Giriş


Devletimiz için; tarihi dönemeç sayılacak bir kaç tane hu-susen belirtilmesi icab eden günler vardirki, onları asla unut­mamalıyız. Evvelâ, kuruluş ve istiklâliyet açısından h. 698/m, 1299 yâni; Osmanlı devletinin tarih sahnesine çıkışı. Sosyal hayatımızın muntazam bir hükümet şeklini alması iti­barıyla 727/1327 Rumeli yakasını elimize geçirmemizden dolayı 758/1357 ve Bizansınyâni doğu Roma imparatorluğu­nu ortadan kaldırışımız hasebiyle 857/1453. İlk irtica hare­keti sayılan 1222/1807 Avrupa usûlüne benzer idari ve as­keri tarzı kabulümüze göre, 1241/1826 Osmanlıların hukuk­larında, hür ve eşit olmalarının kanun altına almak hususuy-la, 1255/1839 İlk kanun-i esasi, yâni birinci anayasanın ilânı vesilesiyle 1293/1876. Hakiki meşrutiyetin kurulması hisle­riyle lö/temmuz/1324/1908 ve 10 ve 14 nisan/1325/1909 tarihleridir.
Hakikaten devlet-i Osmaniye 698/1299'da istiklâlini ilân eylemişse de, tesiri olduğu sahanın küçüklüğü hükümet et­menin yeteri sayılmazdı. Ayrıca hükümet edebilmek için lâ­zım gelen kanunlara ve nizamlara sahip olmaması, maliye teşkilatının kurulmamış olmasıyla birlikte muntazam bir as­kerlik disiplini vücuda getirememesi, hükümetten ziyade şe­kil olarak bir imareti andırıyor, bu imarette bir istiklâliyete gi­dişe benzemekteydi.
726/1326 senesinin hemen başlarında, tesis olunan devlet binası, Osman Gazi'nin cihad içinde geçirdiği ömrünü, can vermeye hazırlanmak için başım dayadığı yastıkta, ikinci oğ­lu Sultan Orhan Gazi'de askeri kuvvetlen ile Bursa şehri üze­rinde kılıcına ram edeceği insanlarla savaşmaktaydı. Bu sı­rada rahmet-i rahmana kavuşan pederi mükerreminin kabri­ni buraya taşımasını gerçekleştirdiği gibi, devletinin başşehri olarak da yine Bursa olmasını gerçekleştirmişti. Orhan Ga­zi'nin cenk ve cidale meyilli olması hasebi ile, fetihler yapa­bilmek gayesiyle savaşlara giderken, vezirlikte hizmet ver­meyi, saltanatta olmaya tercih eden büyük ağabeyi olan, ay­nı zamanın da ulema-i kiramından olan Alaaddin paşa'yida kanun ve nizam yapması hususunda seiahiyetli kılmıştı. Bu memuriyet ve selahiyetin neticesi olarak: <İstiklâlin ilânı sa-yılabilen tuğralı-Orhan Gazi namına para basılıp, komutanla­ra, memurlara, askeri sınıfa ayrı ayrı elbiseler tayin vede tah­sis olundu. Herşeyden çok askeri düzenlemeler ve ıslaha bü­yük gayretler gösterildi. Muntazam adı altında asker tertibine işaret olunduki: yeniçeriler bu askerden ibaret idi. İşte bu as­ker idiki, bir buçuk asır içinde Bingöl dağlarındanSen Gotard akarsularına, Kafkas dağlarının eteklerinden, Şattularab'a kadar olan geniş toprakları eline geçirmiş, işte bu askerin pi­yadeleri İdiki, Tebriz sahralarında ışıklar saçan yatağanlarıyla İran dünyasının gözünü kamaştırmış, işte bu askerin süvarisi idiki; Macaristan] baştanbaşa ezipde geçerek zaferyabolmuş, işte bu askerin topçusu idi ki, Viyana surlarını mermisine he­def seçmişti. Osmanlıların istilasına muvaffak oldukları hav­za bir-iki asrın içinde sahibini bulmuştu. Romalıların ancak oniki asırdaki çalışmanın semeresini almış oldukları bu top­raklar, Osmanlılar eline, bu kadar kısa sayılacak zaman dili­minde ele geçmesi, yeniçerilerin itaat ve intizamlarının saye­sinde mümkün olmuştu. Öyle bir intizam ki; tarihin red edile­mez şahadeti olmasa mübalağaya hamledilebilecek. Öyle bir sıkı nizam ki; insan o devrin alameti cezaiye ve vesikalarını tetkik etmese bunları asla hakikat olarak kabul etmez.

