Hutbenin Hükümleri :

İmâm, hutbe için aslen ve Cuma Namazı için ibtidâen yerine baş­kasını geçirmez. Yâni hutbe için istihlâf aslen caiz olmaz ve namaz için de ibtidâen (başta) caiz olmaz. Ancak imâma hades vâki oldukdan sonra namaz için başkasını yerine geçirmesi caiz olur. Bu, Hidâye'-nin   «Edeb'ül-Kâdî»   bölümünde   zikredilenlerden   anlaşılandır.

Cuma Namazını kıldırmaya memur olan kimse bunun hilâfmadır ki o (yâni görevlendirilmiş memur) yerine başkasını bırakır. Çünkü Cu-ma'yı kılmak muvakkat olduğu için, vakti geçmeye yakındır. Şu hal­de (Cuma'nın edası için) ona emir, vakit sebebiyle istihlâfa izin olmuş­tur.

Hidâye sarihleri demişlerdir ki : Me'mûrun, yerine başkasını bı­rakması caizdir. Zira Cuma'nın edası vakti geçmeye yakındır. Çünkü belli bir,, vakitle sınırlı olduğundan, o vaktin geçmesiyle Cuma'nın edası da geçer. Böylece, edâ emri, o vakit sebebiyle halîfeden delâlet yönün­den başkasını yerine bırakmaya izin olur. Lâkin istihlâf,. bu başka kişi hutbeyi dinlediği vakitte caiz olur. Çünkü hutbe, Cuma'mn iftitâhınm şartlarındandır. Bu istihlâfm caiz olmasının sebebi; şüphesiz hutbe ve hutbeden sonra imametin, kaza (Kâdî tayini) gibi Sultanın işlerinden olmasıdır. Öyleyse hutbe ve imamet başkası için caiz değildir. Ancak Sultanın izni ile caizdir. Şu halde, şayet izin bulunmazsa caiz değildir. Bunun tahkiki, Şeyh Ebû'I-Muîn (Rh.A.) in, El-Câmİ'ul-Kebîr şerhinde-ki şu sözüdür: «Kâdî'nîn, yerine başkasını geçirmesi, ancak Sultân istih-lâfı Kâdî'ya bıraktığı zaman caiz olur. Çünkü Kâdî, kazayı (Muhakeme etme işini -Kadılığı-) izin ile elde eder. Şu halde izin verilmeyen Kâdî hakkında kaza, izinden Önce olan duruma göre bakî kalır. Kâdî'nin, ye­rine başkasını geçirmesi, Sultan kâdîye istihlâfı bıraktıkdan sonra caiz olur. Çünkü Kâdî, Sultânın izni ile istihlâfa mâlik olmuştur. Nitekim insanlar arasında kâdînin, kendi hakkında kazaya (hüküm vermeye) mâlik olması gibi. Kâdî'nin bu istihlâfı meselâ, satışa vekîl kılman kim­se, şayet başkasını vekîl etse, izinsiz caiz olmayacağı meselesi ile itibâr olunur. Ödünç alan kimse (müsteîr) bunun aksinedir. Ödünç alan kim­senin ödünç vermesi caizdir. Çünkü menfaatler ödünç alanın mülkü üze­rinde meydana gelir. Bu durumda, müsteîr, o menfaatleri başkasına temlike mfâlik olur. Böylece müsteîr, mülk hükmüyle tasarruf da bulu­nur.»

Bizim üzerinde konuştuğumuz, bunun aksidir. Çünkü kâdî, izin hükmüyle mutasarnftır. Ve izin verildiği şey kadarıyle mâlik olur.
Bundan sonra Şeyh Ebû'I-Muîn (Rh.A.) demiştir ki: Bu meseleyi bizim Ulemâmız açıklayıp dediler ki: Bir kimse başkasının makamına başkası (üçüncü şahıs) adına geçse, O kimse için kendi makamına başkasını geçirmesi caiz değildir. (İstihlâf meselesi gibi). [89] Fakat bir kimse başkasının makamına kendisi için geçse, kendi makamına baş­kasını geçirmesi caizdir. (İstiare meselesi gibi).[90]

Fıkıh ise, bizim açıkladığımız şekildedir.

Eğer denilirse ki; Sultân tarafından istihlâfa me'zûn olmayan asî-lin hazar olduğu sırada, naibin hitabeti caiz olur mu? Nitekim istih­lâfa me'zûn olmayan kâdî hâzır olduğu zaman, naibin hükmü; ve izni olmayan müvekkilin hâzır olması sırasında vekilin tasarrufu caiz ol­duğu gibi caiz olur mu? diye sorulursa, cevâbında biz, «Olmaz» deriz. Çünkü onların (yâni hüküm ve tasarrufun) medarı (sebebi), reyleri­nin mevcudiyetidir. Bu durumda, şayet rey bulunursa, caiz olur. Cuma bunun gibi değildir. Çünkü Cuma'yı kılmada, reye lüzum yoktur. Kâdî ve hatibin, yerine başkasını geçirmesi (istihlâf), ancak Sultân tara­fından onlara (namaz ve hutbeye) istihlâf için izin verildiği zaman caiz olur. yncak bu takdirde istihlâf caiz olur. Bu ehemmiyetle bilinme­si gereken meseledir. İnsanlar bundan gafildirler.
Birinci ezan [91] ile Cuma'ya sa'y (hemen gitmek) vâcibdir [92] ve alım - satım mekrûhdur. Çünkü Yüce Allah (C.C.)
«Cuma günü namaz için ezan okunduğu zaman Allah'ı anmaya hemen gidin, alım - satımı bırakın.» [93] buyurmuştur.

