Alemdar Mustafa Paşa'nın Biyografisi


Alemdar Mustafa paşa Rusçuk'da doğmuştur. Kamus'ülâ-lam'a göre Arnavud ırkına mensupdur. Gençliğini av peşinde geçirmiştir ve Sultan 3. Mustafa devrinde Ruslara karşı açı­lan seferde yanında bir miktar asker olduğu halde katılmış ve elinde taşıdığı bir bayrak münasebetiyle "Bayrakdar veya Alemdar" denerek anmak adet olmuştur. Bir ara meşhur Pasbanoğlu'nun isyanında Rusçuk ayanı Tirsinklizâde'ye yardımcı olduğundan, Tirsinkli'ninde tavsiyesi ile kapıcıbaşı-lik payesi verilerek Hezargrad âyanliğına daha sonrada Rus­çuk âyanlığına tayin olunmuştur. Alemdar'in çok geniş bir arazinin sahibi durumunda olmasından kaynaklanan zengin­liği ve buna bağlı olarakda az rastlanacak tarzdaki cömertliği kendisine pek çok hayran ve minnet duyan kimseler kazan­dırmıştı. Bektaşiliğe mensubiyeti münasebeti ile yeniçeri ocağına karşı büyük muhabbeti vardı.
Hâttâ 3. Selim'in nizamı cedid askerinin kurulmasına ait çalışmalara muttali olduğunda bir hayli üzüldüğü görülmüş­tü. Yalnız realistçe bir anlayışa sahip olması hasebiyle Rus savaşında yeniçerinin gösterdiği cebanet, korkaklık ve firar­lar, Alemdar'daki bunlara karşı olan muhabbettini yaraladığı gibi tam tersine yeniçerilere kızgınlık duymasını getirmişti. Alemdar Mustafa paşa; Ruslarla yapılan savaşlarda Tuna or­dusu kumandanı sıfatıyla bulunmuş, gösterdiği başarılardan mütevellit her tarafta ün kazanmıştı. 1221/1806'da kendisini vezirlik rütbesi ile beraber padişah tarafından kendisine da­vul, hilât ve sancak mükafat olarak gönderilmişti. Alemdar paşanın 3. Selim'e karşı pek büyük sevgisi vardı. 1222/1807 mayısının 17. günü padişahın tahtan indirildiğini duyduğun­da, üzüntüsünün büyüklüğü, bu olaya sebeb olanlardan intikam alma azmine dahi getirmişti. Yukarıda adını verdiğimiz kişiler kurdukları cemiyetin başkanlığına böyle bir dönemin­de Alemdar paşayı getirmişlerdi. Şimdi burada Alemdar Mustafa paşanın biyografisini dondurup tarihi gelişime temas etmeye devam edelim:

Efendim; Alemdar'ı gizli cemiyetlerine reis seçen zevatın enbüyük taktik başarısı, her biri ordunun çeşitli kademelerin­de de kendilerine bir vazife bulup, bu vazifelere tayine mu­vaffak olmalarıdır. Bu vazifelerde bulunmaları asker ile daha kolayca teması temin edebilmeleridir. Böylece onlan iknaa etmekte başarıyı yakalamalarını elde etmişti. (Eğer, ittihatçı­lara bakarsanız, onlarında askeri güçleri ele geçirmeden ic­raata başlamadığını görürsünüz.) Hakikaten ordu bünyesin­de vazife almış bu zevat, ordunun meselelerini tanzim baha­nesiyle sık sık Rusçuk'a Alemdar Mustafa paşanın yanına gi­derek, harekete geçmesi hususunda tahrike fırsat bulabili­yorlardı. Eninde sonunda bu tahrikler gizli cemiyetin taşıdığı istikamete doğru yol almaya başladı. Günün birinde Alemdar paşanın yanında bulunan onbin kadar seçme askeriyle Edir­ne civarına gelmesi görenlere dehşet verdi. Bu halden şaşkın olan herkes üstüne üstlük, Ruslar ile yapılan mütareke ve yi­yecek sıkıntısının ağır basmasından dolayı, Tuna boylarında­ki askeri kuvvetde Edirne'de boy gösterince şaşırmak, endi­şeye döndü.

