Osmanlı Hanımlarının Ev İçi Ve Dış Giyimi
Sevgili Özer Şenler büyüğümün kerimeleri hanımefendi bir telefon görüşmemizde dediki, aman metin Amca, çalışmanızdan haberdarım, istirhamım bizim Osmanlı klâsik târihlerinde kadın giysilerinden pek bahsedilmez. Lütfen bu kafileye siz de, iştirak etmeyiniz. Demek suretiyle pek yerinde olduğunu hissettiğim bir ikazda bulundular. Fakat, çalışmayı editörüme vermeyi vaad ettiğim gün de gelip çatmıştı. Bu bakımdan dağarcığım da bulunan bilgilerden bir demetle iktifa etsemde alışılmışın dışına çıkmayı bu hanımefendi kızımın ikazı ile yapmış olmanın teşekkürünü etmeden geçemeyeceğim.
Osmanlı hanımları tabiiki giyim ve kuşam anlayışında, kendileri bizzat Kur'an-ı Kerim' den okumasalar bile ulemânın ve imam efendilerin kendilerine ulaştırdıkları bilgilerle tesettür âyetlerine uygun giyim şartlarını oluşturmaya çalışmışlardır. Bu espri içinde husule gelen biçimlerde zaman içinde, bilgiden ve gerektiği ahkâmdan bihaber olarak gele nekselleşme vücuda geldiği görülür. Meselâ; annem böyle giyiniyor, demek ki olması ge reken bu! Deyip, onlar gibi giyim problemini halletme yoluna gitmişlerdir. Giyim hususu dâima başkalarından beğenmek suretiyle edinüdiğinden bu kaidenin islâm kadınlarında da aynen cereyan ettiğini söylemeden geçemeyiz.
Devlet-i ebed müddet anlayışı içinde Osmanlı hanımefendileri ve en basit kadın giyimleri islâm çizgisinde hayat süren Devlet-i Selçukî'ye hanımefendilerinin çizgisini sürdürmekden hiç de imtina etmeyip, tatbik etmişlerdir. Yine de, harp ve sulhların getirdiği göze hoş ve şer'! şerife mugayir olmayan dış kıyafetler tercih olunmuş, iç kıyafetlerdeyse şarkın kendine has gizliliği olan ev ve yatak hayatı genel olarak meknuz ve hafi tercihi üzerinde yoğunlaşıldiğından, bu hu-susda târih perspektifinde verilen bilgilerin çoğu, siradişi hayatı olanların olup, dışlandıkları toplumu kendi süfli yaşayışlarının aynını yaşamakta olduğu intibaına, sonraki nesilleri inandırma gayretine matuf olup, bilerek veya bilmeyerek islâm düşmanlarının da ekmeğine yağ sürmüşlerdir.
Kültür bakanlığının bu mevzuda l/Eylül/2002'de yayımladığı bir araştırmada şu ifadeleri bulmak kabildir. Biz bu değerli makaleden bir takım aynen aktarmalar zaman zaman da özetlemek suretiyle sahifemizi süsleyelim: "Türk kadın giysinin en önemli özelliği, yüzyıllar boyunca aynı geleneksel çizgiyi koruması ve sokakta giysinin kumaşı dışında kişilerin maddi gücünü yansıtan veriler taşımamasıdıı: Kadınların 12. Ve 14. Yy'lardaki giysileriyle başlıkları konusunda bilgiler, çini, taş eserler ve minyatürlerdeki betimlemelerden (görüntülerden) alınabilir, Selçuklu kadınlarının ev giysileri gömlek, şalvar ve entariden oluşur. Şalvarlar bol paçalı, entariler uzun bol kollu yakasız üe genellikle önden açıktır. Çoğu kez etek uçları, öndeki yırtmaç veya açık olan ön kısım geniş biyelerle çevrilmiş, kolların üst bölümüne Arap giyim kültürünün bir öğesi olan tiraz denilen bantlar konulmuştur. Selçuklu kadınları bol enta rilerine,bellerine taktıkları kuşak yada kemerlerle, dizkapağı ile topuk arasında bir uzunluk vermişlerdir; giyimlerini çeşitli süslerle zenginleştirirler. Bunlar diademler, küpeler, inciler, bilezikler, ve ayak bileklerindeki ha inallardır
Büyük Selçuklu devri kadın giysileri konusunda bilgi veren kaynaklardan biri, İran'ın önde gelen seramik merkezi olan Rey'de bulunan, 12. ve 13.Yy.Harda perdah tek niğinde yapılmış tabaktır. Bugün metropolitan Muesum of artta sergilenen bu tabak taki kadın'ın uzun saçları örgülüdür Başında inci sırası oe alnın ortasına rastlayan yerinde yuvarlak taşta dizisi süslenmiş bir diadem vardır. Kulağında birbiri altından sarkan üç halka ile zenginleştirilmiş küpe, üzerinde önden açık bir entari bulunur Kadın figürün entarisi bou-nundan aşağıya doğru v biçiminde açıktır; kollarının üst kısmında şerit vardır.
