Akraba Namına Meşrut Vakıflar
Bir kimse, bir akarını, akrabalarına (= karabetine = yakınlarına) veya zî karabetine (= yakınlık sahiplerine), vakfederse, bunların tamamı, İmâmeyn'e göre, vakfa dâhil olurlar.
İmâm Etfû Hanîfe (R.A.)'ye göre ise, eğer lafız, "... yakınıma, ...yakınlık sahibime..." gibi, tek hasıl olmuşsa (= müfred = tekil sıygası ik söylenmişse); bu durumda, akrabadan vakfa dâhil olan, vâkıfın en yakınları olur.
Şayet, lafız, "yakınlarıma... (= karabetime), zîkarabetime... ( = yakınlık sahiplerime..." gibi, cemî hasıl olmuşsa; (= çoğul sıygası ile söylenmişse) bu durumda, lafzın cem'îliğine (= söaün çoğulluğuna) itibar olunur. Ve bu vakfa bütün akrabaları dahil olur.
Hatta, lafız tesniye (= ikil = bir şeyin iki kişi ile ilgili, iki kişi tarafından yapıldığını bildiren sıyga) olursa; buna göre hareket edilir. Yani, bu vakfa, vâkıfın iki yakını dâhil olur.
Bazı alimler, İmâmeyn'in: "... ilk ıslama yetişmiş olan büyük ced..." kavilleri hususunda, söz söylemişlerdir:
Bazıları: "Bu kavil, müslüman olan en uzak baba demektir." demişler; bazılar ise: "Bu kavil, islâmiyetin kendisine eriştiği en uzak babadır; onan müslüman olup olmaması arasında bir fark yoktur." demişlerdir.
Bui ihtilâfın (- görüş ayrılığının) faydası, ileride açığa çıkacaktır.
Yakınlarına karşı bir yer vakfeylediği zaman birinci yakınlık Hz. Ali'nin evladları olur, ikinci yakınlık ise Ukayl ve Ca'fer (R.A.)'nn evladlarıolur.
Bir vâkıfın, ifci amcası, iki de dayısı olunca, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, lafız ce«î (= çoğul) olursa; bu vakfın geliri, iki amcanın olur. Çünkü, bunlar, vâkıfa daha yakındırlar.
İmâmeyn'e göre ise, bu vakfın geliri, hem iki amcanın, hem de iki dayının olur. Yani, bu gelir, dört hisseye ayrılır ve her birine birer sehim verilir. Çünkü, İmâroeyn daha yakına itibar etmemektedirler.
Bu vâktfin, bir amcası ile iki de dayısı bulunursa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu vakfın gelirinin yarısı amcanın, yarısı ise iki dayının olur. Muhıyt'te de böyledir.
İmamlarımıza göre, yakınlık (- karabet) sebebiyle, vakfın gelirinden hak sahibi olanların erkek, kadın; müslüman, kâfir; hür veya köle olmaları müsavidir.
Ancak, kölelerin hisseleri, efendilerine ait olur. Fakat azâd edildikten sonra, kölelerin hisseleri, kendilerine ait olur. Hâvî'de de böyledir.
Akrabalara yapılmış bulunan vakfın geliri, akrabaların sayısına göre taksim edilir.
Hisse bakımından, büyük, küçttk; edcek, kadın; fakir, zengin mü-sâvîdir. Vecîz'de de böyledir.
Akrabaya yapılan vakfa, vâkıfm babası ve evlâdı dâhil olmaz. Vâkıfın dedesi hakkında ise, iki rivayet vardır. Zâhiru'r-rivâyededede de , vakfa dahil olmaz. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.
Yakınlarının muhtaçlarına vakıfta bulunan bir kimse ölünee, bu vakfın mütevellisi, vâkıfın oğlunun oğluna, fakir olması hâlinde bu vakfın gelirinden hisse verebilir mi?
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, veremez.
Çünkü, bunlara göre, oğlun oğlu, akrabadan değildir. Fetâvâyi Kâdihân'da da böyledir.
Zikrettiğimiz, akraba, zî karabet (= yakınlık sahibi), karabet ( = yakınlık), erhâm (= hısımlar, akrabalar), zî erhâm (= hısımlık sahibi), ensâb (= baba tarafından hısımlar) veya zî cnsâb (= hısımlık sahibi) kelimelerinin hepsi de aynıdır; akrabalık manası ifâde etmektedir. Muhıyt'te de böyledir.
Vâkıf: "Vakfım zî karabetime (~ yakınlık sahibime) mahsustur." derse; kıyâsen, bu lafza göre, vakfın geliri, bir kişiye ait olmuş bulunur.
Bu vâkıfın, bir amcası ile iki de dayısı bulunursa, vakfının gelirinin tamamı, amcasının olur. Çünkü, vâkıfın lafzı, müfred (= tekil) sıygası iledir.
İstihsân da ise, bunlar müsavidirler.
Çünkü, bu sözle bir ferd değil cins murad olunur. Hâvî'de de böyledir.
Bir kimsenin, yakınlık sahiplerine, akrabalarına, ensâtuna veya erhâmına yakın be yakın, bir akarım vakfetmesi hâlinde, bu vakfın gelirine, bunlardan en yakın olanı dâhil olur.
Bu durumda, lafzın cem'î (= çoğul) olmasına itibar edilmeyeceğinde ihtilâf yoktur. Zehıyre'de de böyledir.
Bir kimse: "Şu yerim, yakınlık üzere olanlara vakfedilmiş bir sadakadır." der, "...yakınlarıma..." demezse; bu lafızlar, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre müsâvîdir. Dolayısıle, bu vakfın geliri, vâkıfın akrabalarına ait olur.
Keza, bir vâkıf, "yakınlar", "ensâb" veya "erkâm sahipleri" dese de, bunları kendisi ile vasıflandırmasa (yani yakınlarım, ensâbım... demese); örfe göre, bu vakfın gelirleri, kendi akrabasına ait olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir vâkıf: "Vakfım, baba cihetinden olan yakınlarıma..." veya "ana cihetinden olan yakınlarıma mahsustur." derse; bu vakfın geliri, vâkıfın dediği gibi ve mevkufun aleyh (= meşrutun leh = kendisine vakfedilen kimse)lerin sayısına göre, taksim edilir.
Keza, vâkıf: "... Baba ve ana cihetinden olan yakınlarıma ve baba cihetinden olan yakınlarıma..." veya"Baba ve ana cihetinden yakınlarıma ve ana cihetinden olan yakınlarıma..." derse; bu vakfın geliri, bunların sayılarına göre taksim edilir.
Bu durumda, hiç bir cihet, diğerine tercih edilmez. Baba ve ana tarafı veya baba tarafı yahut ana tarafı olan yakınları hissede müsâvîdirler.
Vâkıf: "Vakfımın geliri, baba ve ana cihetinden olan yakınlarımın arasındadır." derse; bu vakfın geliri ikiye bölünür: Yarısı, baba cihetinden olan yakınlarına, diğer yarısı da, ana cihetinden olan yakınlarına verilir. Zehıyre'de de böyledir.
Bir kimse: "Şu yerim, bana en yakın olan yakınlarıma vakfedilmiş bir sadakadır." derse; bu vakfın gelirini, en yakın olan akrabasına vermek gerekir. ,
Eğer, bu vâkıfın en yakın akrabaları bir kişi ise, bu vakfın gelirinin tamamı onun olur.
Bu vakfın geliri, iki yüz dirhemden fazla ve yakın akrabaları da bir topluluk olursa; bu gelir, aralarında eşit olarak ve aralarında kadın erkek farkı gözetilmeden taksim edilir.
Bunlar inkıraza uğrayınca, bunları takip eden yakınlar sıraya girerler. Böyle böyle devam ederek bu vakfın gelirinin tevziinde en uzak akrabaya kadar gidilir.
Bu, fmâm Muhammed (R.A.)'in kavlidir. Hilâl'de, bu görüş üzeredir.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ise: "Bu vâkıfın vakfının geliri, yakın olsun, uzak olsun, akrabası arasında eşit olarak taksim edilir." buyurmuştur.
Keza, vâkıf,, aynı manâda başka bir şey söyler meselâ: "el-ednâ fe'1-ednâ (= yani,|vakfı(m en yakınıma tahsis edilmiştir.)" dediği halde, bunlardan bir kısmı: "Biz istemeyiz; kabul etmeyiz." derlerse, onların hisseleri sakıt olur ve vakfın geliri diğerlerine verilir. Hâvî'de de böyledir.
Vâkıf: "Allahu Teâlâ, vakfımdan ne gelir verirse;en yakın olanıma verilsin." derse, vakfının gelirinin tamamı, ona verilir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, bir yerini, yakınlarına vakfettikten sonra, bir şahıs gelip: "Ben de vâkıfın- yakınıyım." derse; ondan, şahit getirmesi istenir.
Bu şahsın beyyinesi de hasımsız kabul edilmez. Bunun hasmı ( = muhalifi, karşı tarafı) ise, hayatta ise vâkıfın-kendisidir.
Şayet, vâkıf ölmüşse, hasım, vakıf elinde bulunan vasidir.
Bu vasî tek olur ve iddia sahibinin, ölü vâkıfın akrabası olduğunu ikrar ederse; ikrarı sahih olmaz. Bu vasînin de, beyyine ikâme etmesi gerekir. Hâvî'de de böyledir.
Şayet, bu vakfın vasîsi iki kişi veya daha fazla ise, iddia sahibinin, bunlardan her hangi birine karşı iddiada bulunması caizdir. Bunların hepsinin bulunması şart değildir. Zehıyre'de de böyledir.
Ölü-vâkıfın vârisi, bu iddia sahibi için, hasım olamaz. Ancak, bu vâris, aynı zamanda, bu vakfın mütevellisi ise, bu durumda, iddia sahibine hasım olabilir.
Keza, vakıf erbabı da, bu iddia sahibine hasım olamaz. Muhıyt'te de böyledir.
Bu iddia sahibi, vakfın mütevellisine; ölü-vâkıfın, ana-baba bir kardeşi veya baba bir kardeşi yahut da ana bir kardeşi olduğu gibi bir yakım olduğu hususunda burhan (= delil, şahit) getirirse; bu durumda da, nesebinin bilindiği isbat edilmedikçe, iddiası yine kabul edilmez.
Ale'l-ıtlak kardeşlik iddiası kabul edilmez. Amcalık iddiası da böyledir.
Eğer, mütevelliler: "Biz bilmiyoruz." derlerse; netice beklenir. İddia sahibi, iddasında haklı çıkarsa, o zaman, hakkı ödenir. Vecîz'de de böyledir.
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu iddia sahibinden, mîrasda olduğu gibi kefil alınmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Şayet, şahitler, bu iddia sahibine: "Yakınlığın kayboldu." derlerse, hâkim onlara: "İhtiyatlı olunuz; tam bilmediğiniz bir şeye, şahitlik yapmayınız." der; şahitler de: "Başka yakınlığını bilmiyoruz." derlerse, ona göre hükmedilir. Zehıyre'de de böyledir.
Eğer, iddia sahibi, ölüye yakınlığını isbât ederse; hâkim, onun yakınlık derecesi hususunda hüküm verir.
Hilâl, söylememiştir:
Bu hâkim, iddia sahibinden vâkıfa yakınlığının derecesini sorar. O da cevap verince, durumuna göre, hakkı verilir. Aksi takdirde, ona bir şey verilmez.
Şayet, bu mes'ele halledilmeden önce, şahitler ölür veya kaybolur ve iddia sahibi de, sual karşısında, yakınlığını söylerse; bu durumda da vakfın gelirinde hak sahibi olur. Ve bu hakkı kendisine verilir. Aksi takdirde, bir şey verilmez.
İddia sahibinin, yakınlığına hükmetmiş bulunan önceki hâkimin hükmü bozulmaz.
Her yakın olan da, vakfın gelirinde hak sahibi olamaz. Ancak, hâkim, ona, vakfın gelirinden bir şey verilmesine hükmetmişse, bu durumda verilir. Verîz'de de böyledir.
Hilâl: Yakınlığını isbat edemeyen veya sabî (= çocuk) olan iddia sahibinin hissesini, birinci hâkimin hükmüne göre, ikinci hâkim, vakfın hissesinden verir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, hâkimin huzurunda, ölü-vâkifa yakınlığını isbat edip, hâkim de, buna göre hüküm verdikten sonra, başka bir şahıs daha gelir ve bu da, vâkıfın yakını olduğunu iddia ederse; bu durumda, önceki şahıs, bu vakfın gelirinden bir şey almışsa, ikinci şahsa hasım olur.
Ancak, vakfın gelirinden bir şey almamışsa, hasım olamaz. Bu durumda, önceki veya sonraki hâkimin hükmetmiş olması da müsavidir. Bu istihsândır. Hilâl de, bu görüştedir. Zehıyre'de de böyledir.
Bu iddia sahiplerinden biri, vâkıfa yakınlığını isbat etmiş bulunan şahsın oğlu veya oğlunun oğlu olduğunu belgelemesi kâfi gelir.
Başka bir açıklamaya ihtiyaç yoktur.
Keza, bu şahsın, yakınlığını isbât eden kimsenin babadan ve anadan kardeşi olduğunu isbat etmesi de kâfidir. Hâvî'de de böyledir.
Önceden, hakkında, "vâkıfın yakını olduğu hükmü verilen kimse, kadın ise; geri kalan mes'ele hâli üzereder. Zehıyre'de de böyledir.
Hakkında hüküm verilen şahsın baba bir kardeşi olduğunu iddia eden, ikinci bir şahıs; bu durumu belgeler ve hâkim de önceki bu iddia sahibinin, ölen vâkıfın baba cihetinden yakını olduğuna hüküm vermiş olursa; ikinci şahıs hakkında da hüküm verir.
Şayet, hâkim, birinci için, anası cihetinde yakınlığına hüküm vermişse, ikinci iddiacı bu vakfa yabancı kalır.
Bu cins mes'eleler hakkındaki hüküm buna göre çıkarılır. Muhıyt'te de böyledir.
Vâkıfın oğlu, iddiacı hakkında: "Bu şahıs, babamızın yakınıdır." der ve onun yakınlığının mâhiyetini açıklarsa, şehâdeti makbul olur. Zehıyre'de de böyledir.
İki şahit, iki kişinin, bu ölü-vâkıfm yakım olduğuna şahitlik ettikten sonra, bu iki kişi de, kendilerine şahitlik yapan, bu iki şahidin, vâkıfın yakını olduğuna şahitlik etseler; bu durumda, bunların şehâdet-leri kabul edilmez. Çünkü, birbirlerine şahitlik etmiş olmaktadırlar. Hâvî'de de böyledir.
Hâkim, önceki şahitlerin şehâdetleriyle hüküm verdikten sonra, haklarında hüküm verilmiş bulunan iki kişi, bu iki şahidin vâkıfın yakını olduğunu söylerlerse; bunların şehâdetleri kabul edilmez. Öncekilerin şehâdetleri ise, hâli üzeredir ve geçerlidir. Zehıyre'de de böyledir.
Vâkıfın yakınlarından iki kişi, bir şahsın vâkıfa yakınlığına şahitlik etseler, bu sayılmaz; bu şahıs, vakıf gelirinden, onların hisselerine düşene ortak olamaz. Hâvî'de de böyledir.
Bir şahıs, bir akarını, yakınlarına vakfedince, bir şahıs gelip, ona yakınlığını iddia eder, vâkıf da, bu şahsın yakınlığını ikrar edip açıklayarak: "Bu şahıs da, benim, kendisine vakıfta bulunduklarımı-dandır." der ve bu vâkıfın yakınları, mâruf (= bilinen) kimseler ise, bu ikrarı sahih olmaz.
Bu hüküm, bu durumun, vâkıfın vakıf akdini yapmasından sonra meydana gelmiş olması halinde geçerlidir.
Fakat, vâkıf, vakfın akdedildiği sırada, ikrarda bulunup: "Bu, benim, kendisine vakıfta bulunduğum kimselerdendir.'' derse; bu durumda, o şahıs, vâkıfın yakınlarından olduğu bilinen bir şahıs olmasa bile, istihsanda, bu vâkıfın sözü kabul edilir. Muhıyt'te de böyledir.
Vâkıfın ikrarda bulunduğu şahıs hakkında, "Bu, vâkıfın yakınıdır." diye şehâdette bulunan kişilerin, bu kişinin yakını olduğu bilinen kimseler olması hâlinde, şahitlikleri kabul edilmez.
Ancak, şahitlerin, bu şahsa yakınlıkları yoksa, bu durumda, şehâdetleri kabul edilir ve o şahsa, vakfın gelirinden hissesi verilir. Hâvî'de de böyledir.
Bir kimse, çocuklarına ve nesline vakıfta bulunduktan sonra, bir şahıs için "bu oğlumdur." diye ikrarda bulunsa; hakkında, vâkıfın ikrarda bulunduğu bu şahıs, vakfın geçmiş gelirinden alma hakkına sahip olamaz; ancak, gelecek gelirlerden alma hakkına sahip olur. Zehiyre'de de böyledir.
Bir kimse, bir akarını yakınlarına vakfeder; sonra da, bir şahıs gelerek, o vâkıfa yakınlığını iddia eder ve bu hususta belgeler getirir; ancak şahitler: "Gerçekten, vâkıf, diğer yakınları ile birlikte, buna da verirdi." derlerse, bu şehâdetle, o şahıs, vakfın gelirinden bir şey alamaz.
Keza, bu şahitler: "Gerçekten, filan hâkim, diğer yakınlarla birlikte, buna da verirdi." diye şahitlik yapsa bile, yine, bu şahit, vakfın gelirinden, bir şey alma hakkına sahip olamaz. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, "kendisine en yakın olan kimseye" vakıfta bulunur ve: "sonra fakirlere..." der ve bu şahsın yalnız bir oğlu veya babası bulunursa, bu, vakfa dahil olur.
Şayet, bu vakıf, "yakınlarının en yakın olanına" tahsis edilmiş olursa, oğul veya baba bu vakfa dâhil olamazlar.
Kendisine en yakın olan kimseye vakıfta bulunmuş olan şahsın, hem oğlu, hem de ana ve babası bulunursa, vakfının geliri, oğlunun olur.
Kızı da olsa, hüküm böyledir. Yani, bu vâkıfın, kızı, anası ve babası olursa; vakfının gelirini, kızı alır.
Bu şahsın oğlu veya kızı öldüğü zaman, vakfının geliri fakirlerin olur; anasının ve babasının olmaz.
Bu vâkıfın, ana ve babasından başka kimsesi olmazsa, vakfın geliri, ana ile baba arasında yarı yarıya taksim edilir.
Şayet, bunlardan birisi ölürse, vakıf gelirinin yansı, sağ kalana; diğer yarısı ise fakirlere verilir.
îki evlâd da böyledir.
Bu vâkıfın, on evladı olsa, bunlardan biri ölünce, onun hissesi, fakirlerin olur.
Bu vâkıfın, anası ve kardeşleri bulunursa; vakfın geliri anaya verilir; kardeşlere verilmez.
Keza, bu vâkıfın anası ile dedesi bulunsa; ana, dededen yakın olduğu gibi, kardeşten de yakın olur.
