7- DÂVA, SULH VE BENZERİ MES'ELELERDE VEKÂLET

Davada hasmın razı olmayacağı kişiyi vekil tutmak İmâm Ebû Hânîfe (R.A.)'ye göre gerekmez; tmâmeyn'e göre ise gerekir.

Alimler, bu kavilde, ihtilaf ettiler; Bazıları: "Davalının rızası, tev­kilin sıhhati için şart değildir. Belki de lüzumu için şarttır." dediler. Sahih olanı da budur. Hızânetü'l-Müftîrr de de böyledir.

Hatta, hasmın, vekil tayinin de hazır bulunması da gerekmez. vekilin, da'vacısımn cevabının bulunması da lazım gelmez. Muhıyt'te de böyledir.
Fakıyh Ebü'1-Leys: Fetvada İmâmeyn'in kavlini ihtiyar etmiştir. Hızânetü'I-Müftîn'de de böyledir.

Attâbî:  "Muhtar olan  budur.  Güçlükleri  almak gerektir." buyurmuştur. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Gaibe vekaletin kabulünde icma vardır. Müvekkil, sefer, müddeti bir yerde ise, gaib sayılır; ona birinin vekalet etmesi kabul edilir.

Müvekkil şehirde olduğu halde hasta olur ve hakimin yanma yü­rüyerek gelmesine imkan olmazsa, bu şahıs, yerine davacı olarak, bir şahsı vekil edebilir.  

Bu hak, müddeî için olduğu gibi, müddeâ aleyh de, bu hakka-sahibtir.

Eğer yürüyerek gelmeye gücü yetmez fakat hayvan üzerinde gel­meye veya insan sırtına gelmeye gücü yeter; o takdirde de hastalığı artacak olursa; yerine bir vekil tayin etmesi sahih olur.

Eğer bu şekil gelmelerle, hastalığı artmayacak olursa; bu husus ihti­laflıdır.

Bazı alimler: "Vekil tutması sahih olur." derken; bazıları da: "Sahih olmaz." demişlerdir.

Fakat "sahih olur" diyenlerin kavli sahihtir. Fetâvâyi Kâdfhân'da da böyledir.

Bu kavil, esahh ve erfaktır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam "Ben, yolculuk murad ediyorum. Alacaklarımı alacak veya borçlarımı verecek, bir vekile ihtiyaç vardır. Fakat, borçlarımı verecek olanı, alacaklarımı almaya da vekil eyliyeceği." der; davalısı da bunu yalanlarsa (yani sefere çıkacağına inanmazsa) alimler burada

İhtilaf ettiler:

Bazıları: "Hakim ona, sefere çıkacağına dair, Allah adıyla yemin verir." demişlerdir.

Bu, Hasaf'ın ihtiyar ettiği görüştür.

Bazıları da: "Hakim, gizlice, onun arkadaşlarından sefere gidip gitmeyeceğini sorar." buyurmuşlardır.

Hayz ve nifas hâli, —eğer hakim, hükmünü mescitte veriyorsa,— özürdür.

Bu mes'ele de iki vecih vardır. Kadın, ya alacaklıdır veya borçludur.

Eğer alacaklı ise, onun vekil tayin etmesi kabul edilir.

Eğer borçlu ise, alacaklı hakim, mescidden çıkana kadar bekler. Bu kadının vekil tayin etmesi kabul edilmez. Eğer, bu kadın, borcunu leyemezse vekili kabul edilir.

Şayet müvekkil zindanda ise, o zamanın hakimi, vekaletini  ;abuî etmez.

Eğer müvekkil, hakimin zindanında olur ve bunun dava için ordan çıkması mümkün olmazsa; o zaman vekil tayini kabul edilir. Zahîriyye'de de böyledir.

Dışarı çıkmayan ve erkeklere kanşmayan, bakire veya dul kadın­ların vekil tutması caizdir.

Bunu, Ebû Bekir er-Razî söylemiştir. Alimlerin ekserisi de, bu görüşü kabul etmişlerdir.

