20- ELBİSE, EMTİA, ZÎNET EŞYASI, GÖÇEBE ÇADIRI VE BENZERLERİNİ İCARLAMA

Bir kadının, belirli günler boyunca belirli bir ücretle, bir gömlek icarlamasi caizdir.

Bu kadın, bu gömleği, gün boyunca ve bir de gecenin evvelinde ve ahirinde giyer; ikisinin arasında giyemez.

Şayet elbise soğuktan veya sıcaktan koruma veya güzellik elbisesi ise, bunlar da böyledir.

Eğer elbise böyle değil de basit, zelil bir elbise ise, onu gecenin tamamında da giyebilir.

Diğer elbiseleri gece boyu giyer ve o yırtılırsa, onu tazmin eder. ( = öder)

Eğer bu elbise gece yırtılmaz da, gündüz yırtılırsa, tazminat gerekmez.

Diğer elbiseler ile de gündüz yatıp uyumak yoktur. Eğer yatar, uyur ve elbise bu yüzden yırtılırsa, onu tazmin eder.

Uyuduğu zamanlar gasıb olduğundan, o saatlere icar yoktur. Önce ve sonraki giydiği zamanlar için icar vardır. Çünkü, icare sona ermemiştir ve icare akdi devam etmektedir.

Ücret taksimi, bu saatlere göre, nasıl yapılır?

o şahsın giydiği saatlerle, giymediği saatler hesaplanır.

Eğer elbise sıyanet (= koruma) elbisesi ise, bu böyledir. Zillet elbi­sesi için, böyle bir durum yoktur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kadın, elbiseyi dışarda giymek için icarladığı halde, onu içerde giyse yine icarını verecektir.

Keza, o elbiseyi giymese ve dışarıya da çıkmasa, yine icarını vere­cektir.

Keza, o elbiseyi fare yer veya yanar yahut bit düşerse, yine icarını verir.

Şayet, hizmetçisine veya kızına "giymelerini" söyler; onlar da giyer ve bu elbise, yanarsa tazminat gerekir. Bu durumda kadın, o elbiseyi yabancıya giydirmiş hükmünde olur. O zaman icar gerekmez. Mebsût'ta da böyledir.

Hizmetçisi izinsiz olarak giyerse, o zaman tazminat gerekmez. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir kadın, bir dirheme, bir günlüğüne, dışarda giymek üzere, bir elbise icarlar; bu elbise de, o gün zayi olursa; icar yoktur. Eğer zayi olduğunda ihtilafa düşerler ve elbise sahibi: "Bu gün zayi olmadı." der; kadın ise: "Bu gün zayi oldu." derse; yeminle birlikte, mal sahibinin sözü geçerli olur.

Şayet münazaa zamanı, elbise kadının yanında yoksa, bu durumda kadının sözü geçerli olur.

Bu hal, elbise kaybolup, sonra bulunduğu zaman böyledir.

Eğer elbise bulunmaz ise, İmâm Muhammed (R.A.) bu hususta bir şey buyurmamıştır. Uygun olanı kadının sözünün geçerli olmasıdır.

Eğer elbiseyi kadından çalarlar ve o yanarsa, tazminat gerekmez.

Şayet, bu suç kadının kendi eliyle yapılırsa, o takdirde tazminat gerekir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam,  belirli bir müddet için, bir elbiseyi kendisi giymek ve başkasına giydirmemek şartiyle icarlarsa onu bir başkasına giydiremez.

Onu, adet olan giyim süresinden fazlada giyemez. Sabah kalkınca, akşam yatana kadar giyer.

Gece onunla yatamaz. Eğer yatar ve bu elbise yırtılırsa, onu öder.

Giyme vakti gelince, o elbiseyi giymeden teslim ederse tazminat gerekmez.

Eğer elbise (pijama gibi...) içinde yatarak uyunan cinsten ise, onunla yatıp uyumak caiz olur. Onu, izar yapması da caiz olur. Çünkü onunla yatılır. Rida yapar ve o elbise yanarsa, tazminat gerekir. Eğer köle izinsiz giyerse, tazminat köleye ait olur. Ve azad olmasına tealluk eder.

Bir kimse, dışarı çıkmak için icarladığı bir elbiseyi içeri de giyer veya hiç giymezse, tazminat gerekmez; icar gerekir.

Bir kimse, aylığı bir dirhem ücretle, bir elbiseyi, giymek üzre icar-layıp, senelerce o elbiseyi evinde bekletirse her ayı için bir dirhem icar gerekir. Eğer o müddet içinde, giymiş olsaydı bu elbise eskir, yırtilırdı.

Bir kimse, elbiseyi sabahdan akşama kadar giymek üzere icarlar ve on gün geri vermezse, her günün icarını verir.

Bu istihsânen böyledir.

Ziynet giysileri, göçebe çadırı, hayma ve kubbe, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, elbise gibidir.

İmâm Muhammet! (R.A.)'e göre ise, ev gibidirler.

Bir adam, kara bir çadırı, evinde kurmak için kiraladığı halde, onu sahraya kursa, tazminat gerekir.

Onu, başkasına ariyet olarak da veremez.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre elbise gibidir; yani tazminat gerekmez. Gıyasiyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerinden bir göçebe çadırı icarlayıp onu teslim alırsa, onu başkasına icara verebilir. (Ev de   olduğu   gibi...) Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, evine koyup, içinde gecelemek üzere, bir aylığına bir çadır icarlasa, bu caizdir. Bunu, nereye kuracağını söylemeden icare akdi yapsa, yine caiz olur.

Kendi evine koyacağını söylediği halde başka bir eve koysa, bu da caizdir.

Bu durumların hepsinde de icarın ödenmesi gerekir.

Şayet güneşin veya yağmurun altına kor ve orada, çadır bir zarara uğrarsa, tazminat gerekir. Şayet çadırı teslim ederse, istihsânen icar gerekir. Mebsût'ta da böyledir.

Çadırı kendi yurduna kuracağını şart koşar; ancak, başkasının yurduna kurar; fakat yurtlar (kabileler) aynı şehirde olursa, tazminat gerekmez.

Şayet şehirden dışarı çıkarır veya köye götürürse, o zaman icar değil, tazminat gerekir. İster teslim etsin, isterse helak olsun farketoez.

Bir adam, bir göçebe çadırını icarlayıp, onu gölgesinden fayda­lanmak üzre Mekke'ye götürürse, işte bu caizdir. İster kendi gölgelensin, isterse başkaları gölgelensinler farketmez. İnsanlarda değişiklik olmadığı için bu böyledir.

Şayet o kubbenin veya çadırın yahut haymenin içine lamba yakar ve onları islendirirse, tazminat gerekmez.

Eğer içinde yemek pişirirse tazminat gerekir. Çünkü, bu insanların yapmadığı bir adettir. Ancak böyie yapmak adetleşmişse, yine tazminat gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, hacca gidip gelene kadar, bir göçebe çadırı icarlayıp, onunla da hacca gitse, bu caiz olur.

Eğer nereye gideceğini açıklamazsa, bu böyledir.

Şayet hac vakti değilse, bu durumda kaç günde gidip geleceğini açıklamadan yapılan icareler, fasiddir.

Bu, kıyasen de, istihsânen de böyledir.

Eğer, çıkış günü belli olursa, ileri geri olmamak üzere, yapılan icare istihsânen caizdir. Zehıyre'de de böyledir.

Göçebe çadırı, kendine bir güçlük uygulanmadan yırtılırsa, taz­minat gerekmez.

Çadır yırtılmaz, ancak müste'cir: "Ben, onun altında gölgelen-'medim." der ve onu da alıp Mekke'ye götürmüş olursa, icarım öder.

Şayet bu çadırın orta direği kırılır ve onu kurmaya imkan olmazsa, o takdirde icar gerekmez.

Eğer aralarında ihtilaf çıkarsa, bu iki durumda olabilir:

Ya kırıldığında ittifakları olduğu traide, mikdannda ihtilafları vardır. Bu durumda, müste'cirin sözü geçerli olur.

Veya kırılıp kırılmadığı hakkında ihtilafları olabilir.

Şeyhu'l-İslâm, Şerhı'nde şöyle buyurmuştur:

Hale hükmedilir. Eğer müste'cir kendi kendine, direği dikmiş ve çadırı kurmuş ise tam icar gerekir. Muhıyt'te de böyledir.

Çadırın kazıklarına itibar edilmez. Çünkü, onun icarcı tarafından temini adettir.

Şayet kazıklar demirden iseler, onlar da direk gibiddir-. Eğer kendi kendine o kazıkları çıkarır ve çadırı kurarsa,  icar gerekir. Gryasiyye'de de böyledir.

Eğer göçebe çadırının içinde ateş yakarsa, bu kandil gibidir; adetse bir şey gerekmez

Şayet adet değilse veya adeti tecavüz etmişse tazminat gerekir.

O zaman, bakılır. Faydalanılmaz hale gelmişse, tamamı tazmin eder; yok eğer,-basit şekilde arızalanmışsa, o miktarını tazmin eder; icarı tam öder.

Eğer zararsız teslim ederse, adet de budur.

Kıyasen de, istihsanen de tam icar gerekir; tazminat gerekmez. Muhiyt'te de böyledir,

Bir adam, Türkiye'den Kûfe'ye kadar, aylığı belirli bir ücretle, çadır icarlar ve içinde ateş yakacağını ve yatacağını  söylerse,  bu durumda, bu çadır yansa bile tazminat gerekmez.

Şayet, bu çadırın içinde kölesi veya misafiri gecelerse, yine tazminat gerekmez.

Bir kimse, Mekke'ye götürmek üzere bir çadır kiralayıp onu Kûfe'de bırakır; geri dönene kadar orada kalırsa, kira değil tazminat gerekir. Bu durumda, çadırı kiralayan kimsenin yemin ederek söylediği söz geçerli olur. Çünkü o, onu Kûfe'den çıkarmamıştır.

Keza, Kûfe'de ikâmet edip, Mekke'ye gitmez ve çadırı da sahibine teslim etmezse, bu da önceki gibidir. (Yani tazminat gerekir.)

Şayet çadırı başka birine verir; o da, onu sahibine götürür ve çadır sahibi, teslim almadan kaçınırsa; bu durumda müste'cir, tazminattan berî olur. Adamdan da tazminat düşer; ona icar da yoktur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, bir çadır icarlar ve onu, sahibine vermek üzere, bir yabancıya verir; o adam da bu çadırı sahibine verirse, her ikisi de berî olurlar.

Şayet çadır sahibi, onu kabulden kaçınırsa, buna hakkı yoktur.

Eğer çadır, o adamın yanında, sahibine iletmeden önce helak olursa İmâmeyn'e göre, çadır sahibi muhayyerdir. Dilerse, müste'cire ödetir; dilerse o adama ödetir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin bu husustaki kavli nakledümemiştir.

Alimler şöyle buyurmuşlardır:

Uygun olan onun kavlidir. Şöyleki: Eğer bu çadırı, müstecir gas-betmeden vermiş ise, (yani uzun süre çadırı yanında bekletmeden vermiş ise), bu durumda adama tazminat gerekmez.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavline göre, ikinci adam tazminat yapmaz. Ancak birincisi tazminat yapar. Fakat müste'cir fazla tutmakla gasbetmiş durumuna düşerse, hem gasıb, hem de zamin olur.

Sonra da ikinci adama verince, mal sahibi muhayyer olur. îsterse Öncekine ödetir; isterse, ikinciye ödetir.

Şayet müste'cir ödeme yaparsa, o, diğer adama müracaat edemez.

Fakat ikinci adam öderse, müste'cire müracaat eder ve tazminatı ondan alır. Muhıyt'te de böyledir.

Eğer adam göçebe çadırı ile Mekke'ye gider ve geri gelir; icara veren şahıs da, ona: "Onu evime kadar götür." derse, buna hakkı yoktur. Eşya sahibi olsaydı, buna hakkı olurdu.

Çadırla Mekke'ye gitmez, onu Kûfe'de bırakır ve tazminata uğrarsa; icar düşer; müste'cir onu eve kadar götürür. Mebsût'ta da böyledir.

İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Biri Basra'lı, diğeri Kûfe'li olan iki adam, bir göçebe çadırını, Kûfe'den, Mekke'ye götürmek üzere, belirli bir ücretle, icare akdi yapıp gider, geri gelirler ve tekrar onu Mekke'ye götürürler ve aralarında ihtilaf çıkar; Basralı: "Ben, Basra'ya gideceğim."; Kûfeli de: "Ben de Kûfe'ye dönmeyi istiyorum." der ve onlardan herbirisi, çadırı gitmek istedikleri yere götürmek isterler ve şayet, Basralı, bu çadırı, arkadaşının izni olmadan, Basra'ya götürürse bu durumda, bu çadırın tamamını, Basralı öder; Kûfeliye bir şey gerekmez. İkisine de geri götürme ücreti gerekmez.

Eğer arkadaşının izni ile götürürse, yine Basralı çadırın tamamını tazmin eder; Kûfeli de yarı hissesini tazmin eder. İkisine de icar vermek gerekmez.

Eğer Kûfe'li, o çadırı, Basralının izni olmadan Küfeye götürürse; bu durumda o çadırın bedelinin yansını tazmin eder; o da basralının hisse-sidir. Kendi hissesini tazmin etmez. Ric'atı hakkında da kiranın yarısını ödemesi gerekir. Basralıya ric'at (= dönüş) için, bir şey gerekmez.

Şayet Kûfeli, arkadaşı olan Basralının izniyle, bu çadırı Küfeye götürürse, Basralıya, kendi hissesi için tazminat yoktur.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre hissesini ona ariyet koymuş veya emanet bırakmış olursa, durum yine böyledir.

Şöyleki: "Onunla senin sıran olduğu gün faydalan; benim sıram olduğu gün ise, onu koru." derse, bu böyledir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre eğer Kûfeliye emanet ederse cevap aynıdır.

Şayet nasibini ona ariyet eder veya icara verirse, Basralının hissesini tazmin etmesi icab eder. Kûfelinin tazminat cevabı da aynı Basralı gibidir. Her ikisine de tam icar gerekir.

Şayet Basralı nasibini emanet bırakırsa, bu böyledir. Zira, Kûfelinin imsaki ( = tutması) da, Basralının tutması gibidir...

Eğer ona ariyet olarak, bırakırsa, Basralıya icar yoktur. Çünkü ona muhaliftir. Şayet mes'elelerini hakime çıkarırlar ve kıssayı anlatıp dava ederlerse; hakim dilerse, çadırı ikisinin yanında bırakır; dilerse, icare hükmünü fesheder. Hakimin re'yi, icarenin feshinde, hazırda olmayana bakmakdır;
Eğer icareyi bundan sonra feshederse, basralının hissesini de Kûfe­liye icara verir. Eğer, Kûfeli buna rağbet gösterirse, bu da diğer icare-Ierden evla olur. Bu icare, bi'1-ittifak caizdir.

Şayet hakim, müşaı icara verir ve Kûfeli buna rağbet etmezse, bu defada, —eğer bulursa— bir başkasına icara verir. Bu icare de caizdir.

Eğer müşaı icara vermek istediği halde, talip bulamazsa, Basralının hissesini, —onu dürüst bir adam görürse— Kûfeliye emanet bırakır ki, bu şahıs, çadırı sahibine kadar götürsün... Dilerse, çadırı her ikisinin yanında bırakır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, Mekke'ye gidip gelmek üzere bir çadırı icarladığı halde onu Mekke'de bırakırsa, gittiği günlerin icarını verir; bıraktığı günden itibaren de çadırı tazmine der, Çadır ise kendisinin olur.

Eğer dava etmezlerse, bu böyledir. Hatta bir daha hacca giderse çadırım alır ve dönüş icarı olmaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Hasan (bin Ziyâd)'ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

Altım altınla gümüşü gümüşle icarlama da bir beis yoktur.

Biz de bu görüşü alırız. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, bir ev icarladığında, bu evde altın levhalar bulunursa, bu icar caizdir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, belirli bir hulliyatı (= süs eşyasını), belirli bir ücretle sabandan akşama kadar giyinmek üzere icarladığı halde, onu günün ekserisinde evde tutarsa, gasıb olur.

Alimler: "Bu, talepten sonra veya bir müddet kullandıktan sonra olursa, böyledir. Fakat, onu muhafaza için evde durdurursa, gasbetmiş olmaz." demişlerdir.

Muhafaza etmek için bekletmenin haddi şudur:

Eğer, onu kullanma mahallinde tutmuşsa, bu lçullanmakdır; kul­lanmak mahallinin haricinde tutmuşsa, bu da muhafazadır.

Bu, halhali koluna, bileziği ayağına takmışsa; kamîsi başına sarık yapmış ve imamesini boynuna koymuşsa böyledir. Yani, bunların tamamı o şeyi korumak için yapılmış sayılır.

Şayet bunları başkalarına giydirmişse, icare müddetini tazmin eder. Çünkü, insanlar hulliyatı başka başka yani değişik halde kullanırlar Fü-sûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Şayet günlüğünü belirli bir ücretle kiralar, sonra da onu bir ay habsedip, bilahare gelirse, her günün ücretini öder.

Eğer sabahdan akşama kadar bir günlük icarlamış da, on gün ver­memişse, icare şarta göredir. Diğer günler kıyasen fasiddir. Istihsanen (se caizdir. Zehıyre'de de böyledir.

Ayn olsun, hayvanat  olsun, eşya olsun, ev olsun bütün müste'cirler menfaat görmedikleri zaman, icareyi fesh ederler ve icar düşer. Ancak istifade ettikleri kadarının icarını verirler.

Şayet fesad zamanında ihtilaf ederlerse, bütün zamanlar için şahid getirenin sözü geçerli olur.

Eğer icara verilen şey hal-i hazırda salim olur ve bazı zamanlarında istifade edilmemiş bulunur ve bu günlerde ihtilaf çıkmış olursa, müste'cirin yeminli olarak söylediği söz geçerli olur. Çünkü o icarın bir kısmını inkar etmektedir. Giyâsiyye'de de böyledir.
En doğrusunu bilen Allah'u Teâlâ'dır. [39]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..