Baba da böyledir.
Bu vâkıfın ana ve babasının dedeleri ile, kendisinin bir kardeşi bulunursa; dede'yi baba yerinde gören kavle göre, vakfın geliri, dedenin olur.
Diğer bir kavle göre de, kardeşin olur; dedenin olmaz. Zehsyre'de de böyledir.
Bu vâkıfın kardeşleri bulunur; ancak, bunlardan biri, ana-baba bir kardeş; diğerleri ise, ana bir veya baba bir kardeş olursa; ana-baba bir olanlar evlâdır.
Keza, erkek kardeş çocukları, kız kardeş çocukları, amca, hala, teyze, dayı çocukları da böyledir. Bunlardan da, baba bir veya ana bir olanlardan ana-baba bir olanlar, evlâdır.
Bu vâkıfın, ayrı ayrı Üç tane dayısı ve bir de baba bir amcası olursa; ana-baba bir dayıdan başlanır.
Bu vâkıfın, baba bir kardeşi ile ana bir kardeşi olursa; baba bir kardeş evlâdır.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir.
tmâmeyn'e göre de, akrabalık hususunda, baba tarafından olanlar, ana tarafından olanlardan evlâdır. Hâvî'de de böyledir. (Bu fcususta, imamlarımızın kavilleri aynıdır.)
Bu vâkıfın, babası ile, oğlunun oğlu bulunsa; vakfın geliri, babasına verilir; oğlunun oğluna verilmez.
Şayet, bu vâkıfın, ana-baba bir kardeşi ile bir de, oğlunun oğlu bulunursa; vakfın geliri, oğlunun oğluna verilir.
Şayet, bu vâkıfın, kızının kızı ile bir de oğlunun oğlunun oğlunun oğlu bulunursa; vakfın geliri, kızının kızına verilir.
Bunların hepsinde, vasıyyet de böyledir.
Bu vâkıfın, ana-baba bir kız kardeşi ile kızının kızının kızı bulunursa; kızının kızının kızı evlâdır. Muhıyt'te de böyledir.
Velhâsıl:
Bu vâkıfın, vakfının gelirinin tevziine, önce, kendi çocuğundan, sonra, babasının çocuğundan, daha sonra da, dedesinin çocuğundan başlanır.
Eğer, bu vâkıfın, anasının babası ile ana bir kardeşinin kızı veya ana-baba bir kardeşinin kızı bulunursa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu durumda dede evlâdır.
tmâmeyn'e göre ise, bu durumda, kardeşin kızı evlâdır.
Şayet, kardeş kızının yerinde kızının kızı bulunsaydı, bu durumda, bi'I-ittifak, o kız evlâ olurdu.
Eğer, ana-baba bir kardeşin oğlu ile ana bir veya baba bir kardeş bulunsaydı, bu vakfın geliri, kardeşin olurdu. Zehıyre'de de böyledir.
Ana bir kardeşin oğlu, baba bir amcadan evlâdır. Hâvî'de de böyledir.
Bir kimse, bir akarını, bulunduğu yerdeki yakınlarına vakfeder ve "... sonra da fakirlerindir." derse; bu yakınların sayılıp tesbit edilmiş olması hâlinde, evleri nerede olursa olsun, bunlar, bu vakfın gelirinden hisse alırlar.
Ancak, sayılmamış olmaları hâlinde, başka yere intikâl etmiş olanlar, bu vakfın gelirinden mahrum olurlar.
Bu vakfın geliri, o yakınlardan hiç kimse kalmayınca, fakirlere sarf edilir.
Şayet, başka bir beldeye giden akrabalardan geri dönenler oiursa; vakfın geçmiş gelirleri değil de gelecek olan gelirlerinden, bunlara verilir. (Kimse kalmadıktan sonra, gelen olursa, yine gelecek olan gelirler ona verilir.) Feiâvâyi Itabiyye'de de böyledir.
Bir kimse, bir akarını vakfeder ve onun gelirinin, yakınlarına kifayet miktarında verilmesini şart koşar ve bu yakınları sayılmayacak kadar çok durumda olurlarsa; vâkıf, bunların çocuklarını söylememiş olsa bile; çocukları da, çocuklarının çocukları da, vakfa dâhil olurlar.
Çünkü, bunlar da, vâkıfın akrabasıdırlar.
Şayet, vâkıf, bunları zikretmiş ve: "sonra onların evlâdı..." demişse; babalarının sağlığında, onlar vakfın gelirinden hisse alamazlar.
Kifayetin hududu, nefsinin ihtiyacı ile ailesinin, çocuklarının ve bir hizmetçinin ihtiyacı kadardır. Muzmarât'ta da böyledir.
Bu vâkıf, vâkıfın elinde olunca; bu şahıs akrabasının ve yakınlarının bir kısmını diğerlerinden üstün tutup, bunlardan istediğine, istediği kadar verebilir.
Bu vâkıf ölüp, vakfı başkasına vasıyyet eder ve fakat nasıl tevzi edileceğini açıklamazsa, bu vasî, meşrutim leh (= mevkufun aleyh = kendisine vakfedilmiş kimse)lere, harcamada bulunur.
Bu vasî, vâkıfm, yakınlarından kime daha fazla verdiği hususunda şüpheye düşerse; bu durumda, o fazlalığı fakirlere harcar, Fetâ-vâyî Kâdîhân'da da böyledir. [27]
İmâm Etfû Hanîfe (R.A.)'ye göre ise, eğer lafız, "... yakınıma, ...yakınlık sahibime..." gibi, tek hasıl olmuşsa (= müfred = tekil sıygası ik söylenmişse); bu durumda, akrabadan vakfa dâhil olan, vâkıfın en yakınları olur.
Şayet, lafız, "yakınlarıma... (= karabetime), zîkarabetime... ( = yakınlık sahiplerime..." gibi, cemî hasıl olmuşsa; (= çoğul sıygası ile söylenmişse) bu durumda, lafzın cem'îliğine (= söaün çoğulluğuna) itibar olunur. Ve bu vakfa bütün akrabaları dahil olur.
Hatta, lafız tesniye (= ikil = bir şeyin iki kişi ile ilgili, iki kişi tarafından yapıldığını bildiren sıyga) olursa; buna göre hareket edilir. Yani, bu vakfa, vâkıfın iki yakını dâhil olur.
