun aslı şudur: Küçük çocuk için olan tasarruflar üç çeşittir.
Birinci çeşit, sırf faydadır. Elinde küçük çocuk olan kimse, o küçüğü o hâlis faydaya mâlik kılar. Gerekse o kimse, küçüğün velîsi olsun, gerekse olmasın. Meselâ hibe ve sadakanın kabulü gibi. Eğer küçük çocuk mümeyyiz olursa bizzat kendisi mâlik olur.
İkinci çeşit, sırf zarardır. I'tâk ve talâk gibi. Küçük çocuk ve onun elinde olduğu kimse o talâk ve itâka mâlik olmaz.
Üçüncü çeşit, fayda île zarar arasında mütereddiddir. Tefecilik (is-tirbâh) için satmak ve kira gibi ki buna ancak küçük çocuğun babası ve dedesi mâlik olur ve onların vasileri mâlik olur. Her ne kadar o küçük çocuk babasının ve dedesinin ellerinde değil ise de. Çünkü o çocuğa velî olmaları, hükmüyle mutasarrıftırlar. Küçük çocuğun kendi ellerinde olması şart kılınmamıştır. Kâfi'de böyle zikredilmiştir.
Küçük çocuk için süt ana kiralamak birinci çeşittendir. Bunda dördüncü bir çeşit daha vardır ki nikâh etmektir. Nikâh etmek asabe-nin hepsinden ve asabe olmadığı vakitte zevü-erhâmdan caiz olur. Nikâh bölümünde inşâallâh açıklaması gelecektir,
O küçük çocuğu yalnız anasının, başkasına kiralaması caizdir. Zikredilen kimseler bu kiralamaya mâlik olamazlar. Çünkü ana onu istihdam etmekle karşılıksız (bedelsiz) onun menfaatlerini yok etmeye mâlik olur. Bu mesele el-Câmiu's-Sağîr'in rivayetidir. Tahâvî şerhinde denmiştir ki: Küçük çocuğun malında velilik babanındır ve babanın vasisinindir. Ondan sonra vasînjft vasisinindir. İmdi eğer baba vefat etse ve bir kimseyi vasî eylemese velayet dedesintndir. Ondan sonra o vasinin vasisinindir. Eğer bunlardan biri yoksa velayet kâdînindir ve kâdînin ta'yîn ettiği kimsenindir. Bu zikredilen velîlerin hepsi için küçük oğlan ve kızın malında rna'rûf ile ticâret velayetleri vardır. Onların, nefs ve malın hepsinde kiraya vermek velayeti vardır. Onların menkûlât ve akârattaki satışları ve kiraya vermeleri kıymetinin misli ile olursa veya insanların aldana geldikleri miktarın benzerî kıymetinden daha az olursa caiz olur. Eğer çok aldanma ile olursa caiz olmaz ve küçük çocuğun idrâkinden sonra icazet üzere tevakkuf olunmaz. Çünkü bu bir akddir ki onun için icazet veren yoktur. Zikredilen kimselerin ' küçük çocuk için kiralamaları ve satın almaları da böyledir. Eğer ma'-rûf miktar üzere olursa velîler için geçerli olur. Küçük oğlan ve kıza olmaz. Eğer küçük oğlan ve kız kira müddetinde, müddet bitmezden önce idrâk ederse hüküm böyledir. Eğer kiraya vermek nefs üzere olursa o küçük çocuk için muhayyerlik vardır. Dilerse icâreyi iptal eder, dilerse hoş görür ve eğer icâre, emlâki üzere olursa o küçük çocuk için muhayyerlik yoktur.
Muhit sahibi Fevâid'inde : Şayet baba veya dede veya kâdî küçük çocuğu işlerden bir işde icar eyleseler, bu icar ancak ecr-i misi ile olursa caiz olur, denilmiştir. Hattâ onlardan biri o küçük çocuğu ecr-i mislinden daha az ile kiraya verse caiz olmaz. Sahih olan kavi şudur ki daha az ücret ile de olsa icâre caiz olur.
Şemsu'l-Eimme (Rh.A.), «Vekâlet Bölümü» nde şöyle demiştir: Baba küçük çocuğunu ödünç verebilir. Küçük çocuğun malını ödünç veremez. Yine demiştir ki: Bunun yorumu; şayet bu ödünç verme zanaat öğrenmek için olursa, onu ustaya verir ve o küçük çocuk ustasına hizmet eder. Fakat bunun aksi olursa caiz olmaz, El-Fusûl el-İmâdiyye'-de böyle zikredilmiştir.
Sıkılmış üzüm şırasını, şarab yapan kimseye satmak caizdir. Çünkü ma'siyet ayniyle kâim olmaz. Belki değişmesinden sonra olur. Ehl-i fitneye silâh satmak bunun aksinedir. Nitekim daha önce geçti.
Zimmînin şarabını ücretle götürmek caiz ölür. İmâmeyn (Rh.Aley-himâ) aksi görüştedir.
Kentlerde ve köylerimizde Meçûsîye, Beyt-i nâr (ateş-gede); Yahû-dî ve Nasârâya Havra ve Kilise edinmeleri için ev kiraya vermek câîz değildir.
Musannif «köylerimizde» demiştir, çünkü İmâm A'zam' (Rh.A.) in, zikredilen şeyi çevre yerlerde (sevâdda) caiz gördüğü nakledilmiştir. Fukahâ demişlerdir ki: İmâm A'zam' (Rh.A.) m sevâd ile muradı Küfe çevresi (sevâdı) dir. Çünkü halkının çoğu ehl-i zimmettir. Fakat bizim ülkemizin çevresinde İslâm alâmetleri zahirdir. Şehir gibi orada da oturamazlar. Sahîh olan söz de budur. Kâfî'de böyle zikredilmiştir.
Mekke-i Mükerreme'nin evlerinin binasını satmak bi'1-icmâ caizdir.
Çünkü Mekke'nin evleri bina edenin mülküdür. Görülmezini ki, bir kimse vakî arazîsi üzerine bina yapsa satılması caiz olur. İmdi Mekke-i Mükerreme'nin evleri de böyledir.
Mekke'nin arazîsinin satılmasında ihtilâf edilmiştir. Ebû Yûsuf ve Muhammed (Rh.Âleyhimâ), arazînin satılmasına cevaz vermişlerdir. Bu söz İmâm A'zam' (Rh.A.) dan iki rivayetin biridir.
Kölenin kaçmaması ve karşı gelmemesi için ayağına bukağı takmak caizdir. Boğazına halka ve zincir takmak caiz değildir. Çünkü bu zâlimlerin âdetidir.
Künye adlı kitabda denmiştir ki: Boğazına bukağı koymak yani kölenin boğazına demir halka takmakda - zamanımızda çok kere kaçtıkları için - özellikle Hintlilerde mahzur yoktur.
Kölenin tacir olduğu halde hedîyyesini kabul ve da'vetine icabet ve hayvanını ödünç almak caiz olmuştur. Kıyâsen hepsi caiz olmamak idi. Çüntfü hediyye teberrudur. Köle ise teberru ehli değildir. Lâkin is-tihsânen, zaruret için az bir şeyde cevaz verilmiştir. Çünkü o köle o az bir teberrudan. kurtulamaz. Meselâ ziyafet gibi ki, ona yol hazırlığı yapan kimseler gelip toplanırlar ve nice âmillerin kalblerini çeker. İmdi bunlar ticâretin zarûretlerindendir. Bir kimse bir şeye mâlik olsa, ~ o şeyin zarûrâtmdan olana da mâlik olur.
Köleye elbise giydirmek, altın ve gümüş hedîyye etmek, zaruret bulunmadığı için mekruh olmuştur.
Hadım kullanmak da mekruhtur. Zira onda insanları hadım istihdamına teşvik vardır. Çünkü hadımın kadınlar arasına karışması uygun görülmez.
Bakkaldan dilediği şeyi almak için bakkala borç para vermek mekruhtur. Çünkü bu borç (ödünç) menfaat çeken borçtur. Halbuki bu yasak edilmiştir. Uygun olan şudur ki-: Bakkala bir miktar para emânet koyup dilediği şeyi parça parça bakkaldan almaktır. Çünkü bu borç değildir. Hattâ kaybedilse veya yitirilse, bakkaldan bir şey alamaz.
Satranç ve tavla île oynamak ve her oyun, yani nefsin arzu ettiği oyunlar mekruhtur. Çünkü îtesûiüllah (S.A.V.) :
«Âdem oğlunun her oyunu haramdır. Ancak üç oyun haranı değildir : Karısı üe oynaşmak, atını ta'lîm etmek ve yayı Âle ok atışmak.»
buyurmuştur.
İmâm Şafiî (Rh.A.), kumarsız ve vâcib olan şeylerin korunup gözetilmesini bozmaksızın, satranç İle oynamayı mubah görmüştür Çünkü satrançta aklı keskinleştirmek vardır. Bunun üzerine hüccet bizim rivayet ettiğimiz hadîs-i şeriftir.
Ok atyp yanşmakda, at ve deve yarışı yapmakda mahzur yoktur.
Eğer ikisinden biri diğerine,* sen beni geçersen sana şu kadar şey veririm ve eğer ben seni geçersem benim için bir şey lâzım değildir, demekle bir taraftan mal şart kılındı ise mahzur yoktur. Çünkü Resûlül-lah (S.A.V.) :
«Yarışma ancak devede olur veya ok atmada olur veya atta olur.»
buyurmuştur.
İkisinden biri diğerine; «Eğer senin atın geçerse ben sana şu kadar vereyim ve eğer benimki geçerse sen bana bu kadar şey ver» demekle yarışma haramdır.
Ancak o ikiye üçüncü bir kimse katılıp bu ikisi ona; «Eğer sen bizim ikimizi geçersen malın ikisi de senin olsun ve eğer biz seni geçersek senin bize bir şey vermen gerekmez.» demekle haram olmaz. Lâkin o ikisinden hangisini geçerse şart kılınan malı o alır. Keza Fıkıh okumak için bahse girişmek de böyledir. Hangisi doğruyu bilirse malın ona verileceği şart kıhmrsa sahilidir. Eğer malı ikisinden her biri için şart kılarlarsa, yarışmada caiz olmadığı gibi, burada da caiz olmaz.
Dua eden kimsenin: .
«Senden arşının şeref kürsîsi hakkına istiyorum.»
demesi mekruhtur. (Ma'kad) lâfzı iki ibare ile rivayet edilir: Birinci rivayet (Akd) dan (ma'kad) şeklinde ve ikinci rivayet (Kuûd) dandır. Ma'nâsı, Allah Teâlâ (C.C.) üzerine muhal olduğu için, ikinci rivayetin kerahetinde şüphe yoktur. Yine böylece birinci rivayet de mekruhtur. Çünkü o Allah Teâlâ' (C.C.) nın izzetinin arşa müteallik olduğu vehmini verir. Halbuki arş hadîstir. (Sonradan meydana gelmedir.) Buna göre arşa müteallik olan da bizzarûre hadîs olur. Allah Teâlâ' (C.C.) nın izzeti ise kadîmdir. Ondan ezelen ve ebeden ayrılmaz. İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.) : «Bu duada mahzur yoktur.» demiştir. Fakîh Ebu'1-Leys (Rh.A.) de: Mahzur Qlmamayı tercih etmiştir. Çünkü rivayet edilmiştir ki: .
«Allahım ben Senden arşının şeref noktası, kitabının rahmetinin sonu, yüce kudretin ve tam kelimelerin hakkı için istiyorum.» duası, Resûlüllah' (S.A.V.) in duasından idi. Belki bu iki duanın caiz olmasındaki sır, izzeti arşı sıfat kılmak caiz olmasıdır. Çünkü arş, Kur'ân'da mecd ile ve kerem ile mevsûftur. Keza izzet Ue de nıevsûftur. Bir kimseye gizli değildir ki şüphesiz, her ne kadar Allah Teâlâ (C.C.) arşdan müstağni ise de, o heybet ve keraâl-i kudret yeridir.
Yine duâ eden kimsenin «Fülânm hakkı için» demesi mekruhtur.
Keza, Peygamberlerin hakkı için veya Velîlerin veya Resullerin hakkı için veya Beyt'in ve Meş'ar-ı Haram hakkı için demesi mek-rûhtur.Çünkü Allah Teâlâ (C.C.) üzerinde halk için hak yoktur. Allah Teâlâ (C.C.) dilediği kimseyi, üzerine vâcib olmaksızın rahmetine muh-tas kılar.
Eğer bir adam başkasına «Allah hakkı için veya Allah için şöyle yapasın» dese, her ne kadar o şeyi yapmak evlâ ise de, o şeyi yapmak şer'an onun üzerine vâcib olmaz.
Bir şehirde olan insanın ve hayvanın azığını alıp o şehrin halkına zarar yerecek kadar habsetmek mekrûtftur. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.):
«Alıp getiren (câlib) merzûktur ve muhtekir (karaborsacı) mel'" undur.» buyurmuştur. Çünkü o azıkda kamunun hakkı vardır ve o azığı satmakdan kaçınmakda da o belde halkının haklarını ibtâl olduğu için ihtikâr mekruh olmuştur. Şu halde kâdînin, o muhtekirin kendisinin ve .ehlinin azığından fazlasını satması için emir vermesi vâcib olur. Eğer satmazsa kâdî o muhtekiri cezalandırır. Sahih kavi şudur ki, eğer satmakdan kaçınırsa, kâdî onu - İmamların ittifakı üzere - satar.
O azığı hapsetmenin müddeti kırk gündür. Bazısı «Bir aydır» demistir. Bu müddet muhtekirin dünyâda cezalandırılmış olması hakkındadır. Lâkin müddet her ne kadar az olsa da günahkâr olur.
Kendi arazîsinin ürününü ve başka kentten kendisinin getirdiği ürünü satması ihtikâr değildir. Çünkü bu kendisinin hâlis hakkıdır.
Ona kamu hakkı tealluk etmez.
Kâdî fiat koyma/, ancak eğer satıcılar maiın kıymetinden çok fazla aşırı fiatla satarlarsa, ehl-i reye (Bilirkişi) danışarak fiat koyar.
Güvercin kuşlarını tutup alıkoymak, eğer insanlara zarar verirse mekruhtur. Bunu Kâdîhân (Rh.A.) zikretmiştir. El-Künye'de zikredilmiştir ki: Bir kimsenin mülkünde güvercinleri olup dam üzerine çıkar, Müslümanların gizli hallerine muttali' olduğu halde o güvercinleri uçursa ve bu güvercinleri uçurmakla insanların camlarmı kırarsa, o kimse cezalanır ve şiddetle menedilir. Eğer bu işi bırakmazsa, o güvercinleri muhtesib (kolcu) keser.
Müslüman olan kimseye, tırnakların! Cuma günü kesmek müste-habdir. Kâdîhân (Rh.A.) der ki: Bir adam tırnaklarını kesmek ve başının tıraşı için Cum'a gününü vakit ta'yîn etse, Fukahâ demişlerdir ki; O kimse tırnaklarını kesmeyi ve traş olmayı Cuma'dan başka günde caiz görüp, o güne aşın bir geciktirme ile ertelese mekruh olur. Çünkü tırnakları uzun olan kimsenin rızkı dar olur. Eğer haddi tecâvüz etmeyip Cumayx seçmekle teberrüken ertelerse müstehab olur. Çünkü Hz. Âise (R.Anhâ) Resûl-i Ekrem' (S.A.V.) in şöyle dediğini rivayet etmiştir :
«Bir kimse tırnaklarını Cuma günü keserse, Allah Teâlâ o kim-şeyi diğer Cumaya kadar ve Cumadan da üç gün fazla belâdan emîn kılar.»
Bir Müslüman, her haftada bir kere etek traşi olup ve bedenini yıkanmakla temizlenmesi müstehabdır. El-Kunye'de denmiştir ki: Ef-dal olan, her haftada tırnaklanın'kesip ve bıyığım kırkıp ve bedenini yıkamakla temizlenmektir. Eğer her haftada yapamazsa on beş günde bir kere yapmak gerekir. Kırk günden sonra terkinde özr olmaz. Şu halde efdal olan, her haftada ve ortası onbeş gündedir. En, uzağı kırk gündedir. Kırk günden fazlasında özür olmaz. Vaîde (azab tehdidine) müstehak olur. [64]
Muhît'de zikredilmiştir ki : -Ömer 1). el-Hattâb (R.A.) hazretleri:
Eğer düşman arazîsinde tırnaklarınızı uzatırsanız, şüphesiz uzun tırnaklar silâhtır, diye yazmış. Her ne kadar tırnakları kesmek temizlik-den ise de, mücâhidin dâr-ı harbde tırnak uzatması mendûbdur. Çünkü eğer mücâhidin elinden silâh düşerse ve ona düşman yakın olursa, bazan mücâhid tırnakları ile düşmanı savmaya kadir olur. Tırnakları dâr-ı harbde uzatmak, bıyığı kırkmamanın benzeridir, ki sünnettir ve gâzî hakkında dâr-ı harbde uzatması, düşmanın gözüne çok heybetli görünmek için mendûbdur.
Bîr adam namaz ilmini veya ibâdetlerle ilgili olan şeyleri insanlara öğretmek için öğrense ve diğer bir adam da onlar ile amel etmek için Öğrense, birinci adam ikinciden efdaldir. Çünkü halka öğretmenin faydası daha çoktur. Haberlerde vârid olmuştur: Bir saat ilim müzâkeresi bir geceyi (nafile ibâdetle) ıhyâ etmekten efdaldir. Fetâvây* Kâdîhân'-da böyle zikredilmiştir. Yine adı geçen Fetâvâ'da denmiştir ki: Bîr adam ana - babasının izni olmadan ilim öğrenmeye çıksa bunda mahzur yoktur. O kimse ana - babasına âsî olmuş olmaz. Bazıları demiştir ki: Ana - babasının izni olmadan ilim Öğrenmeye çıkması sakallı adam olursadır. Eğer tüysüz genç olursa, çıkmaktan menedilmesi gerekir. Kâdıhân* (Rh.A.) in ilim ile muradı şer'î ilimdir ve şeriatta kendisiyle faydalanılan ilimdir. îlm-i kelâm ve ,onun benzeri değildir. Nitekim İmâm Şafiî (Rh.A.) : «Allah Teâlâ' (C.C.) nın bir kulunu kebâirin en büyüğüne atması, ilm-i kelâma atmasından hayırlıdır» demiştir. On-larm zamanında kullanılan ilm~i kelâmın hâli böyle olduysa, felâsife-nin hezeyanları ile karışık, yaldızlı, boş ve faydasız şeylerin arasında viran olan kelâmı ne sanırsın!
Yine Kâdîhân (Rh.A.) demiştir, kî: Bir adam, fülân kimsenin kötülük (münker) işlediğini bilse, bu hâli onun babasına yazıp bildirse caiz midir? Fukahâ demişlerdir ki: Eğer babasına yazılsa, babası o kimseyi o münkerden menedeceği ve men'ine kadir olacağı bilinirse, onun için babasına yazılsa helâl olur. Eğer babasının menetmeye kadir olduğu bilinmezse, ikisi arasında düşmanlık vâki olmasın diye, yazmak caiz değildir. Yine iki adam arasında ve sultân ile tabası ve hizmetçileri arasında da böyledir. Emr bi'1-ma'rûf ancak, eğer onların ada-ını dinleyecekleri bilinirse vâcib olur.
Şayet bir adam oruç tutar, namaz kılar da eliyle ve diliyle de halka zarar verirse, onun kötülüğünü söylemek gıybet olmaz. Eğer onun azarlanması ve menedilmesi için Sultâna ihbar edilse, ihbar eden günahkâr olmaz. Bir adam bir Müslüman kardeşinin kötülüklerini, Önem vererek ansa bu gıybet olmaz. Ancak öfke ile anıp sövmeyi murâd ederse gıybet olur.
Hafız'EbüTLeys' (Rh.A.) den şöyle dediği hikâye edilmiştir: Ben uç şeyin hakkında fetva verir idim, onlardan döndüm. Birincisi şudur: «Muallimin Kur'ân öğretmek üzere ücret alması helâl olmaz.» İkincisi; «Âlim olan kimsenin sultânın yanına girmesi uygun olmaz.» Üçüncüsü de, «Köy halkı ona bir şeyler toplamaya kalkıştıkları için, âlim olan kimsenin köylere çıkıp gezmesi ve onlara hatırlatması uygun değildir» diye fetva verir idim. Bu üç fetvanın hepsinden döndüm, demiştir.
Akrabayı ziyaret (sıla-ı rahm), gerekse bir selâmla ve tahiyyâtla ve hediyye ile de olsa, vâcibdir. Bir kimsenin akrabasına yakınlık göstermedi onlara ihsan edip lütufla muamele etmesi ve onlar ile oturup konuşması ve yakınlarını, günden güne ziyaret etmesi vâcibdir. Çünkü baları ziyaret, ülfet ve sevgiyi artırır. Belki akrabasını her Cuma veya ayda bir ziyaret eder.
Her kabile ve aşiret kendilerinden başka kimse üzerine hak izhâr etmekte, yardımlaşıp ve azıklaşmada bîr tek el gibi olur ve bazısı bazısının hacetini reddetmez. Çünkü reddetmek insanlar arasında ilgi ve ilişkiyi keser.
Hadîs-i şerüde vârıd olmuştur ki: «Akrabayı ziyaret (sıla-ı rahm) ömrü uzatır.»
Diğer bir hadîsde, «Akraba ile ilgiyi kesen kavm üzerine melâike inmez.» Bazı hadîslerde de vârid olmuştur ki: «Şüphesiz Allah Teâlâ (C.C.) hazretleri rahmini sıla eden kimseye sıla eder ve rahmini (yani akraba ile ilgisini) kesen kimseden de ilgisini keser.» AUahu a'lem. [65]
Konular
- Müste'men Babı
- Dâr-I İslâm Ve Dâr-I Harb İle İlgili Bir Tamamlama
- Vazifeler Babı
- Cizye Hakkında Bir Fasıl
- Mürted Bâbı
- (İslâm Dînînden Dönen Kimse)
- Âsiler Babı
- Boş Ve Sâhibsiz Arazînin İhyası Bölümü
- Sular Hakkında Bir Fasıl
- Şirb Suyu:
- Şuf'a Suyu:
- Kerâhiyyet Ve İstihsân Bölümü
- Yemek, İçmek, Altın Ve Gümüş Kap Ve Eşya Kullanmak Ve Bazı Mahzurlu Şeyler Hakkında Bir Fasıl
- İpek Elbise Giymek, Altın Ve Gümüş İle Süslenmek Ve Yüzük Takmak Hakkında Bir Fasıl
- Kadın Ve Erkekde Bakılması, Dokunulması Caiz Olan Ve Olmayan Yerler Ve Azl Hakkında Bir Fasıl
- Çeşitli Konular Hakkında Bir Fasıl
- Küfür Sayılan Ve Sayılmayan Şeyler Hakkında Bir Fasıl
- Yahudi, Hıristiyan Ve Putperestin Müslüman Olmasi Hakkinda Bir Fasıl
- Nikâh Bölümü
- Velî Ve Küfüv Babı
- Velî'ntn Hükümleri :
- Küfüv'ün Hükümleri:
- Memr Babı
- Kölenin Ve Kâfirin Nikâhı Babı
- Kölenin Nikâhı:
- Kâfirin Nikâhı :
- Kasm Babı
- Süt Emme Bölümü (Radâ')
- Boşama Bölümü (Talâk)
- Boşamanın Yapılması Babı