Aynı zamanda serdanekrem unvanını hâmil olan sadra­zam, Alemdar Mustafa paşanın Edirne'ye gelişinden ürkerek, mütareke zamanının dolduğunu, hudud boylarında asker ^almadığını bu sebebile Tuna havalisine gitmesini açıkça söylediyse de, Alemdar'm metaneti ve aradaki kimselerin iş­leri ustalıkla idare etmeleri, zaman içinde sadrazamında an­layışında değişim husule getirdi. Aiemdar paşa, sadrazamın da itimadını celbetmişti. Böylecede sefer yapma müzakeresi  başlamış oluyordu. Hâttâ Alemdar paşa'nin müşavir ve müs­teşarı oları Refik ve Behiç efendiler, serdar-ı ekrerni orduyu tanzim için İstanbul'a bile gitmeye ikna etmişlerdi. Fakat sal­tanat merkezinden sorulacak olursa, ordunun başında bulun­masından istifade ile padişahı istedikleri gibi kullanan vekil­lerin buna onay vermeyeceklerini serdar-ı ekreme inandır­mışlardı. Alemdar ise; "madem ordu İstanbul'a gidiyor. Ben­de onlarla giderek padişahın gözlerini göreyim" şeklinde ar­zusunu dile getirince, sadrazam bunu uygun buldu. Bu vazi­yet karşısında ordunun harekâtı gizlice kararlaştırılıp; beş günde İstanbul'a varılma üzerine plân yapıldı, merhaleler tesbit olundu. Ordunun harekâtı tabiiki ahaiiden de gizlendi. Yoksa harekete geçilir geçilmez, huzuru padişahiye ve sada­ret kaimmakamhğına gizlice malumat verildi. Bu haber ver­me işi de, haseki ağa İstanbul'a gönderilerek yapılmıştı. Or­dunun Edirne'de kalmasının, masraf bakımından tahammül edilmez raddeye varacağı için Edirne'ye dönmesinin kabii olmadığının gereğinden dolayı irade-i hümayun çıkarılması, vaziyetin ahaliye duyurulmayıp onların heyecanlandırılma-ması için gizliliğe riayet lüzumuda bildirilmişti. İstanbui hazi­ne vekili Nezir ağa orduyu karşılamak vazifesiyle padişahça gönderildi.
Cemaziyelevvelin 20. perşenbe günü devlet adamlarının ekserisinin haberi olmadığı halde sabah erkenden Alemdar Mustafa paşa; serdarı ekrem ile Çarhacı Ali ve Behram paşa­ları önüne katarak İstanbul'a ulaşmak üzere yola çıkmıştı. Alemdar kendi askerinden küçük bir birliği yanına almıştı, is­tanbul'da istediği havayı estirmeye muvaffak olan eşkiya re­isi Kabakçı Mustafa, 3. Selîm'i tahttan indirme vakasından butarafa nail olduğu Boğaz Nazırlığı vazifesinde bulunmak­taydı. Kabakçı Mustafa mutlaka yok edilip, eşkiya başsız kalmalıydı. Alemdar paşa bu vazifeyi Pınarhisar ayanı  Hacı Ali aqa'ya vermişti. Ordunun Çorlu'ya geldiği sırada hakika­ten kendine verilmiş vazifenin şuurunda olan Ali ağa işi aşa-qıda naklettiğimiz şekilde bitirmiştir. Kabakçı Mustafa; boğaz nazırlığı makamı olan Rumelifeneri'nde ikamet etmekteydi. Ali ağa sabahın çok erken saatlerinde buraya gelmiş ve çok Önemli bir emir tebliğ edeceğini bildirmiş idi.

