Boğazlanan Ortak Hayvanların Durumu

İki kişinin ortak bir develeri bulunur, bunlardan birisi, ortağının izni ile, bu deveye, pazardan bir yük yükler; deve yolda yıkılır ve bu ortak onu boğazlarsa, bakılır: Eğer, boğazlamamış olsaydı, devenin yaşama ihtimâli olacaktıysa, bu ortak, deveyi tazmin eder. Aksi tak­dirde, tazmin etmesi gerekmez.

Şayet, bu deveyi ortak olmayan bir şahıs boğazlarsa, her durumda da tazmin eder. Boğazlanmayınca, yaşayıp yaşamıyacağına bakılmaz, Esahh olan budur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Keza, bir koyun çobanı veya bir sığır çobanı, bir koyunu veya bir sığırı boğazladığında; kesmemesi halinde, bunlar yaşayacak idiyseler, bu çobanlar kestikleri bu hayvanı tazmin ederler. Aksi takdirde tazmin etmeleri gerekmez. Bu istihsândır.

Şayet, bu hayvanları kesen, çoban değil de, yabancı bir kimse olursa, her hâlde de, tazmin etmesi gerekir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir eve, müştereken sahip bulunan iki kişiden biri, kaybolursa, diğerine, o evin tamamında oturma ruhsatı vardır.

Hizmetic de böyledir: îki kişinin, ortak bir hizmetçileri bulunur ve bunlardan biri kaybolursa; diğer ortak hizmetçinin kaybolan ortağa yaptığı hizmeti de kendisine yapmasını isteyebilir. Hızânetü'l-Müftin'de de böyledir.

Bu durumda, evde ve hizmetçide, bu ortağın, diğer ortağının his­sesi için, bir ücret ödemesi gerekmez.

İki kişinin ortak bulunduğu tarla hakkında, müftabih olan (^ kendisi ile fetva verilen) kavil ise şudur: Şayet, ziraat faydalı oluyorsa, —gaip olan şahsın— ortağı, bu tartanım tamamını eker. Diğer ortak gelince de, önceki ortağın ektiği kadar, o eker.

Şayet, ekip-biçmekte bir menfaat yoksa, bu durumda, ekmez; öylece bırakır. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.                           

Hayvana gelince; kişi, ortağının izni olmadan, ona binemez. Câriye  hakkında,  âlimlerimiz şöyle demişlerdir:  "O,  bir gün,

ortaklardan birinin yanında; bir gün de, diğer ortağın yanında kalır,.

Bu ortaklardan birisi, diğerinden korkuyor ve korkulan ortak da, cariyenin yanında daha fazla kalmasını istiyorsa; bu isteğe icabet edilmez. Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.

Bir bağ veya arsaya ortak olan, iki kişiden biri kaybolur veya bu araziye bir baliğ ile bir yetim ortak olur ise, bu iş hâkime çıkarılır.

Ancak, bu iş hâkime çıkarılmadan, herkes kendi hissesini ekerse; bu daha güzel olur.

Müşterek olan şey bağ ve ortaklardan biri gaip olursa; hâzır olan ortak bağa bakar; mahsulü yetişince, onu satar, kendi hissesini alıp, gaip ortağın hissesini bekletir. Gaip ortak da, geldiği zaman muhayyerdir: İsterse, o hissesinin bedelini ödetir; isterse, bedelini alır. Fetâvâyi Kâdî­hân'da da böyledir.

Fetvalarda şöyle zikredilmiştir: Yiyecek maddeleri veya dirhem­lere ortak olan iki kişiden biri, gaip; hazırda bulunan ortak da, bu şeye muhtaç olursa, yarısını alır.
İmâm Muhammed (R.A.): "Ben, bunda, bir beis olmayacağım umuyorum." buyurmuş; Fakıyh Ebû'1-Leys de: "Biz, bu kavli alırız." demiştir. Fetâvâyi Gıyasiyye'de de böyledir.

İki kişinin ortak bulunduğu şey, ölçülebilen veya tartılabilen bir mal olunca, ortağı kaybolan şahsın, bu maldaki hissesini ayırmasında, bir beis yoktur. Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.

Gaip olan bir şahısla, hazırda bulunan bir kimse, bir eve ortak olurlar, ancak ev, önceden taksim edilmiş bulunursa, bu durumda, hazırda bulunan kimsenin, kaybolan şahsın hissesinde oturma hakkı yoktur.

Bu şahsın hissesini, hâkim kiraya verebilir. Hâkimin emri olmadan, hazırda bulunan da, gaip ortağının hissesini kiralayamaz.

Şayet, hâkim, içinde oturan olmayınca, o evin harap olacağından korkarsa; —gaip şahsın hissesini— kiraya verir. Alınan icarı da, kay­bolan şahıs için muhafaza eder. Hızânetü'I-Müftîn'de de böyledir.

Her biri evli olan iki erkek kardeşle iki kız kardeşin ortak bulun­dukları, bir ev olursa, erkek kardeşler, mahrem olmamaları hâlinde, kız kardeşlerinin kocalarını, bu eve girmekten men edebilirler.

Bu ev, btınların, içinde oturdukları bir evse, birisi diğerini, dama çıkmaktan men edemez. Çünkü, onun da tasarruf hakkı vardır. Kunye'de de böyledir.

On kişi, bir çıkmaz sokağa ortak olur; bunlardan dokuzunun evi bu sokakta bulunduğu halde, birinin evi başka bir sokakta bulunur ve bu evin, bu çıkmaz sokağa kapısı olmazsa; bu şahıs, bu sokağa kapı açma hakkına sahip değildir.
Ebû'l-Kâsım, Fakıyh Ebû Ca'fer ve Ebû'1-Leys bununla fetva vermişlerdir. Sahih olan da budur. Fetâvâyi Gıyasiyye'de de böyledir.

Ortak bulundukları bir değirmenin tamiri için ortaklardan birisi masrafta bulunursa,  bu masraf,  "fazladan yapılmış bir masraf" sayılmaz. Yani, bu masrafı yapan ortak, yarısını, diğer ortağından alır.

Ancak, ortak olan bir köleye yapılan masraf fazladan masraf olur. Yani, bu köleye masraf eden ortak, masrafın yarısını, diğer ortağından isteyemez.

Bir bağın haracını, müştereken vermeleri gereken iki ortaktan birisi, bu haracı tek başına verrnişse, bu şahsın masrafı da "fazladan" olur. Yani, bu şahıs da, verdiği haracın yarısını ortağından alamaz. Sirâciyye'de de böyledir.

Bir eve ortak olan iki şahıstan birisi kaybolur, diğeri de, bu evi kiraya verirse; gaip olan ortak, alınan bu kira bedeline ortak olur. Kunye'de de böyledir.

Ebû'l-Kâsım şöyle demiştir: Bir topluluğun ortak olduğu ve henüz aralarına taksim etmedikleri bir arazî'nin bir kısmına bu topluluktan bazı kimseler, tohum ekip, onu ortak bulundukları bir su ile de sulasalar, eken bu ortaklar, —diğer ortakların iznine gerek olmadan— elde edilen mahsûle ortaktırlar. Diğer ortaklarına bir tazminat Ödemeleri gerekmediği gibi; onlar da bunların elde ettikleri mahsûle ortak ola­mazlar. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Râhin'in (= rehin veren kimsenin) izni olmadan mürtehin'in (= rehin alan kimsenin , o rehine yaptığı masraf fazladan yapılmış sayılır ve onu râhinden alamaz.

Rehin veren de, rehin alana aynısını yapsa; bunun yaptığı da faz­ladan olur.

Râhin ve mürtehin'den birisi, diğerinin izni veya hâkimin emri ile, bir şey verirse, bunu geri alabilir.
İmâm Ebû Hanîfe j(R.A.) jile tmâm Ebû Yûsuf (R.A.) şöyle ] buyurmuşlardır:

Râhin'in hazır bulunmaması hâlinde, mürtehin, hâkimin emri ile, aldığı rehine yaptığı masrafı râhinden (= rehin bırakandan) alır. Ancak, rehin bırakan, hâzır ise, bu durumda alamaz. Fetva da buna göredir.

Rehin bırakan hazır olduğu halde, rehinin Jnafakasmdanjkaçmırsa, onun nafakasını, hakimin emri ile, rehin alan şahıs verir ve yaptığı bu masrafı râhinden alır.

Ortaklık meselelerinin, bu kıyâs üzere olması uygun olur. Fetâvâyi ; KâdîhâiTda da böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur: j Bir şahsa, bin dirhem borcu olan bir kimse, iki kişiye "bu borcunu [ödemelerini" söylemiş, bunlar da ödemiş olsalar; bilâhare bu iki kişiden birisi, borçluya müracaat ederek, beş yüz dirhem alırsa; bu bin dirhemi, bu iki kişinin, müşterek mallarından ödemiş olmaları hâlinde, bu beş yüz dirheme, diğer ortak da müşterektir.

Ancak, bu bin dirhemi, ortak oldukları maldan değil de, her biri, kendisine ait hisseden, fakat birlikte ödemişlerse, bu durumda, bu ^ortaklardan birinin, borçludan aldığı miktara diğeri ortak olamaz. : Muhiyt'te de böyledir.

Bir köleyi satan veya bir köle veya bir cariyeyi kiraya veren iki .ortaktan birisi, bunların bedelini alınca, bu alınanan, diğeri de ortak olur. Kâfî'de de böyledir.

Cami isimli kitapta şöyle zikredilmiştir:

tki kişi, bir şahıs hakkında: "Bu kimse, bin dirhem kıymetindeki kölesini, bir seneye kadar, iki bin dirhem ödemesi şartı ile mükâtebe yaptı." diye şahitlik yaptıktan sonra, bu şahitliklerinden dönerlerse, bu kölenin efendisi muhayyerdir: İsterse, bu şahitlere, bu kölenin hâl-i hazırdaki kıymeti olan, bin dirhemi tazmin ettirir; isterse, kitabet bedeli olan iki bin dirheme tabi olur.

Şayet, bu kölenin efendisi, kölenin hâl-i hazırdaki kıymeti olan bin dirhemi ödettirmişse; bu şahitler, bu kölenin kitabet bedeli olan iki bin dirhemi alma hususunda, efendisi durumunda olurlar.

Bu durumda, bu kölenin, kitabet bedelinin bin dirhemini ödemesi

hâlinde, bu şahısların da, diğer bin dirhemi bağışlamaları güzel olur.

Bu durumda ise, bu mükâtep azâd edilmiş olur.

Bu mükâtep köle, bin dirhemi, o şahitlerden birine ödemiş bulu­nursa, azâd edilmiş olmaz.

Bu durumda, alınan bu bin dirheme, diğer şahit ortak olabilir mi?

Hayır, ortak olamaz.

Ortakların," o kölenin bedelini, müşterek olan veya müşterek olmayan maldan ödemiş olmaları da, bu hükmü değiştirmez.

Satış da böyledir. Meselâ: İki kişi: "Bir kimse, kıymeti bin dirhem olan kölesini, bedelini bir seneye kadar almak üzere, iki bin dirheme sattı." diye şahitlikte bulunduktan sonra, bu şehâdetlerinden dönerlerse; yine, bu kölenin efendisi muhayyerdir: İsterse, zamanı gelene kadar bekleyip, bedelini müşteriden (=   satın alandan) alır;  isterse, hâl-i hazırdaki kıymetini şahitlere tazmin ettirir.

Kölenin efendisi bu yolu seçerse, şahitler, kölenin şahsında değil de, bedelini sahip olabilmekte satıcı durumuna geçerler.

Bunlar için, en güzeli, bin dirhemlerini alıp, diğer bin dirhemi tasadduk etmeleridir.

Bunlardan birisi, satın alan kimseden bir şey alınca, diğeri ona ortak olamaz. Muhiyt'te de böyledir.

Mükâtep, âciz kalıp, kitabeti bozar veya onun satış işlemi bozu­lursa; bu durumda, efendisi, bu şahitlerden aldığı şeyi, kendilerine geri verir.

Bunlar, mükatepten bir şey almışlarsa; onları da, efendi geri alır. Satın alan şahıs da, verdiği şeyi geri alır. Kâfî'de de böyledir.

Bir şahıs, iki kişinin ortak, bulunduğu bir cariyeyi gasbedip satar, bu câriye, satın alan şahsın yanında bir çocuk doğurduktan sonra, hâkim, bu cariyeyi, onun mehrini ve çocuğun kıymetini, bu cariyenin asıl sahibi olan iki kişiye hükmederse; bunları, bu ortaklardan birinin alması hâlinde, diğeri de, ortak olur.

Hüküm, bu iki ortağa, ayrı ayrı verilmiş olursa, yine cariyenin kıymetine ve mehrine, bunlar ortak olurlar. Çocuğun kıymetine ise ortak olmazlar.

Şayet, bu ortaklardan birisi, bu çocuğun kıymetindeki hissesini alırsa; diğeri buna ortak olamaz.

Bu ortaklardan birisi, satan gâsıbtan, diğeri de satın alan şahıstan, tazmin etmesini istemiş olurlarsa; hiç bir şeye ortak olamazlar.

Şayet, hâkim, bu çocuğun yan kıymetini, bu ortaklardan birine hükmettikten sonra, çocuk ölür ve bilâhare de diğer ortak gelirse, ona bir şey yoktur.

Bu câriye, müşterinin (= satın alan şahsın) elinde ölürse, efendisi muhayyerdir: Bu cariyenin kıymetini, isterse, satan şahsa, isterse, satın alan şahsa ödettirir.

Bu durumların ikisinde d.e, cariyenin mehrini ve çocuğun kıymetini müşteri öder.

Keza, iki kişi, bir bina satın alıp, onu içine odalar yaptıktan sonra, haklarında dâva açılır; hâkim ise, binanın kıymetini satıcıya hükme­derse; ortaklardan birinin bu şahıstan aldığı şeye, diğeri de ortak olur.

Eğer, hâkim ayrı ayrı hüküm verirse, bu durumda birinin aldığına diğeri ortak olamaz. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.), Câmi"de şöyle buyurmuştur:

İki kişi, kıymeti bin dirhem olan bir köleyi, bir şahıstan gasbederse; artık, bu kölenin kıymeti, iki bin dirhem olur.

Sonra da, bir şahıs gelir ve bu köleyi, o iki kişiden gasbeder ve köle de bu gâsıbın yanında öldükten sonra, esas sahibi gelirse, bu durumda, bu şahıs —esas sahibi— muhayyerdir: Dilerse, önceki iki gâsıbtan ilk kıymeti olan bin dirhemi; dilerse, sonraki bir gasıbdan, sonraki kıymeti olan iki bin dirhemi alır.

Eğer, kölenin esas sahibi, önceki iki gasıbdan, bin dirhem almışsa; bunlar da, sonraki gasıbdan iki bin dirhem alırlar.

Bu iki bin dirhemin, bin dirhemini tasadduk etmeleri müstahsendir.

Eğer önceki iki kişiden birisi, sonraki zorbadan bin dirhem alırsa, diğeri ona ortak olur.

Keza, iki gâsıb tarafından zorla alınıp bir başkasına satılan köle, bu şahsın yanında ölürse, bu kölenin sahibi de muhayyerdir: Kölesini, dilerse, bu gâsıblara, dilerse, onlardan satın alan şahsa ödetir.

Şayet, iki gâsıba ödettikten sonra, bunlar, bu köleyi satarlarsa, bedeli kendilerinin olur.

Bunlardan birisi, o kölenin bedelinden bir şey alırsa, diğeri de ona ortak olur.

Bu köle, efendisi, gâsıblardan, bedelinin yarısını aldıktan sonra satılırsa, bu durumda, efendi, bu kölenin bedelinin yarısını—daha— alır.

Bu kölenin yarı kıymetini, efendisine ödeyen gâsıb, kölenin bede­linden bir şey almaz ve diğer gâsıb da, bu kölenin yarı bedelinin, efendi­sine öder ve bu kölenin satış bedeli de, ödenen hisseyi geçer, sonra da, efendi, bu gâsıblardan ilki, bu bedelden hissesini alırsa, sonraki gâsıb, buna ortak olur.                       .

Kölenin kıymetinin yarısını, efendisine ödeyen gâsıb, müşteriden yarı bedelini aldıktan sonra, kölenin efendisi, diğer gâsıba, yarı bedelini , ödetirse; ikinci gâsıb, birinciden, aldığı satış farkı fazlalığının yarısını isteme hakkına sahip değildir.
Böylece, ikinci gâsıb,[birincinin jalldiğına ortak olamayınca,hissesini müşteriden (= bu köleyi sattıkları şahıstan) alır.

Bu iki gâsıb, sattıkları bu kölenin bedelini, satın alan şahıstan ayrı ayrı değil de, birlikte alırlar, sonra da, birinci gâsıb, aldığı paralar|içinde sütûka (= geçmezjpara) | bulunursa, bu durumda muhayyerdir: İsterse, bunları, kölenin bedelinin yarısı yerine müşteriye verir; isterse, diğer arkadaşı ile bunlara da ortak olurlar.

Bu durumda, bu şahsın aldığı paralar içinde nebherce veya züyûf (= hileli mal, düşük değerli para) bulursa, bunları müşteriye iade eder. Diğer gâsıbın aldığına ortak olamaz.

Şayet, ikinci gâsıb, aldığı bedel içinde, sütûka, rasas veya züyûf ( = geçmez para, kalay veya değeri düşük para) bulur ve onları müşteriye geri verirse; öncekinin aldığına ortak olamaz. Muhıyt'te de böyledir.

Mükâteb bir köle tarafından, hatâen öldürülen bir şahsın, iki tane velisi bulunur ve bunlardan biri, öncelikle hâkime baş vurup, diyet hükmü alırsa; hâzır olmayan vejlî, |bu velînin aldığı diyete ortak olur.

Bu durumda, hâkim, hâzır olan velîye yarım diyet hükmeder, o da, bunu alırsa, diğer velî, ona ortak olamaz.

Ölenin iki kişi olması hâlinde, hüküm ister beraber, ister ayrı ayrı verilsin, birinin aldığına, diğer velî ortak olamaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Cinayeti işleyen, iki kişinin ortak bulunduğu müdebber bir köle olursa, hükmün, müşterek veya ayrı ayrı olması müsâvîdir.

Cinayeti işleyen köle olur; ölenin de iki tane velîsi bulunursa, bu kölenin efendisi muhayyerdir: İsterse, cinayet işleyen bu köleyi onlara verir; isterse,vbu velîlerden her hangi birine, —ölenin— fidyesini verir.

Bu durumda, diğer velî de, fidyeyi alana ortak olur.

Ancak, br köle, iki kişi öldürmüş olur ve efendisi bunlardan birinin velîsine, fidyesinin yarısını verirse; diğer velî, ona ortak olamaz.
Şayet, bu köle, iki vejiîsi ]bulunan bir şahsı, hatâen değil de kasden öldürür ve efendisi de, bu velîlerden biri ile bin dirheme sulh olursa, diğeri ona ortak olamaz. Çünkü, aslında, bunların hakları kısastır.

Kısas, sulh-yoluyla değiştiği zaman muhtelifleşir. Bu kölenin efen­disi, bu iki velî ile birlikte sulh olursa, bu durumda, velîler, bu sulh bedeline ortak olurlar. KâfTde de böyledir.                                         
Bir köleye ortak olan iki şahıstan biri, bu köleyi, diğerinin elinden; zorbalıkla alıp, başka birine satar ve satın alan bu şahsa teslim ederse; bu1 satış, ancak, kendi hissesi hakkında geçerlidir.

Bu şahıs, sattığı bu kölenin bedelini, ortağı izin vermeden almazsa; —yani ortağı buna izin verirse— bu durumda, kölenin bedelinin tamamım alması caiz olur.

Bu durumda, aldığı şeyin tamamına, ortağı ile müşterek olur.

Şayet, bu köle zayi olursa, bu İki ortağın da hakları zâyî olur.

Bu iki ortaktan birisi, müşterek olan alacaklarından kendi hissesini alırsa, bu kendi hissesi hakkında caiz olur.

Aldıkları bu şeyi taksim etmeden önce, bu köle zayi olursa, bu zayi' oluş, Önce almış bulunan hakkında geçerlidir ve bu yukarıdaki mes'elenin hilâfınadır. Müntekâ'da da böyledir.                                  

Bu köleyi satan ortaklardan birisini, diğerinin hissesini zoraki alır: veya ortağı ile birlikte sattıktan sonra, bu kölenin bedelinin tamamını, onun izni ile alırsa, ortak olurlar.

Ancak, biri, kölenin bedelinin yarısını aldıktan sonra, diğeri —almasına— izin verirse, bu durumda ortak olamazlar. Kfifî'de de böyledir.

İki kişi, bir köleyi, üç gün muhayyer olmak üzere, satarlar ve bu satışa, önce biri, sonra da diğeri izin verirse; bilâhare de, bu ortaklardan biri, o kölenin bedelinden bir şey alınca, alman bu şeye diğeri ile ortak olurlar.

Ancak, önce izin veren şahıs, kendi hissesini almış olursa, diğeri ona ortak olamaz. Muhıyt'te de böyledir.

Nevâzil'de şöyle zikredilmiştir: Ebû'l-Kâsım'dan soruldu:

—  Bir kimse, diğer bir şahsa mal verip: "Bunu çalıştır; kârına ortağız. Ancak, başka bir ortaklıkta çalışmada razı değilim. Başka bir şirkete de iştirak edersen, ben, ondan da hissemi isterim." der ve her ikisi de buna razı olduktan sonra, kendisine mal verilen şahıs, başka bir şirketle de çalışıp kâr ederse, durum ne olur?

- İmâm, şu cevabı verdi:

—  Bu şahıs, önceki mâl sahibinin malını çalıştırmamış ve kendisi, —bu ikinci şirkette— şahsen çalışmışsa, onunla bir kâr ortaklığı yoktur.

Tatarhâniyye'de de böyledir.

Vârislerden birisi, tereke'yi (= ölen şahsın bıraktığı şeyi; mîrası) çalıştırıp, kâr elde ederse; bu kâr yalnız kendisine aittir. Fetâvâyi Gıyâ-siyye'de de böyledir.

İki müfâveda ortağından birisi, başka bir şahsa "bin dirheme bir köle satın almaşını" söyler ve bedelini vermeden de, ortaklıkları bozu­lursa; bu ortaklardan her biri, münferîd (= tek başına )|olurlar.

Bunlardan her biri, başka birer şahısla ortak olduktan sonra, o şahıs, bunların önceki ortaklıklarını bilerek, bu köleyi satın alırsa, köle, önce, almasını söyleyen şahsın olur.

Diğer ortağının onda bir hakkı olmaz. Şöyleki:

Bir kimse, bir köleyi muhayyer olarak, satın alıp, başka bir şahısla ortak olduktan sonra, bu muhayyerlik kalkarsa; bu kölede, diğer ortağının hakkı olmaz.

Bu durumda, bu köleyi alan şahıs muhayyerdir. İsterse, kendisine "köle al" diye emredene baş vurarak, bu kölenin bedelini ondan alır; isterse, bu şahsın ikinci ortağından alır. O da, müracaat ederek, ortağından alır. Kâfî'de de böyledir.

Bir şahıs, bir başkasına, belirli bir miktarda buğday vererek, bir köle almasını emrederse, mes'ele yine yukarıdaki gibidir.

Ancak, bu iki ortağın birbirinden ayrıldıklarım bilmeden, bu köleyi satın almış olursa, o zaman bu köleye, önceki ortak da, müşterek olur. Serahsi'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Nevâzil'de şöyle zikredilmiştir: Ebu'l-Kâsım'dan soruldu:

— İki ortaktan birisi çalışır, diğeri bu sırada piyasada bulunmadığı halde, sonradan meydana çıkar; çalışan ortak ise, onun hissesini verir; sonra da, bu ortak piyasadan kaybolur, önce bulunmayan ise çalışıp kazanır, ancak ortağının hissesini vermekten kaçınırsa, durum ne olur?

O, şu cevabı vermiştir:

—  Eğer, aralarındaki ortaklık sahih olur ve beraber ve ayrı ayrı çalışmayı da şart koşmuş bulunurlarsa, her ikisi de, biri diğerinin çalışıp kazandığına ortaktır.  İster beraber, ister ayrı ayrı çalışıp kazanmış olsunlar, kârlarını yarı yunva bölüşürler.

Yine, Ebû'l-Kâsım'dan soruldu:

— Her ikisinin de, bu ortaklıkla ilgisi olmayan dirhemleri bulunan iki kişi, alıp satmak ve kârını aralarında taksim etmek üzere ortaklaşırlar ve bu ortaklardan birisi, diğerine: "Ortaklığı kesip malımızı bölüşelim; çünkü, bundan bir menfaat göremiyoruz." der; eşyalarını taksim .ettikten sonra da, bunlardan birisi,|hissesinin tamamını, diğerine satıp, dirhemlerin bir kısmını aldığı halde, beraberce: "Ayrıldık." dememiş olurlarsa, durum ne olur?

İmâm; şu cevabı verdi:

— Bunların, sonraki satış zamanında, önce: "Biz, ortaklığı sona erdirdik.'' demiş olmaları, bu ortaklığın işini bitirmiştir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bez dokuyan iki kişiden birisi, erişini; diğeri de geçkisini eğirmek üzere ortaklaşıp bez dokurlarsa; bu beze; eğirdiklerinin kıymeti nisbe-tinde ortak olurlar. Muhıyt'te de böyledir.

Hucendî şöyle demiştir:

Bir baba ile vasinin, hem şahsî malları hem de küçük çocuğun mal­lan ile ortaklaşmaları caizdir.

Küçük çocuğun sermâyesinin, kendilerinin sermayesinden fazla olduğun|a|, ikisi de şahitlik ederlerse; kâr, şartlı olabilir.

Bunlar, bu hususta şahitlik etmezlerse, netice, kendileri ile Allahu Teâlâ arasındadır.

Ancak, hâkim, bunların sözüne itibar etmeyerek, kârın, sermâye nisbetinde taksim edilmesine hükmeder. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Müntekâ'da, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğu rivayet ! edilmiştir:

Bir müfâveda ortağının, her hangi bir şahsa bağış yapması caiz olmaz.

Böyle yapmış olursa, ortağı bağış yapılan şahıstan, hîbe edilen bu şeyin yarısını geri alabilir.

Geri alınca da, bu şeye, ortağı ile ortak olurlar. Böylece de, bu hîbe bozulmuş olur ve geri kalan da yarı yarıya bunlara iade edilir.

Bu, mân ortaklığında da böyledir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, bir bağın üzümünü satın aldıktan sonra, başka bir şahsa: "Seni, buna, üçte bir ortak ettim." derse; bunu, üzümler yetişip olgunlaşmadan  önce söylemişse,  bâtıldır,  (geçersizdir) KunyeMe de böyledir.

Bir kimse, başkasına: "Bana, bin dirhem borç ver; onunla ticâret yapayım; kâra ortağız deyince, o şahıs, bu talebi yerine getirse, yine, kârın tamamı, borç alan şahsındır. Çünkü, borç parada ortaklık olmaz. Zehiyre'de de böyledir.

Ahmed bin Ali'den soruldu:

—  Bir kimse, başka bir şahıstan, yüz dinar Ödünç alıp, bunu geri verdikten sonra ödünç veren şahıs,, bin dirhem daha çıkararak, bunları birbirine katar ve o şahsa: "Bunu al; git ve ortaklık üzere ticaret yap." der ve o da, öyle yapıp kâr ederse, hüküm nedir?

İmâm, şu cevâbı verdi:

— Bu hatalıdır ve noksandır. Ortaklığın sahih olması için, ortaklık şartının da söylenmesi gerekir.

Yine soruldu:

— Bir kimse, başka bir şahsın yanma emaneten bir miktar buğday bırakıp, ona: "Bu buğdayı, kendi buğdayına kat ve bir yerde muhafaza et." der; o da, denileni yapıp, buğdayı bir kuyuda muhafaza altına aldıktan sonra, bir hırsız gelip, üçte ikisini çalar; daha sonra da, buğday sahibi gelir ve buğdayı muhafaza altına alan şahıs, onun buğdayını geri verir ve bilâhare de, "bu buğdaydan hissemi ver." diye iddiada bulu­nursa, bu şahsa, bir hak var mıdır?                                                     

İmâm, şu cevâbı verdi:

—  Şayet, bu şahıs, bu buğdayı, o şahsın emri ile karıştırmışsa; çalınan buğdayda, ikisinin de payı vardır. Tatarhâniyye'de de böyledir.
îki kişinin ortaklaşa, üç yüz kürr[39] buğdayı ve üç yüz kürr arpası olur; bunlardan biri, diğerinin "onu sat." dememesine rağmen, ariyet (= ödünç) olarak bir deve alıp, buğdayı değil de arpayı, —ortağının emri olmadan— ona yükletir ve bu da zayi olursa; bu şahıs, hem deveyi hem de, ortağının arpa hissesini tazmin eder. Bu, müfâveda ve mân ortaklığı gibi değildir. Mebsût'ta da böyledir.

Fetâvfde şöyle zikredilmiştir: Ebû Bekir'den soruldu:

—  Biri tecennî edip çalışmayan, diğeri ise, çalışıp kâr eden iki ortağın durumu hakkındaki hüküm nedir?

O, şu cevâbı verdi:

—  Bu ortaklık, o şahsın cinnetine hüküm verilene kadar, devam eder. Bu hüküm verilince, ortaklık feshedilmiş olur.

Şayet, bu hükümden sonra çalışıp kazanırsa, kâr, çalışanın olduğu gibi, zarar ederse, zarar da, çalışana aittir.

Bu kimsenin hâli, mecmûnun hâlini, zorbalıkla alan kimsenin hâli gibidir. Kendi sermâyesinin kârı, tıyb (= temiz) olur; mecnûnun ser­mâyesinin   kârı,   tıyb   olmaz.   Bunu   tasadduk   etmesi   uygun   olur.

Muhiyt'te de böyledir.

Bu ortağın yanında, diğerinin emânet malı bulunduğu halde, o, inkâr edip, "verdim." diye iddia ederse; ona yemin ettirilir.

Mal sahibi ile müdârib de böyledir.

Müdârib ise, sermâye başkasından, emek kendisinden olan ortak demektir. Bezzâziyye'de de böyledir,

Bu şahıs, ortağının ölümünden sonra bu iddiada bulunursa, şu iki durum vâki olur:
1) O ortak, veresiye satmaktan men edilir. Peşin satıp ortağının hissesini ve kârı yarıya taksim eder.
2) Onun hissesini çıkarmaktan men edilir. Şayet çıkarırsa, bu zor­balık olur ve ortaklık,bozulur. Nehru'l-Fâik'ta da böyledir.

tki ortaktan biri diğerine: "On kazandım." dediği halde, son­radan: "Üç kazandım." derse; bu ortağa," on kazanmadığı hususunda yemin ettirilir. Künye'de de böyledir.

Nâtifî şöyle zikretmiştir:

Emânmetler, ölüm sebebi ile tazminata dönüşür.

Ancak, şu üç yerde böyle olmaz:
1) Bir mescidin mütevellisi, bu mescidin gelirini aldığı halde, bunu açıklamadan ölürse, zâmin (= ödeyici) olmaz.
2) Gazaya çıkan bir hükümdar, ganimetin bir kısmını, ganimet ehlinden bazısının yanma emaneten bırakır ve bu hususta bir açıklamada bulunmazsa; ölünce, bu durumda da tazminat gerekmez.
3) Bir yetimin malını alıp, onu bir şahsın yanına emaneten bırakan bir hakim, bu hususu açıklamadan önce ölürse; bunun üzerine de taz­minat yoktur.

Müfâveda ortağına gelince; bunun yanında, ortağının, hâli belli olmayan bir malı bulunur ve bu durumda ölürse; bazı âlimler: "Taz­minat yoktur." demişlerse de, bu galattır. Doğrusu, bunu, arkadaşının hissesini tazmin etmesidir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Fethu'l-Kadîr'de ve diğer fetvalarda, böylece açıklanarak: "Ölüm hâlinde, ister mân, ister müfâveda ortağı olsun, ortağının hissesini öder." denilmiştir. Bahru'r-Râik'ta da böyledir.

Bir ortak, şirketin malı, insanların üzerinde —alacak olarak— bulunduğu halde, bir açıklama yapmadan ölürse, diğer ortağı, onun hissesini —belli olmayan bir malı tazmin ettiği gibi— tazmin eder. Kunye'de de böyledir.

Müfâveda ortaklarından birisi, bir şahıstan, bin dirheme bir mal satın alıp, onu teslim almaz ve bu malı satan şahsa, satın alan şahsın ortağı rastlayıp, aynı malı, bin beş yüz dirheme satın alırsa; bu ikinci satış mu'teberdir.

Birinci satış bozulmuştur; Çünkü: Müfâveda ortaklığında, ortak şahıslar, tek bir şahıs menzilindedirler. Muhiyt'te de böyledir.

Bin dirheme, bir köle satın almış bulunan iki kişiden her biri diğerini kendisine vekil tayin etmişse; bunlar, kölenin bedelinin yandan fazlasını vermedikçe, arkadaşına müracaat edemez.

İki kişinin ortak bulunduğu bir hayvan, bu ortaklardan biri yokken hastalanır ve baytar:  "Bu hayvanın, -muhakkak dağlanması gerekir." der ve hâzır ortak, dağlayınca, bu hayvan ölürse; onu tazmin etmek gerekmez.

Yolda gitmekte olan bir hayvanın üzerinden, iki kişinin ortak oldukları bir mal, ortaklardan biri bulunmadığı sırada düşer ve diğer ortak, bu eşyaların zayi olmaması için bir hayvan kiralarsa, bu caizdir.

Bu kira bedelinin yarısını, ortağından alır. Kunye'de de böyledir.

iki ortaktan birisi, diğerine: "Ben, özellikle nefsin için, bir câriye :satın almak istiyorum." der; ortağı ise, bu söz karşısında sükût etiği halde, o ortak, câriye satın alırsa; bu câriye, onun şahsına ait olmaz. Ancak, alan şahıs, bu cariyeye, diğer şahısla ortak olur. Hulasada da böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

İki iş ortağı, "her ay, birisine on dirhem verilmesini, bunun da ortaklık maldan olmamasını" şart koşsalar; bu ortaklık caiz; ancak, bu şart bâtıl (= geçersiz) olur. Muhıyt'te de böyledir,

Müfâveda ortakları, —sadece— birinin çalışmasını şart koşmuş . olsalar, bu şart bâtıl olur. Tehzîb'de de böyledir.

Inân ortaklarından birisi: "Bir şahısta, ortaklık maldan, bir şey (alacak) var." diye iddia ettiği halde, iddia olunan şahıs, —borçlu olmadığına— yemin ederse, diğer ortağın, bu şahsa, ikinci defa yemin ettirmesi yoktur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Uyûn'da,   İbn-i  Semâ'a,  İmâm  Muhammet!  (R.A.)'in  şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
Müfâveda ortaklarından birisi, bin dirheme, bir köle satın alıp, henüz o köleyi teslim almadan önce, ortağı da, bu kölenin sahibine uğrayıp, onu bin beş yüz dirheme kiralarsa, bu caiz olur. Önceki satış ise bozulmuştur. Kölenin, bunu bilip bilmemesi de müsavidir. Tatarhâniyye'de de böyledir. [40]
[1] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/407.
[2] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/407.
[3] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/407-408.
[4] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/408.
[5] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/408.
[6] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/408.
[7] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/409.
[8] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/409.
[9] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/409.
[10] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/409.
[11] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/410-418.
[12] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/418-419.
[13] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/420.
[14] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/421.
[15] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/421.
[16] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/422.
[17] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/422.
[18] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/422.
[19] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/423.
[20] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/424-425.
[21] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/425-429.
[22] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/429-430.
[23] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/430-435.
[24] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/435-437.
[25] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/437-444.
[26] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/444-445.
[27] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/446.
[28] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/446-447.
[29] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/447.
[30] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/447-448.
[31] Müdarebe: Sermayenin bir taraftan çalışmanın ise diğer taraftan oldıığu bir şirket çeşididir. Sermâye sahibine rabbül-mal. emek sahibinede müdârib denir.
[32] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/448-453.
[33] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/453-459.
[34] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/460-462.
[35] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/462-466.
[36] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/467-471.
[37] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/471-472.
[38] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/473-480.
[39] Kürr: Yediyüzbin kırksekiz dirhem ağırlığında bir ölçü birimi; müd ve ölçek manasına da gelir.
[40] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/480-492.

Anasayfaya dön Kapak Sayfası
Sadakat.Net © İslami web hizmetleri


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..