Fetva da buna göre verilmiştir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şayet hakim, müvekkilin açıklamadan aciz olduğunu bilirse; onun, vekil tayin etmesini kabul eyler. Nihâye'de de böyledir.

Eğer kadın vekil tayin ederse; ona yemin vermek gerekir.

Eğer kadın dışarı çıkmayı bilmiyorsa, hakim o kadına ona, yemin ettirmeleri için, adil üç kişi yollar. Bunlardan birisi, onun yemin etmesini ister. Diğer ikisi de ona şahit olurlar.

Mahkemeye gelemiyecek kadar hasta olanada böyle yapılır. Çünkü mazereti vardır. Sirâcü'I-Vehhâc'da da böyledir.

Şayet, o kadının dışarı çıkmadığında ihtilâf edilirse, şerefli bir ailenin kızı ise; —ister bakire olsun, isterse dul olsun— halinden belli olur. Çünkü, bu açıktır.

Orta halli bir aile ise; eğer bakire ise böyledir.

Selef alimleri ise iki vecihten onun sözünü kabul etmediler. Zaruri ihtiyaç için fazlaca dışarı çıkmadıkça, bu hal dışarı çıkmamak hükmüne mani olmaz. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Hakim, müvekkilin binefsihi davasını anlatamayacağını bilirse; onun vekil tayin etmesini kabul eyler. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Eşraftan olan bir adam, basit bir adamla muhakeme olacak olsa da, vekil tutup, kendi mahkemeye girmek istemese; onun vekil tayin etmesi de kabul edilir.
Fakıyb Ebu'1-Leys: Biz böyle olanların vekilini müvekkil şerif olsun veya zaif olsun, kabul ediyoruz." buyurmuştur. Cevahiru'l-Ahlâtî'de de böyledir.

Kocasının evinde de mesture (örtülü) olan kadın içinde, dışarıya çıkmaması, bir illettir.

Onu bir adam dava eder; iki de şahidi olmazsa; o davacının, bu kadının kocası ile muhakeme olma hakkı yoktur.

Şayet şahidi varsa, kocanın onu davadan menetme; karısının da vekil tayininden men etme hakkı yoktur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, diğerine; "Bütün haklarım için, seni vekil yaptım." derse; o zaman, bu vekil, o beldede olanlarda bulunan bütün hakları için, o şahsın vekili olmuş olur. Bu, istihsandır.

Şayet: "Filan tarafında olan bütün haklanma, seni vekil eyledim." derse; vekil olduğu günde mevcut haklarına vekil olmuş olur. Hulasa'da da böyledir.

Bir kimse, diğerine: "Seni davama vekil ediyorum." der de, başka bir şey söylemezse; o şahıs vekil olamaz.
Fakat:"Seni, başkaları ile aramda oian davaya vekil eyledim." veya "...vekil kıldım." der veya buna benzer sözler söylerse; ŞeyhıTi-îsIâm Hâher-zâde ve Şeyhu'1-İmâm Ahmed et-Tavâsî: "Gerçekten o, vekil olmuş olur." buyurmuşlardır. Şemsü'I-Eimme ise: "Vekil olamaz." demiştir. Zehiyre'de de böyledir.
Bir  kimse,  diğerini  bir  aynı  almaya vekil ederse;  bu vekil, bi'1-icma' davaya vekil olamaz. Sirâcü'I-Vehhâc'da da böyledir.

Şüf'a ve kusurdan dolayı geri verme ve taksim etmeye vekil olan­ların, davaya vekaletleri geçersizdir.

Bu, bi'I-icma' böyledir. Havî'de de böyledir.

Şüf'ayı almaya vekii edilen şahıs da böyledir.

Müşteri şüf'a hakkını müvekkile, reddeder (=geri verir); vekil de "verdi" diye beyyine ibraz ederse, beyyinesi kabul edilir.

Keza, müşteri satın aldığı şey de bir kusur bulur, bir şahsı da onu geri vermeye vekil eder; satıcı da: "Müşteri bunu kusur ile kabul etti." der ve vekil de bunu inkar edince, satıcı, müşterinin onu o halde kabul ettiğini beyyinelerse; beyyinesi kabul edilir.

Vekilin hibeden dönmeside böyledir.

Kendisine bağış yapılan şahıs, beyyine getirerek: "Bağışlayan-, karşılık aldı." veya "bağış fazlalaştı." derse beyyinesi kabul edilir.

Keza taksim vekili de böyledir.

İki ortaktan, vekili olmayan şahıs: "Ortağım hissesini tam aldı." der; onun vekili de bunu inkar eder, kabul etmezse; bu durumda, ortak beyyine getirirse, beyyinesi kabul edilir. SirâcüM-Vehhâc'da da böyledir.

Bir adam alacağını almak üzere, birisini vekil eder ve bu alacaklı kaybolur; vekil de alacağa karşı beyyine ibraz edince, borçlu: "Ben, alacaklının yemin etmesini istiyorum." der ve "onun alacağını aldığını" iddia ederse; bu borçlunun borcunu vekile vermesi gerekir.

Keza vekil, şüf a isteğinde bulunur, şüf a sahibi de, "müvekkiline teslim ettiğini" iddia ederse; ona, "evi, vekile teslim etmesi" emredilir.

Sonradan, müvekkil gelince, şüf a sahibi ona yemin verir.

Keza, hak sahibinin vekili, hakkını almak için baş vurur; müşteri de "hak sahibinm izin verdiğini" iddia ederse; o hakkın, vekile teslim edilmesi emredilir. Sonra, bu müşteri hak sahibi geldiği zaman ona yemin verir. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Alacak almaya vekil olan kimse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, davaya da vekil olur.

Hatta, müvekkile borcun ödenmiş olduğu belgelense veya ala­caklının alacağından vaz geçtiği açığa çıksa bile, böyledir.

İmâmeyn ise: "Davaya vekil olamaz." demişlerdir.

Bunu, Hasan bin Ziyad İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'den de rivayet etmiştir. Hidâye'de de böyledir.

Borçlu borcunu inkar ettiğinde, vekil de almayı murad ederek beyyine ibraz ederse; beyyinesi kabul edilir mi?

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.Vye göre, kabul edilir.

İmâmeyn e göre ise kabul edilmez.

Bu gibi mes'elelerde aslolan: Vekil, müvekkilin malını almaya vekil yapılmışsa; isbatta davacı olmamasıdır.

Şayet her yönden müvekkilin hakkını almaya vekil edilmişse, o takdirde vekilin dava etme hakkı da olur. Zehıyre'de de böyledir.

Hakim, hazırda olmayan bir adamın alacağını alması için, birisini vekil tayin ederse; bi'Mcma bu vekil, dava vekili olamaz. Fetâvâyi Kâdî-hân'da da böyledir.

Bir kimsenin, diğer bir şahsı dava vekili tayin etmesinde bir kaç vecih vardır:

Birincisi:  Davasına   vekil   yapması   ve   vekilin    başka   şeye karışmaması.
Bu vecihte, o şahıs bi'1-icma,  inkarla da olsa  vekildir. imamlarımızın üçüne göre de, ikrarla da olsa vekildir.

Bundan sonra alimler ihtilaf eylediler.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): Vekil tayini, ikrar ile olur. O da hüküm meclisinde olacaktır. Hatta onun müvekkili, "hüküm meclisinde, onun vekaletini ikrar ederse; bu ikrarı sahih olur.

Eğer hüküm meclisinin haricinde ikrar edere; bu ikrarı sahih olmaz." buyurmuştur.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'da: "Dava vekilinin vekaletini hüküm meclisinde ikrarı sahih olduğu gibi, başka mecliste olan ikrar da sahih olur." buyurmuştur. İmameyn'e göre ise, hüküm meclisinde olmayan ikrar sahih olmaz. Ve davada vekaleti, baki değildir. Hatta dava yap­maktan men edilir. Zehıyre'de de böyledir.

Dava vekili kazf ve kısas ile itham olunursa; onun ikrarı sahih olmaz. Tebyîn'de de böyledir.

İkincisi: İkrarı caiz olmayan şahsı dava vekili yapmak, —bu vecihte—, onun suçunu inkar ile mümkün olur.