13.Yy.başlarında Konya'da hazırlanmış Varka ve Gülşah adlı aşk romanındaki minyatürler, Anadolu Selçukluları devrindeki giysiler açısından önemli bir kaynaktır.
Kadın ve erkek giysileri arasındaki ilk göze çarpan ayrım, kadınlarda görülen inci kolyeler ile incili veya alnın üstünde tek taşla taçlandırılmış diademlerdir. Sevgililerin ikisi de, aynı boyda entariler giymişlerdir. Gülşah'ta paçaları geniş şalvar ve küçük yüzlü ayakabıtar vardır; entarisinin yakası V kesimlidir ve yakasından inci dizilen görülür. Başında alnın üst bölümünde yaprağa benzer bir taş dikkati çeker
Güişah gerektiğinde erkek gibi giyinip savaşa gider. Kadın figürlerin gayet açık giysilerle betimlendiği ve eğlencelerde kadınlı erkekli gurupların bir arada bulunduğu halkın bazı kervansaraylarda kadın okuyucuları dinledikleri, seyrettikleri düşünülürse, Selçuk'tu kadınlarının son derece özgür oldukları anlaşılır. (Bu figürlerin gösterdiği motifler ve beraberlikler bütün toplumu değil, o dönem ressam ve sanatçılarının şahsi görüşlerini ve tasvirlerini toplumun hayat tarzı olarak kabullenmek ne derece doğru bir harekettir, umumiyetle sanatkârlar toplumdan farklı bir düşünce tarzı içinde olduğu hatta bu düşüncesinin tatbikatı toplumla arasında bir farklılık meydana getirmiştir, bu gün bile bu hâl rastlanan hallerden olduğunu hatırlatmadan geçemiyorum. Hele o çağlarda resim hakkındaki ihtilaf, minyatür sanatının gelişmesln de rol oynamıştır. Bu bakımdan minyatüre yönelenler aslında resim yasağından buna gelmişlerdir. Toplumun adet ve geleneklerini değiştirmek bu ressamların fikri anlayışında bir anarşi meucud olduğunu göz ardı etmemek lâzımdır,M,H) 13.Yy'ltn ortalarında Musul'da resimlendirilmiş "Kitab el Tiryak"ın saray sahnesinde dönemin kadın, erkek figürleri bîr arada bulunur. Aynı yapıtın U99'da yapılmış, Paris Bib-liotheque Mationel'deki başka bir kopyasının sunuş sayfasında da kadın figürlerine rastlanır. Kompozisyonun ortasındaki başı taçlı kadının saçları örgülüdür ve iki örgünün uçları geriye atılarak düğümlenmiştir. Kotları şeritle süslü entarisi önden bele kadar açıktır ue geniş parçalar şalvar giymiştir. Kulaklarında inci halka küpeler, boynunda iki sıra altın kolye dikkati çeker. Sahnenin dört köşesinde uçuşan meleklerin giyimi de aynıdır; başlarında taç yerine önü taşlı diadem-ler vardır." Denen çalışmada Sultan Fâtih Mehmed Hân dönemi için saray sanatı olan minyatürlerdeki tasvirleri şöyie nakietmekteler: ".13. Yy.dan itibaren Anadolu topraklarında egemen olan Osmanlılarda kadın, özellikle saray sanatı olan minyatürlerde izlenir. Fâtih Sultan Mehmed (1451-1481) dönemi minyatürlerinde kadınlar,eski Anadolu ve Orta Asya geleneklerini sürdürecek şekilde açık giyimlidir. TSMK'R.989'da kayıtlı, 1460 civarında Edirne'de minyatürle-nen Külliyat-ı Katibi, 15. Yy.Osmanlı saray kesiminin yaşam biçimini ve dönemin giysilerini sunması açısından önemli bir belge nitetiğindendir. Yapıtta yer alan Sultanın meclisinde müzisyen kızların betimlendiği minyatürlerde Suttan'm çevresinde içki ve yiyecek sunan hizmetliler, resmî görevli- ter, kadınlı erkekli müzisyenler yer alır. Resmin giysi yönünden en ilgi çekici tarafı kuşkusuz başlıklarıdır Başka çevrelerde rastlanılmayan bu başlık, erken Osmanlı kadın başörtme biçimi hakkında olduğu kadar, yapıtın târihlenmesi konusunda ip ucu verir. Müzisyen kadınlardan biri cenk, diğeri diğeri tef çalar; kenarda oturansa ellerini çırparak tempo tutmakta-dır.Çenk çalan kadın;arkaya doğru sarkan baş örtüsünün üzerine külahvâri başlık giymiş, alnının üstüne dilimli bir kaşbastı bağlamıştır. Tempo tutan hanımda da aynı tür baştık vardır. Tef çalan müzisyenin başlığı yoktur; uçları omuzlarına değen beyaz örtüsünün üzerine ortası dilimli koyu renk kaş-bastı bağlamıştır. Entarileri küçük yakalı, önden açık ve bele kadar düğmelidir. Fâtih Sultan Mehmed döneminde, Edirne nakkaş ha nesinde kopya edilmiş 1455/1456'ya târihlenen "Dilsuz-nâme" minyatürle/indeki kadınlarda da aynı tür başlıklara rastlanır. Fakat Yy.tın sonunda Sultan 2.Bayezid (1481-1512) döneminde hazırlanan minyatürlerde bu tür kadın başlıklarına rastlanmaz."
