19- ÖZÜR SEBEBİYLE İCÂRENİN FESHİ; İCÂREDE ÖZRÜN SALİH OLUP OLMAYACAĞI VE İCÂRENİN FESHİNE TEALLUK E

Aslında icare, —ayn'm, karşılığı olmadan helak olması halinde, —bir özür bulunmadan da feshedilebilir.

Meselâ: tcare akdinin yazılması halinde, bu yazının zayi olması gibi.. Ve, icarlanan bir yerin ziraat için sürülmesi ve fakat tohumun kimin tarafından verileceğinin belli olmaması halinde., bu icarenin özür­süz olarak feshedilebileceği gibi..

Vâkıât'ta, bu cevabın muhafaza edilmesinin gerekliliği hususunda pek çok malumat vardır. Gınye'de de böyledir.

İcare, bize göre, özür sebebiyle bozulabilir. Onun da bazı yönleri vardır:

Özür, ya akidlerin biri tarafından olur veya ma'kudün aleyh ( = üzerinde akid yapılan şey) tarafında olur.

Bazı rivayetler de: "Özür tahakkuk ettiği zaman, icare bozulmaz." denilmiş; bazılarında ise: "...bozulur." denilmiştir.

Bazı alimlerimiz de, bu hususta tevakkuf etmişler (= durup> bek­lemişler) ve: *'Şayet icare, bir garaz (= maksad) için yapılmış, o garaz da ortadan kalkmış ise veya bir özür, şer'î bir akid üzerine icareyi bozuyorsa, bu durumda icare kendiliğinden bozulur.

Mesela: Bir kimse başka birini yemek yemesi halinde, elini kesmesi için veya ağrıdığı vakit dişini kırmak için icarlar ve bu adam yemek yemekten ve diş ağrısından da kurtulursa, icare bozulmuş olur. Zira böyle bir akdin cereyanı şeriatta mümkün değildir.

Bir adam, Bağdad'a kadar gidip, bîr şahıstaki alacağını istemek için veya kaçan bir kölesini aramak için bir hayvan icarladıktan sonra; borçlusu   gelir   veya   kaçan   köle   yerine   dönerse;   bu   icare   akdi kendiliğinden bozulmuş olur. Çünkü maksad hasıl olmuş ve garaz yok olmuştur.

Keza, bir adam, evinde bir arıza var zanniyle, bir adamı, o evi yıkmak üzere icarlar; sonra da evde hiç bir arıza olmadığı görülür veya velime yemeği yapmak üzere bir aşçı icarlar o sırada da gelin öîüverirse, bu durumlarda icare, kendiliğinden geçersiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Geçmişte yapılan şer'î akdin bozulmasına mani olmayan fakat, bu akdin bozulmasını gerektiren bir nevi zarar meydana çıkarmış olan her özür akdin bozulmasını gerektirir. Bu durumda feshe ihtiyaç vardır. Zehiyre'de de böyledir.

Özür tahakkuk edip, akdin feshine ihtiyaç hasıl olunca, özür sahibi yalnız başına, bu akdi bozabilir mi? Bu durumda hakimin hük­müne veya diğer akidin rızasına ihtiyaç var mı?

Bu hususlar da da görüş ayrılıkları olmuştur.

Sahih olan ise şudur:

Şayet özür açkda ise, tek taraflı akid feshedilebilir. Böyle değil de, meşkuk (= şüpheli) ise, o zaman, akidiek taraflı feshedilemez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İcarlanan şeyde kusur vaki olur ve bu kusur, yapılacak işe mani olacak durumda olmazsa,  bu  durumda icarlayan  şahıs  muhayyer kalamaz.

Meselâ: Hizmet için icarlanan bir kölenin gözünün biri yok olsa veya saçı dökülse, bunlar onun hizmetine halel getirmez.

İcarlanan bir evin, yıkılan duvarı, oturmaya halel getirmese, icar feshedilmez.

Şayet kusur, menfaata halel getirirse, kölenin hasta olması; hay­vanın sırtının yağır olması (yük taşıyamaz hale gelmesi) yıkılan bir duvarın o evi oturulamaz hale getirmesi gibi durumlarda, müste'cir muhayyerdir: îsterse o kadar faydalanıp, bedeli tam öder; isterse akdi nakzeder. (= bozar) Serahsfnin Muhiytı'nde de böyledir.

Eğer müste'cir akdi bozmadan önce, evi icara veren zat, duvarını yaparsa, bu durumda kusurun ortadan kalkmış olmasından dolayı, müste'cir hiç bir şekilde, bu akdi feshedemez. Hastalanan bir kölenin, icare akdi feshedilmeden önce, iyileşmesi gibi...

Şayet müste'cir arızanın kalkmasından önce akdi bozmak isterse, o takdirde, fesh ev sahibinin huzurunda olacaktır.

Eğer ev sahibi hazır değilse, müste'cirin akdi bozma hakkı yoktur. İcara veren şahıs yokken, müste'cir tamirat yaptırırsa, tamir ücreti ken­disine ait olur.

Çünkü, eğer oturursa, akid bakidir ve yaptırdığının faydasıda ken­disine aittir. Kübrâ'da da böyledir.

Şayet ev tamamen yıkılırsa, ev sahibi hazır olmasa bile, akid bozulmuş olur.

Şayet müste'cir bozulan evin yerinden faydalanıyorsa, icare devam eder.

Hâher-zâde, bu icarenin devamı görüşündedir.

Şemsü'l-Eimme ise ev tamamen yıkılınca akid bozulmaz; fakat, ücret akid ister fesh edilsin, isterse edilmesin, ücret sakıt olur. ( = düşer.)" buyurmuştur. Suğrâ'da da böyledir.

Eğer ev yıkılır ve icarcı, evin yerinde oturursa, bu durumda icar gerekmez.

Şayet evin bir kısmı yıkılır; kalan kısmında oturursa, ücretten hiç bir şey noksanlaştınlmaz.

Keza, bir kimse, üç odalı bir evini icara verdiği halde, bu evde iki oda  bulunursa,   bu  durumda  icarcı  muhayyerdir;   ecirden  bir  şey düşüremez.  Fakat isterse,  icardan vaz geçip,  icar akdini  fesheder. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

İcarlanan evin yıkılması üzerine, icare bozulunca, icare de düşer. Meselâ: Bir gasıb, bir şeyi gasbederse, o şahsın, icareyi feshetme yetkisi vardır ve bu durumda icar gerekmez. Fakat icare anlaşması bozulmuş sayılmaz. İmâm Muhammed (R.A.), el-Asl'da buna işaret buyurmuştur.

