Muayyen Bir Şeyi Almaya Tevkil

Belirli bir şeyi almaya, vekil edilen şahıs, dava vekili yapılmış sayılmaz. Hatta, bir adam, kendisine bir köle almaya, birisini vekil ettiğinde köleyi elinde bulunduran şahıs, beyyine ibraziyle müvekkilin o köleyi kendisine sattığını isbat ederse; istihsanen hazırda olmayan amir, huzura gelene kadar iş öylece kalır.

Amir gelir de, satmadığını kanıtlarsa iş değişir.

Keza, bir kadın boşandığını; veya bir köle yahut cariye azad edil­diklerini, vekile karşı belgeleseler, istihsanen amir veya koca gelene kadar, onların nakli durur. Siracü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bir adam, belirli bir şeyi almak için, birisini, vekil yapar; bu şahıs gelip onu teslim almadan önce, o şey helak olmuş olsa; vekilin, helak eden şahsı —onun bedelini almak için— dava etme hakkı yoktur.

Şayet vekil, o şeyi teslim alır da; vekilin elinde iken, onu o adam zayi ederse, o zaman bu vekil zayi edeni dava edebilir. Ve kıymetini alır. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, diğer birisinin yanında olan, emanet bir malını almaya, başka birisini vekil yapar; emanet sahibi de: "Ben, onu mal sahibine verdim." derse onun sözü geçerlidir. Şayet: "Vekile verdim." derse; işte o nefsini beraat ettirmiş olur ve sözü doğrulanır. Havî'de de böyledir.

Bir adam, birisinin yanına, bin dirhem bıraktıktan sonra yanında emanet olan şahıs: "Sen, filana, benim yanımda olanı almasını filanın yanında emreyledin." der; me'murun kim olduğu da bilinmez ancak, emanet olunan şahıstan alınmış ve zayi olmuş olursa, emanet sahibi muhayyerdir. Dilerse, emanetleri verene ödetir; dilerse, alana ödetir. Şayet emanet bırakan kimi vekil ettiğini bilir ve me'mura o mal verilmiş, olursa işte bu caizdir.

Bu işde, hiç birine tazminat gerekmez. Eğer onlardan birisi, işin hakikatini bilmez ve bu durumda me'mur kendisine emanet bırakılan zat'a: "Emaneti bana ver. Ben, onu sahibine vereceğim." veya "Bana ver. Onun, benim yanımda da emaneti vardır." der; adam da verir ve o şey zayi olursa, emanet sahibi onlardan dilediğine ödetir.

Bu kavil, tmâmeyn'e aittir, Fetâvâyi Kâdîlıân'da da böyledir.

Bir adam, emanetini alamaya birisini vekil ettiğinde, o vekil ema­netin bir kısmını alsa bu caiz olur. Ancak, bunu amirin emriyle yapa­bilir. Değilse, tamamını alması gerekir. O takdirde, tazminat lazım olur. Eğer önceki aldığı bir kısım, zayi olmadan, kalanı da alırsa, müvekkilin onun tamamını alması caizdir. Mebsût'ta da böyledir.

Bir kimse, emanet bırakılan şahıstan kölesini almaya, birisini vekil eder; köle de hataen emanet bırakılan şahıs tarafından öldürülürse; emanet bırakan şahıs emanet bırakılan şahıstan —vekilden değil— bu kölenin kıymetini alır.

Keza bu köleyi vekil aldıktan sonra, bu köle vekilin yanında, öldü­rülürse; sahibi kölenin kıymetini alır. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Bir adam bir cariye veya dişi bir koyun almaya, birisini vekil yapar alınacak şey de doğurursa, vekil, onu yavrusu ile birlikte alır.

Şayet, bu şahıs vekil, vekil yapılmadan önce, o şey doğum yapmışsa, vekil o yavruyu alamaz.

Bostanın (= bahçenin) meyvesi de yavru gibidir.

Şayet, emanet bırakılan zat, yer sahibinin emriyle ağacının üzerin­deki hurmayı satmişsa, vekil onu ondan alamaz.

Cariyenin çocuğu da böyledir. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Bir adam diğerinin yanında olan emanetini almaya, birisini vekil ettiği halde, o şeyi müvekkil alıp; sonra da tekrar emanet ederse; vekil, bu hali bilsin veya bilmesin, bu durumda vekil değildir.

Keza, şayet önce vekil alır ve müvekkile verir; sonra da emaneti alan vekil, yeniden öncekine emanet bırakırsa; vekil onu tekrar alamaz. Bu durumda emanet sahibi muhayyerdir: Hangisinden isterse, ona ödettirir. Eğer vekile ödettirirse; vekil emanet sahibine müracaat edemez. Eğer, emanet bırakılan şahsa ödetirse; o vekile başvurur. Bu hal, vekilin ikinci defa vekil olduğunun tasdik edilmemesi halindedir. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, ölçülen veya tartılan bir şeyi, emanetten almaya birini vekil eder; emanet alan şahıs da, onu zayi etmiş olursa, emanet veren veya vekili onun benzerini alır.  Bu istihsanen böyledir.  Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam, ''emaneti, bu gün almaya" birisini vekil ettiğinde bu vekil için, onu yarın almak hakkı da vardır.

