Borç Ödemeye Vekâlet
Bir adam, üzerinde olan borcu ödemeye birisini vekil eylese, işte bu caizdir.
Vekil önce kendisi o borcu öder; sonra da amire müracaat ederek ondan ödediği şeyi geri alır.
Fakat bir adam, diğerine' "Keffaret-i yeminim için yemek yedir." veya: "Zekatımı öde." derse; bunları yapanlar; müracaat edip, yedirdikleri yemeğin ve verdiği zekatın bedelini isteyemezler. Ancak, söyleyen amir: "Ben öderim." demişse o zaman kendisi öder. Havî'de de böyledir.
Bir adam, diğerine: "Filan adama, bin dirhem ver." der; fakat "benden dolayı" demez; veya "filan adama, bir dirhem öde." der; fakat "benden dolayı" demezse; veya "Ben, onu tazmin ederim." veya "sana borçlu olur; sana öderim." demezse, me'mur da o filan şahsa, bin dirhem verirse; me'murun, amirin ortağı olması veya mallarının karışık bulunması halinde (mesela: Me'mur aynı sokakta olur, aralarında alım-satım muamelesi bulunur; her ne zaman bir elçisi veya vekili gelir; ona satar, veya ondan borç alır) bi'1-icma me'mur, amire müracaat ederek verdiğini alır.
Keza, eğer me'mur, amirin ehl-i iyalinden ise, bi'1-icma, amirden verdiğim alır.
Şayet, "ben öderim." dememiş olsa bile, örf itibariyle, bu böyledir.
Eğer böyle bir hal olmazsa İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhamemd (R.A.)'e göre me'mur, amire müracaat edemez. Zehıyre'de de böyledir.
Bir adam, diğerine: "Benden dolayı, filan adama bin dirhem nakid ver." der; veya "öde." veya "ver." der ve "benden dolayı" diye söylerse; yukarıdaki gibi, me'mur amire müracaatla verdiğini ondan alır. "Benden dolayı" demez, fakat, "benim üzerime" der; me'mur da. verirse; amirden verdiğini geri alır. Her ne kadar, tazminatı ve müracaatı şart koşmamış olsa bile, bu böyledir.
Keza, bir adam diğerine: "Malımın zekatım öde." veya "Benden dolayı, on fakiri doyur." veya "Benim namıma, fakirlere on dirhem sadaka ver." veya "Benim yerime, filan zata, bin dirhem bağışla." der; me'mur da öyle yaparsa; şayet amir, "ben öderim diye şart koşmamışsa, amire müracaat edemez. Muhıyt'te de böyledir.
Şayet, "benden dolayı filan zata, bin dirhem borç ver" veya "filan zata, bin dirhem borç ver." dediğinde, hangisine verirse versin caiz olur. Havî'de de böyledir.
Alimler şöyle zikretmişlerdir:
Borç ödemeye vekil edilen şahıs gelir; müvekkili de onu tasdik eder ve vekil talipden, parasını kendisinin, onun yerine ödeme yaptığı için, ister; müvekkil de: "Alacaklının da, gelip istemesinden korkuyorum ve vekilimi inkar eder sanıyorum ve benden ikinci defa alır zannediyorum." derse; bu sözüne itibar olunmaz. Ve borcunu, vekiline vermesi emredilir.
Şayet asil alacaklı gelip, müvekkilden alırsa; o zaman vekil, ona başvurarak verdiğini geri alır. Şayet, alacaklı ondan aldığını doğrularsa bu böyledir, Bahrn'r-Râık'ta da böyledir.
Eğer amir, ödenmeyi inkar eder; me'murda ödediğine dair belge getirirse, elbette verdiğini amirden İster ve alır. Her ne kadar, asil ala-caklı hazır olmasa da, me'murun beyyinesi kabul edilir. Hatta alacaklı hazır olsa ve: "Almadım." diye inkar etse, yine me'murun belgesi kabul edilir. Alacaklının inkarına iltifat edilmez. Muhıyt'te de böyledir.
Alacaklının alacağını alması ve borçlunun da borcunu ödemesi hususunda, (bu iki iş için) tek vekil caiz değildir. Mebsût'ta da böyledir.
Vekil, malı beyyinesiz verir; bir yazı da almazsa,ona tazminat yoktur. Ancak, müvekkili: "Vermedin." der ve vekil de şahitsiz vermiş olursa, tazminatı gerekir.
Vekil: "Ben şahit getiririm." der; talip de inkar ederse, vekil için şahit getirme yoktur.
Yalnız vekil yemin ederse, tazminattan beri ölür. ( kurtulur). Şayet müvekkil, vekile: "Filan almadıkça verme." der de vekil o adam olmadan verirse; tazminat vekile aittir. Havî'de de böyledir.
Borçlu, borcu olan şeyi bir adama vererek, ödenmesini istese ve ona: "Bu malı, filana onun ben de bulunan alacağına bedel olarak ver. Yalnız, ondan bir kağıt al." der; o adam da malı verir; fakat kağıl almazsa; tazminat gerekmez.
Şayet: "Bu malı, verme; bir kağıt almadıkça." der de, o da kağıt almadan malı verirse» tazminatı öder. Zehıyre'de de böyledir.
Bir adam, başka birine, bin dirhem verir ve ona: "Bunu, filana benden bedel verr" der; vekil de onu başka birisine verir ve o da yanında tutarsa, kıyas, yanında tutanın, onu müvekkile vermesidir. Ve bu bir nafile olur.
İstihsandaki vecih amirin nefsini borçtan kurtarmasidır. Burada, bin dirhemi vekile vermekle, bu verilenin vekilin veya müvekkilin malı olmasında bir fark yoktur. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, filan adama olan borcunun yerine, birisine, evini verir; sonra da, alacaklı islam dininden döner; vekil de o mürted iken, onun alacağını verir ve alacaklı irtidat halinde ölürse, eğer veren adam fıkıh biliyorsa, bu caiz olmaz ve verdiğini tazmin etmesi gerekir.
Şayet bilmeden vermişse yine tazminat gerekmez. Burada, bilgisizliği özür olur. Çünkü buna benzer fıkhı meseleler çoktur. Yâkıât'ta da böyledir.
İbnii Semâa'mn Nevâdiri'nde İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu zlkredümiştir:
Bir kimse, başka bir şahsa, "borcunu ödemesini emreder; sonra da, emreden zat, alacaklıya kendisi öder; bilahare me'mur da öderse; gerçekten me'mur, verdiği adama müracaat ederek, verdiğini geri alır. Kendisine emredene başvurmaz.
Hakikaten amirin kendi bizzat borcunu ödemesi demek, diğerini vekaletten azil sayılır. Ve böylece, me'murun, amire müracat hakkı kalmaz. Me'murun amirin borcunu ödediğini bilmesi de şart değildir.
Eğer me'mur beyine ibraz eder de, amirin emrinden sonra ve onun ödemesinden önce, ödeme yaptığım kanıtlarsa, o takdirde, verdiği mal için isterse verdiği adama, isterse amire müracaat eder ve malını alır.
Borcu ödemeye me'mur edilen şahıs, yeni dirhemleri ödeme yaparsa; emrolunduğunun misliyle mü racaat eder. Eğer emrolunduğundan kötüsünü ödemişse, Ödediğinin benzerini isteyebilir. Zehiyre'de de böyledir.
Hişam'ın Nevâdiri'nde İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
Bir adam, diğerine bin dirhem vererek, "ona, bu dirhemleri, alacaklısına vermesini" söyler; me'mur da, o bin dirhemi amirin yanında bir başkasına verir veya onun karşılığında bıYelbise alır; veya me'murun amirde bin dirhem alacağı olur da1 onu ona, bedel sayarsa; bunların tamamı caizdir. Verdiğinin hiç biri tatavvu olmaz.
Şayet, ona bir köle verir de: "Bunu sat ve bedelini borç mukabili filana ver."- der; o adam da, o köleyi satmadan, onun bedeli kadarını, alacaklıya verirse, işte bu nafile olur. (yani köle sahibinin olur. Borcu da o adam kendi kesesinden ödemiş olur. Eğer bunu amirin yanında yaparsa böyledir.) Muhiyt'te de böyledir.
Kir adam, diğerine, "filan adama olan borcunu ödemesini" ermeder; o adam da ödedikten sonra, emredene gelerek, ona müracaat ettiğinde, amir, me'mura: "Benim, o kimseye borcum yok. Sana da Öde diye emreylemedim. Sen de bir şey ödemedin." der; me'mur da beyyine ibraz eder ve iş hakime çıkarsa; bu durumda hakim, amire hükmederek borcu ona ödetir. Her ne kadar, alacaklı hazır olmasa bile, me'mur amire müracaat ederek, verdiğini ondan alır. Fetâvâyi Suğra'da da böyledir.
Bir adam, diğerine, mal verir; o da, başkasına verir ve verdiğini söyler, amir de onu yalanlarsa; amirin sözü geçerlidir.
Bu durumda birisine yemin gerekmez. Yalnız, yalanlayana yemin ettirilir; doğrulayana gerekmez.
Eğer amir, me'murun verdiğini doğrularsa; bu defa, diğerine yemin ettirilir.
Eğer almadığına dair, Allah adına yemin ederse; alacağı düşmez. Eğer yemin edemezse, alacağı sakıt olur. (= düşer).
Eğer diğer adam me'murun vermediğini doğrularsa, bu defada me'mura yemin verilir.
Eğer me'mur hassaten yemin eder ve verdiğini söylerse, borçtan beri olur.
Eğer yemin edemezse, kendinin Ödemesi gerekir.
Şayet mal, bir adamın zimmetinde ise, (diğerinin elinden zoraki alınmış bir mal veya borç gibi...) alacak sahibi veya gasb olunan mal sahibi; o malı, o adama emrederek "filan kişiye vermesini" söyler; me'mur da: "öyle yaptım.." der; filan da: "Ben almadım." derse, me'murun verdiğine inanılmaz.
Ancak beyyinesi olursa, o zaman inanılır.
Şayet emreden, me'muru tasdik ederse; o vakit, me'mur zimmetten kurtulmuş olur. Amirin sözü geçerli olur. Eğer amir me'muru yalanlar ve sözüne inanmazsa, me'mur "amirin, verdiğini bilip bilmediğine dair" yemin verir. Eğer amir, "vermedi." diye yemin ederse o zaman, me'mur tazminatta bulunur. Eğer amir, yemin edemezse me'mur tazminattan düşer. Tahâvî Şerhî'nde de böyledir.
İki şahsın ortak olduğu bir mükateb, birisinin hissesini vermeye bir adam vekil eder ve kaybolursa, diğeri, o vekilden bir şey alamaz. Çünkü, vermek cihetinden o vekil, diğerine ait değildir.
Keza birisini, ona olan borcunu ödemeye vekil eder; ve ona, bir mal verir; mükatebin efendileri veya başkaları, onu almak isterse o vekilden alma hakkına sahip olamazlar. Mebsût'ta da böyledir. [29]
Vekil önce kendisi o borcu öder; sonra da amire müracaat ederek ondan ödediği şeyi geri alır.
Fakat bir adam, diğerine' "Keffaret-i yeminim için yemek yedir." veya: "Zekatımı öde." derse; bunları yapanlar; müracaat edip, yedirdikleri yemeğin ve verdiği zekatın bedelini isteyemezler. Ancak, söyleyen amir: "Ben öderim." demişse o zaman kendisi öder. Havî'de de böyledir.
Bir adam, diğerine: "Filan adama, bin dirhem ver." der; fakat "benden dolayı" demez; veya "filan adama, bir dirhem öde." der; fakat "benden dolayı" demezse; veya "Ben, onu tazmin ederim." veya "sana borçlu olur; sana öderim." demezse, me'mur da o filan şahsa, bin dirhem verirse; me'murun, amirin ortağı olması veya mallarının karışık bulunması halinde (mesela: Me'mur aynı sokakta olur, aralarında alım-satım muamelesi bulunur; her ne zaman bir elçisi veya vekili gelir; ona satar, veya ondan borç alır) bi'1-icma me'mur, amire müracaat ederek verdiğini alır.
Keza, eğer me'mur, amirin ehl-i iyalinden ise, bi'1-icma, amirden verdiğim alır.
Şayet, "ben öderim." dememiş olsa bile, örf itibariyle, bu böyledir.
Eğer böyle bir hal olmazsa İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhamemd (R.A.)'e göre me'mur, amire müracaat edemez. Zehıyre'de de böyledir.
Bir adam, diğerine: "Benden dolayı, filan adama bin dirhem nakid ver." der; veya "öde." veya "ver." der ve "benden dolayı" diye söylerse; yukarıdaki gibi, me'mur amire müracaatla verdiğini ondan alır. "Benden dolayı" demez, fakat, "benim üzerime" der; me'mur da. verirse; amirden verdiğini geri alır. Her ne kadar, tazminatı ve müracaatı şart koşmamış olsa bile, bu böyledir.
Keza, bir adam diğerine: "Malımın zekatım öde." veya "Benden dolayı, on fakiri doyur." veya "Benim namıma, fakirlere on dirhem sadaka ver." veya "Benim yerime, filan zata, bin dirhem bağışla." der; me'mur da öyle yaparsa; şayet amir, "ben öderim diye şart koşmamışsa, amire müracaat edemez. Muhıyt'te de böyledir.
Şayet, "benden dolayı filan zata, bin dirhem borç ver" veya "filan zata, bin dirhem borç ver." dediğinde, hangisine verirse versin caiz olur. Havî'de de böyledir.
Alimler şöyle zikretmişlerdir:
Borç ödemeye vekil edilen şahıs gelir; müvekkili de onu tasdik eder ve vekil talipden, parasını kendisinin, onun yerine ödeme yaptığı için, ister; müvekkil de: "Alacaklının da, gelip istemesinden korkuyorum ve vekilimi inkar eder sanıyorum ve benden ikinci defa alır zannediyorum." derse; bu sözüne itibar olunmaz. Ve borcunu, vekiline vermesi emredilir.
Şayet asil alacaklı gelip, müvekkilden alırsa; o zaman vekil, ona başvurarak verdiğini geri alır. Şayet, alacaklı ondan aldığını doğrularsa bu böyledir, Bahrn'r-Râık'ta da böyledir.
Eğer amir, ödenmeyi inkar eder; me'murda ödediğine dair belge getirirse, elbette verdiğini amirden İster ve alır. Her ne kadar, asil ala-caklı hazır olmasa da, me'murun beyyinesi kabul edilir. Hatta alacaklı hazır olsa ve: "Almadım." diye inkar etse, yine me'murun belgesi kabul edilir. Alacaklının inkarına iltifat edilmez. Muhıyt'te de böyledir.
Alacaklının alacağını alması ve borçlunun da borcunu ödemesi hususunda, (bu iki iş için) tek vekil caiz değildir. Mebsût'ta da böyledir.
Vekil, malı beyyinesiz verir; bir yazı da almazsa,ona tazminat yoktur. Ancak, müvekkili: "Vermedin." der ve vekil de şahitsiz vermiş olursa, tazminatı gerekir.
Vekil: "Ben şahit getiririm." der; talip de inkar ederse, vekil için şahit getirme yoktur.
Yalnız vekil yemin ederse, tazminattan beri ölür. ( kurtulur). Şayet müvekkil, vekile: "Filan almadıkça verme." der de vekil o adam olmadan verirse; tazminat vekile aittir. Havî'de de böyledir.
Borçlu, borcu olan şeyi bir adama vererek, ödenmesini istese ve ona: "Bu malı, filana onun ben de bulunan alacağına bedel olarak ver. Yalnız, ondan bir kağıt al." der; o adam da malı verir; fakat kağıl almazsa; tazminat gerekmez.