İcarlanan ev yıkılır ve müste'cir icare müddetince, orda oturmak isterse, icara veren şahıs, onu, bundan men edemez. Ve müste'cir, bu binanın yapılmasını, icara veren şahıstan, icareyi feshetmeden önce isteyebilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İmâm Mühammed (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Bir gemi bozulduğunda onun tahtasına binen icara cebredilir mi?

Hayır edilmez. Bu geminin zayi olmasıyla, akid bozulmuştur. Fakat o gemi başka bir gemiye döndürüldüğünde, —bir gasıbın, tahtaları gas-bedip, onu da bir gemi yapması halinde, onun o gemiye sahip olması gibi, o şahıs yeni geminin sahibi olur. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

ei-Asl Kitabında şöyle zikredilmiştir:

Müste'cir bir mazereti sebebiyle evden çıkarsa; icar düşer. Ziyâdât Kitabında ise: "Düşmez; ancak icareyi fesh ederse, düşer." denilmiştir. Fetâvâyi Attâbiyye'de de böyledir.

Bir adam, bir ev icarladığmda, o evin bir kısmı yıkılır; icara veren de hazırda olmaz veya inadından hazır bulunmayıp hakimin meclisine gelmezse, icare fesholmaz. Hakim, onun adına bir vekil tayin eder ve o, icareyi fesheder. Gmye'de de böyledir.

Bir kölenin efendisi, icara verdiği bu köleyi, yolculuğa çıkarmak isterse, bu özür değildir. Bu durumda, icare de feshedilmez. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, akarını icare verdikten sonra, kendisi yola çıkarsa, bu da müste'cir için özür sayılmaz. Çünkü, her ne kadar, icarcı bulunmasa bile, müste'cir ondan faydalanıyor.

Şayet müste'cir yolculuğa çıkmak isterse, işte bu bir özürdür. Çünkü müste'cirden oturmadığı evden icar alınmaz. Siracü'I-Vehhâc'da da böyledir.

İcara veren zat, icarı fazla bulursa, icareyi feshedemez. Bu fazlalık iki kat bile olsa, bu böyledir. Gâyetü'I-Beyân'da da böyledir.

Bir yeri icarlayan şahıs, sanat değiştirmek isterse (Mesela: Ticareti terk edip, ziraatçılık yapacak olursa veya bir yeri ekmek için kiraya tuttuğu halde onu terkeder, ekmezse ve ticaretle uğrayacağını söylerse) işte bunlar özürdür. Bedâi"de de böyledir.

Bir kimse, bir çarşıda, ticaret yapmak için bir dükkan icarladıktan sonra, o çarşı muattal olur ve ticaret yapmak imkanı kalmazsa; icareyi fesh eder. Zira, bu bir özürdür. Gınye'de de böyledir.

Bir adam, Kûfe'den Bağdad'da gitmek üzere, bir deve icar­ladıktan sonra, bir katır karlamak isterse, o bir özür olmaz.

Fakat, bu deveyi veya başka bir hayvanı satın alırsa, işte o, özür olur.

Bir adam, Bağdad'a kadar bir hayvan icarladıktan sonra, seferden geri kalması icabeylese; veya hacca gitmek üzere bir deve icarladıktan sonra, o yıl hacca gidemese; yahut hastalansa, veya sefere çıkmakdan aciz kalsa, bunların tamamı özür sayılır.  Fetâvâyi Kâdîhâh'da da böyledir.

Bir kimsenin, icara tuttuğu ev yıkılır ve icara veren şahsın da başka evi olmazsa,  —icarlayan şahsın,  orda oturmayı irade ettiği müddetçe— bu icare bozulmuş olmaz.

Eğer şehirden çıkmak isterse, yine icare bozulmaz. Çünkü, bir zarara uğramış değildir ki akdi bozsun...

Şayet ev sokakda olur ve oradan bir ev satın alıp müstecir borçlanır veya iflas eder ve o sokaktan kalkarsa, işte bu, onun için bir özürdür ve bu durumda icare bozulur.

Keza, icara tutan şahıs, başka bir beldeye gitmek.ister ve ev sahibi, evden çıkmasını istemezse, bu durumda hakim müste'cire "çıkmasının zarurî olup olmadığı hususunda'', yemin verir.

Keza, müste'cir, bir ticaretten, başka bir ticarete geçmek isterse, bu da bir özürdür. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, içinde bir iş yapmak üzere bir dükkan icarladiktan sonra,  o dükkanda,  o  san'attan başka bir san'at yapmak isterse, yapacağı ikinci san'at, o dükkanda kolaylıkla yapılabilen bir meslek olması halinde icareyi bozmaz; değilse bozar. Çünkü, Özür tahakkuk eylemiştir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, icarladığı evden daha ucuzunu bulsa, bu bir özür olmaz.

Keza, bir kimse, bir ev satın alıp, oraya taşınmayı murad eder veya bizzat bir hayvanı Bağdad'a kadar icarlar; sonra da icarlayan zat o evden çıkmamak isterse, işte bunlar birer Özürdür.

Şayet hayvan sahibi hakime şikayet eder ve hakim ona: "Sabreyle, eğer giderse, hayvanınla gider. Çünkü kiralanan, hayvanın adımlarıdır. Eğer götürürse, ondan faydalanır. O takdirde icar gerekir. Eğer binmez veya hastalanır yahut bir şeyden korkar veya hayvana bir arıza isabet eder ve ona binme imkanı kalmazsa, bu özürler müste'cir için makbul olan özürlerdir.

Şayet hayvan sahibi hastalanırsa bu durumda icare bozulmaz. Keza,   müste'cirin   alacaklısı,   hayvanı   habsederse,   yine   icare bozulmaz.

Bir adam, diğerini, bir yükü, bir yere götürmek üzere icarladığında, yolun bir kısmını gittikten sonra; gitmek istemez ve icareyi oraya bıra­karak, ücretin yarısını isterse; alimler: "Eğer geride kalan yarı yol, aynı kolaylıkta veya aynı zorlukta ise, götürdüğü kadarının ücreti verilir." demişlerdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, evini icara verdikten sonra, bu icare akdini bozmak isterse; onu satıp, bedelini aile efradına nafaka yapacak olması halinde, buna hakkı vardır. Kübrâ'da da böyledir.