Bizzat padişahlar, en şedit, en kaide tanımaz yaradılışlı, padişahlar bile bu intizamı ihlâl edemiyorlardı. Evet; ocağa olan bağlılığın derecesini anlamalı ki, padişahın bizzat kendi­sinin birinci bölük yoldaşlarından olması hasebiyle ulufe çık­tıkça, yeniçeri ağalarına mahsus elbise ve işaretlen takına­rak adı geçen bölüğün kışlasına gelerek ulufesinin alımını yaptıktan sonra saraya dönerlerdi. Yine tarih zabıtlarında yeri muhafaza altındadırki; Bin tarihine kadar yalnız iş gören kimseden hariç kimse alınmazdı. Hâttâ Mısır seferine gidilir iken, hazine adına bir tüccardan para borç olarak alınmışsa da, bu tüccarın Yavuz Sultan Selim'e, verdiği bir arzuhalde oğlunun hizmet-i askeriyede istihdamını kabul ettiği takdirde vermiş olduğu borç parayı katiyyen talebe başvurmayacağı­nı beyan etmesi üzerine, Yavuz Selim: -Para ile asker yazıl­maz. Nizam-i kadim bozulmaz. Bu adamın parasını iade edin, diye irade buyurmuştur.

Kaanuni Sultan Süleyman han Macaristanda bulunan Zi-getvar seferine gittiğinde, binek hayvanının gemi kırıldığın-da-bir yeniçerinin gizlice tamir ettiğini haber alınca-ocağa esnaf karışdığından müteessir olarak-subayları azarlamış, askerin ise tekaüd edilmesini emre karar kılmıştır. Ne faideki; sonraları bu itina ve ihtimam gittikçe azalmıştı bunun ne­ticesi de, ocağın intizamını muhafaza eyleyememiş, sonunda ikide birde yerden kaldırılan kazanın devrilmesiyle ocağın büsbütün söndüğü görülmüştür.
Tarihçiler şu intizam ve kanunun çökmesine 990/1582 ta­rihini başlangıç addederler. Şu olaya göredir ki; Sultan 3. Murad'ın bir kaç şehzadesinin yapılan sünet merasiminde bulunan canbaz ve hokkabazlar ile perendebaz gibi şahısla­rın gösterileri padişahı pek memnun etmiş ve kendilerine ne isterlerse yapılacağı istikametinde sözler söylenmiştir. İçle­rinden bazıları yeniçeri ocağına asker olma arzusunu ileri sürmüşler, bir çok olay neticesinde istekleri maalesef yerine getirilmişti. Böylece de Kaanuni'nin ve Yavuz'un isteklerine, aykırı hâl maku! hâle gelmiş oluyordu. Böylece bu tarihden sonra, bu kötü misale imtisalen askerliğe, askerlik şan ve şe­refiyle münasebeti olmayanların ocağa alınmasına ve bu su­retle yeniçerilerin ismet-i ahlakiyesi ve kıymet-i askeriyeleri­ne halel gelerek, sonunda ise bu hâller ocağın bir eşkiya, bir zorba ocağı şeklini almasinasebeb olmuştu. Hele;l 150/1737 tarihinden sonra yapılan savaşlarda, bilhassa uzun süren muharebelerde subayların emrini dinlemez, git denilen yere gitmez, dur denen yerde, durmaz, gönlü istediğinde harpala-nını terk edip, İstanbul'a kadar gelir. Hem de ordunun mü­himmat ve levazımını bile yağma ederek yanında götürür bir hâle gelmişler idi. Ocak zorbalarının bu sergilediği hâl karşı­sında devletin aklına bu hazin gidişe bir çare arama geldiğin­de tecrübe sahipleri birleşmiş gibi aynı hususa lüzum gör­düklerini beyan etme vaziyetindeydijer.
Hatta; Sultan 3. Ahmed zamanında bu meselenin konuşul­ması gündeme getirildiysede, ocaklının şımarıklığı, ahalinin cehaleti, bu hakikati takdir edenlerin azlığı, iç ve dış mesele­nin çokluğu bir takım kararlar alınmasına engel olmuştu ve b'lhassa şan ve şeref-i askeriyemizi büsbütün gözden dü­şüren neticesinde 1188/1774 Kaynarca barışını imzalama­mızın sebebini gerektiren büyük mağlubiyetin üzerine, oca-ar varlığına son vermek hususunda kesin tavsiyeler bir çok verden gelmeğe başlamışsada, 1. Abdülhamid'in mizacı ve kalbinin yumuşakliğıyia bu arzuyu umuminin bir müddet da­ha gecikeceği ortaya çıkıverdi.
1202/1787 seferinde devletin uğradığı büyük hezimet, ar­tık- avrupada olduğu gibi- talimli ve muntazam asker siste­mine geçmedikçe düşmanı yenmek şöyle dursun, varlığımı­zın siyasasınıda bekasını temin edebilmemiz imkân haricinde kalacağını herkese anlatmış, hâttâ bu hakikat yeniçeriler ta­rafından da görülmüştü. Rumeli'de bulunan orduyu hüma­yundan fayda sağlayıcı bir dilekçe başşehre geldi. Şehzadeli­ğinden beri bu mesele ile zihniçareler arayan ve o sıralarda tahta yeni geçmiş olan 3. Selim, avrupa usûlü üzere talimli asker kurulmasına başlanmasını emretti. İşte bu teşebbüs idiki; bir müddet sonra irticai ulâ, yâni 1222-1223/1807-1808 senesi fecii vakaları meydana gelmişti ki şöyle:


Eser: Büyük Osmanlı Tarihi

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Büyük Osmanlı Tarihi

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..