3- ŞAHİTLİK YAPMANIN ŞEKLİ VE ŞAHİDLERÎN DİNLENİLMESİ

Şahitlik yapmada huzurda olanlara karşı, müddea aleyhe, müd-deîye ve meşhudun bih'e (= kendisine şehadette bulunulana) kendine şahitlik yapılan şey taşınır bir şeyse işaret etmek gerekir. Eğer ölüye göre veya hazır olmayana göre, vasi veya vekil huzurda bulunursa şahitlerin ölen adamın veya hazırda bulunmayan adamın isimlerini söylemeye baba ve dedelerinin de isimlerini söylemeye ihtiyaç vardır. Hassâf: "Dedenin ta'rifi şarttır." buyurmuştur.

Diğer bazı alimlerimiz de: "Bu şarttır.'* demişlerdir.

Bazı alimlerimiz ise: "Bu, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.): "Babasının ismini söylemek kafi gelir." buyurmuştur. Ztehıyre'de de böyledir.

Sahih olan, onun gerçekten, dedeye n;isbet edilmesidir. Ve elbette bu böyledir. Bahru'r-Râik'ta da böyledir.

Bir hakim, hükmünü dedenin ismini söylenmeden verirse; bu hü­küm geçerli olur. Çünkü, dedenin ismi. husuuu, kendisinde içtihad edilen fasılda vaki olmuştur. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Eğer şahıs, ismiyle çok iyf tanınan birisiyse, (İmâm Ebû Hanîfe gibi...) bu kafi gelir; babasının, dedesiriin adını söylemeye ihtiyaç kalmaz. Bahru'r-Raik'ta da böyledir.

Dedesinin adının söylenilmesinin şaırt olduğu yerlerde, san'atı, dedesinin adının yerini tutmaz. Ancak, san 'atı ile iyi tanınan birisiyse, buna mahal yoktur. Zehıyre'de de böyledir.

Eğer kendisinin, babasının, kabilesinin ismini ve san'atını da söyler; mahallesinde de, bu isimde birisi bulunmazsa, onun san'ati kafi gelir. Eğer, aynı san'atı yapan başka birisi ti'laha varsa, o zaman başka bir şeyle ayırım yapmadan, bu kafi gelmez.  Edebü'l-Kâdî'de böyle söylenmiştir.

Hulâsa, muteber olan, bilginin husulü ve ortaklığın kalmasıdır. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir kimsenin, ikrarı üzerine, şahitler hudutları belli bir şeyin, (satışına veya alışına yahut buna benzer bir şeye, şahitlik yaparlarsa; şehadetlerinde, onun ikrarını aynen söylemeleri veya "Bizzat kendisi ikrar eyledi." demeleri gerekir. Zehıyre'de de böyledir.

Fakıyh Ebü'l-Leys'in Fetvarı'nda şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, diğerinin belirli sayıda canlı malını, zayi ettiğini iddia ve bunu da isbat ederse, şahitlerin, onların erkek veya dişi olduklarını açıklamaları uygun düşer.

Eğer bu açıklamayı yapmazlarsa, Fakıyh Ebû Bekir: "Ben, şeha-detin batıl olmasından korkarım ve bu dava da, iddia sahibine hükme­dilmez. Eğer şahitler bu hayvanların dişiliğini ve erkekliğini beyan eder­lerse; şehadetleri caiz olur. Renklerini söylemeye ihtiyaç kalmaz.

Bu kimse, erkekliğini ve dişiliğini söylemekle nev'ini de açıklaması gerekir. At veya eşek gibi..." buyurmuş ve:

Hayvanın adını söylemek kafi gelmez. Babamın hocalarından birisi: '"Erkekliğini ve dişiliğini önce söylemek, esahh olanıdır." buyurmuştur. (At veya kısrak, koç'veya koyun gibi...)" demiştir.

Şayet hakim şahitlerden,  "hayvanın rengini" sorar, onlar da söylerler;   sonra  da  ikinci  mahkemede,   söyledikleri  rengin  hilafını söylerlerse, şehadetleri makbul olur; bu tenakuz earar vermez. Çünkü, ona ihtiyaç yoktur.

îki kişi, şehadette bulunarak: "Bu kadın, filanedir." bu, iddia olunana haramdır. Üç talak ile boştur. Ondan vaz geçmesi (=  el çekmesi) gerekliçlir." deseler; İmâm: Elbette, bu durumda iddia olu­nana, onun haram olması gerekir. İşte o şahıs da, şehadetinde üç talak iboşamış olduğunu söylemesi icabeder.

Keza, bu hususta tek şahit kafi gelmez. Gerçekten ona yemin etti­rilir. Şayet yeminini bozarsa, onun açıklanması talep edilir. Hâvî'de de .böyledir.

İflasa ait olan şahitlikte, şahitlerin, şehadette bulunurken: "Biz, ,onun  geceli-gündüzlü  giydiği   elbiseden  başka  malını  bilmiyoruz."demeleri gerekir. Sirâciyye'de de böyledir.

Bir kimse, diğerine gelerek, pazarlık edip, satıcıya dirhemler vererek, bir elbise alıp ayrıhrsa; akidleşip diliyle bir şey söylemeseler, işte bu caiz olur.

Eğer, aralarında dava hasıl olur, şahide de ihtiyaç olursa; alimler: "Şahitlere uygun olan, onun dirhemleri vererek, bir elbise aldığını söylemektir." demişlerdir.

Alım-satıma şahitlik yapamazlar. Ancak, aralarında ahm-satım hususunda şahitlerin daha önceden bildikleri bir şey varsa, onu söylerler.

Hakim de, davaya göre, durumun icabını yapar, bu ahm-satimm, ya cevazına veya adem-i cevazına hükmeder. Fetâvâyi KâCİthân'da da böyledir.

îki kişi arasında, karşılıklı konuşarak bir alış-veriş yapılır ve bu hususta şehadete ihtiyaç bulunursa; şahitler nasıl şehadette bulunurlar? "Bunlar ancak, alış-verîşe şahitlik yaparlar; almaya, vermeye de şahitlik yapsalar olur.'* denilmiştir. Muhıyt'te de böyledir.

Eğer, şehadetlerinde: "İddia sahibi, iddia ettiği şeyin sahibidir. "Müddea aleyhin, elinde bulunana hakkı yoktur.'' derlerse; alimler bu hususta ihtilaf eylediler.

Sahih olanı iddia sahibinin, hakimden mülkünü istemesidir. Çünkü bu kadar beyyine kafi gelir.

Eğer teslimini talep ederlerse; şahitler: "Müddea aleyhin elinde bulunan da hakkı yoktur." demedikçe, ona hükmetmez.*' buyurdular. Füsûlü'l-tmâdiyye'de de böyledir.

işte bu, doğruya en yakın eve en uygun olanıdır.

Eğer hakim, şahitlerden sorarak: "Bu davalının elinde olan şey, onun hakkı değil midir?" der; şahitler de: "Biz bilmiyoruz." derlerse; bu şehadetle mülkiyet hükmolunur. Zehıyre'de de böyledir.

Şahitler, şehadette bulunduğu zaman bu ayn (= bizzat bir şey) fülan iddia sahibinindir; davalının elinde haksız olarak duruyor." derler de: "Elini ondan kesmesi ve mülkünü iddia sahibine vermesi gerekir." demezlerse; bu Şeyhu'l-İslâm Ebu'l-Hasan AH es-Sağdî (R.A.), naklen: ' 'Burada ihtilaf vardır.'' demiştir.

Alimlerden bir kısmı: "Elbette, hakimin bu durumda, o aynı iddia  sahibine teslimi gerekir." derken; diğer bir kısmı da: "Bunu söylemeye ihtiyaç yoktur.  Şahitlerin şehadeti makbuldür.  İddia sahibi talepte bulunursa, davalıya, bu malı teslim etmesi emredilir." demişlerdir.

Alimlerin ekserisi bu görüştedirler.

Şeyhu'l-İslâm: "Ben buna göre fetva veririm." demiştir. Muhıyt'te de böyledir.

Nesefî'nin Fetvaları'nda:"Şahitler için, en uygunu, bu şehadette "Bu ayn, bu iddia sahibinin hakkıdır. Müddea aleyhin hakkı değildir." demeleridir." buyurulmuştur.
Şeyhu'1-İmâm Fahru'l-İslânı Ali el-Bez d e vî şöyle buyurmuştur: Müddeînin: "Bu şey, benim mülkümdür." demesi kafi gelmez.

Uygun olanı "Filanın elinde bulunan şey, onun hakkı değildir; benim hakkımdır." demesidir. Bu şekilde karşı tarafı nefy ihtiyattır. Fakat bu ihtiyat, teslim zamanındadır. Zehıyre'de de böyledir. j • Şemsü'l-Eimme el-Evzecendî'den: Şahitler farsca olarak: "Biz jşehadet eyleriz kî, bu iddia olunan şey, bu iddia edenindir." derlerse, bu ;§ehadetieri kabul edilir mi? diye soruldu.

İmâm:

"Evet, edilir" buyurdu.

Bazı, alimler ise: Bu şehadetin kabul edilmemesi gerekir. Çünkü, onlar örfe göre hal ve istiklali belirtmediler." demişlerdir. "Biz şehadet ediyoruz, gerçekten, bu şey filanın hakkıdır, deseler" bu sözle o mülk (o şey) o adamın olur mu? "Evet, olur." buyrulmuştur.

İmâm Zahîrud-dîn el-Mürğînânî şöyle buyurmuştur: Uygun olan hakimin onlara açıklatmasıdır. Onlar, kimin malı olduğunu açık ifade etmelidirler. Eğer açıklama yaparlarsa, hakim onların açıklamalarına göre hükmeder. Açıklama yapmazlar veya huzurda bulunmazlar yahut Ölmüş olurlarsa, hakim onların daha önceki ifadelerine göre hükmeder. Zebıyre'de de böyledir.

Şemsü'I-İslam el-Evzecendî'nin Fetvâlan'nda şöyle buyrulmuştur: Şahitler bir şey hakkında, şehadette bulunurlar ve: "Bu, iddia sahibinin hakkıdır." derler, ancak "mülküdür." (= malıdır) demez­lerse; şehadetleri kabuledilir; diyenler de olmuş, "edilmez." diyenlerde tolmuştur. En uygunu, hakimin şahitlere, bu ifadelerini iyice 'açıklatmasıdır. "Mülk" ile neyi murad ediyorlar, "hak" ile neyi murad ediyorlar onları açıklatmahdır. Bir adam: "Bu ev benim hakkımdır." dese de "mülkümdür." demese, dava sahih olur mu? Muhıyt'te de böyledir.

Eğer şahitler şehadette bulunup bunu da iyice açıklarlarsa; sonra da başka birisi: "Ben de arkadaşını gibi şehadet ederim." derse; hakim, onun da ayrıca söylemesini ister.
Şemsü'1-İmam Şemsü'l-Eimme Ebâ Mahammed Abdü'1-Aziz Ahıned el-Halvanî: Bu ihtiyattır. Gerçekten şahitten, icmal kabule-dilmez. Bu babda adettir." buyurmuştur.
Fakat bize göre, önceki şahit, şehadetini açıklamalı yapar; ikincisi 'de: "Ben de böyle söylerim." derse; bu kafi gelir. Bundan sonra, eğer şahit, fasih ise, şehadetini açıklamalı yapar. Onun icmali kabul edilmez. Eğer şahit acemi olur; fesahat nedir bilmezse; onun icmali (= kısa 5ehadeti) kabul edilir. Mahkemenin tesiri altında kalırsa, söylediklerine itibar edilir. Fakat, diliyle tabir edemez ise, işte onun şehadeti kabul ıedilmez.

Şeyhu'I-îmam Ebu Bekir Muhammed bin Ebf Sehl es-Serahşî şöyle buyurmuştur:

Muhtar olan, cevabın tafsilatlı olmasıdır.

Eğer hakim, şahitlerde hiyanet hisseder ve onların, yalan söyleye­ceklerine ihtimal verirse, her şahide "şehadetini iyi açıklamasını" emreder.
Hakim de böyle bir his bulunmazsa, tefsir teklifinde bulunmaz. Ve re'yine göre hükmeyler. Sadru'ş-Şehid'in Edebü'1-Kâdî Şerhî'nde de böyledir.

Şemsü'I-İsIam el-Evzecendi: îcmal (= kısa) şehadet, ancak ikinci Şahitten kabuledilir. İddia sahibi, bütün açıklığıyla iddia eder; davacı da huzurda olur, şahidin şehadeti de iddiacıyı teyid ederse, bununla fetva verilir. Hulasa'da da böyledir.

Bu sözler, ikinci şahidin: "Ben de birinci şahit gibi söylerim." veya "Onun gibi şehadette bulunuyorum." dediği zamandır.

Fakat ikinci şahit: "Öncekinin şehadeti benim de şehadetimdir." derse, bu bi'I-icma kabuledilmez. Çünkü, öncekinin şehadeti hak üzre olmayabilir.

Keza "Öncekinin sehadetinin aynısını söylüyorum." veya "Önceki gibi söylüyorum." derse; şehadeti kabul edilmez. Çünkü, misil ( = benzer) bazan değişik manada olur. Sanki o "Ben de öncekinin şehadeti gibi şehadet ederim." demiş olur ki, (Bu mümkün olmaz.) bir adamın dediğini,   diğeri   aynen   söyleyemez.   Sadru'ş-Şehîd'in   Edebü'I-Kadî Şerhî'nde de böyledir^

Şahidin şehadeti, beyaz bir kağıda yazılarak kendisine karşı okunur.

Kendisi de "Şehadet ederim ki, iddiacının bütün söyledikleri ve ;davalıyi vasıfladıkîan bu yazıda vardır." veya:i(Bu okunan, iddiacının .dedikleri gibidir. Davalının elinde olan şey haksızdır. Onu iddia sahibine .teslim etmesi gerekir. Bu şehadetim doğrudur." der.

İmâm Serahsî'nin buyurduğu rivayet olunmuştur:

Bir kimsenin elinde olan ev, iddia edilir; o da bir kağıda yazılarak okunur; diğer şahit de: "Beraber oku." derse, onun bu sözü kabul edilmez, (ve her şahidin ifadeleri ayrı ayrı okunur.)

Şahdin: "On iki dirhem" demesiyle "iki ve on dirhem" demesi veya İddia sahibinin: "Bu eşya, benim on senedir mülkümdür." veya "iki ve lon senedir mülkümdür." demesi aynidir. Muhıyt'te de böyledir.

Nevâzil'de şöyle zikredilmiştir:

Şahitlerden birisi, şehadette bulunur ve onu, kendi diliyle yazılı olarak okur; diğerinin yazılı ifadesini de önceki beraber okursa; işte bu şehadet sahih değildir. Zehıyre'de de böyledir.

Ali bin Ahmed'den soruldu:

—Bir şahit, iddia edenin hududunu kağıtta* görünce vasfeyler o Vazıyı görmeyince, vasfedemezse, onun şehadeti kabul edilir mi?

İmânı şu cevabı verdi:

—Ona bakıp, ondan dinleyip hıfzedince şehadeti kabul edimez. Eğer yazıya bakmaz; Kur'an okuyandan dinleyip öğrenen gibi, hıfzeder de söyleyebilirse, şehadeti kabuledilir. Yetime'de de böyledir

Bir kimse, diğerine karşı, "on dirhem alacağının olduğunu" iddia eder  ve buna göre  de  şahitler  dinletir;  şahitler:   "Gerçekten,  bu davacının, davalıda on dirhem meblağı vardır." derlerse; esahh olan, ışehadetleri kabul edilir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, diğerinde, "on iki dirheminin olduğunu" farsca iddia [eder; şahit de farsca "On iki dirhem alacağını olduğunu söylerse (yani birisi (dü vazdeh dirhem) der şahitte (deh vazdeh dirhem) derse) bilinmediği takdirde bunlar kabul edilmez.

Keza, iddiacı (deh düvezdeh dirhem) derse; davasına bakılmaz.

Davanın tarihini de bu şekilde söyler ve (în ayn mülkü menist ez deh. duvaz deh sal) derse yani "bu mülk, on veya on iki senedir benimdir.*', derse davasına bakılmaz. (Kesin bir tarih söylemediği veya dili anlaşılmadığı için bu böyledir.)

Keza şahitler şehadetlerinde, ayrı ayrı tarih söylerse, şehadetleri kabul edilmez. Zehıyre'de de böyledir.

Davacı, bir başkasının, bir şeyini aldığını iddia eder, şahitler de farsca (în müddea aleyh çünin güft kih in müddeî in müddeî bihra ber men fürsetad" derse; şehadetleri kabul edilmez. (Bu durumda, müter­cime ihtiyaç hasıl olur.) Hulasada da böyledir.

Bir hadise hakkında, üç kişi şahitlik yaparlar; sonra da, hüküm verilmeden  önce,  bunlardan  birisi:   "Estağfirullah gerçekten  benim şehadetim, yalandı." der; hakim de onu duyar ancak, onların hangisinin söylediklerini bilemez ve hakim onlardan kimin söylediğini sorunca da onlar: "Hepimiz söylediğimizin üzerindeyiz." derlerse; hakim hüküm vermez.

Eğer iddia eden, onlardan ikisini bir gün sonra getirir ve onlar, aynı hadiseye yeniden şehadette bulunurlarsa, şehadetleri caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, davadan önce, bir hadise hakkında şehadette bulunur; sonra da davadan sonra, aynı şehadetini tekrarlarsa, şehadeti kabul edilir. Muhıyt'te de böyledir.

Şahitlik yapan bir şahıs, şehadetinin doğruluğu hakkında tereddüt eder; sonra da: "Ben şehadetimin bazı yerlerinde vehme (= şüpheye) düştüm." (yani,  "gerekeni söylemeyi terk eyledim." veya "gereksiz şeyler söyledim." derse; eğer, bu adam adil değilse şehadeti mutlaka reddedilir. (= kabul edilmez.) Bunu nerede söylerse söylesin böyledir.

Eğer bu şahıs adil ise, şüphenin dışında kalan şehadeti kabul edilir.

Mesela: "Şehadet ederim." sözünü terk etmiş; veya davalının yahut davacının isimlerini söylememiş veya onlardan birine "şu davalı", "şu davacı" diye işaret etmemiş olsa;, ister hüküm meclisinde olsun ister başka yerde olsun, şüphenin dışında kalan şehadeti kabul edilir.

Fakat, hakkı örtme yerinde şüphe olursa, (mesela: "Ben bin dirhem üzerine şahitlik yapıyorum." dedikten sonra "Ben galat söyledim. O beş yüzdirhemdir." veya bunun aksi gibi olur) ve şayet bu mahkemede vuku bulursa, şehadeti kabul edilir.

Fakat mahkeme meclisinden kalktıktan sonra söylerse, şehadeti . kabul edilmez.

Hadlerde (hudutlarda) vuku bulan yanılmalar da böyledir. Şarkta diyeceği yerde, garpde demek gibi... Veya neseb de, Ömer oğlu Ali diyeceği yerde; Ali oğlu Ali demek gibi...

Eğer ayni mecliste hatırlarsa, şehadeti düzeltmesi kabûledilir; değilse, edilmez. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre meclisten kalkmış olsa da şehadeti kabul edilir.

Zahir olan, önceki kavildir. Bahru'r-Raık'ta da böyledir.

İbnü Semaa, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

İki adam, bir kişinin üzerine mal ile şehadette bulunsalar; hakim hükmünü vermeden önce de, iki kişi gelerek, "bunların şehadetlerinden döndüklerine" şahitlik yapsalar, eğer hakim,önceki şahitler için "şeha­detlerinden döndüler." diyenleri tanıyor ve bunlar adil kişilerse; hakim işi durdurur; infaz etmez. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, bir evi iddia eder ve beyyinesini de ikame eder; hakim, onun beyyinesipi (= isbat, senet, belgesini) ibtal eder; sonra da, yirmi sene geçince, yine gelerek, "o evin başkasına ait olduğuna" şahitlik yaparsa; bu şehadeti geçerli olmaz.

Keza; "Bu ev filanındır. Benim hakkım yoktur." dedikten sonra, bir daha "başkasınındır." diye şahitlik yapsa; bu şehadeti kabul edilmez. Hulâsa'da da böyledir.

Davacı hakime: "Benim beyyinem yoktur." der; hakim de dava­lıya yemin verirse; iddia batıl olur.

Sonra iddiacı beyine getirirse; Hasan bin Ziyad (R.A.)'m: "Bu şahsın beyyinesi kabul olunur." dediği rivayet olunmuştur.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise, bu şahsın beyyinesi kabul edilmez.

Bu, şuna göredir: İddia sahibi: "Her zaman şahit getirdiysem yalan söylediler." dese ve sonra yine şahit getirse, bu böyledir.

Bu muhalefet üzerine, iddia sahibi: "Benim —bu davaya göre— filan ve filan şahitlerim vardır." dedikten ve bunların şahitliklerinden sonra: "Bunlar yalan söylediler.'* derse; bu sözünün değeri yoktur. Muhiyt'te de böyledir.

Şayet davacı: "Beyyinemin tamamı batıldır." demiş olur ve sonra da, beyyine ile gelirse, sözü dinlenmez.

Halvani: Bu hususta rivayetler muhteliftir." buyurmuş ve "İmam Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavli, Hasan bin Ziyad'ın kavli gibidir." demiştir.
Kadî'1-İmâm Ebû AH en-Nesefî: Bu günün kazası (- hükmü) İmâm Muhammed (R.A.)'e göredir. O ise, böyle bir şehadetin kabul edilme­mesidir." demiştir.

Kâdî'I-İmâm Fahru'd-dîn ise,  bu şehadetin kabulü ile fetva vermiştir.

îki kişi: "Filan adamın şehadeti yoktur." deseler, sonra da onlar şahitlik    yapsalar;    Mü ntekâ 'da:    " Onların    şahitlikleri    caizdir.'' denilmiştir.

İmâm Muhammed (R.A.), Nevâdir'de şöyîe buyurmuştur:

Bir   kimse:   "Filan   adamın   şehadeti,   benim   yanımda   geçerli değildir." dese; veya bir şahıs: "Benim, bu hususta bir bilgim yoktur." dese, sonra da şahitlik yapsa; şehadeti caiz olur.

Keza, iki kişi: "Bizim, filana karşı yapacağımız bütün şahitlikler yalandır." deseler; sonra da gelip şahitlik yapsalar; veya bu iki kişi: "Biz, her ne zaman söylersek hatırlayanlayız." deseler; sonra da: "Hatırladık" deseler, şehadetleri caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimsenin elinde bölunan bir köle hakkında, dava edilse; onun üzerine, bir başkasının şahitleri bulunsa; o şahitlerden birisi, hakimin huzurunda: "îddia olunan ve iddia olunanın elinde bulunan köle dava edenin kölesi değildir." dedikten sonra, iddia eden, bizzat o kölenin kendisinin olduğunu söyler ve aynı şahit ilk sözünü aynen tekrarlarsa; "hakimin, onun şehadetini kabul etmemesi gerekir." denilmiştir.

Keza: "Hakim,    onun   şehadetini   kabul   eder."    denilmiştir. Muhiyt'te de böyledir.

Bir kimse, başka birisinin elinde bulunan köleyi, iddia eder ve: "Sen, bu köleyi bana bin dirheme sattın. Ben de parasını peşinen ödedim." der; iddia olunan adam da, alım-satımı ve bedeli aldığını inkar ederse; iki şahid de, satıcının sattığına dair ikrarına, davacının lehine şehadette bulunurlar ve: "Biz, köleyi tanımıyoruz. Fakat, o bize, köle Zeyd idi dedi." derler; başka iki şahit de: "O kölenin adı Zeyd'dir." derlerse; satıcı da, "kölen adının Zeyd olduğunu" söylerse; bu durumda, dava hükme bağlanmaz; satıcıya yemin ettirilir. Saye yemin 'ederse, bedel kendisine geri verilir.

Eğer satıcı yeminden kaçınırsa, satım, onun yeminden kaçınması sebebiyle, lazım olur.

Eğer İki şahid, şehadette bulunurlar ve satıcı kölesi Zeydi sattığını söylerler ve onu bir işe veya san'ata nisbet eylerlerse veya bir kusurla vasıflarlar; o vasıf nisbetler de mutabık olursa; İmâm: "Bu önceki kıyasda vardır. Eğer şahitler, o köleyi belirli bir şeye nisbet ederlerse; istihsan olur. Cariye de böyledir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir: İki şahit şehadette bulunarak: "Bu ev, bin arşındır;" derler; bu ev de, beşyüz arşın olursa veya: "Şu şu, on avuçtur." diye şahitlik yaptıkları halde, şu; şehadetleri geçersizdir.

Böyle ikrar ederlerse; ikrar olunanların tamamı da böyledir. Eğer, iki kişi şahitlik yaparak "Onun yurdu, bu yurdun içindedir." derler; fakat hududunu ve yerini bilmezlerse, şehadetleri caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Şahitler  şehadette  bulunup:   "O  kadın,   onun  karışıdır  ve helalidir." derler, fakat akitlerini söylemeselerde; muhtar olan şehadet-lerinin caiz olduğudur. Hizânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir kimse iddia ederde, "Bu elbise onun yanında rehindir." veya "O, onu zoraki almıştır." diye iddia eder; şahitler de böylece şehadette bulunurlar; yalnız "Biz, hangi elbise olduğunu bilemiyoruz." derlerse; şehadetleri kabul edilir. Ebliseyi açıklamak gasbedene ve rehin bırakana aiddir. Muzmarât'ta da böyledir.

Bir kimse, diğer bir şahsın ikrarı üzerine bir kimsenin malı için, "Bu, bir borçtur." veya/'Emanettir." diye şahitlik yaparsa, bu şehadet de caizdir. Mültekıt'ta da böyledir.
En doğrusunu Allahu Teâlâ bilir. [14]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..