Birinci Mesele:Azimet


"Azîmet'[1] baştan konan genel mahiyetti (küllî) hüküm-lerdir. "Genel mâhiyetli (küllî)"olmasından maksat, belli mükelkf-lere ve belli hallere mahsûs olmaması demektir. Mesela namaz gi-bi. Çünkü namaz bütün hallerde ve bütün mükellefler için mutlak ve genel bir şekilde meşru kılınmıştır. Oruç, .zekat, hac, cihııd vt İslâm'ın esaslarından olan diğer küllî yükümlülükler de aynı ^«kil. de azîmet türünden olan hükümlerdendir. Azîmet kapsamı ic'Uİ» ne aslında maslahatın teminine yönelik olarak meşru kılımın ,<<y« ler de girmektedir. Bunjar iki dünya saadetinin teminine yom-lllt olmak üzere meşru kılınan satış , icâre ve diğer bedelli akitler, ke> za işlenilen cinayetlerle ilgili hükümler, kısas ve tazminat hüküm» leri gibi şeylerdir. Kısaca şer'î küllî hükümlerin tamamı bu kısım­dandır.
Tarifte geçen "baştan konan" ifâdesinden kasıt ise, onunla Sâri' Teâlâ'nın ilk baştan teklifi hüküm inşâsında bulunmak İHtâ-miş olması[2] ve ondan önce şer'î bir hükmün bulunmuş olmamalı­dır. Eğer daha önce bir hüküm bulunur, fakat önceki hüküm bu 80-nuncusuyla neshedilmiş olursa, bu neshedici olan sonuncusu da küllî ve genel maslahatlara bir giriş ve hazırlık olmak üzere baştan konan hüküm gibi kabul edilir.                                               Bir sebeb üzerine vârid olarak gelen küllî hükümler de azimet kapsamı dışına çıkmazlar. Çünkü hükmü gerektiren sebebler daha önce yok olabilirler. Ortaya çıktıklarında da kendilerine uygun hü­kümleri gerektirirler. Bu tür hükümler de azîmet kapsamı dahilin-de olurlar. Örnekler: "Ey inananlar! (Peygamberi çağırırken yanlış mânâya çekilebilen ve bizi gözet anlamına gelen) 'râınâ' demeyiniz.
(ünün ytrine yina aynı mânâda olan) 'unzurnâ' deyiniz.[3] "Al­lah'tan başka yalvardıklarına sövmeyin ki, onlar'da bilmeyerek, aşırı gidip Allah'a sövmesinler.[4]"Rabbinizden refah istemeniz­de bir engel (günah) yoktur[5] "Allah nefsinize güvenemeyeceğini-zi biliyordu. Bu sebeble tevbenizi kabul edip sizi affetti; artık eşleri­nize yaklaşabilirsiniz.[6] "Allah'ı sayılı günlerde anın. Günahtan sakınan kimseye acele edip, Mina'daki ibâdeti iki günde bitirse gü­nah yoktur, geri kalsa da günah yoktur.[7] Bu ve benzeri âyetlerde getirilen hükümler böyledir. Çünkü sebeb, duyulan ihtiyaca binâen peyderpey  gelen  hükümlerin  yerleştirilmesi  için  birer  hazırlık mâhiyetindedirler. Bütün bunları 'azîmet' terimi kapsamaktadır. Çünkü bunlar baştan konulmuş küllî hükümlerdir. Keza genel ifftdelerden yapılan istisnalar ve diğer tahsis görmüş hükümler de buttan konulmuş küllî hükümlerden sayılmaktadır. Mesela: "İkisi Allah'ın yasalarını koruyamamaktan korkmadıkça kadınlara ver­diklerinizden bir şey almanız size helal değildir. Eğer Allah'ın ya-mlarını ikisi koruyamayacaklar diye korkarsanız, o zaman kadı­nın fidye vermesinde ikisine de günah yoktur.[8] "Apaçık hayasız­lık etmedikçe onlara verdiğinizin bir kısmını alıp götürmeniz için onları sıkıştırmayın.[9] âyetleri gibi. Keza âyette "Müşrikleri öl­dürünüz.[10] buyrulmuşken hadisle kadın ve çocukların öldürülme­leri yasaklanmıştır.[11] Bütün bu tür istisna ya da tahsis yoluyla ge­tirilen hükümler de azimet kapsamı içerisinde bulunmaktadır.