İstanbul'un feth olunması; yerleşik düzene geçiş, imparatorluğun sınırlarının genişlemesi ve iktisadî şartların hâli, kadın-erkek dünyasının ayrılmasına ve kadınların sokakda giyecekleri kıyafete kurallar getirildiği görülmüştür. 16.Yy.da yazılı ve resimli gerek yerli gerekse yabancı kaynaklara bakıldığında sokakda giymek üzere; ferace, yaşmak, ve her zaman olmamak şartıyla peçe kullanıldığı görülür. Ferace; önden açık bedeni ve kolları bol, eteği yere kadar uzun, yaka kesimi zaman zaman değişen biçimde olup,16. Ve 17.asırlarda ise genellikle V yaka veyahutda boyunda oturmuş yuvarlaklıkta olup, ön açıklığının iki tarafında yer alan dikey yırtmaç cepli olup sokak kıyafetidir. Yaşmak bayanların, sokakta feraceyle kullandığı genellikle bir parçası baş'dan çene'ye, diğer parçası da çene'den baş'a doğru bağlanan iki bölümden oluşan, feracenin üstünden sarkıtıldığı gibi, yaka'nin içinde de olabilen, zenginlerin ve saraylıların kolalamak suretiyle kullandığı beyaz bir örtüdür.
Bayanlar ile ilgili yabancı yazılı kaynaklardan 16. asrın ilk çeyreğine ait bilgileri genç yaşta esir alınıp 1501'de Osmanlı Sarayına satılan Cenevizli Givaantonyo Menavino'nun kitabından almaktayız. Bayezid-i Velî, Yavuz Sultan Selim devrinde Saray'da iç oğlanı olarak bulunduğunda ve Çaldıran savaşı (1514) sonrasında firar etmeye muvaffak olan ve ülkesine dönebilen Menavino'nun onbeş yılı kapsayan bilgileri arasında hanımların ince bezden barami adı verilen bir giysi ile şehre giderken de yüzlerine at kılından yapılmış bir peçe taktıklarını ifade edip, fakir ve köle kadınların da gözleri gözüksün diye peçe takmadıklarını, diğer kadınların bu konuda cimri olduğunu yazar.
Bir çok ecnebi elçi ve ressamlar 1533'de İstanbul'a gelip dolaşırlar ve bunlardan Flaman yâni Hollandalı bir ressam altı tane gravürle İstanbul ve Balkan memleketlerini görüntülemiştir. Halayıkların bohçaları taşırken verilen görüntülerinde yüzlerinin açık olmasına karşılık onların önünde yürümekte olan hür hanımların yüzlerinde, peçe mevcuddur. Bu ressamın gravürlerindeki şekiller, yukarıda adı geçen Mena-vio'nun yazdıklarıyla hem ahenktir.
Şimdi de Sultan Fâtih dönemi diyebileceğimiz, 1451 iie 1481 seneleri arasındaki zaman diliminde yapılmış minyatürlerde rastlanılan tasvirlerde kadınlarımızın kıyafetleri eski Anadolu ile Orta Asya geleneklerini sergİlediğiyle karşılaşılır. Manuel Serrano Sanz'ın 1905'de Madrid'de yayımladığı ilk baskıda ve daha sonraki baskılarda Andreas Laguna adında bir doktor tarafından kaleme alındığı anlaşılan "Viaje de Tru-quia" adlı seyahatnâmeyse üç kişi tarafından gerçekleştirilen bir sohbetten meydana gelmiştir.