Kabakçı'nın ikametgâhına girmiş ve oradan harem daire­sine geçerek, gürültü çıkarmadan Kabakçı'nın kafasını kesi-vermişti. Bu hal İstanbul'dan işidildiğinde herkes hayret etti. Yapılan tahkikattanda bir sonuç çıkmadı. Ancak iki gün son­ra Edirneden gelmekte olan ordu, Çırpıcı çayırında boy gös­terince vaziyetin ortaya çıktığı görüldü. Ali ağa, Kabakçı'nın. kellesi yanında olduğu halde orduya geri dönmüştü.
Ordunun harekâtının 3. günü vaziyet İstanbul'da iyice du­yuldu. Alemdar'in orduyla beraber gelmiş olması haberi her­kesi telaşa düşürdü. Devlet adamları ve hçyet-i vükelâ bir toplantıyı elzem buldu. Müzakereler ne için ve ne maksat ile gelinmiş olduğunu tahmine matuf oldu. Neticede, bilfiil gel­miş bulunan or-duyu karşılamaktan başka çare kalmadığına karar verdiler. Ertesi sah günü başında şeyhülislâm olduğu halde bir çok devlet adamı ile birlikte ordunun bulunduğu yere gidip hoş geldiniz. Dediler. Tekrar İstanbul'a döndüler. (Bilindiği gibi seneler geçtikten sonra Hareket Ordusunu da aynı istikamete gidip karşılayanlar olmuştu.) Hâttâ ertesi gun Sultan 4. Mustafa dahi sancağı şerifi karşılama arzusuy­la İncirli Çiftliği ile Davutpaşa arasındaki bölgeye kadar gide­rek, ordu ile birlikte Davutpaşa kasrına gelmiş ve orada bir saat kadar istirahat ettikten sonra, herkesle birlikte İstanbul'a dönmüştü.
Alemdar Mustafa paşanın askerleri müstakil olarak Çırpı-cıÇayır;nda kalmışlardı ki, bu hâl ahalinin kalbinde müthiş bir korkuya sebeb oldu. En azılı yamaklar bile kuzu gibi ol­dular. Çünkü;AIemdar'ın böyle seçme askerle İstanbul'a gel­mesinin mutlaka mühim bir sebeb taşıdığına bütün vicdanlar inanıyordu. Alemdar'ın düzenlemesiyle hemen ertesi gün olan cemaziyelevvel ayının 27. gününe rastlayan perşenbe günü, teşvikçilerin başı şeyhülislâm Ataullah efendi azl edil­diği gibi, irticada eli olan bir çok kimsede muhtelif mahallere sürgün edildiler. Alemdar Mustafa paşanın sık sık saraya gi­rip çıkması ve İstanbul'un asayişine bağlı bazı tedbirler al­maya kalkışması, başka birdeyimle İstanbul'da bir çeşit örfi idare hüküm sürmesi, Alemdar paşanın önemini günden gü­ne arttırmaktaydı. Sadrazam Çelebi Mustafa paşanın hiç bir tesiri ve hükmü kalmadığı gibi, Alemdar Mustafa paşa tara­fından, önemli işlere dair alınan tedbirlerden sadrazamın ha­beri bile olmuyordu.
Devletin önemli makamlarında bulunan ve irticai olaylar esnasında husule gelen hareketlerde eli ve rolü bulunan kim­selerin, Alemdar paşanın tesiriyle birer ikişer sürgüne gönde­rilmeleri, azil olunmalar! devam ettikçe, Sultan Mustafa'da vaziyetten ürkmeğe başlamıştı. Bunun çaresini bir kaç defa aracıların vasıtasıyla paşa artık vazifesi başına gitsin şeklin­de haberler yollamakla denemişti. Ne varki;4. Mustafa'nın bu yola başlamış olması, Alemdar paşanın yapacağı İşin öne alınması neticesini getirdi. Bu arada gelen bir haberde, sad­razam Çelebi Mustafa paşa yamakları ve ocaklıları harekete geçirip Alemdar paşa aleyhinde imale etmeye çalıştığı varit oldu. Bu plânlamanın Alemdar paşa üzerindeki tesiri pek bü­yük oldu.