Sa'y (yâni hemen gitmek), ikinci ezanda vâcib olur, diyenler de vardır. Çünkü birinci ezan (minarede okunan) Resûl-i Ekrem' (S.A.V.) in zamanında yoktu. Esah olan birinci sözdür. Çünkü eğer musallî, ikin­ci ezan vaktinde yönelse, Cuma Namazımdan önce sünneti kılmaya ve hutbeyi dinlemeye imkân bulamaz. Hattâ onun Cuma'yı kaçırmasından korkulur.

Her ne kadar Hidâye sahibi Hidâye'de; «Sa'yın vâcib ve alım sa­tımın haram» olduğunu söylemiş ise de, musannif «alım satım haram­dır.» dememiştir. Zira ezan vaktinde alım - satım caizdir. Fakat mek­ruhtur. Nitekim bu hususlar fürû ve usûl kitaplarında yazılmıştır. Bun­dan dolayı bazı Hidâye sarihleri, kerahet lafzı harama delâlet eder, demişlerdir.
İmâıiım minbere çıkmasryle, [94] Cuma Namazının tamamlanma­sına kadar namaz kılmak ve konuşmak haramdır. Musannif, burada, Hidâye sahibinin Hidâyede dediği gibi «hutbe tamamlanıncaya kadar» dememiştir.

Nitekim Muhît'de ve Gayet'ul-Beyân'da açıklanmıştır kî : Şüphesiz namaz ve konuşmak, imâmın minbere çıkışı vaktinden Cuma Nama­zından ayrılıncaya kadar mekfûhtur. Bir kimse, imâm minbere çıktı­ğı zaman, namazda olsa, Cuma'nm sünneti de olsa, iki rek'atm başında namazı keser. Eğer o kimse bir rek'atı kılsa, onun üzerine diğer bir rek'-atı ekleyip selâm verir. Eğer üçüncü rek'atta olsa, dördü tamâm eder.
İmâm minber üzerine oturduğu zaman, müezzin imâmın Önünde ezan okur. [95] Hatibin iki hutbe ile hitabet etmesi ve iki hutbe arasında oturması sünnettir. Ayakta durarak temiz olduğu halde [96] oku­ması sünnettir. Çünkü Selefden mütevâtiren rivayet edilen budur.

Hutbenin tamâm olmasından sonra ikâmet yapmak sünnettir. Hatibden başkasının Cuma Namazını kıldırması doğru değildir. Çünkü Cuma, hutbe ile beraber bir tek şey gibidir. Şu halde, o Cuma'yı iki kim­senin kıldırması doğru değildir. Eğer kıldırırsa, caiz olur.

Bir çocuk Sultânın izni ile hutbe okuyup Cuma'yı da bir baliğ kim­se kıldırsa, caizdir. Hülâsa'da böyle zikredilmiştir.

Cuma gününde yolculuğa çıkmakta - eğer o yolculuğa çıkan kim­se Öğle vaktinin çıkmasından önce şehrin evlerinden çıkarsa - mahzur yoktur. Çünkü Cuma öğle vaktinin sonunda vâcib olur. Halbuki o kim­se, o vakitte müsâfirdir. Köylü olan kimse, şayet Cuma gününde şehre girer ve o gün o şehirde kalmaya niyet ederse, o kimseye Cuma Namazı vâcib olur. Eğer o köylü Cuma gününde vakitten önce veya vakitten sonra çıkmaya niyet ederse, ona Cuma Namazı yoktur. Çünkü o köylü kalmaya niyet ettiği günde, şehir halkından biri gibi olmuştur. Şehir­den çıkmaya niyet ettiği günde ise, şehir halkının biri gibi olmamıştır. Şayet bir müsâfir Cuma gününde şehre gelse, onbeş gün o şehirde ikâ­mete niyet etmedikçe ona Cuma lâzım gelmez. Kâdîhân (Rh.A.) böyle söylemiştir.
Kılıç zoruyla fethedilen her şehirde, hatîb minber üzerinde kılıç ile hitabet edip onlara o beldenin kılıç ile fethedildiğini, şayet onlar İslâm'dan dönecek olurlarsa, o şehrin ebedî Müslümanların elinde kalacağını ve İslâm'a geri dönünceye kadar onlar ile savaşacaklarını gösterir. Halkı sulhen İslâm'a giren her şehirde ise, hatîb minberde kı-hçsız hitabet eder. Resûlüllah' (S.A.V.) in Medîne-i flîünevvere'si kıhç-sız fethedilmiştir. Öyleyse hatif; orada kılıçsız hitabet eder. Mekke-i Mü-kerreme kılıç ile fethedilmiştir, orada hatîb kılıç ile hitabet eder. Ta-târhâniyye'de böyle zikredilmiştir. [97]