Bunlardan biri olan Pedro, 1552 yılının İstanbuldaki kadın giyim tarzı için sohbet arka daşian Juan ve Mata'ya şunları aktarır: "kadınların büründükleri çarşafların renkleri ve kumaşları değişebilir; kimi bu renk, kimi şu renk, kimi ipekli çuhadan, ama o kadar. Kadınların başörtüleri bir yana, erkekleri kadınları hep bir çeşit giyinirler. Bizde olduğu gibi boyuna giysi değiştirmezler. Kadın veya koca, hangisi erken kalkarsa biribirlerinin el- biselerini giyerbilirler. Terziye elbise sipariş ettiklerinde model meselesi diye bir özenti ortaya çıkmaz. Bunlar elbiseleri asla süslemezler. Yalnız en üste giydiklerine pek ince olan bir astar geçirirler.
Terzi ölçü almaz elbisenin dikileceği kişiyi gören terzi buna bir elbise gösterir. Terziler hem usta hem de ucuzcudur. Elbise de dikiş çok oldukça elbisenin kıymetinin yüksek kabul edildiği bir vak'adır" Yine: 1554 ile 1562 yılları arasında Avusturya elçisi olarak İstanbul'da üç defa b.elçilik görevi ile bulunmuş olan Flaman asıllı Busbek'in, memleketindeki bir dostuna yazdığı mektupda: "kadınların sokağa çıktıklarında-ki gördüğüm kapalılıkları benim onları birer hayalet sanmama sebeb oldu demektedir.
Yine, Busbek ile birlikte aynı dönemi yaşıyan Ressam Melchior Lorics, Kanuni Sultan Süleyman devrinin Osmanlı hayat tarzıyla ilgili çizimleri bulunmaktadır. Bu çizimlerde bulunan dört Türk kızındaki figürlerin giysileri, uzun feraceleri, fes biçimi hotozları ve uçları püsküllü ya da püskülsü. uzun, desenli yaşmaklarıyla devrin hususiyetlerini taşır. Ve de yine:
1596-1597 senelerinin şahidi olan Fynes Morysın seyahatnamesinde bayan giyiminden şöyle söz eder. "Kadınl ince bezden elbiseler giyerler, bilekleri, etekleri, pek iğne işiyle işlidir. Bunun üstüne giydikleri, yine iğne işi süslü, uzun, kolları ve göğüsler dar mantoları, boyunlarını çıplak bırakacak biçimdedir. Çorap ve ayakabılan, çoğunlukla açık renk, deriden, altın ve gümüşle, eğer daha zengin ve önemli bir kişinin hanımları iseler, mü cevherlerle süslüdür. Saçlarını alışılmamış bir biçimde örüp, inci, altın çiçekler, mücevherler ve ipek iğne oyalan ile süslerler." Diyen bütün yabancılar gibi, Moryson da, Osmanlılarda kadınların elbiseleri ile erkeklerinin elbiselerinin birbirine çok benzediğini ifade ettiği gibi, nereye giderse gitsin, hiç bir Türk kadınının evinin dışında başını açmadığını yazmaktan kendini alamamıştır.
Sultan 3. Murad'ın oğlu 3. Mehmed'in târihde pek ün yapmış meşhur elliiki gün elliiki gece süren 1582 senesinde Sultanahmed Meydanında icra edilen sünnet düğününü nakleden "Surnâme-i Hümayun'un" minyatürlerini yapan nakkaşların başında olan Nakkaş Osman bu eserde 427 adet minyatür yapmışlardır. Bu minyatürlerde, İbrahim Paşa sarayından düğünü temaşa eden padişah ve şehzadesinin sol sayfada, saray ve elçilik görev- lileri ile halkın sağ sayfalarda gösterildiği yazmada, çeşitli gösteriler yaparak geçen esnafı ve düğünü temaşa eden halkı temsil eden figür gurubu içinde, tellaklar ve berberlerin geçişinde görüldüğü gibi kadınlar da yer alır. Genellikle ön sırada yer alan kadınların, her renkten ferace giydikleri ve bazılarının yüzlerine peçe Örttükleri görülür. Daha önce minyatürlerde siyah peçeli kadınlara pek rastlanmadığı hatırlanırsa bu modanın Araplardan geldiği ve yaygınlaştığı düşünülebilir.
Osmanlı hanımları tabiiki giyim ve kuşam anlayışında, kendileri bizzat Kur'an-ı Kerim' den okumasalar bile ulemânın ve imam efendilerin kendilerine ulaştırdıkları bilgilerle tesettür âyetlerine uygun giyim şartlarını oluşturmaya çalışmışlardır. Bu espri içinde husule gelen biçimlerde zaman içinde, bilgiden ve gerektiği ahkâmdan bihaber olarak gele nekselleşme vücuda geldiği görülür. Meselâ; annem böyle giyiniyor, demek ki olması ge reken bu! Deyip, onlar gibi giyim problemini halletme yoluna gitmişlerdir. Giyim hususu dâima başkalarından beğenmek suretiyle edinüdiğinden bu kaidenin islâm kadınlarında da aynen cereyan ettiğini söylemeden geçemeyiz.
Devlet-i ebed müddet anlayışı içinde Osmanlı hanımefendileri ve en basit kadın giyimleri islâm çizgisinde hayat süren Devlet-i Selçukî'ye hanımefendilerinin çizgisini sürdürmekden hiç de imtina etmeyip, tatbik etmişlerdir. Yine de, harp ve sulhların getirdiği göze hoş ve şer'! şerife mugayir olmayan dış kıyafetler tercih olunmuş, iç kıyafetlerdeyse şarkın kendine has gizliliği olan ev ve yatak hayatı genel olarak meknuz ve hafi tercihi üzerinde yoğunlaşıldiğından, bu hu-susda târih perspektifinde verilen bilgilerin çoğu, siradişi hayatı olanların olup, dışlandıkları toplumu kendi süfli yaşayışlarının aynını yaşamakta olduğu intibaına, sonraki nesilleri inandırma gayretine matuf olup, bilerek veya bilmeyerek islâm düşmanlarının da ekmeğine yağ sürmüşlerdir.
Kültür bakanlığının bu mevzuda l/Eylül/2002'de yayımladığı bir araştırmada şu ifadeleri bulmak kabildir. Biz bu değerli makaleden bir takım aynen aktarmalar zaman zaman da özetlemek suretiyle sahifemizi süsleyelim: "Türk kadın giysinin en önemli özelliği, yüzyıllar boyunca aynı geleneksel çizgiyi koruması ve sokakta giysinin kumaşı dışında kişilerin maddi gücünü yansıtan veriler taşımamasıdıı: Kadınların 12. Ve 14. Yy'lardaki giysileriyle başlıkları konusunda bilgiler, çini, taş eserler ve minyatürlerdeki betimlemelerden (görüntülerden) alınabilir, Selçuklu kadınlarının ev giysileri gömlek, şalvar ve entariden oluşur. Şalvarlar bol paçalı, entariler uzun bol kollu yakasız üe genellikle önden açıktır. Çoğu kez etek uçları, öndeki yırtmaç veya açık olan ön kısım geniş biyelerle çevrilmiş, kolların üst bölümüne Arap giyim kültürünün bir öğesi olan tiraz denilen bantlar konulmuştur. Selçuklu kadınları bol enta rilerine,bellerine taktıkları kuşak yada kemerlerle, dizkapağı ile topuk arasında bir uzunluk vermişlerdir; giyimlerini çeşitli süslerle zenginleştirirler. Bunlar diademler, küpeler, inciler, bilezikler, ve ayak bileklerindeki ha inallardır
Büyük Selçuklu devri kadın giysileri konusunda bilgi veren kaynaklardan biri, İran'ın önde gelen seramik merkezi olan Rey'de bulunan, 12. ve 13.Yy.Harda perdah tek niğinde yapılmış tabaktır. Bugün metropolitan Muesum of artta sergilenen bu tabak taki kadın'ın uzun saçları örgülüdür Başında inci sırası oe alnın ortasına rastlayan yerinde yuvarlak taşta dizisi süslenmiş bir diadem vardır. Kulağında birbiri altından sarkan üç halka ile zenginleştirilmiş küpe, üzerinde önden açık bir entari bulunur Kadın figürün entarisi bou-nundan aşağıya doğru v biçiminde açıktır; kollarının üst kısmında şerit vardır.
13.Yy.başlarında Konya'da hazırlanmış Varka ve Gülşah adlı aşk romanındaki minyatürler, Anadolu Selçukluları devrindeki giysiler açısından önemli bir kaynaktır.