Hemen Çırpıcı çayırında bulunan birliklerinin başına giden paşa, sabahın erken saatinde kalabalık sayılacak bir müfreze ile doğruca babıâli'ye gelip de sadrazamın yanına girdi. Tam bir diktatör haşmetiyle: Bre herif mühr-ü hümayunu ver! dedikten sonra pek dokunaklı sözler edip sonra aldığı mührü Cavuşbaşı Tahsin Efendiye teslim edip, sadrazamı da bir ata bindirip, Çırpıcı Çayırında bulunan kendisine ait askerin ya­nına göndererek enterne etti.

Ortaya çıkanı bir teemmül edersek, karşılaştığımız vaziyet şu olur: Güçlü, muntazam bir orduya sahip olan kumandan, padişahı ürkütür, sadrazamı kendince azleder, muhafaza altı­na alır devlet görevlilerini oraya buraya sürer, buna ne ad ve­rilir sorusu, devlet gemisinin rotasından çıkmış olduğunun cevabıyla karşılaşır. Bu arada ise devlet adamlarından bazı­larını da babıâli'ye davet etmişti.
Babıâli'de vükelâyı toplayan Alemdar paşa, uzun bir iza­hatın gereksiz olduğunu, yalnızca din ve devlete aid bir iş için kendisini takip etmelerini istedi. Alemdar'ın maksadını anlayabilen şeyhülislâm Arabzade Arif molla, önce bir tered­düt göstermişsede, Alemdarın gazab dolu bakışını üzerine teksif etmesini gördüğünde, diğerleri gibi ayak uydurmaktan başka çaresi kalmamıştı. Alemdar paşaya terslik şöyle dur­sun, bir şey söyley.emeyerek peşi sıra takip etmeyi yeğledi­ler. Hep birlikte Topkapı sarayının Ortakapısına geldiler. Alemdar paşa; Darüssade ağası bulunan Mercan ağa'y1 hu­zuruna getirterek "Devletin bütün erkânı burada, ahalide, Sultan Selim'in yeniden tahta çıkarılmasını istediğinden derhal kendisini dışarı çıkarın. Burada biat merasimi yapa­cağız." Dedi. Şeyhülislâm efendiyi de, vaziyeti anlatması için Sultan 4. Mustafa'nın yanına gönderdi. Aradan biraz vakit geçmiştiki şeyhülislam telaş içinde geldi ve 4. Mustafa'nın büyük bir kızgınlıkla kendisini yanından kovduğunu ve kapı-ann kapatılması emrini verdiğini bildirdi. Bütün bunlar sa-ahtanberi sinirden köpürmüş bir halde bulu-nan Alemdar paşayı gazabın son hududuna getirmişti. Artık ağzını her dökülen sözler, padişahlara söylenmemesi gereken kelimeleri ihtiva etmekteydi. Bu arada da, yanında bulunan­lara, kapıyı kırmalarını emretmişti. Sultan Mustafa; vaziyetin aldığı rengi keşfetmiş, kendisinin yaşamasını ve saltanatını devam ettirmeye matuf tek tedbir olan ancak, çok habis bir çareye başvurdu. Şöyleki:
O sırada hanedanı Osmaniye'de kendisinden başka iki er­kek vardı. Bunlar da; eski padişah 3. Selim, bir de daha son­ra padişah olacak olan şehzade Mahmud idi. Bunları öldürt­tüğü takdirde, hanedanın yıkılmaması için ona dokunulma­yacaktı! Böylece hem hayatını hem de saltanatı emniyet altı­na alınmış olacaktı. Bu vaziyet karşısında emrinde olanlara bu hanedamn bahsedilen iki erkek üyesinin katledilmeleri emrini verdi. 3. Selim, bulunduğu kendi dairesinde gayet feci bir şekilde, kılıca karşı, ney'iie karşı koymaya çalışırken al-kanlar içinde bırakılarak, şehid edildi. Kanlar içinde bulundu­ğu halde cesedi bir şilteye konmuş olarak arz odasının önü­ne bırakılmıştı. Talihsiz ve mahlu padişahın beş gün önce ve­fat etmiş olduğu haberini de epeyi mübalağalı bir tarzda aha­liye duyurdular. Aynı dakikalarda da, genç şehzade Mah-mud'un öldürülmesine çalışılmaktaydı.