Şayet: "Bu malı, verme; bir kağıt almadıkça." der de, o da kağıt almadan malı verirse» tazminatı öder. Zehıyre'de de böyledir.
Bir adam, başka birine, bin dirhem verir ve ona: "Bunu, filana benden bedel verr" der; vekil de onu başka birisine verir ve o da yanında tutarsa, kıyas, yanında tutanın, onu müvekkile vermesidir. Ve bu bir nafile olur.
İstihsandaki vecih amirin nefsini borçtan kurtarmasidır. Burada, bin dirhemi vekile vermekle, bu verilenin vekilin veya müvekkilin malı olmasında bir fark yoktur. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, filan adama olan borcunun yerine, birisine, evini verir; sonra da, alacaklı islam dininden döner; vekil de o mürted iken, onun alacağını verir ve alacaklı irtidat halinde ölürse, eğer veren adam fıkıh biliyorsa, bu caiz olmaz ve verdiğini tazmin etmesi gerekir.
Şayet bilmeden vermişse yine tazminat gerekmez. Burada, bilgisizliği özür olur. Çünkü buna benzer fıkhı meseleler çoktur. Yâkıât'ta da böyledir.
İbnii Semâa'mn Nevâdiri'nde İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu zlkredümiştir:
Bir kimse, başka bir şahsa, "borcunu ödemesini emreder; sonra da, emreden zat, alacaklıya kendisi öder; bilahare me'mur da öderse; gerçekten me'mur, verdiği adama müracaat ederek, verdiğini geri alır. Kendisine emredene başvurmaz.
Hakikaten amirin kendi bizzat borcunu ödemesi demek, diğerini vekaletten azil sayılır. Ve böylece, me'murun, amire müracat hakkı kalmaz. Me'murun amirin borcunu ödediğini bilmesi de şart değildir.
Eğer me'mur beyine ibraz eder de, amirin emrinden sonra ve onun ödemesinden önce, ödeme yaptığım kanıtlarsa, o takdirde, verdiği mal için isterse verdiği adama, isterse amire müracaat eder ve malını alır.
Borcu ödemeye me'mur edilen şahıs, yeni dirhemleri ödeme yaparsa; emrolunduğunun misliyle mü racaat eder. Eğer emrolunduğundan kötüsünü ödemişse, Ödediğinin benzerini isteyebilir. Zehiyre'de de böyledir.
Hişam'ın Nevâdiri'nde İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
Bir adam, diğerine bin dirhem vererek, "ona, bu dirhemleri, alacaklısına vermesini" söyler; me'mur da, o bin dirhemi amirin yanında bir başkasına verir veya onun karşılığında bıYelbise alır; veya me'murun amirde bin dirhem alacağı olur da1 onu ona, bedel sayarsa; bunların tamamı caizdir. Verdiğinin hiç biri tatavvu olmaz.
Şayet, ona bir köle verir de: "Bunu sat ve bedelini borç mukabili filana ver."- der; o adam da, o köleyi satmadan, onun bedeli kadarını, alacaklıya verirse, işte bu nafile olur. (yani köle sahibinin olur. Borcu da o adam kendi kesesinden ödemiş olur. Eğer bunu amirin yanında yaparsa böyledir.) Muhiyt'te de böyledir.
Kir adam, diğerine, "filan adama olan borcunu ödemesini" ermeder; o adam da ödedikten sonra, emredene gelerek, ona müracaat ettiğinde, amir, me'mura: "Benim, o kimseye borcum yok. Sana da Öde diye emreylemedim. Sen de bir şey ödemedin." der; me'mur da beyyine ibraz eder ve iş hakime çıkarsa; bu durumda hakim, amire hükmederek borcu ona ödetir. Her ne kadar, alacaklı hazır olmasa bile, me'mur amire müracaat ederek, verdiğini ondan alır. Fetâvâyi Suğra'da da böyledir.
Bir adam, diğerine, mal verir; o da, başkasına verir ve verdiğini söyler, amir de onu yalanlarsa; amirin sözü geçerlidir.