Ancak, müvekkil "yarın almaya" vekil ederse, vekilin bugün alma hakkı yoktur.

Keza müvekkil: "Bu saat al." dediği halde, vekil bir saat sonra alsa, bu caiz olur. Keza: ' 'Filanın huzurunda al." dediği halde, vekil başkasının huzurunda alsa, caiz olur.

Keza: "Şahitli al." dediği halde, vekilin şahitsiz alması caizdir.

Şu mes'ele buna muhalifdir. Eğer: "Onu alma; ancak, filanın yanında al." derse, o zaman, o hazır olmadan almak caiz olmaz. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir adam: "Ben, "senden filan adamın emanetim almak için vekilim." der; emanet edilen şahıs da, onun vekaletini ve emaneti kabul ettiği halde, sonradan emaneti vermekten kaçınırsa, bu caiz olmaz.

Bir adam, diğerinin emanetini aldığında, emanet sahibi: "Ben, seni vekil eylemedim." der ve yemin ederse; onun malını, emanet alan şahıs öder.

Sonra eğer mal bizzat duruyor ise o da, kendinden alana müracaat ederek, ondan alır.

Eğer: "Yanımda zayi oldu." veya: "Müvekkile verdim." derse; emanet veren şahıs, onu doğrulaması halinde kimseye müracaat edemez.

Eğer yalanlarsa, ona tazmin etirir.

Şayet, emanet verilen zata teslim etmesi, emredilmemiş iken o teslim ederse; veya verdikten sonra tekrar iadesini isterse, bu hakka sahip olamaz. Çünkü, bu ahdi bozmak olur.

Şayet men olunduktan sonra, emanet olunan şey zayi olursa; uygun olan, onu ödemesidir. Çünkü emanetin vekilini, onu almaktan men etmek; emaneti alanı, onu vermekten men etmek nıenzilindedir. Nihâye'de de böyledir.

Bir adam, bir eşyasını emaneten bir adama bıraktıktan sonra, onu almaya bir vekil tayin eder; emaneti alan da, ona müvekkilin eşyasından başkasını teslim eder; vekilde onu müvekkiline verir; o da orada helak olursa, onu tazmin etmek müvekkile ait olur. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, "bir hayvanı alıp, bir adama ariyet olarak vermeye" birisini vekil eder; vekil de o hayvanı alıp, ona binerse; işte onu vekil tazmin eyler. (Müvekkiline müracaat edemez.) Çünkü, binme işini mü­vekkil yapmadı ve söylemedi. Bu yönden me'mur değildir.

Alimler şöyle buyurmuşlardır.

Bu, hayvanın getirilmesi için olduğu zaman böyledir. Binmek için değil... Yalnız, onu getirmek binnıeksizin mümkün olmuyorsa, o müs­tesnadır. Bir de binmesine razı olmuşsa, bu da müstesnadır.

Borçlunun bir adam da emaneti olur; emanet yanında bulunan şahıs, emanet sahibine gelerek, ona: "Ben de olan, emanetini filana olan borcuna karşılık yap." der; o da öyle yapıp, onu borcuna karşılık kılar ve emanet sahibi, alacaklısına, "onu almasını." söyler; sonra da alacaklı buna razı olur; bundan sonra da, emanet sahibi, emanet verilene: "Ala­caklıya verme." der; emanet yanında olan da, bunu kabul etmezse; emanet sahibinin yasaklaması,alacaklı onu almadan önce olmuşsa sahih olur. Şayet alacaklı o emaneti alrmşsa, alacaklının olur. Fetâvâyi Kâdî-hân'da da böyledir.

Şayet emanet edilen zat, emaneti verdim." der; emanet sahibi de: "Böyle bir emir vermedim." diye inkar ederse; yemin ile birlikte onun sözü geçerli olur. Bedâi"de de böyledir.

Bir adam, başka birini, "kölesini, filana vermeye" vekil eder; o adam da köleyi getirerek, o şahsa: "Filan adam, bunu sana emanet eyledi." der; o adam da kabul ettikten sonra, geri vekile iade eder ve köle de vekilin yanında zayi olursa; kölenin sahibi, hangisini dilerse, köleyi ona ödetir.
Şayet vekil: "Gerçekten filan zat, sana bu köleyi kullanmanı emreyledi." veya "Filana vermeni söyledi." dese de, sonra da köle zayi olsa idi; vekile tazminat gerekmezdi. Çünkü vekilde yalnız bir aldat-macık ve yalan bulunmuş olurdu. Bedelini de almadığından, ona taz­minat gerekmez. Onu istihdam eden şahıs, başkasının kölesini, emri olmaksızın kullandığı için, tazmin etmesi gerekir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir. [30]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..