Bereket versin ki Sultan Mahmudun lalası Anber ağa ile Çevri Kalfa adlı hamiyyet sahibi Gürcü ırkından bir câriye, melunane vazifelerini yapmak isteyen saldırganlara karşı koymaktalardı Şehzadeyi dama çıkarıp saklamaya çalışıyor­lar bir yandan da, saldırıda bulunanlarla çarpışıyorlardı. Fır­latılan hançer ucu, Sultan Mahmud'un kolunda bir yaraya, dama çıkarkende duvara toslayıp alnında küçük bir yara meydana geldi. Sağ salim dama çıkabildi. Çevri kalfa; son anda şehzadeyi yakalamak durumunda bulunanlara elinde bulunan mangalın küllerini savurarak, gözlerini toza bulayıp zaman kazandırmayı becerdi.
Rivayet olunurki; şehzadeye saldıranların arasında bizzat 4 Mustafa'da varmış! Bunun böyle olduğunu belirten Ali Sevdi bey şunu söylemekte: "Kütüphanemde mevcud olup, vazarm adı ve eserin ismi olmayan kitab, maalesef son babı-ali yangınında yanıpda gitti" demektedir. Alemdar Mustafa Paşanın daha önce kırın emrini verdiği kapı kırılınca ilk görü­nen manzara şehidin naşı olmuştu. İlk göreni de Alemdar paşa idi. Şaşkınlığını gideremeyen, gördüklerine inanama­yan bir halle merhum padişahın cesedine kapanarak hıçkıra hıçkıra ağlayan koca adam: "Vah efendim! Ben seni tekrar taht'a çıkarmak için bu kadar uzak mesafelerden gelmiş i-dİm, gözlerim, seni bu halde gördüler ha! Şimdi şu enderun halkını baştan başa kılıçtan geçirerek senin intikamını ala­yım" diye inlemekteydi. Kırksekiz yaşında şehid olan 3. Se-lim'in cesedi Alemdar paşanın kucağında biruh olarak, al-kanlar içindeydi. O sırada ise, inkılap hareketleri içinde piş­miş bir kimse olan ve üzüntü ile infial halinde bir iş görüle­meyeceğinin idrakinde bulunan Ramiz efendi; Alemdar pa­şaya yaklaşıp: "Şimdi ağlamanın sırası değil, tahtın yegane vârisi olan şehzade Mahmud bulunup tahta çıkarılmalı" de­di. İlave etti: "Gecikirsek, korkmak lazım gelirki ona da bir hâl olur." derdemez, Alemdar paşa aklını başına alır.

Derhal Sultan Mahmud'un bulunmasını oradakilere emre­der. Saray imamı Ahmed efendi, genç şehzadenin saray damına çıkmış bulunduğunu haber aldığından, güç bela çık-uğı damdan sultan Mahmud'u indirdi. Alemdar'ın yanına ge­tirerek, "İşte efendim, Sultan Mahmud efendimiz ben biat ediyorum" diye yüksek sesle hitab etmişti. Alemdar Mustafa PaŞa, bilâfütur: "Padişahım! Ben buraya amucanızı taht'a Ç'karmak için geldim. Kör olası gözlerim onu şu vaziyette u|dum.  Seni taht'a çıkarayımda müteselli olayım.  Lâkin
ultan Selim'i bu hale koyan enderun ahalisini kılıçdan geçjrmeme müsaade buyur" Demişti. Henüz yirmiüç yaşında bulunan daha bir iki dakika evvel belkide hayatının en zor ve tehlikeli anlarını yaşayan Sultan Mahmud'un son derece yüksek olan metanetini anlamalıki; ne yerde yatan alkanlara bürünmüş amucasının, cesedinin ürkütücü manzarasından ne de, kükremiş aslan gibi saraya savlet eden, silahına sarıl­mış ve intikam arayan Alemdar paşa ve maiyetinin hâl ve davranışları etrafı velveleye veren feryatlardan zerre kadar bir korku duymayarak, gayet metin ve mekin bir arslan se­siyle: "Paşa; şimdi silahlarını çıkar. Askerini dağıt. Seninle görülecek işlerim var. Hemen Hırka-i saadet dairesine gel. Daha sonra hâinleri ben buldurup, sana teslime bakarım." Demiştir. Genç padişahın, böyle bir tavır ve otoriter davranış­la Alemdar paşanın asabına hâkim olmasını telkin eden emirleri hemen tesirini gösterdi. Alemdar Mustafa paşa sa­kinleşmişti. İlk önce silahlarını çıkardı. Ardından askerin da­ğılmasını emretti. Yalnız sultan Mahmud'un babasının vakti zamanında Alemdar paşaya maddi ve manevi değeri pek yüksek bir hançer hediye etmiş olmasından mütevellit padi-şahdan bunu taşıma müsaadesi taleb etti. Sultan Mahmud bu talebe müsbet cevap verdi. 4. Mustafa ise bu sırada Bağ-dad köşküne çıkmış sofada "ben bu taht'tan inmiş değilim, Mahmud'u kim tahta çıkardı!" şeklindeki sözleri herkes tara­fından duyulduğu gibi, Hırka-i saadet odası içinde bulunan Alemdar tarafından da işidildi. Bu sözler paşa-nın yine çile­den çıkıp pür gazab kesilmesine sebeb oldu. Hırka-i saadet odasından fırladığı gibi, bağırarak.
"Söyletin şu adama beni kıyamete kadar lanetle andıra­cak bir harekete sevketmesin, bucağına çekilsin!" şeklinde haykırdı. Saray imamı Ahmed efendi işin vahametini anlaya­rak, hemen Sultan Mustafa'nın huzuruna çıkarak: "Efendim saltanatta nasibinizin bu kadar olduğu görülüyor, artık birazda istirahat buyrun" diyerek 4. Mustafa'yı harem dairesine göndermiştir.
Bütün bu gaileler atladıldıktan sonra Hırka-i saadet önüne, Osmanlı tahtı kondu ve resmen biat merasimi başladı. Vekil­ler, komutanlar, alimler, ileri gelen devlet memurları biatlarını yerine getirdiler. İlk biati Alemdar Mustafa paşa yapmıştı. Çünküilk karşılaşmadan sonra Sultan 2. Mahmud, Alemdar Mustafa paşayı hırka-i saadet dairesindeki mükalemesinin akabinde sadaret ile taltif eylemişti. Böylece de, Sultan 2. Mahmud'un ilk veziriazamı Alemdar Mustafa paşa olmuştu. Tabiatıyla ilk biat edende ülkenin iki numaralı adamı olacak­tı. Ne varki; tarihimizde varlığıyla, fedakârhğıyla, metanetiy-le ve fikri aydınlığıyla daima yad olunacak Alemdar Mustafa paşa hatayı burada, vezareti uzma makamını kabullenmesin­de yaptı. Çünkü Alemdar paşa yetişmiş, cesur, fedakâr bir asker, mühimce bir kumandan olarak askeri meziyetlerini her zeminde ispateylemiş bir kimseydi. Lâkin bir milletin, adeta yıkılması mukadder devletin yıkılmasını önleyebilecek kadar mülki idaresine, siyasasına akıl erdirebilecek tecrübe-nin sahibi değildi. Ayrıca kendisinde bir hırs ve tamah olma­dığı herkesçe bilinen hususlardandı. Sadareti kabul etmesi, ne servet-ü saman sahibi olmak nede şan ve şöhret sahibi olmaya matufdu. Sadece milletini ve memleketin ahvalini düzeltecek bir anlayışla üzerine aldığı düşünülmelidir. Fakat, bu vazifeyi alacağına vazifeden uzak kalarak ancak eski tâ­birle nigahban yâni bir gözlemci olarak kalması pek daha isabetli olurdu. Aşağıda yazacağımız ve kendisinin şehidliği-ne sebeb olacak feci vakaya, hep bu hâl İçinden yâni hizmet edebilirim içtihadının yanlışlığını ortaya koymuş olacağız.


Eser: Büyük Osmanlı Tarihi

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Büyük Osmanlı Tarihi

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..