Bazı alimler, İmâmeyn'in: "... ilk ıslama yetişmiş olan büyük ced..." kavilleri hususunda, söz söylemişlerdir:
Bazıları: "Bu kavil, müslüman olan en uzak baba demektir." demişler; bazılar ise: "Bu kavil, islâmiyetin kendisine eriştiği en uzak babadır; onan müslüman olup olmaması arasında bir fark yoktur." demişlerdir.
Bui ihtilâfın (- görüş ayrılığının) faydası, ileride açığa çıkacaktır.
Yakınlarına karşı bir yer vakfeylediği zaman birinci yakınlık Hz. Ali'nin evladları olur, ikinci yakınlık ise Ukayl ve Ca'fer (R.A.)'nn evladlarıolur.
Bir vâkıfın, ifci amcası, iki de dayısı olunca, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, lafız ce«î (= çoğul) olursa; bu vakfın geliri, iki amcanın olur. Çünkü, bunlar, vâkıfa daha yakındırlar.
İmâmeyn'e göre ise, bu vakfın geliri, hem iki amcanın, hem de iki dayının olur. Yani, bu gelir, dört hisseye ayrılır ve her birine birer sehim verilir. Çünkü, İmâroeyn daha yakına itibar etmemektedirler.
Bu vâktfin, bir amcası ile iki de dayısı bulunursa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu vakfın gelirinin yarısı amcanın, yarısı ise iki dayının olur. Muhıyt'te de böyledir.
İmamlarımıza göre, yakınlık (- karabet) sebebiyle, vakfın gelirinden hak sahibi olanların erkek, kadın; müslüman, kâfir; hür veya köle olmaları müsavidir.
Ancak, kölelerin hisseleri, efendilerine ait olur. Fakat azâd edildikten sonra, kölelerin hisseleri, kendilerine ait olur. Hâvî'de de böyledir.
Akrabalara yapılmış bulunan vakfın geliri, akrabaların sayısına göre taksim edilir.
Hisse bakımından, büyük, küçttk; edcek, kadın; fakir, zengin mü-sâvîdir. Vecîz'de de böyledir.
Akrabaya yapılan vakfa, vâkıfm babası ve evlâdı dâhil olmaz. Vâkıfın dedesi hakkında ise, iki rivayet vardır. Zâhiru'r-rivâyededede de , vakfa dahil olmaz. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.
Yakınlarının muhtaçlarına vakıfta bulunan bir kimse ölünee, bu vakfın mütevellisi, vâkıfın oğlunun oğluna, fakir olması hâlinde bu vakfın gelirinden hisse verebilir mi?
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, veremez.
Çünkü, bunlara göre, oğlun oğlu, akrabadan değildir. Fetâvâyi Kâdihân'da da böyledir.
Zikrettiğimiz, akraba, zî karabet (= yakınlık sahibi), karabet ( = yakınlık), erhâm (= hısımlar, akrabalar), zî erhâm (= hısımlık sahibi), ensâb (= baba tarafından hısımlar) veya zî cnsâb (= hısımlık sahibi) kelimelerinin hepsi de aynıdır; akrabalık manası ifâde etmektedir. Muhıyt'te de böyledir.
Vâkıf: "Vakfım zî karabetime (~ yakınlık sahibime) mahsustur." derse; kıyâsen, bu lafza göre, vakfın geliri, bir kişiye ait olmuş bulunur.
Bu vâkıfın, bir amcası ile iki de dayısı bulunursa, vakfının gelirinin tamamı, amcasının olur. Çünkü, vâkıfın lafzı, müfred (= tekil) sıygası iledir.
İstihsân da ise, bunlar müsavidirler.
Çünkü, bu sözle bir ferd değil cins murad olunur. Hâvî'de de böyledir.
Bir kimsenin, yakınlık sahiplerine, akrabalarına, ensâtuna veya erhâmına yakın be yakın, bir akarım vakfetmesi hâlinde, bu vakfın gelirine, bunlardan en yakın olanı dâhil olur.
Bu durumda, lafzın cem'î (= çoğul) olmasına itibar edilmeyeceğinde ihtilâf yoktur. Zehıyre'de de böyledir.
Bir kimse: "Şu yerim, yakınlık üzere olanlara vakfedilmiş bir sadakadır." der, "...yakınlarıma..." demezse; bu lafızlar, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre müsâvîdir. Dolayısıle, bu vakfın geliri, vâkıfın akrabalarına ait olur.
Keza, bir vâkıf, "yakınlar", "ensâb" veya "erkâm sahipleri" dese de, bunları kendisi ile vasıflandırmasa (yani yakınlarım, ensâbım... demese); örfe göre, bu vakfın gelirleri, kendi akrabasına ait olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir vâkıf: "Vakfım, baba cihetinden olan yakınlarıma..." veya "ana cihetinden olan yakınlarıma mahsustur." derse; bu vakfın geliri, vâkıfın dediği gibi ve mevkufun aleyh (= meşrutun leh = kendisine vakfedilen kimse)lerin sayısına göre, taksim edilir.
Keza, vâkıf: "... Baba ve ana cihetinden olan yakınlarıma ve baba cihetinden olan yakınlarıma..." veya"Baba ve ana cihetinden yakınlarıma ve ana cihetinden olan yakınlarıma..." derse; bu vakfın geliri, bunların sayılarına göre taksim edilir.
Bu durumda, hiç bir cihet, diğerine tercih edilmez. Baba ve ana tarafı veya baba tarafı yahut ana tarafı olan yakınları hissede müsâvîdirler.
Vâkıf: "Vakfımın geliri, baba ve ana cihetinden olan yakınlarımın arasındadır." derse; bu vakfın geliri ikiye bölünür: Yarısı, baba cihetinden olan yakınlarına, diğer yarısı da, ana cihetinden olan yakınlarına verilir. Zehıyre'de de böyledir.
Bir kimse: "Şu yerim, bana en yakın olan yakınlarıma vakfedilmiş bir sadakadır." derse; bu vakfın gelirini, en yakın olan akrabasına vermek gerekir. ,
Eğer, bu vâkıfın en yakın akrabaları bir kişi ise, bu vakfın gelirinin tamamı onun olur.
Bu vakfın geliri, iki yüz dirhemden fazla ve yakın akrabaları da bir topluluk olursa; bu gelir, aralarında eşit olarak ve aralarında kadın erkek farkı gözetilmeden taksim edilir.
Bunlar inkıraza uğrayınca, bunları takip eden yakınlar sıraya girerler. Böyle böyle devam ederek bu vakfın gelirinin tevziinde en uzak akrabaya kadar gidilir.
Bu, fmâm Muhammed (R.A.)'in kavlidir. Hilâl'de, bu görüş üzeredir.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ise: "Bu vâkıfın vakfının geliri, yakın olsun, uzak olsun, akrabası arasında eşit olarak taksim edilir." buyurmuştur.
Keza, vâkıf,, aynı manâda başka bir şey söyler meselâ: "el-ednâ fe'1-ednâ (= yani,|vakfı(m en yakınıma tahsis edilmiştir.)" dediği halde, bunlardan bir kısmı: "Biz istemeyiz; kabul etmeyiz." derlerse, onların hisseleri sakıt olur ve vakfın geliri diğerlerine verilir. Hâvî'de de böyledir.
Vâkıf: "Allahu Teâlâ, vakfımdan ne gelir verirse;en yakın olanıma verilsin." derse, vakfının gelirinin tamamı, ona verilir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, bir yerini, yakınlarına vakfettikten sonra, bir şahıs gelip: "Ben de vâkıfın- yakınıyım." derse; ondan, şahit getirmesi istenir.
Bu şahsın beyyinesi de hasımsız kabul edilmez. Bunun hasmı ( = muhalifi, karşı tarafı) ise, hayatta ise vâkıfın-kendisidir.
Şayet, vâkıf ölmüşse, hasım, vakıf elinde bulunan vasidir.
Bu vasî tek olur ve iddia sahibinin, ölü vâkıfın akrabası olduğunu ikrar ederse; ikrarı sahih olmaz. Bu vasînin de, beyyine ikâme etmesi gerekir. Hâvî'de de böyledir.
Şayet, bu vakfın vasîsi iki kişi veya daha fazla ise, iddia sahibinin, bunlardan her hangi birine karşı iddiada bulunması caizdir. Bunların hepsinin bulunması şart değildir. Zehıyre'de de böyledir.
Ölü-vâkıfın vârisi, bu iddia sahibi için, hasım olamaz. Ancak, bu vâris, aynı zamanda, bu vakfın mütevellisi ise, bu durumda, iddia sahibine hasım olabilir.
Keza, vakıf erbabı da, bu iddia sahibine hasım olamaz. Muhıyt'te de böyledir.
Bu iddia sahibi, vakfın mütevellisine; ölü-vâkıfın, ana-baba bir kardeşi veya baba bir kardeşi yahut da ana bir kardeşi olduğu gibi bir yakım olduğu hususunda burhan (= delil, şahit) getirirse; bu durumda da, nesebinin bilindiği isbat edilmedikçe, iddiası yine kabul edilmez.
Ale'l-ıtlak kardeşlik iddiası kabul edilmez. Amcalık iddiası da böyledir.
Eğer, mütevelliler: "Biz bilmiyoruz." derlerse; netice beklenir. İddia sahibi, iddasında haklı çıkarsa, o zaman, hakkı ödenir. Vecîz'de de böyledir.
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu iddia sahibinden, mîrasda olduğu gibi kefil alınmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Şayet, şahitler, bu iddia sahibine: "Yakınlığın kayboldu." derlerse, hâkim onlara: "İhtiyatlı olunuz; tam bilmediğiniz bir şeye, şahitlik yapmayınız." der; şahitler de: "Başka yakınlığını bilmiyoruz." derlerse, ona göre hükmedilir. Zehıyre'de de böyledir.
Eğer, iddia sahibi, ölüye yakınlığını isbât ederse; hâkim, onun yakınlık derecesi hususunda hüküm verir.
Hilâl, söylememiştir:
Bu hâkim, iddia sahibinden vâkıfa yakınlığının derecesini sorar. O da cevap verince, durumuna göre, hakkı verilir. Aksi takdirde, ona bir şey verilmez.
Şayet, bu mes'ele halledilmeden önce, şahitler ölür veya kaybolur ve iddia sahibi de, sual karşısında, yakınlığını söylerse; bu durumda da vakfın gelirinde hak sahibi olur. Ve bu hakkı kendisine verilir. Aksi takdirde, bir şey verilmez.
İddia sahibinin, yakınlığına hükmetmiş bulunan önceki hâkimin hükmü bozulmaz.
Her yakın olan da, vakfın gelirinde hak sahibi olamaz. Ancak, hâkim, ona, vakfın gelirinden bir şey verilmesine hükmetmişse, bu durumda verilir. Verîz'de de böyledir.
Hilâl: Yakınlığını isbat edemeyen veya sabî (= çocuk) olan iddia sahibinin hissesini, birinci hâkimin hükmüne göre, ikinci hâkim, vakfın hissesinden verir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, hâkimin huzurunda, ölü-vâkifa yakınlığını isbat edip, hâkim de, buna göre hüküm verdikten sonra, başka bir şahıs daha gelir ve bu da, vâkıfın yakını olduğunu iddia ederse; bu durumda, önceki şahıs, bu vakfın gelirinden bir şey almışsa, ikinci şahsa hasım olur.
Ancak, vakfın gelirinden bir şey almamışsa, hasım olamaz. Bu durumda, önceki veya sonraki hâkimin hükmetmiş olması da müsavidir. Bu istihsândır. Hilâl de, bu görüştedir. Zehıyre'de de böyledir.
Bu iddia sahiplerinden biri, vâkıfa yakınlığını isbat etmiş bulunan şahsın oğlu veya oğlunun oğlu olduğunu belgelemesi kâfi gelir.
Başka bir açıklamaya ihtiyaç yoktur.
Keza, bu şahsın, yakınlığını isbât eden kimsenin babadan ve anadan kardeşi olduğunu isbat etmesi de kâfidir. Hâvî'de de böyledir.
Önceden, hakkında, "vâkıfın yakını olduğu hükmü verilen kimse, kadın ise; geri kalan mes'ele hâli üzereder. Zehıyre'de de böyledir.
Hakkında hüküm verilen şahsın baba bir kardeşi olduğunu iddia eden, ikinci bir şahıs; bu durumu belgeler ve hâkim de önceki bu iddia sahibinin, ölen vâkıfın baba cihetinden yakını olduğuna hüküm vermiş olursa; ikinci şahıs hakkında da hüküm verir.
Şayet, hâkim, birinci için, anası cihetinde yakınlığına hüküm vermişse, ikinci iddiacı bu vakfa yabancı kalır.
Bu cins mes'eleler hakkındaki hüküm buna göre çıkarılır. Muhıyt'te de böyledir.
Vâkıfın oğlu, iddiacı hakkında: "Bu şahıs, babamızın yakınıdır." der ve onun yakınlığının mâhiyetini açıklarsa, şehâdeti makbul olur. Zehıyre'de de böyledir.