Üçüncüsü: înkan caiz olmayan şahsı dava vekili yapmak, bu vecihte, ikrar sebebiyle sahih olur.

Zahiru'r-rivayede istisna sahih olur.

Dördüncüsü: Üzerine ikrar caiz olan şahsı dava vekili yapmak, bu vecihte, ikrar sahih olur.

Hatta, kendisi ikrar etse bile bize göre müvekkiline karşı bu ikrarı sahih olur.

Beşincisi: Bir kimse, ikrarı da, inkarı da caiz olmayan birisine: "Seni davaya vekil ettim." derse; muteahhirin alimleri bu hususta ihtilaf etmişlerdir. Bazıları: "Sahih olmaz. Asla, bu dava vekili olamaz." demişlerdir.
Kâdî'1-İmâm Sâid en-Nîsabûrî: Bunun vekaleti sahih olur ve hüküm meclisinde vekaletine ses çıkarmayanın vekaleti geçerlidir ve vekil olmuştur. Hatta üzerine olan beyyineyi duysa bile böyledir." demiştir. Zehıyre'de de böyledir.

İkrarla olan vekil tayini şahindir, caizdir.

Müvekkilin nefsini ikrar etmese bile, tevkilin manası, ikrar ile, mü­vekkilin vekile "Ben, seni dava vekili yaptım." demesidir ve müvekkilin: vekkil hakime: "Ben, bu adamı filan adamın davasına vekil eyledim. Bu vekil ise, yolculuğa çıkmak istiyor. Ve ben, bunu bana karşı ithamda bulunacağı için, vekaletten çıkardım. Yerine o dava için, şu adamı vekil eyledim." derse, hakim, bunu kabul eylemez. Bilakis ona: "hasmını getirmesini, ve vekilini onun huzurunda çıkarmasını" emreder.

Şayet adam, hasmını bulamaz veya getirmeye gücü yetmezse; o takdirde hakim, birinciyi vekaletten çıkarır; ikinciyi vekil yapar. Ve onu, davlıya karşı, tevsîk eder. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir adam, diğerini; haklarım istemek ve onu teslim almak ve davasına bakmak üzere vekil yapar; yalnız anlaşma yapmayı müstesna kılar;   adaleti   olmayan   şahitlerin  de  şehadetlerini   kabûletmemesini isterse; bu şartlarla yaptığı vekalet caizdir. Şayet bu vekil, borçludan alacağını, alacaklısı olan müvekkilinin aldığını ikrar ederse; müvekkiline karşı, bu ikrar caiz olmaz. Şayet vekil: "Gerçekten, borçludan ben aldım; o da zayi oldu." veya "talibe verdim." derse; ikrarı sahih ve borçlu borcundan kurtulmuş olur.  Hassâf'in Edebü'1-Kâdf sinde de böyledir.

Bir kimse, davası için, bir şahsı vekil yapar; sonra da onun ikrarını müstesna kılarsa; eğer bunu, yanında yapmamışsa, tmâm Muhammed (R.A.)'e göre yine caiz olur.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) buna muhaiifdir.

Bu hilafa göre, borçlu vekiline, izin verir başka bir vekil tutmasını ister; sonra da onu men ederse; bu durumda birinci vekil, diğerini vekil yapamaz.

Bu, İmâm Muhammed (R.A.)'e göredir. Ve onu men etmesi talibin huzurunda olmasa bile sahih olur. Muhıyt'te de böyledir.

Evi teslim alma hususunda, birisini, davasına vekil yapar; ev elinde olan da, bu evi satar ve onu müşteri teslim almış olursa, vekil müşteriyi dava eder.

Şayet, filan ile beraber o ev hakkında dava vekili olsa; evi elinde bulunduran şahıs da, onu başka birisine satsa; bu durumda vekil, müşteriyi dava edemez. Zehıyre'de de böyledir.

Bir şahsı, bu şahsın malı elinde bulunan şahıs, dava için vekil ederse; o şahıs, elindeki malı satamaz. Zira, vekili ile zülyed muhakeme olurlar.

