logo logo

Yeni nesil güncel konularla ilgili sorular ve cevaplar!

Fetvalar.Com

Yeni Nesil Fetvalar

Sistemimize üye olarak sitemizi daha aktif olarak kullanabilirsiniz.

Üyelik için tıkla

Fetvalar.Com

Güncel sorular ve cevapları

Borç Alıp-Vermede Vekil Tayin Etmenin Hükümleri

Bir adam, diğerini alacağını almaya vekil yapsa; işte bu caizdir. Borçlu razı olsun veya olmasın müsavidir.

Müvekkilin, hazır olması veya olmaması ile sağlam veya hasta bulunması da müsavidir.

Alimler; Bu durum, borçlunun borcunu ikrar etmesi halinde böyledir. Fakat, borcunu inkar ederse, vekil ta'yini fmâm Ebü Hanîfe (R. A.)'ye göre, hasım razı olmazsa, sahih olmaz.
Bu, müvekkil sağlam ve hazır olduğu zaman böyledir. Bu görüşe, Şemsü'l-Eimme el-Halvanî meyletmiştir. Şej hır 1-İslâm da: Her durumda vekil tayin etmenin sahih olduğunu" söylemiştir. Muhıyt'te de böyledir.

Karşılıklı hak alıp vermeye vekil olan şahıs, teslim almaya da vekildir. Çünkü, karşılıklı alıp-vermek teslim almadan ibarettir.

AUp-vermeye vekil olan kişi, nassan istemeye de vekil olmuş olur.

Alimlerimiz şöyle demişlerdir:

Alıp-verme vekili, —bizim beldemizin cereyan eden adetine muhalif olarak— kabze vekil olamaz.

Davaya vekil olabilir mi?

Alimler, bu hususta da ihtilaf halindedirler: Bazıları: Davaya da vekil olması icabeder." dediler.

Bu görüş İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin görüşüdür. En doğru ve isabetli olanı da budur.

İmâm Muhammed (R.A.) tekâdî dava vekilini de zikretmiştir. Başkası üzerinde, kendi şahsî malı bulunan bir kimse; kabza vekil edilmez. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Dava vekili, imamlarımızın üçüne göre de teslim alma vekilidir.

Yalnız İmâm Züfer: "Alamaz" demiştir. SadrıTş-Şelıîd ise, CâmiuVSağîr'de: "Bu mes'elede, fetva İmâm Züfer'in kavli üzerinedir." buyurmuştur.

Nevâzil'de de: "Fakiyh Ebû'I-Leys'in ihiyan budur." denilmiştir. O: "Kâbzedemez." buyurmuştur.

Aynı zamanda bu görüş, müteahhirin'in de görüşüdür. Biz de bu görüşü almışızdır. Hulasa'da da böyledir.

Bir kimse, diğer bir şahsı, bütün alacaklarını almaya veya halk üzerinde olan bütün haklarını almaya yahut, o şehirde olan bütün hak­larını almaya vekil tayin edince, bu vekil müvekkilinin olmuş, olacak bütün haklarını alabilir. İstihsanen, bu böyledir.

Şayet, müvekkil, vekili "filanda olan alacağını almaya" veya "filanda olan bütün alacağını almaya" tayin ederse; ancak, bunlarda olan, önceki alacakları alabilir. Vekaletinden sonra olan, alacakları alamaz. Kıyasda da, istihsanda da böyledir. Zehiyre'de de böyledir,

Bir adam, diğerine: "Benim, bütün alacaklarımı almaya, veki-limsin." dediği zaman, hiç kimsede alacağı olmaz sonradan, alacağ olursa; işte bu vekil, o sonradan olan alacağını da almaya vekildir. Havî'de de böyledir.

Sonradan olacak, bütün hakları almaya vekil edilen şahıs, o zaman içinde dava olsa, ona da vekil olmuş sayılır.

Bu işin içine, alacaklar, emanetler, ariyetler ve müvekkilin bütün hakları dahi olur.

Yalnız nafakası buna dahil olmaz. Bu, vekilin sahib olmadığı hak­lardandır. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
Bir adam, diğerini, insanlarda olan bi'1-umum haklarını alamya vekil ettiğinde, bu vekil, yanlarında, müvekkilinin, insanların beraber­lerinde, ellerinde olan; sonradan hak olan, ortaklar arasında bulunan, habsedildikten (bir müddet tutulduktan) sonra çıkarılan ve defterde yazıh bulunan bütün haklarım alabilir.

Bundan başka, daha önce müvekkili tarafından iddia edilip de, hak edilmeden müvekkilin kaybolması halindeki hakkını, vekil hakimin yanında ikrar eder; karşı tarafta müvekkile karşı şahit dinletmiş olurlarsa: vekil, onları tutuklatmaz.

İki kişinin ortak oldukları nmkatebi, onlardan birisi "diğerinde bulunan bütün alacaklarını almaya", veya "başkalarında olan alacak­larını almaya'', yahut diğerinden almaya veya satmaya'' veya "başkalarından ahm-satırn yapmaya" vekil tayin ederse, bu caiz olur.

Keza, bu ortaklardan birisi, o mükâtebi, "diğerine, köle satmaya' veya başkasına, bir köle satmaya" veya "başkasını dava eylemeye" yahut "diğeri ile mahkeme olmaya" vekil tayin etse, bu caizdir.

Keza, eğer dava kendisi ile efendileri arasında olur; ve bu mükatep onlardan birinin oğlunu veya kölesini veya mükâtebini vekil tutar veya onu, alım-satıma vekil tutarsa, bu caiz oiur. Mebsût'ta da böyledir.

Aîacak almaya vekiî edilen şahıs, müvekkili adına havale kabul edemez. HuSasa'da da böyledir.

Alacak almaya vekil yapılan şahsın, borçluya bağış yapma hakkı yoktur. Veya borcunu tehir etme hakkı da yoktur.

Veya bu vekil, borcun bir kısmından teberru emte hakkı da yoktur.

Bu vekil, o borçludan rehin de alamaz.

Eğer, mal için, bu borçludan, bir kefil alırsa bu caizdir.

Eğer borçluya teberruda bulunsun diye, kefil olsa.bu caiz olmaz.

Şayet asil alacaklı, borçludan kefil alırsa, bu vekil o kefilden de bir şey alamaz. Havî'de de böyledir.

Şayet rehin, vekilin yanında zayi olursa; vekil borçluya o rehnin kıymetini öder mi?

Bunda iki vecih vardır:

Birincisi; Vekil: "Alacaklı bana, rehin almamı emreyledi. Borçlu da onu verdi." derse bu durumda o, zayi olan rehni öder.

Bu mes'ele, el-Asfda zikredilmiştir.

Şeyhu'I-İslâm da, Şerhı'nde bunu zikrederek;- "Eğer borçlu, vekilin vekaletini yalanlar veya susar yahut doğrular ve ona tazminatı şart koşarsa, tazmin eder.

Eğer vekilin vekaletini doğrular; tazminatını şart koşmazsa; o da onu ödemez.

İkinci'vecih: Vekil:  "müvekkil, bana rehin al demedi. Bununla beraber, borçlu rehin verdi. O da elimde zayi oldu", derse, vekile taz­minat gerekmez.

Bir adamın, diğer bir adamda, —herhangi cihetten olursa olsun alacağı bulunur ve onu almak için de, bir vekil tayin ederse; işte bu caizdir.

O vekil, o alacağı alınca, borçlu borcundan kurtulmuş olur.

Vekilin aldığı ise, müvekkilin malı olur. Ve vekilin elinde emanetmiş gibi durur. Emanetin ödendiği gibi, bu da sahibine ödenir. Sirâcü'î-Vehhâc'da da böyledir.

Bir adam, diğerini vekil tayin ederek, "filanda, olan alacağını almasını" ister; borçlu da borcunu vekile öder; vekil de onu, müvekkilin emriyle, birisine bağışlarsa, işte bu caiz olur.

Eğer borçlu: "Ben, onu, ona verdim." der; kendisine bağışlanan da bunu doğrularsa; bu caiz olur.

Eğer yalanlarsa, borçluya inanılmaz.

Bir kimse, alacağını alması için, başka bir şahsı vekil tayin eder; o da, onu alıp birisine bağışlar ve borçlu: "Ben, vekile teslim ettim." der; vekil de onu tasdik eder; vekil ise:"Ben, onu bağışlanan zata verdim." derse; borçlu da, vekil de borçtan beri olurlar.

Vekil, emaneti bağışlamış olur.

Fakat vekil, mevhâbün lehi tasdik etmezse, bağış yapan, ona karşı bir hak talebinde bulunamaz.

Keza, adam, mükatebinde olan alacağını bağişlasa; bir başkasına da almasını emreylese; o şey, bağışlanana geri verilir. Mebsût'ta da böyledir.

Borç almaya vekil tayin edilen zat, bu alacağı aldıktan sonra, başka bir vekil, o alacağı almak istese; önceki vekilden alma hakkı yoktur.

Eğer ikinci vekili, "her şeyini almaya" vekil yaparsa; o zaman ikinci vekil, birinci vekilin aldığını da ondan alır. Birinci vekil ise, ikinci vekilden bir şey alamaz. Hulasa'da da böyledir.

Bir müslüman, bir mürtedi, alacağını almaya vekil eder; o da, onu alır veya aldığın ikrar eder de, "zayi oldu." der; sonra da riddetinden dolayı öldürülürse, onun alacağı alması caiz olur.

Keza, eğer alacak almaya vekil edilen harbî; o da alacağı aldıktan sonra, dar-i harbe lahik olursa, onun alması da caizdir. Mebsût'ta da böyledir.

Şayet alacaklı, borçlu olan bir köleyi, efendisinden almaya vekil eylese; bu da caizdir.

Şayet bu köle, "aldığını ve zayi olduğunu" ikrar ederse; efendisi borçtan kurtulmuş olur.

Şayet borçlu, borçlu kölenin efendisini vekil eder de, kölesinden alacağım almasını isterse; işte bunun vekiiliği caiz olmaz. Ve, alması da caiz olmaz. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Alacak sahibi, borçluyu, "kendi nefsinden almaya" vekil eylese; bu sahih olmaz.

Bişr'in Nevâdîrî'nde şöyle zikredilmiştir:

Bir mala kefil olan talip (— alacaklı), o malı, sahibinden almaya, birini vekil etse, o da alsa; bu alması caiz olmaz. Yanında zayi olsa, tazminat da gerekmez. Zehiyre'de de böyledir.

Borçlu bir köleyi, efendisi azad eder ve onun kıymetini alacaklıla­rına öder ve o borcu da o köleden almaya birini vekil ederse, bu geçersiz olur. Hidâye'de de böyledir.

İbnü Semâa'nın Nevâdiri'nde, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

Bir adamın, iki kişide bin dirhem alacağı olur ve o borçlulardan her birisi diğerini, kefil eder; alacak sahibi de, onlardan belirli birisini, diğerinden alacağını almaya" vekil eder; o da diğerinden, o alacağı alırsa, bu caiz olur.

Keza, bir adamın, başka birisinde bin dirhem alacağı olur ve bir de, kefili bulunur; alacaklı bir başkasını, "asil borçludan, alacağını almaya" vekil ettiği haîde o, kefilden alırsa, bu da caizdir. Mnhıyt'te de böyledir.

Bir adam, alacağını almaya birisini vekiî ettiğinde, bu vekil veka­letten kaçınır; bundan sonra da vekil, gidip borçludan o alacağı alırsa, borçlu, borcundan kurtulmuş olmaz. Onun, o alacağı alması, yabancı bir kişinin alması gibidir. Borç, hali üzerine baki kalır. Siracü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bir adam, başka birisinde olan alacağını almak üzere, bir vekil tayin eder; vekil de o alacağı alır; fakat, aldığı nakitleri kalp, geçersiz veya katkmtıh bulur veya onu kalay olarak bulursa, onu olduğu gibi geri verir.

Kıyasa göre, onu tazmin eder. İstihsân da ise, tazmin eylemez.

Sahih olan kıyasdır. İstihsanda, o alacak kalp ve geçersiz olursa, vekil onu geri vermeye murad eder. Kıyasda, müvekkilin haberi olmaksızın geri vermek yoktur.

Alacak yerine alınan şey kalay olursa, müvekkilin haberine ihtiyaç olmadan geri verilir. Geri verildiği takdirde, kıyasen de, istihsanen de vekile tazminat gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.

Alacağı almaya vekil olan zat, borçlu olandan dinar ve dirhemin haricinde başka şey alır; müvekkil de ona razı olmaz ve vekilin aldığını almazsa; müvekkil, o alman şeyi geri verir ve asil alacağını ister ve alır. Cevâhiru'I-Fetâvâ'da da böyledir.

Bir adamın, diğer bir adamda, bin dirhem alacağı bulunur; onun da safi gümüş olduğunu söyler ve onu alması için, bir adamı vekil eder; vekil de, katkıntıh olduğunu bile bile bin dirhemi alır; amir de ona izin vermemiş olur ve aldığı vekilin elinde zayi olursa, vekil, onu tazmin eder. Amire bir şey gerekmez.

Şayet vekil, o dirhemleri katkmtılı olduğunu bilmeden alırsa bu caizdir. Ve, bu durumda vekil için, tazminat da yoktur. O, aldığını geri verir ve katkıntısız safi dirhemleri alır.

Şayet vekilin elinde, bir zayiata uğrarsa; amirin elinde zayi olmuş gibi olur. Amir vekile müracaat edip bir hak talebinde bulunamaz.

Bu, İmâm Ebû Hanîie (R.A.)'nin kıyasında böyledir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kıyasında ise, onun benzerini geri verip halis olanını alır. Havî'de de böyledir.

Alacak almaya vekil olan zat: "Ben aldım ve yanımda zayi oldu." veya "Aldım ve müvekkile verdim." der ve müvekkil onu yalanlarsa; borçlunun beraatına inanılır. Müvekkilin, ona müracaat hakkı kalmaz.

Hatta vekilin ikrar eylediği şeye, bir hak sahibi çıkar ve o hak sahibi, vekile ödetirse, vekil müvekkile müracaat edemez. Muhıyt'te de böyledir.

Borçlu, bizzat borcunu, mal sahibine öder (yani ona bir şey verir) ve: "Bunu sat; hakkını al." der; alacaklı da onu satıp bedelini tamamen alır ve elinde iken, bu bedel zayi olursa; borçlunun malı olarak helak olmuş olur.

Şayet borçlu: "Hakkına karşılık, onu sat." der; alacaklı da onu, satıp bedelini alırsa; hakkım almış olur.

Hatta, bundan sonra, o zayi olsa bile, kendi malı olarak zayi olmuş olur.

Eğer borçlu, kendisini borçtan kurtarmaya, bir adamı vekil ederse; bu vekaleti sahih olur. Bunun, aynı mecliste olması da şart değildir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Alacaklı olan zat, borçlusuna: "Sen de olan alacağımdan, on dirhemini fakirlere tasadduk eyle." veya "Sen de olan malımdan, bir yemin keffareti öde." veya "Malımdan, on dirhem zekat ver." dese; bi'I-icma bunların cümlesi sahih olur.

Şemsü'l-Kimme, İcârât Kitabı'nda şöyle buyurmuştur:

Bir adam, diğerinden, filan yerden, filan yere gitmek üzere, bir binek kiralar; sonrada kiraya veren adam, kiralayan zatı, "o kira bede­line, bir köle almaya" vekil ederse; o bineği sürmek için, işte bu vekalet de caizdir. Bunun hilafı söylenmemiştir.

Bundan sonra, bir adam bir ev kiralasa, ev sahibi kiracısına: "İcar bedeliyle evi tamir eyle." dese, bu vekalet de sahihtir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, diğerine hitaben:  "Beni, filan adam, sen de olan alacağını almaya vekil etti." derse; borçlu; ya kabul edip inanır; veya inanmaz; yahut susar.

Eğer inanırsa, borcunu vermeye cebredilir. Ondan sonra, geri dönmek yoktur.

Şayet inanmaz veya susarsa; borcunu vermeye icbar edilmez. Şayet verir, sonra da geri dönmek isterse, artık dönüş yapamaz.

Sonra da, -müvekkil gelerek önceki vekili tasdik ederse, iş bitmiş olur. Hulasa'da da böyledir.

Şayet  müvekkil,  vekilin  vekaletini  inkar  eder  ve  borçludan alacağını almak ister; borçlu da vekilin onun vekili olduğunu iddia ve isbat eder veya ona yemin verirse; vekil, onun vekili olmuş olur.

Eğers alacaklı yeminden kaçınırsa, borçlu borcundan kurtulmuş sayılır.

Eğer yemin ederek: "Vekil tayin etmedim." derse, borçlusundan alacağını ahr. Borçlu ise, şayet duruyorsa; o vekilim, diyenden verdiğini alır. Değilse ödettiremez. Kâfî'de de böyledir.

Eğer onu zayi etmişse, benzerini öder.

Eğer borçlunun yanında, ölmüş olur; alacaklı da ona inanırsa; ona müracaat edip ödetmez.

Eğer ona inanır ve tazminatı şart koşar veya inanmaz ve sükût ederse; o zaman müracaat ederek, verdiğini geri alır.

Şayet borçlu o vekile; "vekil olduğuna dair" yemin verir; o da yemin etmez veya susarsa; işte o zaman, müracaat edebilir .İkinci vekile müracaat edemez.

Eğer borçlu ona, Allah adıyla "sen onu vekil tuttun" diye, yemin verirse, sukuttan sonra verilmişse taiibin (= alacaklının) yemin etmesi yoktur.

Şayet, inkardan sonra vermişse; talibe yemin verme hakkı yoktur. Tasdike ister dönsün, isterse dönmesin müsavidir. Fakat o, vekile mü­racaat eder.

Vekil ise, borçluya inkarı veya sükûtu halinde yemin verir. Eğer o, yemin ederse, olan iş olmuştur. Eğer yemin edemezse, vekile tazminat gerekmez.

Dilerse borçluya yemin vermez; fakat alacaklıya "Allah adına, onu vekil etti mi, etmedi mi?" diye yemin verir.

Eğer alacaklı yemin ederse; vekil borcu ödemeye mecburdur.

Şayet yemin edemezse, vekil alacaklıya müracaat eder. Ve verdiğini ondan alır. Bu durum, onun vekil olduğunu iddia ettiği zaman böyledir.

Fakat: "O beni vekil yapmadı. Sen onun alacağını bana ver. Gerçekten o buna izin verir ve tazminatı bana aittir." derse; borçlunun ona borcunu vermesi olmaz.

Şayet verirse, her ne kadr tazminata şart koşmuş olsa da, kendisine verilene müracaat edemez. Ve asil alacaklıya borçlu kalır. Hulasa'da da böyledir.

Müvekkil hazır olmaz ve onun da inkarını bilmez ve o halde de ölürse; borçlu da vekile: "Gerçekten mal sahibi seni vekiî yapmadı. Ben seni yalanlıyorum," der ve vekilin Allah adına yemin etmesini isterse; buna hakkı yoktur.

Eğer vekil, hakimin yanında ikrar eder ve: "Gerçekten filan zat, beni bir şeye vekil yapmadı." derse; ikrarı sahih olur. O takdirde, borçlu borcunu Öder.

Şayet borçlu: "Ben beyyine getiririm, filan adam, bana karşı dava vekili yapmadı." derse, o veya, "vekilin vekaletim ikrara, beyyinesi" kabul edilir. Mnhıyt'te de böyledir.

Müvekkil, alacağını borçluya bağışlar; o alacakda vekilin yanında olmuş olursa; bütün durumlarda, borçlu, vekiîden o alacağı, geri alır. Çünkü, kendi malı olmuş olur.

Eğer o mal, vekilin yanında zayi olmuşsa, ona ödettirir. Yalnız, onun vekaletini bilerek vermişse o müstesnadır. Tebyîn'de de böyledir.

Şayet müvekkil ölür; borçlu ona varis; başka bir adam da ona ortak olursa; verilecek cevap: "Yabancının hissesinde, alacaklı, hazırda olup da, vekaleti nikar eden gibidir. Alacağın yarısını borçludan alır ve böylece vekile müracaat eder.

Şayet, yalnız başına varis olursa; vekile müracaat edemez.

Ancak, mal vekilin elinde hazır duruyorsa; o takdirde, ondan, o malı alır.

Eğer vekil, zayi olduğunu iddia eder; o da başka türlü bilinmez ancak vekilin demesiyle bilinirse, borçlu helak olmadığını iddia ederse; vekile yemin verir.

Eğer vekil, yemin ederse kurtulur. Eğer, yemin edemezse, borcun yarısını Öder.

Şayet.müvekkil ölmez; malını da borçluya bağış yapmaz; fakat vekilin vekaletini inkar eder ve ölene kadar hakime şikayet etmezse; borçlu da varisi olur veya malını borçluya bağışlamış bulunur; borçlu da bunu hakime isbat ederek, müvekkilin, "vekili inkar eylediğini" söylerse bu sözü kabul edilmez. Ve vekile bir şey tazmin ettiremez.

Şayet vekilin yanında verdiği şeylerden bir şey bulunursa; ondan onu almak hakkı vardır.

Eğer müvekkil hakimin huzurunda vekaleti inkar etmişse, hakim borçluya müvekkil ölene kadar bir şey hükmetmez.

Müvekkil ölür; borçlu da vekile müracaat eder ve onun yanında verdiğinden bir şey bulursa; onu alır.

Eğer zayi olmuşsa, kıymetini öder. Şayet müvekkil, bu durumdan sonra ölürse; borçluda ya varis olur veya borcu kendisine bağışlanmış olur veya borçtan vazgeçilmiş bulunulursa, o zaman borçlu, vekile vermiş olduğunu geri alır. Ölümünden önce olduğu gibi... Fakat, borçlu, "talibin onu vekil ettiğini bilmediğine", Allah adına yemin eder.

Şayet borçlu, vekilin doğruluğunu tasdik eder ve ona malı verir; sonra da müvekkil gelerek, onun vekaletini inkar ederek, yemin de ederse, hakim borçludan alacağını almasını hükmeder.

Sonra da müvekkil, alacağını borçludan almadan önce ölürse; borçlu da ya varis veya borcu kendisine bağışlanmış bir kimse olursa, borçlu hiç bir şekilde vekile müracaat edemez.

Eğer vekil, müvekkil var iken borçludan almış ise; borçlu, vekile müracaat eder. Sonra da, müvekkil ölür; borçlu onun varisi olursa; vekil, müvekkilin mirasından, borçlunun aldığı kadarını geri.almak için müracaatta bulunabilir.

Eğer ölen şahsın iki varisi bulunur ve onlardan birisi borçlu olursa, vekil, yalnız borçlunun hissesi nisbetinde alır.

Eğer alacaklı ölmemişse; mes'ele hali üzeredir.

Bundan sonra, alacaklı, borçluya bin dirhemini bağışlarsa; o bağışlananı, borçlu vekilden geri alabilir.

Eğer diğer bin dirhemi de bağışlarsa; bu durumda borçlu, vekile müracaat edemez.

Eğer alacaklı ölür ve jorçîuya bin dirhemi vasiyet ederse; borçluya müracaat edilir. Muhiyt'te de böyledir.

Bir adam malını almak üzere birisini vekil yapar ve borçlu da, "borcunu, alacaklıya verdiğini" iddia ederse, işte o malı vekile verir. Ve, —vekile değil— alacakhyada yemin ettirir. Siracü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bir kimse, diğer bir şahsı "filanda olan alacağını, almaya" vekil tayin ettikten sonra, müvekkil, o, alacağının bir kısmını borçludan alır; bilahare de vekil, borçluyu dava eder; borçlu ise, borcunun bir kısmım ödediğini iddia ettiği halde, vekil, bunu inkar s eder; borçlunun bu hususta  bir  beyyinesi  de  olmazsa,  bu  vekil,  alacağının  tamamını, borçludan alır.

Sonradan müvekkil gelir ve vekil, ona yaptığı ödemeyi belgelerse; bu borçlu alacaklıya verdiğini geri alır.

Ancak, verdiği bizzat vekilin elinde duruyorsa; onu, ondan alır.

Eğer vekilin yanında zayi olmuş veya vekil asile vermişse; o zaman alacaklıya müracaat eder ve ondan alır.

Keza eğer, talip (= alacaklı) aldığım ikrar eyler ve bundan sonra vekil tayin ederek, hakkını almasını ister, vekil de, borçluya müracaat edip daha önce borcunu ödediğine, delil ister; borçlu da delil gösterirse; alacaklının yapacağı bir şey yoktur. Talip ikrar ettiği müddetçe bu böyledir.

Ancak borçlu,  malı vekile verir;  o da, aynen vekilin yanında duruyor olursa; vekil, olduğu gibi, onu geri verir.

Bir adam, diğerini "filanda olan eşyasını almaya vekil eder ve ona da bir yazılı kağıt verir ve bu şahıs önceden alacağını almış olursa, mes'ele hali üzeredir. Borçlu, ikinci defa verdiği mal için, isterse, ala­caklıya; isterse vekiline müracaat eder ve malını geri alır.

Eğer vekile müracaat ederse; vekil de, müvekkile müracaat eyler. Muhıyt'te de böyledir.

Müvekkil borçlusundan bir köle satın alır; elinde iken de ona birisi sahib çıkar veya kusurundan dolayı, bu köleyi halcimin hükmüyle veya hükümsüz olarak geri verir; yahut muhayyerlik şartından dolayı geri verirse; vekil, vekaleti üzerinedir. Keza alacaklı dirhemleri alsada, onu da geçersiz bulup, geri verse; vekil yine de vekildir. Bahru'r-Râik'ta da böyledir.

İki alacaklıdan birisi, bir yabancıyı, kendi hissesini almak için, vekil tutar; bu vekil de bunu alırsa, bu şahindir.

Hatta alman bu alacak, vekilin elinde zayi olursa, alacaklının malı olarak zayi olmuş olur.

Fakat, vekilin elinde durmakta olursa, diğer ortak da, ona ortak olur. Aynen, iki alacaklıdan birisinin, nefsi alacağını alıp da, helak olursa; kendi adına helak olması; duruyorsa, ona ortağı ile ortak olduk­ları gibi... Muhıyt'te de böyledir.

Bir adamdan, borç almaya vekil olan şahıs, borçlunun yanında, o alacağın cinsinden bir şey bulursa; onu alır.

Bir adam, diğerini, "alacağını almaya ve borçluyu bahsettirmeye ve mahkemeye vermeye" vekil yapar ve vekil borçluyu habsettirir; sonra da hapisten çıkarıp ondan bizzat kefil alır; bilahare de vekil ölür, alacaklı da kefilden alacağını isterse; o kefil, kim tarafından kefil edildiğine dair hakimden hüküm talebinde bulunabilir. -Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adamın, başka bir adamda, bin dirhem alacağı olur ve alacağı ,   olan, borçlu olana: "O bin dirhemi filana ver." dedikten sonra, yine bu zat; "Verme." der; borçlu olan şahıs da: "Ben,-onu verdim." der; verilen zat da bunu kabul ederse,işte bu caizdir. Borçlu da borcundan kurtulmuştur. Muhıyt'te de böyledir,

Bir adamın,  diğerinde dirhemleri olur ve bir başkasına:  "O dirhemleri, zekatımın yerine al." der; o me'mur da bu dirhemlerin yerine, dinarlar alırsa, bu caiz olmaz.
Şayet alacak sahibi: "Sana filancada olan dirhemlerimi bağışladım, der ve "almasını" söyler; o adam da o dirhemlerin yerine dinarlar alırsa, işte bu caiz olur. [27]