İki şahit, iki kişinin, bu ölü-vâkıfm yakım olduğuna şahitlik ettikten sonra, bu iki kişi de, kendilerine şahitlik yapan, bu iki şahidin, vâkıfın yakını olduğuna şahitlik etseler; bu durumda, bunların şehâdet-leri kabul edilmez. Çünkü, birbirlerine şahitlik etmiş olmaktadırlar. Hâvî'de de böyledir.
Hâkim, önceki şahitlerin şehâdetleriyle hüküm verdikten sonra, haklarında hüküm verilmiş bulunan iki kişi, bu iki şahidin vâkıfın yakını olduğunu söylerlerse; bunların şehâdetleri kabul edilmez. Öncekilerin şehâdetleri ise, hâli üzeredir ve geçerlidir. Zehıyre'de de böyledir.
Vâkıfın yakınlarından iki kişi, bir şahsın vâkıfa yakınlığına şahitlik etseler, bu sayılmaz; bu şahıs, vakıf gelirinden, onların hisselerine düşene ortak olamaz. Hâvî'de de böyledir.
Bir şahıs, bir akarını, yakınlarına vakfedince, bir şahıs gelip, ona yakınlığını iddia eder, vâkıf da, bu şahsın yakınlığını ikrar edip açıklayarak: "Bu şahıs da, benim, kendisine vakıfta bulunduklarımı-dandır." der ve bu vâkıfın yakınları, mâruf (= bilinen) kimseler ise, bu ikrarı sahih olmaz.
Bu hüküm, bu durumun, vâkıfın vakıf akdini yapmasından sonra meydana gelmiş olması halinde geçerlidir.
Fakat, vâkıf, vakfın akdedildiği sırada, ikrarda bulunup: "Bu, benim, kendisine vakıfta bulunduğum kimselerdendir.'' derse; bu durumda, o şahıs, vâkıfın yakınlarından olduğu bilinen bir şahıs olmasa bile, istihsanda, bu vâkıfın sözü kabul edilir. Muhıyt'te de böyledir.
Vâkıfın ikrarda bulunduğu şahıs hakkında, "Bu, vâkıfın yakınıdır." diye şehâdette bulunan kişilerin, bu kişinin yakını olduğu bilinen kimseler olması hâlinde, şahitlikleri kabul edilmez.
Ancak, şahitlerin, bu şahsa yakınlıkları yoksa, bu durumda, şehâdetleri kabul edilir ve o şahsa, vakfın gelirinden hissesi verilir. Hâvî'de de böyledir.
Bir kimse, çocuklarına ve nesline vakıfta bulunduktan sonra, bir şahıs için "bu oğlumdur." diye ikrarda bulunsa; hakkında, vâkıfın ikrarda bulunduğu bu şahıs, vakfın geçmiş gelirinden alma hakkına sahip olamaz; ancak, gelecek gelirlerden alma hakkına sahip olur. Zehiyre'de de böyledir.
Bir kimse, bir akarını yakınlarına vakfeder; sonra da, bir şahıs gelerek, o vâkıfa yakınlığını iddia eder ve bu hususta belgeler getirir; ancak şahitler: "Gerçekten, vâkıf, diğer yakınları ile birlikte, buna da verirdi." derlerse, bu şehâdetle, o şahıs, vakfın gelirinden bir şey alamaz.
Keza, bu şahitler: "Gerçekten, filan hâkim, diğer yakınlarla birlikte, buna da verirdi." diye şahitlik yapsa bile, yine, bu şahit, vakfın gelirinden, bir şey alma hakkına sahip olamaz. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, "kendisine en yakın olan kimseye" vakıfta bulunur ve: "sonra fakirlere..." der ve bu şahsın yalnız bir oğlu veya babası bulunursa, bu, vakfa dahil olur.
Şayet, bu vakıf, "yakınlarının en yakın olanına" tahsis edilmiş olursa, oğul veya baba bu vakfa dâhil olamazlar.
Kendisine en yakın olan kimseye vakıfta bulunmuş olan şahsın, hem oğlu, hem de ana ve babası bulunursa, vakfının geliri, oğlunun olur.
Kızı da olsa, hüküm böyledir. Yani, bu vâkıfın, kızı, anası ve babası olursa; vakfının gelirini, kızı alır.
Bu şahsın oğlu veya kızı öldüğü zaman, vakfının geliri fakirlerin olur; anasının ve babasının olmaz.
Bu vâkıfın, ana ve babasından başka kimsesi olmazsa, vakfın geliri, ana ile baba arasında yarı yarıya taksim edilir.
Şayet, bunlardan birisi ölürse, vakıf gelirinin yansı, sağ kalana; diğer yarısı ise fakirlere verilir.
îki evlâd da böyledir.
Bu vâkıfın, on evladı olsa, bunlardan biri ölünce, onun hissesi, fakirlerin olur.
Bu vâkıfın, anası ve kardeşleri bulunursa; vakfın geliri anaya verilir; kardeşlere verilmez.
Keza, bu vâkıfın anası ile dedesi bulunsa; ana, dededen yakın olduğu gibi, kardeşten de yakın olur.
Baba da böyledir.
Bu vâkıfın ana ve babasının dedeleri ile, kendisinin bir kardeşi bulunursa; dede'yi baba yerinde gören kavle göre, vakfın geliri, dedenin olur.
Diğer bir kavle göre de, kardeşin olur; dedenin olmaz. Zehsyre'de de böyledir.
Bu vâkıfın kardeşleri bulunur; ancak, bunlardan biri, ana-baba bir kardeş; diğerleri ise, ana bir veya baba bir kardeş olursa; ana-baba bir olanlar evlâdır.
Keza, erkek kardeş çocukları, kız kardeş çocukları, amca, hala, teyze, dayı çocukları da böyledir. Bunlardan da, baba bir veya ana bir olanlardan ana-baba bir olanlar, evlâdır.
Bu vâkıfın, ayrı ayrı Üç tane dayısı ve bir de baba bir amcası olursa; ana-baba bir dayıdan başlanır.
Bu vâkıfın, baba bir kardeşi ile ana bir kardeşi olursa; baba bir kardeş evlâdır.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir.
tmâmeyn'e göre de, akrabalık hususunda, baba tarafından olanlar, ana tarafından olanlardan evlâdır. Hâvî'de de böyledir. (Bu fcususta, imamlarımızın kavilleri aynıdır.)
Bu vâkıfın, babası ile, oğlunun oğlu bulunsa; vakfın geliri, babasına verilir; oğlunun oğluna verilmez.
Şayet, bu vâkıfın, ana-baba bir kardeşi ile bir de, oğlunun oğlu bulunursa; vakfın geliri, oğlunun oğluna verilir.
Şayet, bu vâkıfın, kızının kızı ile bir de oğlunun oğlunun oğlunun oğlu bulunursa; vakfın geliri, kızının kızına verilir.
Bunların hepsinde, vasıyyet de böyledir.
Bu vâkıfın, ana-baba bir kız kardeşi ile kızının kızının kızı bulunursa; kızının kızının kızı evlâdır. Muhıyt'te de böyledir.
Velhâsıl:
Bu vâkıfın, vakfının gelirinin tevziine, önce, kendi çocuğundan, sonra, babasının çocuğundan, daha sonra da, dedesinin çocuğundan başlanır.
Eğer, bu vâkıfın, anasının babası ile ana bir kardeşinin kızı veya ana-baba bir kardeşinin kızı bulunursa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu durumda dede evlâdır.
tmâmeyn'e göre ise, bu durumda, kardeşin kızı evlâdır.
Şayet, kardeş kızının yerinde kızının kızı bulunsaydı, bu durumda, bi'I-ittifak, o kız evlâ olurdu.
Eğer, ana-baba bir kardeşin oğlu ile ana bir veya baba bir kardeş bulunsaydı, bu vakfın geliri, kardeşin olurdu. Zehıyre'de de böyledir.
Ana bir kardeşin oğlu, baba bir amcadan evlâdır. Hâvî'de de böyledir.
Bir kimse, bir akarını, bulunduğu yerdeki yakınlarına vakfeder ve "... sonra da fakirlerindir." derse; bu yakınların sayılıp tesbit edilmiş olması hâlinde, evleri nerede olursa olsun, bunlar, bu vakfın gelirinden hisse alırlar.
Ancak, sayılmamış olmaları hâlinde, başka yere intikâl etmiş olanlar, bu vakfın gelirinden mahrum olurlar.
Bu vakfın geliri, o yakınlardan hiç kimse kalmayınca, fakirlere sarf edilir.
Şayet, başka bir beldeye giden akrabalardan geri dönenler oiursa; vakfın geçmiş gelirleri değil de gelecek olan gelirlerinden, bunlara verilir. (Kimse kalmadıktan sonra, gelen olursa, yine gelecek olan gelirler ona verilir.) Feiâvâyi Itabiyye'de de böyledir.
Bir kimse, bir akarını vakfeder ve onun gelirinin, yakınlarına kifayet miktarında verilmesini şart koşar ve bu yakınları sayılmayacak kadar çok durumda olurlarsa; vâkıf, bunların çocuklarını söylememiş olsa bile; çocukları da, çocuklarının çocukları da, vakfa dâhil olurlar.
Çünkü, bunlar da, vâkıfın akrabasıdırlar.
Şayet, vâkıf, bunları zikretmiş ve: "sonra onların evlâdı..." demişse; babalarının sağlığında, onlar vakfın gelirinden hisse alamazlar.
Kifayetin hududu, nefsinin ihtiyacı ile ailesinin, çocuklarının ve bir hizmetçinin ihtiyacı kadardır. Muzmarât'ta da böyledir.
Bu vâkıf, vâkıfın elinde olunca; bu şahıs akrabasının ve yakınlarının bir kısmını diğerlerinden üstün tutup, bunlardan istediğine, istediği kadar verebilir.
Bu vâkıf ölüp, vakfı başkasına vasıyyet eder ve fakat nasıl tevzi edileceğini açıklamazsa, bu vasî, meşrutim leh (= mevkufun aleyh = kendisine vakfedilmiş kimse)lere, harcamada bulunur.
Bu vasî, vâkıfm, yakınlarından kime daha fazla verdiği hususunda şüpheye düşerse; bu durumda, o fazlalığı fakirlere harcar, Fetâ-vâyî Kâdîhân'da da böyledir. [27]
Konular
- Kendisi İle Vakıf Tamam Olup Olmayan Lafızlar
- 2- VAKFEDİLMESİ CAİZ OLAN VEYA OLMAYAN ŞEYLER VE VAKF-I MÜŞÂ'
- Menkûl Şeylerin Vakfedilmesi
- Kur'ân-ı Kerîm Ve Diğer Kitapların Vakfı
- Altın, Gümüş Ve Paraların Vakfedilmesi
- Dirhemler:
- Yiyecek:
- Giyecek:
- Deva Olan Şeyler
- Bu Konu İle İlgili Diğer Bazı Mes'eleler
- Vakf-ı Müşâ' (= Taksim Edilmemiş Bir Yerdeki Hissenin Vakfedilmesi)
- 3- MESÂRİF-İ VAKIF (VAKIF GELİRİNİN SARFEDİLECEĞİ YERLER)
- 1- Vakıf Gelirinin Sarfedilmesinin Çâiz Olup Olmadığı Yerler
- 2- Kendi Nefsi, Evladı Ve Nesli İçin Vakfetmek
- 3 - Akrabaya Vakfetmek Akraba Ne Demektir
- Akraba Namına Meşrut Vakıflar
- 4- Fakir Olan Akrabalara Vakfetmek
- Fakir Kimdir?
- 6- Ehl-i Beyt, Âl, Cins Ve Torunlar Namına Yapılan Vakıflar
- 7- Köleler[30], Müdebberler Ve Ümm-ü Veledler Nâmına Yapılan Vakıflar
- 8- Fakirler Nâmına Vakıfta Bulunduğu Halde Kendisi, Evlâdından Bir Kısmı Veya Akrabası Fakir Düşen K
- Bu Konu İle İlgili Diğer Bazı Mes'eleler
- 4- VAKFIN BÎR ŞARTA BAĞLANMASI VÂKIFIN, VAKFI KENDİ ŞAHSINA MEŞRUT KILMASI
- Vakfedilen Yerin Değiştirilmesi
- Vakfın Satılması
- 5- VAKFIN İDARESİ KAYYIMIN VAKIF VE VAKFIN GELİRİNİN TAKSİMİ HUSUSUNDAKİ TASARRUFU VAKIF GELİRİNİ BA
- Kayyımın Görev Ve Yetkileri
- Mütevellinin Acze Düşmesi
- Mütevelliye Vekil Tâyin Edilmesi
- Vakfın Geliri Nasıl Taksim Edilir? Vakfın Gelirini, Hak Sahiplerinden Bir Kısmı Kabul Eder, Bir Kısm