Ruhsat: Haramlığı gerektiren küllî bir asıldan istisna olmak ve sadece ihtiyaç mahallerine has kılınmak üzere me­şakkat veren bir özür sebebiyle meşru kılınan hükümlerdir.
"Bir özre mebnî meşru kılınmış olması", usûlcülerin ruhsat için zik-[302]    retmiş oldukları özelliği teşkil etmektedir.[12]Ruhsat tarifinde "meşakkat veren" kaydını getiriyoruz. Çünkü özür sırf bir ihtiyaç neticesi olabilir ve ortada meşakkat bulunma­yabilir. Bu durumda o şey ruhsat diye isimlendirilmez. Mesela kiraz (mudârabe) akdinin meşru kılınması gibi. Kırâz akdi aslında bir özürden dolayı meşru kılınmıştır. Bu özürde' sermâye sahibinin ticâret için koşturmaktan âciz olmasıdır. Bununla birlikte kırâz ak­di özür ve acziyetin bulunmaması burumunda-da caizdir. Müsâkât, karz, selem akitleri de aynı şekildedir. Bütün bunlar her ne kadar haram olan bir asıldan istisna edilmiş tasarruflarsa da, onları 'ruh­sat' kapsamı içerisine koymak mümkün değildir. Bunlar ancak "küllî olan hâciyyât" ada .altına giren tasarruflardır. Hâciyyâttnn olan şeylere ise âlimlerce 'ruhsat' adı verilmez.
Bazan da özür tekmîlî (tamamlayıcı) bir asıla yönelik olabilir ve ona yine de 'ruhsat' adı verilmez. Mesela namazı ayakta kılama-yan ya da meşakkatle kılabilen bir kimsenin oturma haline intikal etmesi meşrudur. Her ne kadar bu şekilde namaz kılması namazın rükünlerinden birini ihlal ediyorsa da meşakkat sebebiyle istisna­ya tabi tutulmuş ve o kişi hakkında kıyam (ayakta durma) farzı ke­sinlik kazanmamıştır. Bu kesin olarak bir ruhsat olmaktadır. Eğer bu ruhsata sahip olan kimse imam ise o takdirde ne olacaktır. Hz. Peygamber [ "kJSSto1 ] hadislerinde: "İmâm ancak kendisine uyul­ması içindir. Bu itibarla eğer o oturarak kılarsa siz de hep beraber oturarak kılınız.[13] buyurmuşlardır. Şimdi bu durumda cemâatin oturarak namaz kılmaları bir özür nedeniyle olmaktadır. Ancak cemâat hakkında söz konusu olan özür meşakkat değil, imâma mu­vafakat etme[14], muhalefet etmeme talebiyle ilgilidir. Böyle bir şey küllî asıldan özür sebebiyle müstesna edilmiş olsa bile ruhsat diye isimlendirilemez.
Ruhsatların bir özre dayanılarak küllî bir asıldan istisna yo­luyla meşru kılınmış olması, onların baştan konulmuş hükümler olmadıklarını göstermekteddir. Bu yüzden de ruhsatlar 'küllî (ge­nel)' özellik arzetmezler. Öyle gözükseler bile bu arızî olarak olur. Yolcu için namazı kısaltma ve oruç tutmama hükümlerinin caiz görülıti(»ni namaz v« oruç hükümlerinin istikrar kazanmasından son­ra olmuş kabul «dilmektedir. Her ne kadar oruç âyetleri bir defada aynı anda nazil olmug olsa da, istisna bir nevi kendisinden istisna adi İn n şeyin (müstesna minh) hükmünün istikrarından neş'et eden ikinci bir hüküm olmaktadır, "...fakat, darda kalana günah sayıl­maz.[15] âyetinde söz konusu edilen naçar durumda kalan kimse için lâşe yeme hükmünde de durum aynıdır.

"Sâdece ihtiyaç alanına has olması" da ruhsatların özel­li İtlerinden biri olmaktadır. Küllî hâciyyâttan olmak üzere mcşrû kılınan hükümlerle ruhsatlar arasındaki ayırıcı özellik de işte bu nokta olmaktadır. Çünkü ruhsatların meşru kılınması cüz'îİlik taşımakta ve sadece ihtiyaç anma hasredilmektedir. Yolcun bitmesi durumunda kişinin namazları kısaltma ve oruç tut­uluma ruhsat hükmünden asıl olan namazların tam olarak kılın­man ve oruçların tutulması esâsına dönmesi vâcib olacaktır. Otu­rarak namaz kılma durumunda olan kimse ayakta kılmaya kadir olduğu zaman artık oturarak kılamayacaktır. Teyemmümle namaz kılan suyu bulduğu zaman abdest ile namazını kılmak zorunda ola­caktır. Diğer ruhsatlarda da durum aynıdır. Karz (ödünç), kırâz (mudârabe) ve müsâkât akidlerinde ise durum böyle değildir. Bun­lar ruhsatlara benzeseler de bu arzettiğimiz ıstılâhî mânâda ruh­sat değillerdir. Çünkü bunlar özür ortadan kalksa da meşrûdurlar. Mesela bir insanın ihtiyacı olmasa da borç alabilir; bizzat kendisi ya da ücretle bakabilme imkânına sahip olsa bile bahçesini ortak­lığa (müsâkât) verebilir; keza bizzat kendisi çalıştırmak ya da üc­retle birini istihdam etmek suretiyle sermayesini işletebilme imka­nı olmasına rağmen mudârabe akdinde bulunabilir. Benzer diğer tasarruflarda da durum aynıdır. Kısaca azîmet baştan konul­muş küllî bir asıla yönelik iken ruhsat, o küllî asıldan istis­na edilen cüz'î bir hususa yönelik olmaktadır.

Fasıl:
Bazan 'ruhsat' tabiri, mutlak surette haramlığı (meni) gerek­tiren küllî bir asıldan istisna edilen şeyler hakkında ve meşakkat veren bir özür sebebiyle olmasına aldırış edilmeksizin de kullanılır. 1304] Bu mânâda ruhsat tabiri içerisine karz (ödünç), mudârabe (kırâz) ve müsâkât akitleri, musarrât hadisinde sözü edilen sağılan süt karşılığında bir sâ' yiyecek verilmesi meselesi, ariyye yani hurma ağacı üzerindeki taze yaş hurmaları tahminî olarak kuru hurma karşılığında satma meselesi, diyetin âkile üzerine yüklonmosi vb. gibi meseleler de girecektir. "Hz. Peygamber, yanında ol­mayan şeyi satmayı yasakladı"; "Selem hakkında ruhsat (izin) ver­di." hadisi[16] buna delâlet etmektedir. Bu mânâda ruhsatlar   hâ-ciyyât esasına dayanmaktadır. Hâcî asıla dayanması açısından bi­rinci mânâsında ruhsat ile müştereklik göstermekte ve isimlendir­me konusunda onun hükmüne tabi olmaktadır. Nitekim haram olan asıldan istisna durumunda da üzerine birinci mânâsında ruh­sat hükmü cereyan etmektedir. Mazur imâma uymak için oturarak namaz kılan cemâatin durumları ile imâmla kılınan korku namazı da bu mânâda ruhsat altına girer. Ancak bu iki mesele hâciyyâttan değil de, tekmîlî[17] asıldatı«alınmış olurlar. Her ne kadar bir asıldan alınmış olmasalar da haklarında 'ruhsat' tabiri kullanılır. Nitekim bazan zarûriyyâttan olan asıldan alınan bir durum için de ruhsat tabiri kullanılmaktadır.[18] Mesela ayakta durmaya güç yetireme-yen kimsenin namaz kılması gibi. Böyle bir kimse hakkında ruhsat zarurî olup hâcî bir özellik taşımamaktadır. Hâcî olması ancak kıyama kadir olması fakat namazda ya da bu yüzden kendisine bir meşakkat dokunması durumunda olmaktadır. Bütün bunlar açık­tır.

Fasıl:
Bazan 'ruhsat' tabiri bu ümmettten kaldırılmış olan ağır yükümlülükler ve zor işler anlamında kullanılmaktadır. Bu tür işler ve yükümlülüklere şu âyetlerde delâlet bulunmaktadır: "Rab-bimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi, bize de ağır yük yükle­me.[19] "O peygamber, onlara uygun olanı emreder ve fenalıktan meneder, temiz şeyleri helal, murdar olan şeyleri haram kılar; on­ların ağır yüklerini indirir, zor tekliflerini hafifletir.[20] Çünkü
 ruhsat kelimesi sözlükte 'yumuşaklık' mânâsına gülmektedir. Bazı hadislerde vârid olan 'ruhsat' ifâdeleri işte bu mânâya (yani kaldı­rılmış olan ağır işler ve zor yükümlülükler mânâsına) yorulur. Me­sela bir hadiste şöyle denilir: "Hz. Peygamber bir iş yaptı da o işe ruhsat verdi.[21] "Allah azimetlerinin yapılmasını sevdiği gibi ruhsatlarının yapılmasını da sever.[22] hadisindeki ruhsat ta­birinin de bu mânâya yorulması mümkündür. Bu konunun izahı ileride inşallah gelecektir. Kolaylık ve hoşgörü esası üzere gelen şeriatımızda mevcut bulunan müsamaha ve yumuşaklık, daha önce geçen milletlerin yüklenmiş oldukları ağır azimetlere (yükümlülük­lere) nisbetle 'ruhsat' olmaktadır.

Fasıl:
Ruhsat tabirinin kullanıldığı bir diğer mânâ da mutlak[23] su­rette kullara bir genişlik olmak üzere onların hazlarına ulaşmaları­nı, arzularını gidermeyi temine yönelik olmak üzere meşru kılınan hükümler olmaktadır. "Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.[24] "Ehline namaz kılmalarını emret ve sen de ona dâim ol. Biz senden rızık istemiyoruz.[25] âyetleri ve benzer­lerinde Yüce Allah ilk azimet hükmünü açıklamış olmaktadır. Bu ayetler genel ve tafsili olarak kulların Allah'ın mülkü olduğunu ifâde etmektedir. Bu itibarla kulların O'na teveccüh edip yönelme­leri, ona ibâdet uğrunda bütün çabalarını sarfetmeleri bir görevleri olmaktadır. Çünkü onlar Allah'ın kullarıdırlar ve Allah katında herhangi bir hakları olmadığı gibi, ona karşı bir hüccetleri de bu­lunmamaktadır. Buna göre, Allah'ın kulların nazlarım elde etme ve arzularını tatmin yönünde bir teşride bulunması durumunda bu onlar için bir nevi ruhsat olacaktır. Çünkü bu tür hazlann eldedilmesine yönelik davi'nıu^lar, Allah'tan başkasına yönelmek ve kulluğun gereği dışında başka şeylerle uğraşmak mânâsına gel­mektedir.
Bu yaklaşımda azimet, mutlak ve genel olarak emirlere yapış­mak, yasaklardan da kaçınmak ve bunlardan «alıkoyacak her türlü mubahlarla meşgul olmayı terketmek olacaktır. Emirlerin vâcib ve­ya mendûb; yasakların  mekruh ya da haram olması arasında bir fark gözetilmemektedir.  Çünkü emreden kimsenin emrinden mak-   [ao«ı şadı genel anlamda ona uyulmuş olmasıdır. Kul tarafından göz önünde bulundurulan hazlann elde edilmesi konusunda verilen izin ruhsat olmaktadır. IJu itibarla mükellef için hafifletici ve  ge­nişlik getirici her hüküm bu mânâda ruhsat kapsamına girmekte­dir. Azimetler, Allah'ın kullar üzerindeki hakkı; ruhsatlar ise Allah'ın bir lutfu neticesinde kulların elde ettikleri haz-ları olmaktadır. Bu tertib üzere mubahlarla ruhsatlar, her ikisi de kullar üzerine getirilen genişlik olmaları, ondan güçlüğü kaldır­maları ve hazzını temine yönelik olmaları hasebiyle müştereklik göstermektedirler ve mubahlar —bu bakış açısına göre— bazı kere­ler mendûblarla tearuz haline girmekte ve kul bazan âhiretteki hazzını dünyadaki hazzı üzerine tercih etmekte, bazan da Rabbinin hakkını kendi hakkına tercih etmektedir.[26] Bu durumda birinci şıkka göre mubahı işlememek suretiyle onu doğrudan ortadan kal­dırmış veya ikinci şıkka göre Rabbinin hakkını alarak kendi hazzı­nı terketmiş olur. Bu durumda kendi hazzı Allah'ın hakkına tâbi olarak bulunmuş olur. Maksûd olan ve öncelik verilen bizzat Al­lah'ın hakkı olmuş olur. Kula düşen gücü yettiğince çaba ve gayre­tini ortaya koymaktır; Allah ise dilediği gibi hükmedecektir.
Bu, sonuncu yaklaşım tarzı hâl erbabından bulunan Allah'ın velî kullarına has olmaktadır. Keza hallerden yükselmiş kimseler de bu mânâya itibarda bulunmakta ve şâkirdlerini (talebelerini) bu yaklaşım üzere terbiyeye tabi tutmaktadırlar. Dikkat edilecek olur­sa bunların görüşlerinin, ilmin azimetlerini almak ve ruhsatlardan tümden kaçınmak şeklinde olduğu görülecektir. Hatta öyle bir neticeye varnıişiardır ki, hûcî olan bütün asılları veya büyük bir kısmı­nı hep ruhsatlardan telakkî etmişlerdir.  Bu ise  ruhsatın  son mânâsından da anlaşılacağı üzere, kulun hazzına yönelik şeyler ol-[307]   maktadır. Bu mânâ ileride açıklanacaktır.

Fasıl:
Ruhsat tabirinin bu dört mânâsı ortaya konulunca görülmüş­tür ki, bunlardan bir kısmı sadece belli insanlara, bir kısmı da bü­tün insanlara hastır. Bütün insanlara has olan ruhsatlar birinci anlamda olan ruhsatlardır. Ruhsat bahsine getirilecek ayrıntılar (teferruat) da bu kullanılış şekli üzerine bina edilecektir. Ruhsat tabirinin ikinci kullanılış şekli hakkında ise burada söz edilmeye­cektir. Çünkü bu mânâda ruhsat üzerine düzenlenecek herhangi bir netice (furû) yoktur. Sadece şer'î bir kullanılış şekli olduğunun belirtilmesi için yer verilmiştir. Üçüncü kullanılış şekli de aynıdır. Dördüncüsüne gelince bu kullanılış şekli sadece belli bir kesime has olduğu için, onun üzerinde de özel olarak durulmayacaktır. Şu kadar var ki, birinci mânâsı üzerine düzenlenecek neticelerden (furû), dördüncü mânâsında ruhsatlar üzerine yapılacak düzenle­meler anlaşılmış olacaktır. Bu sebebten dolayı da özel olarak onun üzerinde durmaya ihtiyaç bulunmamaktadır. [27]


Eser: El-Muvafakat

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

El-Muvafakat

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..