Kadın ve erkek giysileri arasındaki ilk göze çarpan ayrım, kadınlarda görülen inci kolyeler ile incili veya alnın üstünde tek taşla taçlandırılmış diademlerdir. Sevgililerin ikisi de, aynı boyda entariler giymişlerdir. Gülşah'ta paçaları geniş şalvar ve küçük yüzlü ayakabıtar vardır; entarisinin yakası V kesimlidir ve yakasından inci dizilen görülür. Başında alnın üst bölümünde yaprağa benzer bir taş dikkati çeker
Güişah gerektiğinde erkek gibi giyinip savaşa gider. Kadın figürlerin gayet açık giysilerle betimlendiği ve eğlencelerde kadınlı erkekli gurupların bir arada bulunduğu halkın bazı kervansaraylarda kadın okuyucuları dinledikleri, seyrettikleri düşünülürse, Selçuk'tu kadınlarının son derece özgür oldukları anlaşılır. (Bu figürlerin gösterdiği motifler ve beraberlikler bütün toplumu değil, o dönem ressam ve sanatçılarının şahsi görüşlerini ve tasvirlerini toplumun hayat tarzı olarak kabullenmek ne derece doğru bir harekettir, umumiyetle sanatkârlar toplumdan farklı bir düşünce tarzı içinde olduğu hatta bu düşüncesinin tatbikatı toplumla arasında bir farklılık meydana getirmiştir, bu gün bile bu hâl rastlanan hallerden olduğunu hatırlatmadan geçemiyorum. Hele o çağlarda resim hakkındaki ihtilaf, minyatür sanatının gelişmesln de rol oynamıştır. Bu bakımdan minyatüre yönelenler aslında resim yasağından buna gelmişlerdir. Toplumun adet ve geleneklerini değiştirmek bu ressamların fikri anlayışında bir anarşi meucud olduğunu göz ardı etmemek lâzımdır,M,H) 13.Yy'ltn ortalarında Musul'da resimlendirilmiş "Kitab el Tiryak"ın saray sahnesinde dönemin kadın, erkek figürleri bîr arada bulunur. Aynı yapıtın U99'da yapılmış, Paris Bib-liotheque Mationel'deki başka bir kopyasının sunuş sayfasında da kadın figürlerine rastlanır. Kompozisyonun ortasındaki başı taçlı kadının saçları örgülüdür ve iki örgünün uçları geriye atılarak düğümlenmiştir. Kotları şeritle süslü entarisi önden bele kadar açıktır ue geniş parçalar şalvar giymiştir. Kulaklarında inci halka küpeler, boynunda iki sıra altın kolye dikkati çeker. Sahnenin dört köşesinde uçuşan meleklerin giyimi de aynıdır; başlarında taç yerine önü taşlı diadem-ler vardır." Denen çalışmada Sultan Fâtih Mehmed Hân dönemi için saray sanatı olan minyatürlerdeki tasvirleri şöyie nakietmekteler: ".13. Yy.dan itibaren Anadolu topraklarında egemen olan Osmanlılarda kadın, özellikle saray sanatı olan minyatürlerde izlenir. Fâtih Sultan Mehmed (1451-1481) dönemi minyatürlerinde kadınlar,eski Anadolu ve Orta Asya geleneklerini sürdürecek şekilde açık giyimlidir. TSMK'R.989'da kayıtlı, 1460 civarında Edirne'de minyatürle-nen Külliyat-ı Katibi, 15. Yy.Osmanlı saray kesiminin yaşam biçimini ve dönemin giysilerini sunması açısından önemli bir belge nitetiğindendir. Yapıtta yer alan Sultanın meclisinde müzisyen kızların betimlendiği minyatürlerde Suttan'm çevresinde içki ve yiyecek sunan hizmetliler, resmî görevli- ter, kadınlı erkekli müzisyenler yer alır. Resmin giysi yönünden en ilgi çekici tarafı kuşkusuz başlıklarıdır Başka çevrelerde rastlanılmayan bu başlık, erken Osmanlı kadın başörtme biçimi hakkında olduğu kadar, yapıtın târihlenmesi konusunda ip ucu verir. Müzisyen kadınlardan biri cenk, diğeri diğeri tef çalar; kenarda oturansa ellerini çırparak tempo tutmakta-dır.Çenk çalan kadın;arkaya doğru sarkan baş örtüsünün üzerine külahvâri başlık giymiş, alnının üstüne dilimli bir kaşbastı bağlamıştır. Tempo tutan hanımda da aynı tür baştık vardır. Tef çalan müzisyenin başlığı yoktur; uçları omuzlarına değen beyaz örtüsünün üzerine ortası dilimli koyu renk kaş-bastı bağlamıştır. Entarileri küçük yakalı, önden açık ve bele kadar düğmelidir. Fâtih Sultan Mehmed döneminde, Edirne nakkaş ha nesinde kopya edilmiş 1455/1456'ya târihlenen "Dilsuz-nâme" minyatürle/indeki kadınlarda da aynı tür başlıklara rastlanır. Fakat Yy.tın sonunda Sultan 2.Bayezid (1481-1512) döneminde hazırlanan minyatürlerde bu tür kadın başlıklarına rastlanmaz."
İstanbul'un feth olunması; yerleşik düzene geçiş, imparatorluğun sınırlarının genişlemesi ve iktisadî şartların hâli, kadın-erkek dünyasının ayrılmasına ve kadınların sokakda giyecekleri kıyafete kurallar getirildiği görülmüştür. 16.Yy.da yazılı ve resimli gerek yerli gerekse yabancı kaynaklara bakıldığında sokakda giymek üzere; ferace, yaşmak, ve her zaman olmamak şartıyla peçe kullanıldığı görülür. Ferace; önden açık bedeni ve kolları bol, eteği yere kadar uzun, yaka kesimi zaman zaman değişen biçimde olup,16. Ve 17.asırlarda ise genellikle V yaka veyahutda boyunda oturmuş yuvarlaklıkta olup, ön açıklığının iki tarafında yer alan dikey yırtmaç cepli olup sokak kıyafetidir. Yaşmak bayanların, sokakta feraceyle kullandığı genellikle bir parçası baş'dan çene'ye, diğer parçası da çene'den baş'a doğru bağlanan iki bölümden oluşan, feracenin üstünden sarkıtıldığı gibi, yaka'nin içinde de olabilen, zenginlerin ve saraylıların kolalamak suretiyle kullandığı beyaz bir örtüdür.
Bayanlar ile ilgili yabancı yazılı kaynaklardan 16. asrın ilk çeyreğine ait bilgileri genç yaşta esir alınıp 1501'de Osmanlı Sarayına satılan Cenevizli Givaantonyo Menavino'nun kitabından almaktayız. Bayezid-i Velî, Yavuz Sultan Selim devrinde Saray'da iç oğlanı olarak bulunduğunda ve Çaldıran savaşı (1514) sonrasında firar etmeye muvaffak olan ve ülkesine dönebilen Menavino'nun onbeş yılı kapsayan bilgileri arasında hanımların ince bezden barami adı verilen bir giysi ile şehre giderken de yüzlerine at kılından yapılmış bir peçe taktıklarını ifade edip, fakir ve köle kadınların da gözleri gözüksün diye peçe takmadıklarını, diğer kadınların bu konuda cimri olduğunu yazar.
Bir çok ecnebi elçi ve ressamlar 1533'de İstanbul'a gelip dolaşırlar ve bunlardan Flaman yâni Hollandalı bir ressam altı tane gravürle İstanbul ve Balkan memleketlerini görüntülemiştir. Halayıkların bohçaları taşırken verilen görüntülerinde yüzlerinin açık olmasına karşılık onların önünde yürümekte olan hür hanımların yüzlerinde, peçe mevcuddur. Bu ressamın gravürlerindeki şekiller, yukarıda adı geçen Mena-vio'nun yazdıklarıyla hem ahenktir.
Şimdi de Sultan Fâtih dönemi diyebileceğimiz, 1451 iie 1481 seneleri arasındaki zaman diliminde yapılmış minyatürlerde rastlanılan tasvirlerde kadınlarımızın kıyafetleri eski Anadolu ile Orta Asya geleneklerini sergİlediğiyle karşılaşılır. Manuel Serrano Sanz'ın 1905'de Madrid'de yayımladığı ilk baskıda ve daha sonraki baskılarda Andreas Laguna adında bir doktor tarafından kaleme alındığı anlaşılan "Viaje de Tru-quia" adlı seyahatnâmeyse üç kişi tarafından gerçekleştirilen bir sohbetten meydana gelmiştir.
Bunlardan biri olan Pedro, 1552 yılının İstanbuldaki kadın giyim tarzı için sohbet arka daşian Juan ve Mata'ya şunları aktarır: "kadınların büründükleri çarşafların renkleri ve kumaşları değişebilir; kimi bu renk, kimi şu renk, kimi ipekli çuhadan, ama o kadar. Kadınların başörtüleri bir yana, erkekleri kadınları hep bir çeşit giyinirler. Bizde olduğu gibi boyuna giysi değiştirmezler. Kadın veya koca, hangisi erken kalkarsa biribirlerinin el- biselerini giyerbilirler. Terziye elbise sipariş ettiklerinde model meselesi diye bir özenti ortaya çıkmaz. Bunlar elbiseleri asla süslemezler. Yalnız en üste giydiklerine pek ince olan bir astar geçirirler.
Terzi ölçü almaz elbisenin dikileceği kişiyi gören terzi buna bir elbise gösterir. Terziler hem usta hem de ucuzcudur. Elbise de dikiş çok oldukça elbisenin kıymetinin yüksek kabul edildiği bir vak'adır" Yine: 1554 ile 1562 yılları arasında Avusturya elçisi olarak İstanbul'da üç defa b.elçilik görevi ile bulunmuş olan Flaman asıllı Busbek'in, memleketindeki bir dostuna yazdığı mektupda: "kadınların sokağa çıktıklarında-ki gördüğüm kapalılıkları benim onları birer hayalet sanmama sebeb oldu demektedir.
Yine, Busbek ile birlikte aynı dönemi yaşıyan Ressam Melchior Lorics, Kanuni Sultan Süleyman devrinin Osmanlı hayat tarzıyla ilgili çizimleri bulunmaktadır. Bu çizimlerde bulunan dört Türk kızındaki figürlerin giysileri, uzun feraceleri, fes biçimi hotozları ve uçları püsküllü ya da püskülsü. uzun, desenli yaşmaklarıyla devrin hususiyetlerini taşır. Ve de yine:
1596-1597 senelerinin şahidi olan Fynes Morysın seyahatnamesinde bayan giyiminden şöyle söz eder. "Kadınl ince bezden elbiseler giyerler, bilekleri, etekleri, pek iğne işiyle işlidir. Bunun üstüne giydikleri, yine iğne işi süslü, uzun, kolları ve göğüsler dar mantoları, boyunlarını çıplak bırakacak biçimdedir. Çorap ve ayakabılan, çoğunlukla açık renk, deriden, altın ve gümüşle, eğer daha zengin ve önemli bir kişinin hanımları iseler, mü cevherlerle süslüdür. Saçlarını alışılmamış bir biçimde örüp, inci, altın çiçekler, mücevherler ve ipek iğne oyalan ile süslerler." Diyen bütün yabancılar gibi, Moryson da, Osmanlılarda kadınların elbiseleri ile erkeklerinin elbiselerinin birbirine çok benzediğini ifade ettiği gibi, nereye giderse gitsin, hiç bir Türk kadınının evinin dışında başını açmadığını yazmaktan kendini alamamıştır.
Sultan 3. Murad'ın oğlu 3. Mehmed'in târihde pek ün yapmış meşhur elliiki gün elliiki gece süren 1582 senesinde Sultanahmed Meydanında icra edilen sünnet düğününü nakleden "Surnâme-i Hümayun'un" minyatürlerini yapan nakkaşların başında olan Nakkaş Osman bu eserde 427 adet minyatür yapmışlardır. Bu minyatürlerde, İbrahim Paşa sarayından düğünü temaşa eden padişah ve şehzadesinin sol sayfada, saray ve elçilik görev- lileri ile halkın sağ sayfalarda gösterildiği yazmada, çeşitli gösteriler yaparak geçen esnafı ve düğünü temaşa eden halkı temsil eden figür gurubu içinde, tellaklar ve berberlerin geçişinde görüldüğü gibi kadınlar da yer alır. Genellikle ön sırada yer alan kadınların, her renkten ferace giydikleri ve bazılarının yüzlerine peçe Örttükleri görülür. Daha önce minyatürlerde siyah peçeli kadınlara pek rastlanmadığı hatırlanırsa bu modanın Araplardan geldiği ve yaygınlaştığı düşünülebilir.
Konular
- Batı Trakya Hükümeti Kurucuları
- Son Sadrazam Ahmed Tevfik Paşa Ve Son Sadareti
- Mühim Bîr İfşaat!
- Tevfik Paşanın Karakteri
- Ahmed Tevfik Paşanın Gayretleri
- Vatanperverlik Dersi
- Şeyh Ata Efendi Ve Özbek Tekkesi
- Özbekler Tekkesi Ve Şeyh Atâ
- Anadolu'ya Silâh Ve İnsan Sevkıyatı
- Sultan Vahideddin'in Şahsiyeti Sultan Vahideddin'in Hanımları Ve Çocukları
- Sultan Vahideddin'in Sadrıazamları Ve Şeyhülislâmları
- Bir Fıkıh Alimi Gözüyle
- Halife Abdülmecid
- Halife Sürgünde
- Halife Abdülmecid'in Hanım Ve Çocukları
- Osmanlı Hanımlarının Ev İçi Ve Dış Giyimi
- Osmanlı Ülkesinde Gayrimüslim Hanımların Giyimi
- Aşiretten Devlete Giden Çizginin Padişah Ve Halifeleri
- Padişah Validelerinin İsimleri
- 2. Abdülhamid Sonrasında Donanmayı Hümayun
- Balkan Savaşlarında Donanmay-I Hümayunumuz
- Ege Denizi Operasyonları
- Çanakkale Boğazı Operasyonları
- İmroz (Gökçeada) Bombardımanı
- Marmara Deniz Operasyonları
- 1.Dünya Savaşı Ve Donanmamız
- Türkiye Cumhuriyeti Başbakanları
- BİLGİ BANKASI
- Bilgi Bankası 1:
- Bilgi Bankası 2: