1- Vakıf Gelirinin Sarfedilmesinin Çâiz Olup Olmadığı Yerler

Vakıf geliri, öncelikle, vâkıfın şart koştuğu yere harcanır.  Sonra, her hangi bir yerin imareti, mescidin imamının maslahatı, medrese müderrisinin ihtiyacı gibi yerlere kâfi gelecek miktarda sarfedilir.

Sonra da, mescidin aydınlatılmasına, sergisine ve diğer ihtiyaçlarına harcanır.

Ancak, bunun için, mescidin, başka yardım edicisinin bulunma­ması; vakfın  da, muayyen —yani gelirinin   harcanacağı yerin belirlenmiş— olmaması gerekir. Şayet, vakfın nerelere sarfedileceği belirli ise, —binanın imaretinden (= yapılmasından, tamirinden sonra)— oralara sarfedilir. Hâvi'İ-Kudsî'de de böyledir.

Vâkıf (= vakfeden şahıs): "Ben bu vakfın gelirini, bir (veya iki) sene, filan şahsa; sonra da, fukaraya tahsis ettim. Ve, —mevkufun (= vakfedilen şeyin)— tâmiratı da, kendi gelirinden yapılsın." diye şart koşarsa; bu durumda tamir geriye bırakılır. Önce, hak sahiplerinin hak-r larını almaları gerekir.

Ancak, bu te'hirden, mevkuf zarar görecek olursa, bu durumda, tamir öne alınır. Hâvî'de de böyledir.

Vakfın cihetlerinden birisi, te'hirden dolayı açıkça zarar göre-cekse, vakfın şartında dâhil bulunması hâlinde, öne alınır.

Bu durumda, bu cihet, iki hak sahibinden birisi gibidir.

Tâmirattan dolayı, cihetlerden birinin hakkı kesilirse —ödenmezse—, bunun çalışması gerekir. —Vakıfta çalışırsa—ücretini alır; aksi takdirde, hiç bir şey alamaz.

Vakıf, fakirlere tahsis edilmişse, vakfın gelirini, onlara sarfetmek gerekir.

Bir mal, bir şahsa veya —belli— bir çok şahıslara vakfedilmiş, sonu da fakirlere tahsis edilmişse, vâkıf, sağlığında serbesttir. Vakfın gelirini —bunlardan— dilediğine sarfeder.

Vâkıf ölünce, bu vakfın gelirleri, hak sahiplerine sarfedilir.

Vakfın geliri fazla olduğu zaman, bazı âlimlere göre, fakirlere, her zaman aldıklarından daha fazla verilmez.

Sahih olan budur. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Bir kimse, evini,' oturması için, oğluna vakfetmiş olursa, bu evin tamiri, orada oturana aittir.

Şayet, oturan —oğul— bundan kaçınır veya fakir olursa, bu durumda, hâkim bu evi kiraya verir ve kira parası ile onu tamir ettirir.

Bu ev tamir edildikten sonra, hâkim, onu, oturana geri teslim eder.

Tâmirattan kaçınan şahıs zorlanamıyacağı gibi, ondan kira almak da sahih olmaz. Hidâye'de de böyledir.

Şayet, bu evde oturan şahıs, onun tamiri için, şahsî malından harcama yapmış, yaptığı masraf da aynen durmakta ise, bu şahsın ölü­münden sonra, vârisleri, o şeyi,vakfa zarar vermemek şartıyla alabilirler. Hâvî'de de böyledir.

Bu vârislere: "Binanızı (=  yaptığınız şeyi) kaldırın." denilir. Kaldırırlarsa ne âlâ. Aksi takdirde, cebredilir.

Şayet, kendisine vakfedilen şahıs, —yapılan bu şeyi bedeli ile satın almaya mâlik olursa, karşı tarafın rızâları ile bu da caiz olur.

Bu durumda, iki taraftan biri razı olmazsa, ona cebredilmez. Muhıyt'te de böyledir.

Yapılan tamirattan, ayakta duran bir şey yoksa, bu durumda, vârislere bir şey verilmez. Hâvî'de de böyledir.

Vakıf binada oturan kimse, onun duvarını sıvatmış, badana ettirmiş; kiremidini yenilemiş; içine direk dikmiş ve sonra ölmüşse; bun­lardan hiç birini, binaya zarar vermeden, yerinden ayırmak mümkün olmayacağından dolayı, vârisler —bunların karşılığında— hiç bir şey alamazlar.

Ancak, bu evde oturması şarta bağlanmış bulunan kimseye: "Bu ölünün vârislerine, masrafı tazmin et. (- öde.)" denilir.

O şahıs, bundan kaçınırsa, bu ev, vârislerin haklan ödenene kadar, kiraya verilir.

Şayet, oturması şarta bağlanmış bulunan şahıs, bu masrafı öderse; ev tekrar kendisine iade edilir.

Ev sahibinin (vâkıfın), bu evi sökmek ve yıkmak hakkı yoktur. Zahîriyye'de de böyledir.

Yıkılan vakıf binalarının enkazını, hâkim ihtiyaç duyarsa, başka, vakıf binalarında kullanılır.

İhtiyaç, yoksa, hâkim, ihtiyaç zuhur edene kadar, bunları bekletir.

Şayet, zaruret varsa, hakim bunları satar ve vakfın ıslâhı (tamiri) için, bedellerini sarfeder.

Bunu, vakfa hak sahibi olanlara sarfetmek, caiz olmaz. Hidâye'de de böyledir.

Vakıf olan bir binanın, tavanından bazı ağaçlar düşer veya duvarı yıkılır; vakıf erbabı da bunlardan faydalanmak isterlerse; buna hakları olmaz.

Ancak, bu binanın ta'mirinden ümid kesilir ve vakıf erbabı da ( = kendilerine vakfedilmiş bulunan kimseler de).muhtaç durumda olur­larsa, faydalanmaları söylenir.

Bu, îmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavline kıyâsendir.

"Bunlar, vâkıfın vârislerine verilir." diyenler de vardır.

Bu da, İmâm Muhammed (R.A.)'in kavline kıyâsendir. Tehzîb'de de böyledir.

Bir sınır karakolunun önünde, büyükçe bir taş köprü bulunur, bu köprüyü geçmedikçe de, o karakoldan faydalanma imkânı olmaz ve köprünün de, bir geliri bulunrnazsa, bu karakolun gelirini, o köprüye sarfetmek, —vakıf yapan şart koşmuşsa— caiz olur. Aksi takdirde, caiz olmaz.

Ancak, bu vakfın —karakolun— getrinin, o köprünün tamirine harcanmaması hâlinde, karakol harap olacaksa, bu durumda, istih-sânen, köprüyü tamir etmek caiz olur. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Muhtasâru'l-Fetâvâ'da: "Peygamber (S.A.V.) Efendimizin akrabalarına bir şey vakfetmek caizdir." denilmiştir.
Seyyidü'1-İmâm Ebû'l-Kâsım da, bununla fetva vermiştir. Sirâ-ciyye'de de böyledir.

Muhtar olan, onlara bir şey vakfetmenin caiz olduğudur. Gıyâ-siyye'de de böyledir.

Sadece zenginler nâmına —onların istifadesi için- fakıf yapmak caiz olmaz.

Zenginler namına vakıf yapılmış; onlar da, bu vakfı muhafaza edip, sonra da fakir olanlara bıraksalar, bu caiz olur. Bu durumda hak önce zenginlerin, sonra da fakirlerin olur. Serahsî'nin Muhıyü'nde de böyledir.

Yolcular için vakıf yapmak caizdir. Ancak, bundan, zengin yol­cular değil, fakir olan yolcular faydalanır. Hulâsa'da da böyledir.

Bir kimse: "Bu vakfın geliri ile, her sene, benim yerime hacca bedel gönderilsin veya umre yaptırılsın, yahut borcum ödensin." derse; bu da caiz olur.

Malını, hayır işleri için vakfeden kimsenin: "Bu vakfın geliri ile, yetimleri teçhiz edin veya fakirleri giydirin veya onu,her sene günâhları­ma bedel olarak tasadduk edin." demesi de caizdir. Ancak,: bu durumda, vakfın sonunu, fakirler için daimî kılmış olması gerekir.
Bir kimse, her sene, kendisi için, beş bin dirhem harcıyarak, hacca gidilmesi şartı ile, bir yerini vakfettiği halde; hac masrafı, binekli olarak, —ancak— bin dirheme ulaşırsa; bu bin dirhem, hac için sarfedilir; kalan dört bin dirhem de,1 fakirlere verilir. Hâvî'de de böyledir.

Bir kimse: "Şu yerim, savaş, çıplaklar ve ölülerin kefeni için vak­fedilmiş bir sadakadır." veya "... kabir kazılması" işleri veya buna benzer başka şeyler için vakıftır." derse; bu da caiz olur. Zehıyre'de de böyledir.

Hassâf, kitabının "Vakıf Babı"nda şöyle zikretmiştir:

Bir kimse: "Şu yerim, Allahu Teâlâ'nın rızâsı için, insanlar için, ebediyyen vakfedilmiş bir sadakadır." dese, vakfı bâtıl (= geçersiz) olur.

Keza, bu şahıs: "... Âdem oğullan için (veya Bağdat'tılar için) vakıftır. Onlar yok olunca da fakirlere aittir." dese; bu vakıf da bâtıldır.

Keza, bu şahıs: "... kötürüm ve körler için vakıftır." dese; bu vakıf da bâtıl olur.

Hassâf, bir başka yerde, kör ve kötürümler mes'elesi hakkında şöyle demiştir:

Vâkıf: "Bu vakfın gailesi (= geliri), fakirlerindir." dese, bu gaile, körlere ve kötürümlere ait olmaz.

Bu kimse: "Bu vakfın gailesi (= geliri), Kur'an okuyanlar ve âlimler içindir." derse, yine vakfı bâtıl olur.

Hilâl, Vakıf Kitâbı'nda: "Gerçekten kötürümler ve eli ayağı kesik olanlar için, vakıfta bulunmak sahihtir.'* diye zikretmiş ve "Ancak vakfın gailesi, bunların zenginlerine değil, fakirlerine verilir." demiştir.

Bazı âlimlerimiz: "Mescidde, çocuklara —bir şeyler okutup— öğreten, o mescidin muallimine (= öğretmenine) vakıfta bulunmak caiz olur." demişlerdir.
Şeyhu'1-İmâm Şemsü'l-Eimme Halvânî: "Üsdâd Kâdî'1-İmâm Nesefî: "îlim tahsil edenler için, —her ne kadar, onların fakir olanları şart koşulmamış olsa bile— vakfetmek caizdir." dedi." demiştir.
Şeyhu'1-tmâm Şemsü'l-Eimme Serahsî'de, KitâbiH-Vakf Şerhi'nde şöyle demiştir:

Hasılı: Bu gibi mes'elelerde, vakfın sarf yerinin, fakirler ve muhtaçlar olarak gösterilmesi hâlinde, bu vakıf sahih olur.

Vakfın sarf yeri belirtilirken, fakirle zengin müsâvî tutulmuşsa, bu durumda, gaile zenginlere değil, fakirlere ait olur. Zahîriyye'de de böyledir.   .

Bir kimse, malım ashâb-ı hadîs'e (= hadîs ilmi ile iştigal eden kimselere) vakfetse, bu vakıf, Şafiî mezhebine göre, hadis talebinde bulunmadıkça, vakıf hükmünde olmaz. Hanefî mezhebinde ise, hadis talebinde bulunduğu zaman, vakfa dâhil olur. Hulâsa'da da böyledir.
Bir yerini veya evini, bir mescide tahsis ederek, o mescidin müez­zinlerine   ve   imamlarına   vakfeden    kimsenin    durumu   hakkında Şeyhu'1-İm âm İsmail ez-Zâhıd:"Bu vakıf, müezzin fakir olsa bile— caiz olmaz." demiştir.

Bunun çaresi şudur: Vâkıf, vakıf defterine: "Bu yer, ezan okuyan, fakir müezzinlere, bu mescidde bulundukları müddetçe vakfedilmiştir.

Mescid harap olur ve cemâati kalmazsa, bundan sonra, vakfın geliri fakir ve muhtaç müslümanlara sarfedilir." diye yazdırırsa, bu vakıf caiz olur.

Bu kimse:  "... Fakir olan her müezzine vakfettim." derse; bu meçhul olduğu için, —vakıf— caiz olmaz. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir kimse, bir akarını mezarının başına Kur'ân okuyan kimseye vakfetse, bu vakıf caiz olmaz. Gunye'de de böyledir.

Ebû Bekir'den soruldu:

O, şu cevabı verdi:

— ' 'bu vakıf bâtıl (= geçersiz) olur. Zehiyre'de de böyledir.

"Sûfîlere (= tasavvuf ehline) bir şey vakfetmek caiz değildir." denilmişse de, "Bu caizdir." diyenler de vardır. Bu vakfın geliri, sûf-ılerin fakirlerine sarfedilir. Esahh olan da budur. Kunye'de de böyledir.
En iyi bilen Allahu Teâlâdır. [24]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..