Şayet, bir kimse, bir evi dava etmek için, bir şahsı vekil tayin eder; o ev de başkasının elinde bulunursa, onunla da o filan şahısla da muha­keme olamaz. Şayet, onun için bir isim vermemişse, o zaman, evi kimin elinde bulursa onu dava eder.

Eğer ev, bir kölenin elinde bulunur; o da, o ev hakkında, filan iddiacıyı dava etmeye bir vekil tutar; o evi başka birisi de dava ederse; işte o vekil, bu sonraki iddiacı hakkında vekil olmuş olamaz. Ancak önceki iddiacının vekili ve davacısı olmuş olur. Mebsût'ta da böyledir

Bir adam, dava için, birisini hakimin huzurunda vekil yaparsa, o vekil, başka hakimin huzurunda da davaya vekil olur.

Şayet: "Horasan'da olan her şeyim için, dava vekilim ol." der; Horasan'da hakkı olan şahıs da Horasan'dan kalkıp Kûfe'ye gider ve bu vekil, bir alacak için vekil yapılmış olursa, Kûfe'de, o adamla mahkeme olamaz.

Şayet müvekkil vekiline: "Kûfe'de olan bütün alacağım için, veki-Hmsin." der ve bazı insanlar da Horasan'dan çıkıp Kûfe'ye gelirler; o gelenlerde de müvekkilin alacağı bulunursa, işte o zaman, vekil onları Kûfe'de dava edebilir.

Bir kimse, diğerini bütün hakları ve davası için vekil tayin eylese; bir adam da müvekkilin evini, elinden zoraki alsa; işte o adamı vekil dava edebilir.

Şayet bir ev satılsa, o evdede müvekkilin şüf'a hakkı oisa, o zaman o vekil, onu talepde bulunarak şüf ayı alır ve müvekkiline verir. Havî'de de böyledir.

Bir adamın yanında bulunan köle: "Ben, filanın kölesiyim. Onun mülkünde doğdum ve beni, seninle nefsim hakkında dava eylemeye vekil etti." der ve vekil olan bu kölenin elinde, vekalet namesi varsa; köleyi yanında bulunduran şahıs, onu davadan men edemez.

Şayet, köle: "Beni, filan sana sattı ve bedelimi almadı. Bedelimi senden almaya beni vekil eyledi." derse; köleyi yanında bulunduran şahıs onu^ bu davadan men edebilir. Çünkü, bu köle, yanında bulunduğu şahsın kölesi olduğunu ikrar etmiş oldu. O zaman köle elinde olan adam, onun başkasına faydalı olmasına mani olabilir.

Birinci halde, köle; yanında bulunduğu şahsın kölesi olduğunu inkar eylemişti. Onun için, o adam, onu davadan men edemedi. Fetâvâyi Kâdîfıân'da da böyledir.

Borçlu, bir şahsı, filan da daha önce olan hakkı için dava vekili tayin eder ve onun, bu gibi davalarına bakmasına izin verirse, işte bu caiz olur.

Eğer daha önce vekil tayin eder; alacaklı da onun üzerinde olan alacağını isbat eder veya edemezse; borçlu da birinci vekilini çıkarıp, ikinci vekil tutarsa —ister alacaklının yanında olsun, ister olmasın— bu ikinci vekilin vekaleti caiz olur.

Şayet öncekinin vekili, bu alacaklıyı dava için, bir vekil tutar; iknici vekil de bunu alacaklının huzurunda kabul eder; sonra da önceki vekil ölürse» ikinci vekilin alacaklıyı da*va etme hususundaki vekâleti devam eder.

Keza, şayet borçlu, birinci vekili vekaletten çıkarsa; ikinci vekil hali üzere vekil olarak kalır. Ve alacaklıyı dava edebilir.

Bir adam dava için, birisini vekil yapar ve bu vekiline de, istediğini vekil etme hakkı verir; sonra da davalı olan zat, iddia sahibinin olmadığı yerde, vekilin vekil yapmasını men ederse; bu men etmesi, İmâm Muhammed (R.A.) göre caiz olur.
Fetvada buna göredir. Fetâvâyi Kâdlhân'da da böyledir. [25]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..