Evini kiraya veren bir kimsenin müstecirinin alacaklısı gelir ve müste'cir evin ücretini (= icarını) —ona verme mecburiyetinde kalırsa; ev sahibinin bu icareyi bozma hakkı vardır. En uygun olanı, bu durumda icara veren şahıs, işi hakime çıkarır; akdi o bozar; yoksa kendisi bizzat bozmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Müste'cirin, ev sahibinin borcu için, evi satması doğru olmaz. Fetvâ'da bunun üzerinedir. Sirâciyye'de de böyledir.

Bu durum hakime haber verilir ve icarcı, icarın kalkmasını isterse, bu durumda hakim, akdi bozmaz. Şayet, müste'cirin bizzat kendisi satar veya icara verene veya başkasına satmasını emrederse, hakim onu kabul eder.

Bu emir, hakime duyurulur ve satıcı, alacaklının beyyinesini isbat ederse, bu durumda hakim, o beyyineyi tasdik edip, bu icareyi bozar ve müşteriden evin bedelini alıp, alacaklıya teslim eder.

Hakim hükmünü verene kadar, müstecirin ev sahibine icar vermesi zaruridir. İcar ev sahibinin olur ve o, ona helal olur.

Keza, icara veren zat, durumu hakime haber vermeden önce, kendisi evini satar; sonra da durum hakime haber verilirse, bu durumda da müste'cir, —icara veren şahsın gerçekten borçlu olduğunun hakim tarafından bilinmesi halinde— icarı, ev sahibine öder.

Fakat hakim, ev sahibinin borçlu olduğunu bilmez; örf de ev sahi­binin ikrarına göre hareket etmek olur; alacaklı da alacağını ikrar eder; müste'cir de bunu inkar ederse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, o yer satılır; icare düşer.

İmâmeyn'e göre ise, bu yer satılmaz; icare devam eder. Muhıyt'te de böyledir.

Hakim, bu evi sattığı vakit,  önce müste'cirin alacağını öder artanını da diğer alacaklıya verir.

Eğer ev sahibi borçlu olarak ölürse, bu durumda en haklı olan müste'cirdir rehinde olduğu gibi...

Şayet arazi ekili ise,  mahsul yetişene kadar,  borç için akid bozulmaz.

Mahsul olgunlaştığı zaman, borcu yüzünden habsedilen şahıs, o mahsulü idrak etmesi için hapisten çıkarılır.

Şayet müşteri o yerin icara verilmiş olduğunu bilirse, alımını fes­hetmez; sabreder.

İcâre müddeti tamamlanınca, mahsulü, mal sahibi müste'cirin izni olmadan satmış; müstecir de bu satışı reddetmişse, bu durumda bey' ( = satış) bozulur mu?

Alimler bu hususta ihtilaf etmişlerdir.

Esahh olan kavil ise, bu satışın bozulmamasıdır. Eğer müste'cirin izni ile satmış ise, bu icare bozulmuştur. Gıyasiyye'de de böyledir.

Müste'cir, aczi sebebiyle fukara olduğu veya bir kazanç temin edemediği yahut hastalandığı için icareye muhtaç olsa, bu durum akdin devamına mani olmaz. Hulâsa'da da böyledir.

Bir adam, önce kölesini icara verir; sonra da onu satarsa; bu bir özür değildir. Ve icareyi bozmaz. Çünkü, akdin devam etmesinde ona bir zarar yoktur. O köle, icare müddetine kadar, müste'cirin tasarru­funda kalır. Nihâye'de de böyledir.                   -

Evini icare veren zat, kâr zahir oldu diye, evini sattığında, bu ica­reyi bozmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam; bir seneliği yüz dirheme bir köle icarlar ve bir batmanda içki verecek olur; karşılıklı teslim-tesellüm yapıldıktan sonra da icara veren zat, akdin fesadından dolayı icarı bozarsa, buna hakkı vardır. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir terzi, birlikte çalışmak üzere bir köle icarladıktan sonra, iflas eder veya hastalanır ve o sokaktan çıkmak isterse, bu bir özürdür. Fakat başka bir iş yapmaya intikali Özür olmaz. Çünkü o terziyi ister o mahalde istihdam eder; isterse diğer bir dükkanda çalıştırıp ücretini verir. Tjmurtâşî'de de böyledir.

Bir adam, diğerini, elbisesini yıkatmak veya gömleğini biçtirmek yahut evinin duvarını ördürmek veya tarlasına tohum ektirmek için icarladıktan sonra, o,onu yapmazsa, işte bu bir özürdür.

Bir kuyu kazdırmak için icarlasa yine aynıdır.

Hacamat yaptırmak ve kan aldırmak için icarlayıp, sonra da bundan vazgeçse, bu da aynı şekilde özür sayılır.

Şayet bu durumlarda, icarlanan zat, o işi yapmaktan kaçınırsa, ona cebredilir ve bu durumda icare bozulmaz. Muhiyt'te de böyledir.

Bir adam, bir arazi icarladığında o yeri kum basar veya o yer sertleşip, sürülüp ekilmez hale gelirse, bu icare batıl (~ geçersiz) olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şayet bu araziyi su basar ve ekilmez hale gelirse, bu da icarenin bozulmasına sebeb olabilir.

Nevazil kitabında şöyle zikredilmiştir:

Şayet suyu kesilecek olursa, yine fesh hakkı sabit olur.

Eğer, bu araziye ekin eker ve o halde de ecr-i misille o yeri bir başkasına terkeder, o da razı olursa, bu işlem geçerli olur. Hulâsa'da da böyledir.

Bir adam, ziraat için bir arazi icarladıktan sonra, başka bir yeri ekmek istese, bu bir özür sayılmaz.

Nevazil'de şöyle zikredilmiştir:
Bir köyde bir arazi icarlayan bir kimse, sonra onu bırakıp, başka bir köyden bir yer icarlarsa, —bu köylerin arasında sefer müddeti olan (90 kilometrelik bir mesafa bulunması halinde,— bunu yamaya hakkı olur. Şayet bu mesafeden az ise, hakkı yokdur. Çünkü sefer müddetinden aşağı olan mesafe hakkında çok ahkam vardır. Bir mahalden, bir mahaîe gitmek gibi... Timurtâşî'de de böyledir.

Müste'cir hastalanıp, ziraatçılıktan aciz kalır ve kendisi bizzat ekemez ise, işte bu bir özür olur.

Şayet başkası ektirmez ise bu özür olmaz. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir adam, bir köleyi, hizmet için icarlar ve bu köle hasta olursa, bu durumda müste'cir, icareyi feshedebilir.

Şayet bu hale müstecir rıza gösterirse, bu durumda icara veren şahıs, icareyi feshedemez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İcarlanan bir köle kaçarsa, bu da bir özürdür.

Şayet, bu durumda müste'cir icareyi feshetmez ve bu köle geri gelirse, kaçtığı günlerin icarı düşer ve akid baki kalır.. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Şayet icarlanan köle hırsız olursa, müste'cir onun icaresini fesh eder. (- bozar)

Bu kölenin efendisinin bu icareyi fesh hakkı olmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Eğer icarlanan köle, yapacağı işi başaracak kabiliyette olmazsa, bu hal, müstecir için, fesh sebebi olmaz.

Şayet yaptığı işi bozarsa, bu durumda müste'cir muhayyerdir. Muhıyt'te de böyledir.

Belirli bir hayvan, yük taşımak üzere kiralanır ve bu hayvan ölürse, bu durumda bu icare fesh olur. Fakat hayvan, belirli olmaz ise, yerine başka bir hayvan getirir. Zehıyre'de de böyledir.

Belirli bir hayvan kiraya verildiğinde, o hayvan hastalanırsa, bu hal, kiraya veren için özür olur.

Bir başkasını, verir ve o hastalanırsa, bu hal özür olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Müste'cir yolun bir kısmında ölürse, o kadar mesafenin ecri alınır. Geride kalanın hesabı batıl (= geçesiz) olur.

Hişam,   İmâm   Ebû  .Yûsuf   (R.A.)'un   şöyle   buyurduğunu nakletmiştir:

Bir kadın, kurban bayramı günü, farz olan tavafı yapmadan Önce doğum yapar; icarcı olan deveci de onunla birlikte kalmaya razı olmazsa, işte bu bir özürdür; icare bozulur. Çünkü kadın,' tavaf etmeden Mekke'den çıkamaz; deveci de o müddet bekleyemez.

Şayet kadın önce doğum yapmış olur ve bir hayız müddeti kadar veya daha az bir zamanı kalmış olursa; bu durumda deveci beklemeye mecburdur. Sirâcü'I-Vehhâc'da da böyledir.

Bir adam, bir sene süre ile bir iş öğretmek üzere, bîr adamı icarlar; senenin yarısı geçtiği halde o adam bîr şey öğretmezse, gördüğüm rivayete göre, bu durumda müste'cir icareyi fesh eder.

Şeyhu'I-İmâm Aliyyü'l-İsbîcâbî'de benim gördüğüm gibi fetva vermiştir. Suğrâ'da da böyledir.

Bir adam, bir şey satın alıp, onu bir başkasına icare verdikten sonra, o şeyde bir kusur belirir ve o kusuru sebebiyle, müşteri onu satan şahsa geri verirse, bu durumda, icare akdi feshedilir. Muhıyt'te de böyledir.

Tecrîd'de şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, nefsini bir iş veya bir san'at icra etmek için icara ver­dikten sonra, o işi yapmama hakkı yoktur.

Şayet, o iş kendi işi değilse ve onu yapınca ayıplanacaksa, bu iş akdini feshetme hakkı vardır. Hulâsa'da da böyledir.

Bir kadın, kendi nefsini, yapınca ayıplanacağı bir işe icara verdiği zaman, o kadının ehli, onu, o işten çıkarır ve icare feshedilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir değirmenin suyu, fazla miktarda azalmış olursa, müste'cirin icareyi fesh etme hakkı vardır.

Natıfî'nin Vâkıatı'nda şöyle zikredilmiştir:

Su azalmış olduğu halde, değirmeni döndürüyor ancak eski halinin yarısı kadar öğütebiliyorsa; bu durumda da müste'cir değirmeni redde­debilir. (~ geri verebilir) Şayet reddetmiyor ise, buna razı oluyor demektir.

Keza, bu değirmenin suyu bazı zaman kesiliyor; müste'cir ise, burayı belirli bir bedelle aylık olarak icarlamış bulunuyorsa, bu durumda müste'cir muhayyerdir.

el-Asl'da şöyle zikredilmiştir:

Su gelene kadar icar fesh edilmezse, gelecek ayların icarı verilir; susuz ayların icarı kalır.

tmâm Muhammed (R.A.), el-Asl kitabında "bu hususun hesaplan­ması hakkında alimlerin ihtilaf ettiklerini" yazmıştır. Bazıları: "Bir ayda on gün su kesilirse, o aydan on günlük icar düşer. Bu da aylığın üçte birisidir." demişlerdir.

Şeyhu'I-İslâm: "Esahh olan da budur," buyurmuştur. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, içinde değirmen bulunan bir evi icarlar ve onlardan her birinin hakkını da söylerse; değirmen buna dahil olmaz. İcara veren zat değirmeni kaldırır.

Şayet evleri değirmeniyle birlikte icarlarsa, o zaman da, değirmen de onun hakkıdır.

Eğer suyu kesilirse, sene geçene kadar, onu geri vermez.

Eğer o ev, değirmensiz bir menfaat temin etmiyor ise, icar evle değirmenin arasına taksim edilir. O hücrenin icar hissesi düşer; diğerinin hissesi kalır.

Değirmen olmayınca menfaat vermeyen ev hakkında müste'cirin yapacağı bir şey yoktur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İbnü Semaa'nın Nevâdiri'nde, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

Bir adam, bir su değirmenini, alet ve evi ile birlikte, suyu da akmakta olduğu halde icara tuttuktan sonra, bu değirmenin suyu kesi­lirse, bu bir özürdür.

Şayet, bu değirmeni, suyu kesik iken icarlar ve bu değirmene su temin etmek için masraf yaparsa, bu masraf kendisine ait olur.

Şayet kanal kazıp suyu akıtır; sonra da o su ile kendi ziraatını sulayıp, icar vermeyi de terk ederse, bunu yapmaya hakkı yoktur; değirmenin icarını öder.

Şayet mezrûatına, suyunu akıtılmamasından dolayı büyük bir zarar isabet ederse, işte bu bir özürdür. O takdirde, icareyi terkeder. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir arazi icarladığında, onun suyu kesilirse; bu arazinin nehirle veya yağmurla sulanıyor olması halinde, yağmur suyu kesilirse, ücret verilmesi gerekmez.

Bir adam, bir arazi icarlar ve ekmeden önce, bir müddet geçerse, o geçen müddet için icar yoktur.

Mesela: Bir gasıb, bir yer gasbeyleyip, onu ekmiş ve ona afet isabet ederek, ziraat yok olmuş veya ekdikten sonra su basmış ve ekilen şey bitmemiş ise, İmâm Muhammed (R.A.)'den gelen bir rivayete göre bu durumda icare ücretinin tamamı ödenir.

Diğer bir rivayette ise, bir adam bir yeri icarlayıp eker ve oranın suyu azalır veya tamamen kesilir; icara veren şahıs da, hakime baş vurursa, bu durumda hakim, ecr-i misille, ziraat yetişene kadar bekle­mesini söyler.

Eğer bundan sonra su gelir ve bu yeri sularsa, icarda bir eksiltme yapamaz. Muhtârül-Fetâvâ'da da böyledir.

Ziraat tamamen   zayi olursa, icar gerekli olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimsenin icarladığı arazinin suyu kesilince, ziraat susuz da meydana gelirse, bu durumda suyun kesilmesi Özür olmaz.

Şayet susuz olmaz ise, o, özür olur. Her ne kadar, bu hal, icareyi feshetmese bile, icare yoktur.

İcareyi fesh etmez, sonra da ziraatı sularsa, bu durumda fesh hakkı kalmaz.

Eğer su, arazinin bir kısmına, yetecek kadarsa, o zaman icarcı muhayyerdir: Dilerse, o yer nisbetinde icar öder. Gıyâsiyye'de de böyledir.

Yerini icara veren bir kimse, icara verdiği bu yerden, bir ağaç söktüğünde, eğer bu ağaç, faydalı ve maksûde olan bir ağaç ise, bu durumda müste'cir icarı feshedebilir. Zehıyre'de de böyledir.

Fetâvâyi Ahû'da şöyle zikredilmiştir: KâdîBedîu'd-Dîn'den Sorulmuş:

— Bir müste'cir, icarladığı yerin ağacından satmak üzere mal sahi­binden izin alsa ne olur?

İmâm şu cevabı vermiş:   

— İcare bozulmaz. Yine sorulmuş:

— Müste'cir, on dirheme icarladığı bir yeri: "Dokuz dirheme satın aldım." deK satıcı da: "Ben, onu on dirheme sattım." derse; durum ne olur?

İmâm şöyle buyurmuş:

— Bu da fesh değildir. Yine sorulmuş:

—  Bir adam, bir evi belirli bir icarla tutup, bir müddet de içinde oturduktan sonra, Harzem askerlerinin korkusundan çıkıp gider; mal sahibi de onu başka birine icare verir; önceki adamdan da icarı peşin almış olur ve önceki icarcı gelirse, bu durumda, ikinci icarcıyı, oradan çıkarabilir mi? Ve oturduğu kadar için gereken icarı ondan alabilir mi?

İmâm şu cevabı verdi:

— Evet, —eğer o evi, icareyi fesh etmeden terk etti ise ve ev sahibine başkasına icara vermeye izin verdi ise— alır.

Şayet izin vermediyse, ev sahibi gasıb olur; ücret de kendinin olur; müste'cire bir şey gerekmez. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerinden, aylığı bir dirheme, bir köle icarlar; köle de hastalanıp iş yapamaz hale gelir, fakat başka bir iş yapabilecek halde olursa, müste'cir, isterse icareyi bozar.

Eğer bozmaz ve bir ay geçerse, o ayın ücretini vermesi gerekir. Şayet hiç bir iş yapamayacak şekilde hastalanmış olursa, ona icar gerekmez. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, diğer birini gösterdiği yere bir kuyu kazmak üzere icar-layıp, çevresini de gösterir ve on arşın derinliğinde olacağını, her arşınına şu kadar icar vereceğini de şarta bağlar; adam da bir kaç arşın kazınca ölür; kuyu sahibi ise, kalan kısmını başkasına kazdırırsa, icarı hissesine isabet eden kadar verir. Çünkü kazılan kuyular için, üst tarafın kazısı ile alt tarafın kazısı bir değildir. Üst taraf kolay olduğu için, ucuz; alt taraf zor olduğu için, pahalı olur. Elbette. kıymetleri cem etmek adaletin tahakkuk etmesi için gerekir. Sonra, üst tarafın ücreti, ile, alt tarafın ücreti açığa çıkınca, en alt kısmın kıymeti, bir üstün kıymetinin iki katı olarak hisseler taksim edilir. Muhıyt'te de böyledir.

(Buna bir örnek verelim: Birinci adam altı arşın kazınca ölürse, ücretten hissesi ne olacaktır?

Şayet sonuncu arşının kazım ücreti yirmi dirhem olursa, dokuzuncu ve sekizinci arşınların kıymeti de yirmi dirhem olur. Ve sekizinci arşının hissesine on dirhem düşer.
O zaman yedinci ve altıncı arşınların ücreti beş dirhem olur. Beşinci arşının hissesine 2 Vı (= iki buçuk) dirhem düşer.
Beşinci arşının hissesi, iki buçuk dirhem olursa, dördüncü ve üçüncü arşınların ücreti 1 XA dirhem eder. Geride kalan ikinci ve birinci arşınlar da yarım dirhem ve bir de dirhemin sekizde birisi (yani 5/8 dirhem) olur.
Bu durum muvacehesinde birinci adamın kazdığı altı arşın, kuyunun hissesi meydana çıkmış olur ki, bu da: 5/8 + 1 1/4 + 2 1/2 = 5/8 + 5/4 + 5/2 = 5 + 10 + 20/8 = 35/8 = 4 3/8 (= dört tam üç bolü sekiz) dirhem eder.)

Uyün'da şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, diğerinden bir arazi icarlayıp, onu eker; sulayacak su bulamaz ve ektiği şey kurursa; oranın susuz olduğunu bilerek icarlamış olması halinde ücretini vermesi gerekir.

Eğer, suyunun olduğunu bilerek icarlar, fakat suyu olmaz veya kurursa, bu durumda kiraya tutan şahıs muhayyerdir.

Şayet, ekilen şeyler susuzluktan mahvolursa, bu durumda ücret sakıt olur. Kübrâ'da ve Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, ziraat için bir yer icarladığında büyük kanal harab olur ve adam bu araziyi sulamaktan aciz kalırsa, icareyi feshedebilir.

Şayet icareyi bozmaz ve bir müddet zaman geçerse, bu durumda icar vermesi gerekir.

Bu halde duruma da bir çare vardır; şöyleki: İcarladığı yere bir şey eker ve bu hallerin birine gücü yetmezse, bu durumda o şahsın ücret vermesi gerekmez.

Keza, suyu kesilmez fakat, bu yeri sel basar ve ziraat imkanı kal­mazsa, yine icar gerekmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adamr dağ arazilerinden bir yer icarlayıp onu eker; yağmur da umûmî olarak yağmaz ve ekin bitmez ve bir sene geçtikten sonra yağmur yağıp, ekilen o tohum biterse, İbnü Semâa, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

Bu durumda mahsulatın tamamı müste'cirindir ve o yere kira da yoktur.

Üstadımız şöyle buyurmuştur:

Bir yerde nebat bitmeden önce, oraya kira vermek yoktur. Fakat nebat bittikten sonra, o yerde biten ziraatın bekletilmesi gerekir ve oraya ecr-i misil ödenir. Kübrâ'da da böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Şayet yağmur yağmaz ve o sene ekilen bitmez de, üzerinden bir sene geçer, sonra da mahsûl yetişirse, bu mahsûl eken şahsındır; fazlasını tasadduk eder. Eğer mal sahibi: "O benimdir." derse, buna hakkı olmaz. Hulâsa'da da böyledir.

Ebû'l-Leys'in Fetvâları'nda şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, bir mevkide iki adet su değirmeni icarlar ve kanalını temizlemek, kazmak da icar veren şahsa ait olur ve bu şahıs birinin kanalını kazar ve bu suyu ikisine taksim edince, yapılacak işe noksanlık verirse, akde riayetsizlikten dolayı, icara tutan şahıs muhayyerdir: Şayet akdi bozmazsa, ikisinin ücretini de verir.

Eğer su, yalnız birine kafi gelir ve tutan şahıs icareyi feshetmezse, onlardan birinin icarını verir.

Eğer icarları değişik ise, icarı yüksek olanın ücretini —su ona tam kafi geliyor ise— öder. Muhıyt'te de böyledir.

Bir  adam,  bir  çadır icarlar ve onun  kazıkları  kınlırsa,  bu durumda, ücret gerekir. Müste'cir, bu sebeple icarı feshetmez.

Şayet, bu çadırın ortadaki uzun direği kınlırsa, bu durumda, bu çadırı tutan şahıs, ücret vermez. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, bez dokuyucu bir şahsı: "Şu iplikleri doku." diye icarladığında, onun tezgahı kırılır ve uzun müddet yapamazsa, icar fes­hedilir. Bu, kırığın fazla olması halinde böyledir. Gınye'de de böyledir.

Bir müste'cir, icarladığı evde, içki içmek gibi, faiz yemek gibi, zina ve livata yapmak gibi açık bir kötülük yapıyorsa, ona iyilikte emredilir.

Bu durumda, kiraya veren şahıs da, komşuları da, onu evden çıkaramazlar.

Keza, kiraya tutan şahıs, o evi hırsız yuvası yaparsa, durum yine böyledir. Hızânetü'l-Müfrîn'de de böyledir.

Bir adam, diğerinin dükkanını, bir seneliğine icarlar, bu dükkanın arkası da bir mescide dayalı olur; bir sene geçer ve bu müddet içinde, mescid o tarafından, o dükkandan üç kerre hırsızlık yapılırsa, bu durumda müste'cir, akdi nakşedebilir mi?

— "Eder" denilmiştir. Zehiyre'de de böyledir.

Bir adam, diğerini sahrada çamur yapmak üzere, veya benzeri bir iş için, bir günlüğüne icarlar; o günde yağmur yağarsa, icarcı sahraya çıkınca, ona ücret yoktur.

Zahîrü'd-Dîn el-Mürğînânî  böylece  fetva  vermiştir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Şemsü'l-Eimme'den soruldu:

—  Bir adam, bir köyde, belirli müddetle bir hamam icarlar ve insanlar oradan dağılıp kaçarlar; icare müddeti de geçerse, bu durumda icare vermek gerekir mi?

İmâm şöyle buyurmuş:

— Şayet hamam adam bulamazsa, icare gerekmez.

Rüknü'l-İslâm Aliyyü's-Sağdî'de cevaben:

— "İnsanların tamamı değil de, bir kısmı gitmiş olursa, ücret gerekir.' * demiştir.

Cevabın doğrusu da budur. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adamın icarladığı evde, karısının oturmaması özür sayılmaz.

Yapılan icare akidlerinin tamamı, akidin (= akid yapan şahsın) ölmesiyle, infisah eder.  (=   bozulur) Akid yapılmamış ise, Ölümle bozulmaz.

Eğer akid yapanın vekili, babası, vasisi isterlerse, yine akid bozulur. Keza,   vaktin  mütevellisi  ölürse,   akid  bozulur.   Zehîyre'de  de böyledir.

İcâre akdini  bir  hakim  yapınca,  onun  ölümüyle,  bu  icara bozulmaz. Hulâsada da böyledir.

Bir müste'cir, icare akdinin feshedilmesinden sonra, bir müddet daha tuttuğu yerde te'vil ile, oturursa, ondan fayda temin etmiş olması halinde, bu şahıs —vermesi gereken icarı verene kadar— hapsedilir.

Muhtar olan da budur..

Keza, vakıfta da, icara veren şahıs öldükten sonra, icarcı otu­rursa, muhtar olan görüş, kitabın cevabıdır.

O da ücret istenilmeden, bir ücret vermemektedir.

Fakat ücret istenildikten sonra, ödemez ise, o.zaman ilzam olunur, (suçlanır) Aynı öncekinin durumuna düşer yani habsedilir. Aradaki fark, önce istenilecek olmasıdır.

Muhıyt'te:   "Her   durumda   icar   gerekir."   buyurulmuştur. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

İcârede fuzûlî icareden Önce ölürse, akid geçersiz olur. Eğer sonra ölürse, geçersiz olmaz. Hizânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Fuzûlînin (= yabancı bir adamın) icaresinin sıhhat şartı, şu dört şeyle kâim olur: Âkidin (= akdi yapan iki kişi), malik ve ma'kûdün aleyh. Eğer bedel para ise, onun mevcut olması şarttır. Bu durumda şart, beş olur. Suğrâ'da da böyledir.

İcara verenin ve icara tutanın cinnet getirmesi sebebiyle, icare bozulmaz. Zahîriyye'de de böyledir.

İcara veren ve İcara tutan şahıs irtidad edip dar-i harbe giderler ve hakim de dar-i harbe gittiklerine hükmederse, icare batıl (= geçersiz) olur.

Şayet icare müddetinde, tekrar müslüman olarak dar-i İslam'a gelirlerse, bu durumda icare eski haline dönüşür. Yani caiz olur. Hızâ-netü'l-Müftîn'de de böyledir.

İki adam, bir kişiye, bir ev icar verdikten sonra, icara veren bu iki kişiden birisi ölürse, onun hissesi batıl olur. Bu bize göredir; sağ kalanın hissesi baki kalır.

Keza, iki kişi, bir adamdan bir ev icarladiklarında, onlardan birisi ölür ve varisleri icarenin aynı halde kalmasını isterlerse, öyle kalır. Akid yapan şahıs da, buna razı olursa, bu caizdir. Bedâi"de de böyledir.

İki kişi, bir adamdan bir arazi icarladiktan sonra, bu icarcılardan birisi ölürse, icare sağ kalan hakkında batıl (= geçersiz) olmaz. Hali üzere kalır; icare fesholmaz. Bu hal, bir özür de sayılmaz.

Bu durumda çıkan mahsûlü, icarlayan şahısla, ölenin varisleri, yarı yarıya taksim ederler. Terekeden de arazinin hisselerine düşen icarını öderler.

Onun ölümüyle, icare bozulmaz. Eğer ziraat mevcut ise, bu varis­lere intikal eder.

İcare de ne konuşulmuş ise odur. Ecr-i misil gerekmez. Mahsulat olgunlaşana kadar bu böyledir.

Ve bu sahihdir.

Yalnız icare müddeti biter ve ziraat mevcut bulunursa, o zaman ecr-i misil olarak varislerin elinde kalır. Cevâhiru'I-Fetâvâ'da da böyledir.

Müste'cir, miras veya bağış yoluyla, aynen icarladığı şeye sahib olurlarsa, bu durumda icare batıl olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, rhüste'cire: "İcarladığını sat." der; o da: "Olur." derse, bu durumda, onu satmadıkça, icare fesholmuş sayılmaz. Gmye'de de böyledir.

Bazı alimlerin şöyle dediği hikaye olunmuştur:

İcara veren şahıs, müste'cire: "İcâreyi sat." der; o da, onu bir başkasına satarsa, bu caiz olur. Şayet icare yeri, rehin olur ve rehin alan şahıs, rehin veren şahsa: "Onu, filana sat." der; o da satarsa, bu caiz olmaz. Zehıyre'de de böyledir.

Müste'cir, uzun süreli bir icarede, icare malını ister; icara veren de: "Olur." veya farsça: "Olur, veririm." yahut: "Müsade et." derse, bu durumlarda icare fesholur.
Şeyhu'1-İmâm Üstad Zahîrüddîn el-Mürğînânî de böylece fetva vermiştir.

Şayet icara veren zat: "Yakında hasıl olur." derse, bu durumda fesholmaz.

Eğer: "Olur; yakında vereyim." derse, icare fesholur.

Eğer: "Benim malım değildir; benim olmuş olsa, sana veririm." derse, bu durumda icare fesholmaz.

Uzun va'deli icare malının bir kısmını, icarını istemeksizin verirse; bu durumda icare —malın tamamını vermedikçe— fesholmaz.

Sadru'ş-Şehîd ve bazı alimler, ekserisine itibar etmişlerdir ve Üstad Kâdî şöyle buyurmuştur:

Delâletli almış olsa bile, icare fesh olur. Fesh yoluyla olsa, yine fesh olur; mal, ister az olsun isterse çok olsun, bu böyledir.

Muhıyt'te şöyle buyurulmuştur:

Delaletsiz olur ve bu feshe delalet ederse, tamamını almadıkça fesh olmuş olmaz.

Bu, bazı alimlerin kavlidir.

İmâm   Zahîrü'd-dîn,   bununla   fetva   vermiştir. Hulâsa'da da böyledir

Buhârâ Fetvâlan'nda şöyle denilmiştir:

Müste'cir, icara veren şahsa: "Bu icare evini bana sat." der; diğeri de: "Olur." derse, bu durumda icare bozulur.

Şayet icara veren zat:  "Evi satıyorum." der; icare alan da: "Olur." karşılığını verirse, bu icare bozulur.

Müste'cir, icara veren şahsa: "Bu evi, bana satar mısın?" der; icara veren şahıs da: "Onu satıyorum." derse, Burhânüddin ve Kâdî-hân: "İcare bozulmaz." buyurmuşlar; Kadı Bediüddin ise: "bozulur." buyurmuştur.

kara  veren  şahıs,   icarlayan   şahsa:   "Ben,   bu  evi,   filana satıyorum." der; icarlayan şahıs da: "Onu sat." derse, bu durumda da icare bozulur. Ginye'de de böyledir.

icare veren şahıs: "İcare malını sözleştim." der; icarlayan şahıs da: "Malının icarını al; sanki ben onu infak ediyorum." karşılığını verir; icara veren şahıs da: "Sen bilin." derse; Burhânüddin: "Bu durumda icare bozulmaz." buyurmuş; Kâdî Bedîü'd-din ise: "Eğer feshe niyet etmişse bozulur; değilse bozulmaz." buyurmuştur.

İcara veren şahıs, icarlayan şahsa: "İcare malını sen al." der; icarlayan da:"Olur." derse, bu durumda icare bozulur.

Müste'cir: "îcare malını bana ver." der; icara veren şahıs da: "Olur." derse; bu durumda da icare bozulur.

Celâlii'd-dîn, bununla fetva vermiş; Kâdîhân ise, bunun hilafına "Bozulmaz." diye fetva vermiştir.

Fuzûlî de böyledir. FüsûIü'I-Imâdiyye'de de böyledir.

İcare veren şahsın elçisi, icarlayan şahsa: "Sana icara veren şahıs bu malı al diyor." der; müste'cir de: "Olur." derse, bu durumda da icare bozulur. Gmye'de de böyledir.

İcara veren şahıs bir kişi, icarlayan ise, iki kişi olurlar ve icara veren şahıs, o malı onlardan birine verirse, —diğerinin haricinde— onun icarı fesholur.

Şayet icara veren iki kişi; icara alan bir kişi olursa; birinin verme­siyle, yine icare fesholur. (= bozulur) Vermeyinin icare hissesi kalır. Birisi öldüğü zaman da böyledir.

Muhıyt'te:   "Anahtarı birisi verirse,  onun hissesi bozulur." denilmiştir.

Müste'cir, icara veren şahsa, bir adam yollar ve icara veren şahıs ona: "Dirhemleri hazırla, gel, teslim al." der; müste'cir gelir; icara veren şahıs da: "Ben dirhemleri sana infak eyledim." derse, bu durumda icare bozulmaz. Hulâsa da da böyledir.

Müste'cir, icara veren şahsa:  "Sen icare verirken, ben onun hudutlarını bozdum." derse, bu durumda icare fesh olmuş olur.

Müste'cir hududu söylemez ve icara veren şahsa da izafe etmezse, yine böyledir.

Keza, icara veren şahıs icarlayan şahsa:  "Sana hududlarım söylediğim yerin icaresini fesh ettim."  derse,  bu  fesh sahih olur. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, evini icara verir ve icare müddeti bitmeden bu evi satarsa, bu alış-veriş satıcı ile alıcı arasında caizdir.

Hatta icare müddeti bitince, müşterinin onu alması gerekir; almamazlık yapamaz.

Ancak müşteri evin teslimini ister ve bu icare müddetince mümkün olmaz ise, bu durumda hakim aralarındaki sözleşmeyi bozar. Çünkü o, teslimi caiz olan müddette teslim etmemiştir. Tahâvî Şerhî'nde de böyledir.

İcara veren şahıs, icara verilen şeyi, icara verdiği adamdan izin almadan bir başkasına satarsa, bu alış-veriş satan ve satın alan şahıslar hakkında caizdir. Bu durumda icarı yenilemeye ihtiyaç yoktur.

Bu alış-veriş icara veren şahıs hakkında, icare hakkından vaz geçinceye kadar caiz olmaz.

Sahih olan da budur. Muhıyt'te de böyledir.

Müste'cir satışa izin verince, bu satış —hepsinin hakkında da— caiz olur. Fakat, müste'cirin elindeki mal, —malına kendisi varana kadar— boşaltılmaz. Satışa razı olması icareye de, yani onun feshine de rıza göstermesi demek olur.

Bazı alimlerimiz: "îcara veren şahıs, icara verilen şeyi, icara verdiği zatın izni olmadan satar ve müşteriye, onun rızası ile teslim ederse, bu durumda,  icara tutan şahsın,  onu hapsetme  (elinde tutma) hakkı kalmaz. Teslim etmeden satışa izin verirse, bu durumda, evi elinde tutma hakkını zayi etmiş olmaz.

İcara veren zat, icara verdiği şeyi, kendisine icara verdiği adamın rızası ile satıp, icareyi de fesheder veya ikisi birlikte akdi bozarlar yahut mezruatm müddeti tamam olur ve bu durumda bırakırlarsa, —hilafsız— satış caiz olur.

Şayet müste'cir, icara veren şahsa, karşı, bütün husûmetini ibra edip, da'valarmdan vaz geçer sonra da mezruat olgunlaşır ve icara veren şahıs, onun gelirini kaldırır müste'cir de gelerek nefsî gelirini talep ve dava ederse, bu davası sahih olu rmu?

"Uygun olanı, davasının dinlenmesidir. Çünkü hasılat ibradan son­ra olmuştur. Şayet icara veren şahıs, geliri kaldırdıktan sonra, müste'cir ibrada bulunup, —husumet ve davadan vaz geçer; daha sonra da gelir iddasında bulunursa, bu durumda davası dinlenmez. (= kabul edilmez.) denilmiştir. Muhıyt'te de böyledir.

Müste'cir izin verir ve icara verilen yeri, icara veren şahıs satar ve böylece icare feshedildikten sonra, bir kusuru yüzünden, müşteri, o yeri geri verirse; bunun fesh yoluyla olmaması halinde, icareye rücû edilmez; burda şek yoktur.

Eğer red, fesh yoluyla olursa, bu durumda icareye dönülür mü? Vâkıâtü'I-Fetâvâ'da, Kâdî İmâm ez-Zerencerî: "Bu durumda, ica­reye rücû edilmez." demiştir.

Şeyhu'l-İslâm  Abdurreşîd  bin  Hüseyin:   "Ona  rücû  edilir   ." demiştir. Hulâsa'da da böyledir.

Rehin bırakılan bir evin bodrum katı, bir seneliğine icarlandıktan sonra, sene geçmeden önce, borç ödenirse, bu icare feshedilir. Bu borç ister rıza ile, isterse zoraki ödensin farketmez. Gınye'de de böyledir.

Uzun va'deli senedde, "her biri için, muhayyerlik müddetinde fesh velayeti vardır; ister arkadaşı olsun, isterse olmasın." denilirse, durum ne olur?

Kâdî İmâm Ebû Ali ve başkaları: "Gerçekten bu akid, şartın şer'-i şerife muhalif olduğu için— fasid olur.

Fadlîise: "Akid bozulmaz; zira, akdin içinde muhayyerlik müddeti mu;yoktur. Bu hükmüle her biri fesh hakkına sahihtir; mülk muhayyerliği ile değil..." demiştir.

Biz, İmâm Muhammed (R.A.)'in: "Bu akid bozulmaz." buyurduğuna dair bir rivayet bulduk. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Fetâvâyi Ahû'da zikredildiğine göre, Kâdî Bedîu'd-Dîn şöyle demiştir:

Bu icare fesholur ve icare malının bir kısmı alınır. Bir kısmı da tehir edilir.

Kadı Cemâlü'd-dîn'e soruldu:

— İcara veren, şahıs, icara verilen yeri satar; bu haber de müste'cire ulaşır ve o, müşteriye gelerek:  "Duydum ki sen, benim icarlamış olduğum   yeri   satın   almışsın.   Bana   mühlet   ver   de,   mahsûlümü toplayayım.'' derse, ne olur?

O, şu cevabı verdi:

— Bu satış caiz ve fetva sahihtir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir kimse, bir vakfı on seneliğine icara verir; beş sene sonra da bu şahıs Ölür ve bu vakıf başka bir musarrıfın eline geçerse, bu şahıs icareyi bozar.  Geride kalan ücreti  ölenin terekesinden ister.  Gınye'de  de böyledir.

Ticarette izinli bir köle, kazandığı bir şeyi icara verdikten sonra, ticaretten men edilse, bu icare batıl olur.

Şayet, bir mükatep kendi nefsini icara verdikten sonra, bedelini Ödemekten aciz kalırsa, bu durumda icare batıl olmaz.

Keza, izinli bir köle, nefsini icara verdikten sonra ticaretten —izinden— men edilirse, İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, bu icare feshedilmiş olmaz. Zahîrü'd-Dîn böyle zikretmiştir.
En doğrusunu Allahu Teâlâ bilir. [38]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..