Bu durumda birisine yemin gerekmez. Yalnız, yalanlayana yemin ettirilir; doğrulayana gerekmez.
Eğer amir, me'murun verdiğini doğrularsa; bu defa, diğerine yemin ettirilir.
Eğer almadığına dair, Allah adına yemin ederse; alacağı düşmez. Eğer yemin edemezse, alacağı sakıt olur. (= düşer).
Eğer diğer adam me'murun vermediğini doğrularsa, bu defada me'mura yemin verilir.
Eğer me'mur hassaten yemin eder ve verdiğini söylerse, borçtan beri olur.
Eğer yemin edemezse, kendinin Ödemesi gerekir.
Şayet mal, bir adamın zimmetinde ise, (diğerinin elinden zoraki alınmış bir mal veya borç gibi...) alacak sahibi veya gasb olunan mal sahibi; o malı, o adama emrederek "filan kişiye vermesini" söyler; me'mur da: "öyle yaptım.." der; filan da: "Ben almadım." derse, me'murun verdiğine inanılmaz.
Ancak beyyinesi olursa, o zaman inanılır.
Şayet emreden, me'muru tasdik ederse; o vakit, me'mur zimmetten kurtulmuş olur. Amirin sözü geçerli olur. Eğer amir me'muru yalanlar ve sözüne inanmazsa, me'mur "amirin, verdiğini bilip bilmediğine dair" yemin verir. Eğer amir, "vermedi." diye yemin ederse o zaman, me'mur tazminatta bulunur. Eğer amir, yemin edemezse me'mur tazminattan düşer. Tahâvî Şerhî'nde de böyledir.
İki şahsın ortak olduğu bir mükateb, birisinin hissesini vermeye bir adam vekil eder ve kaybolursa, diğeri, o vekilden bir şey alamaz. Çünkü, vermek cihetinden o vekil, diğerine ait değildir.
Keza birisini, ona olan borcunu ödemeye vekil eder; ve ona, bir mal verir; mükatebin efendileri veya başkaları, onu almak isterse o vekilden alma hakkına sahip olamazlar. Mebsût'ta da böyledir. [29]
Konular
- 3- BEY'A (= SATIŞA) VEKÂLET
- Hîbe Hususunda Vekil Tayini
- 4- İCÂRE VE DİĞERLERİ HAKKINDA VEKÂLET
- 1- İcar, İsti'car, Ziraat Ve Ziraî Muameleler Hakkındaki Vekâlet
- 2- Müdâribin Ve Ortağın Vekil Tayin Edilmesi
- 3- Sermâye
- 5- REHİN HAKKINDA VEKALET
- 6- NİKÂH, TALÂK VE HULÛ' GİBİ MES'ELELERDE VEKÂLET
- 1- Nikâhta Vekâlet
- 2- Talâk Ve Hulû'da Vekâlet
- 7- DÂVA, SULH VE BENZERİ MES'ELELERDE VEKÂLET
- Dâva Vekilinin Hükümleri
- Borç Alıp-Vermede Vekil Tayin Etmenin Hükümleri
- Alacağın Elçi Île Tahsil Edilmesi
- Borç Ödemeye Vekâlet
- Muayyen Bir Şeyi Almaya Tevkil
- Sulha Vekâlet
- 8- İKİ KİŞİYİ VEKİL TAYİN ETMEK
- 9- VEKİLİ, VEKÂLETTEN ÇIKARMAK
- Vekâletten Azil Ve Diğer Hususlar Hakkında Değişik Mes'eleler
- 10- VEKÂLETLE İLGİLİ ÇEŞİTLİ MES'ELELER
- KİTÂBÜ'L-VELA
- Velâ Ne Demektir:
- Velâ'nın Çeşitleri:
- Velâyi Ataka:
- Velâyi Müvâlat:
- 1- VELÂYİ ATAKA (= AZÂD ETME VELÂSI)
- 1- Velânın Sebebi, Şartları, Şekli Ve Hükmü
- Velânın Şartları: