Hibeden Dönmeye Mâni Olan Özürler

Hibeden dönmeye mani olan bir takım özürler vardır:
1) Bağışlanan şeyin zayi olması. Çünkü hibenin kıymetini almak için, mevhûbün leh'e müracaata yol yoktur. Zira onun hakkındaki konuşma sona ermiş, yok olmuştur.
2) Bağış yapılan şeyin, mevhûbün lehin mülkiyetinden —satış, bağış ve benzeri olan— herhangi bir sebeple çıkmış olması.
3) Ölüm. (Vahibin veya mevhûbün lehin ölmesi) Çünkü, varise sabit olan şey murise sabit olan şey değildir; ondan başkadır. Bir adam, başkasının kölesini birine bağış yapar. Mevhûbün leh de onu teslim alırsa, bu durumda bağış yapan şahıs ondan dönebilir.

Mükâteb de böyledir. Yani, bir mükâtebe bağış yapılır, o da bağışlanan şeyi teslim alırsa, bu durumda da vahib (= hibe eden şahıs) hibesinden dönebilir.

Şayet mükâteb, kitabet bedelini ödemeden aciz olursa, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, bu durumda, vahib, hibesinden dönebilir.
4) Bağışlanan şeyde, bir fazlalığın, ilavenin bulunması. Bu, ister bağışlanan zatın işi olsun, ister olmasın müsavidir. Doğum veya başka şey gibi...
5) Bağış yapılan şey bir cariye olur ve o zayıf iken şişmanlar veya bağışlanan şey bir ev olur ve onun içine bina yapılmış bulunur yahut arazi olur ve içine ekim yapılmış veya dolab kurulmuş olur veyahut da —sulamak için kanal açmak gibi— başka ilaveler yapılmış olursa —ister .az, isterse çok olsun— bunlar hibeden rücû mani olur.
6) Bağış yapılan elbisenin boyanması da, hibeden rücû'a manidir. İster sarı boya olsun, isterse za'feran olsun farketmez.

Bağış yapılan giyecek bir parça iken, dikilmiş ise veya cübbe, palto iken astarlanmış ise, yine hibeden rücû' edilemez.

Şayet boyanan elbise kıymetini artırmamış veya eksiltmemiş ise o zaman bağış yapan şahıs, bundan dönebilir.
7) Bağış yapan şahsın {-   vahibin) ölmesi de, hibeden rücu'u engeller Bedâi'de de böyledir.

Mevhûbün leh, kendisine hibe edilen şeyin bir kısmını mülkünden çıkarmış olsa, bu durumda vahib, —zayi olan hariç— kalanından rücû edebilir.

Kendisine bağış yapılan şahıs, onu bir başkasına bağışlamış, sonra da ondan geri dönmüş olursa, bu durumda önceki de dönebilir. Cevhe-retü'n-Neyyire'de de böyledir.

Hasan bin Ziyâd, Mücerred'de, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

Bir adam, diğerine bir elbise hîbe ettiğinde, hibe olunan zat, onu siyah boya ile boyarsa, bu durumda da, hibe eden şahıs -ondan rücû edebilir. Muhıyt'te de böyledir.

İmâmeyn'e göre ise, bu durumda vahib, hibesinden —başka bir boya ile boyaması halinde olduğu gibi— dönemez.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) da, önceden, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) gibi buyurmuştu. Sonra, o görüşünden döndü ve şöyle buyurdu: "Siyaha boyanan, kırmızıya boyanandan daha sarfiyatlıdır."

"Bu, siyaha boyandığı zaman, kıymetinin artması halinde böyledir." denilmiştir.

Kıymeti artınca da bütün alimlere göre, vahib hibesinden rücû' edemez. (= dönüş yapamaz.) Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Fazlalık (=  artım) bağışlanan şeyin (=  mevhûbün) nefsinde olmalıdır. Değeri, güzelliği, dikimi boyası ve benzerleri gibi...

Eğer artış, narhda (piyasanın artmasında) olursa, bu durumda vahibin dönüş hakkı vardır.

Keza, hibe edilen şeyin kıymeti artmaksızın, kendi nefsinde bir artım olursa, (bir yerden başka bir yere nakletmekle değeri taşıma ücre­tinden dolayı artar ve bu masraf gerekli olursa, Müntekâ'da: "İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Mııhammed (R.Â.)'e göre rücû'a ( = dönüşe) son verilir.'' .denilmiştir.

Kâfir bir köle hibe edilmiş ve o mevhûbün lehin elinde müslüman olmuşsa veya kam helâl bir köle hibe edilmiş de, o mevhûbün lehin yanında iken cinayetin velisi tarafından affedilmişse, bu durumlarda da hibeden rücû' edilemez.

Şayet hata yolu ile bir cinayet işlenmiş olur ve mevhûbün leh, mevhûbü, —bu cinayetten dolayı— fidye olarak vermiş bulunursa, bu hal,   hibeden  rücûa  mani  olmaz.   Mevhûbün  leh,   bu  fidyeyi  geri isteyemez. Tebyîn'de de böyledir.

Eğer vâhib, mevhûbün leh, o köleyi fidye olarak vermeden önce dönerse, bu durumda cinayet köleye aittir. Bağış yapan şahıs, o köleyi veya fidyesini verir, Mebsût'ta da böyledir.

Şayet,  hibe edilen kölenin eli  kesilir ve bu köle kendisine bağışlanmış olan şahıs, onun diyetini alırsa, bağış yapan şahıs ona mü­racaat edip köleyi geri alabilirse de, fidyeyi alamaz. Mebsût'ta da böyledir.

Kendisine bir köle bağışlanan şahıs, bu köleye Kur'an okumayı veya yazı yazmayı öğretir veya bir san'at belletirse, bunlar vahibin dönüş yapmasına mani değildir. Bu, bizzat aynda bir artış değildir. Bu artış, piyasadaki artış gibi bir artıştır. Tebyîn'de de böyledir.

Eğer artış, bağış yapılan şeyin cinsinden değil de, ayrı bir şeyse o da dönüş yapmaya mani değildir, ister o artış doğum yoluyla olsun ister süt, ister meyve gibi doğumun dışında bir artış yoluyla olsun isterse fidye, mehir kazanç, mahsul gibi bir şey olsun farketmez.

Mevhûbün (= bağışlanan şeyin) noksanlaşması da dönüşe mani olmaz.

Kendisine bağış yapılan zat da o noksanlığı tazmin etmez. ( = ödemez.) Bedâi'de de böyledir.
8) Hibeden rücûa mani olan hallerden biri de ivaz O hibe edilen şeye bir karşılık, bir bedel vermek) dir.
9) Hibeden rücûa mani olan hallerden biri de, mevhûbün tegayyü-rüdür. (= değişmesi, başkalaşması) Meselâ: Buğday iken öğütülüp un yapılması veya ufaltılıp bulgur yapılması gibi...  Veya unu ekmek yapmak yahut kavurup yağa katmak veya sütü peynir yapmak yahut yağım çıkarmak gibi... Tatarhâniyye'de de böyledir.
10)  Hibeden rücûa mani olan hallerden biri de zevciyettir. ( = evlenmektir.)

Koca ve kandan birisi müslüman, diğeri kafir olsa bile —bu karı-kocadan birisi, diğerine bir şey bağışlarsa, aralarında nikah kopsa dahi, bağıştan dönüş yapılmaz.

Bir adam, yabancı bir kadına bir şey bağışladıktan sonra, onu nikahlasa veya bir kadın yabancı bir erkeğe bir hibede bulunduktan sonra, o erkekle evlense bu durumda bağış yapan, bağışından dönebilir. Çünkü, nikah bağıştan sonra yapılmıştır ve rücûa mani değildir. Fetâ­vâyi Kâdîhân'da da böyledir.
11) Nesep yönünden olan karabet-i mahremiyye de, sahih hibeden rücûa mani hallerden biridir.

Bu şekilde akraba olan, ister müslüman, isterse kâfir olsun müsa­vidir. Şemnî'de de böyledir.

Akraba olan mahreme yapılan bağıştan dönülmez.

Babalar, analar... her ne kadar yukarı giderse gitsin; evlâdda her ne kadar aşağıya giderse gitsin... böyledir. Oğlanların çocukları ile kızların çocukları müsavidir.

Kardeşler, kız kardeşler, amcalar, ameler.. —akrabalık sebebiyle değil de, mahremiyet sebebiyle olanlar— bağıştan dönmeye manidirler.

Emişme yönünden meydana gelen mahremiyyet hibeden ( = bağıştan)  dönmeye  mani  değildir.   Süt  babaları,   süt  anaları,   süt kardeşleri süt kız kardeşleri gibi.,.

Keza musaharat sebebiyle meydana gelen mahremiyet de hibeden rücûa ( = bağıştan dönmeye) mani değildir.

Bir kimsenin kayınvalidesi, aldığı hanımın önceki kocasından olan kızı ve oğullarının kanlan gibi... Hızânetü'I-Müftîn'de de böyledir.

İmâm şöyle buyurmuştur: Güvenceli olarak bize gelen bir harbî­nin bizim yanımızda nıüslüman olmuş bir kardeşi bulunur ve bunlar birbirlerine bağış yaparlar ve birbirlerinin bağışını kabul ederlerse, bu durumda, bu kardeşler hibeden (= bağıştan) dönüş yapamazlar.

Şayet, kendine bağış yapılan kardeş, bu bağışı kabul etmez ve dar-i habe dönerse, bu durumda hibe (= bağış) geçersiz olur.

Şayet harbî olan kardeş, nıüslüman kardeşine bağışı kabul etmesini söyleyerek, kendi dar-i harbe gider; kardeşi de yapılan bu bağışı kabul ederse, bu hibe istihsanen caiz olur. Kıyasta ise, bu hibe caiz olmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Vekil olan bir kimse, kardeşine bağış yapsa, bu bağıştan dönemez. Çünkü mülk, akidle kardeşi için vaki olmuştur.

Fakat, kardeşinin kölesine bağış yapsa, bu caiz olmaz. Şayet vekil, köleyi müvekkiline geri verir ve o da, onu kabul ederse, bu sahih olur. Gınye'de de böyledir.

Bir adam, bir köleyi kardeşine hibe eder, bir yabancı da onu kabul edip, teslim alırsa, bu yabancının, kendi hissesi için ona müracaat hakkı vardır. Burada kül (= bütün) sebebiyle ba'z'a (= parçaya, cüz'e) itibar ediljr. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, evini birine bağışladığında, mevhûbün leh oraya farsca adı (kâşane) olan bir ziyafet evi veya ekmek pişirmek için bir fırın yapsa, bu durumlarda bağış, yapan şahıs geri dönebilir.

Keza, mevhûbün leh, oraya hayvana yem yeri yapsa, bu durumda da bağış yapan şahıs, bu hibesinden dönebilir. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerine bir hamam bağışladığında, mevhûbün leh oraya bir mesken yapar veya bir ev bağışladığında, oraya bir gusülhane yaparsa, bağış yapılan bina, kendi hali üzere duruyor olması ve ona bir ilave yapılmamış bulunması halinde bağış yapan şahıs, dönüş, yapabilir.

Şayet, mevhûbün leh, oraya bir bina ilave eylemiş veya ona bir kapu takmış yahut onu kireçle badana edip sıvamış ve ona İslah eylemişse veya çamurlar sıvamışsa, bu durumlarda ondan dönüş yapamaz. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet, kendisine bağış yapılan şahıs, bu binayı yıkmış ise, bağış yapan şahıs, onun yerine müracaat eder.

Şayet yerinde, bir kısmı zayi olmuşsa, bu durumda vahib geride kalanı alabilir. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bağış yapılan bina yıkılırsa, onun yerine müracaat edilir.

Bir adam, diğerine bir bina hibe ettiğinde, mevhûbün leh, bu binayı kireçle veya çamurla sıvarsa veya altın yaldızla süslese veyahut içine gusülhane yapsa veya hibe edilen arsanın bir köşesine bir bina yapsa, bize göre dönüş yapamaz.

Zuhruf ( = yalancı süs, sahte zinet, gösteriş, yaldız) da tehzip sayılır. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir adama, bir bina bağışlandığında, bu şahıs başka bir bina daha yapar ve önceki binanın bazı kısımlarını da hali üzerine terk ederse, onlardan hiç birisi için dönüş yapılamaz. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, diğerine boş bir yer bağışladığında, mevhûbün leh o yerin bir kısmını eker veya hurma ağacı diker yahut üzerine bina yapar veya sağmdan-solundan ilaveler yaparak onu fazlalaştırırsa, bu durum­larda, bu hibeden rücû edilemez.

Fakat, mevhûbün leh, hibe edilen şeyi fazlalaş,tirmaz da noksanlaştınrsa, bu hal dönüşe mani olmaz.

Ancak o yere küçük bir dükkan yapar ve o bir fazlalık sayılmazsa, bu dükkana itibar edilmez. Yani eğer yer büyükse, bu fazlalıklar fazlalık 'sayılmaz.

Ancak, bu fazlalıklar küçük parçalarda, fazlalık sayılır.

Bu durumda da, bu fazlalığın dışında olan şeye rücû' edilir. Kâfî'de de böyledir.

Şayet, sonradan yapılan fazla bina yıkılmış olursa, bu durumda rücû ( = dönüş) hakkı tekrar doğar. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir  kimse,  taksim  olunmamış  bir yerin yarısını  satsa,  geri kalanından dönebilir. Ancak, geri kalan yarıdan bir şey satmamışsa, sattığı yarısından dönebilir. Çünkü onun tamamından dönme hakkı vardır. Böyle olunca da yarısından dönmesi hakka daha evla olur. Cev-heretü'n-Neyyire'de de böyledir.

Bağış yapılan şey bir bina olur ve o da yıkılırsa; bağış yapan şahıs, bu binanın yerine dönüş yapabilir. Mebsût'ta da böyledir.

Bağış yapılan yer bir bina olur ve o da yıkılırsa; geri de kalan kısma dönüş yapılabilir.

Keza, bağışın bir kısmı zayi olsa, zayi olan kısımdan rücu hakkı düşer; geride kalan kısma rücu haki baki kalır. Gayetü'l-Beyân'da da böyledir.

Bir adam, bağış yaptığı evin bir kısmına dönüş yapmak istese» geri kalan kısımdaki hibe hakkı kalmaz. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, bir köleyi tedavi eder veya yarasını sarar ve bu köle iyi olursa; yahut kör veya sağır olan bir köle, dinler ve duyar veya görürse, rücû' hakkı batıl olur. Hulâsa'da da böyledir.

Köle, mevhûbün lehin yanında hasta olur o da, bu köleyi tedavi ederse, rücû'dan kaçınabilir. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Bir adam, müdebber kölesini hibe eder, mevhûbün leh de, onu azad ederse, bu durumda rücû' hakkı ortadan kalkar.

Eğer bu köle mükâtebe olur ve kitabet borcunu ödemeye de gücü yetmezse, sahibi ona rücu edebilir.

Eğer bu köle, mevhûbün lehin mülkiyetinden kurtulmuş; sonra da ona geri dönmüşse, -fesih sebebiyle— vahib (= hibe eden şahıs) ona rücû edebilir.

Şayet bu köle, mevhûbün lehe karşı, bir cinayet, (= suç) işlerse, bağışlayan köleyi geri alır ve bu cinayet de geçersiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, çocuk yaştaki bir köleyi hibe ettiğinde, bu çocuk genç; bilahare de yaşlı olduktan sonra sahibi hibesinden dönmek ister; bu durumda da   onun kıymeti bağış yaptığı zamandan daha az olursa, sahibi hibeden dönüş yapamaz.  Çünkü onun bir  müddet kıymeti artmıştır. Bu durumda dönme hakkı sakıt olur. Siracü*l-Vehhâc'da da böyledir.

Bir kimse zayıf veya çirkin bir malı hibe ettikten sonra, o mal tavlanır   veya   güzelleşirse,    hibe   eden   şahıs   ona   dönüş   yapamaz. Hızânetü'I-Müftîn'de de böyledir.

Bir kimse, uzun bir şeyi hibe ettiğinde, bu şey daha uzar ve bu uzama, onun değerini düşürür veya artmrsa, bu durumlarda bağışiayan şahıs    muhayyerdir.    İsterse    döner,    isterse    dönmez.    Serahsî'nin Muhiyti'nde de böyledir.

Bir adam, satın alıp, teslim de aldığı bir köleyi sonradan, bir adama bağışlar; daha sonra da hakimin hükmü olmadan, bu hibeden rücû ederse, bu durumda hakimin hükmüyle dönüş yapmış gibi olur. Sonra da, bu kölede bir kusur bulursa, bu şahıs, onu satıcısına geri verebilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, borçlu olan kölesini, onun alacaklısına hibe ederse, bu durumda o kölenin borcu batıl (= geçersiz) olur.

Keza, bir kölenin, kasden işlemiş olduğu cinayeti olur ve sahibi onu, cinayet işlenilen şahsın yakınlarına hibe ederse, bu durumda da cinayet batıl olur.

İstihsanen, bağış yapan bu zat, bağışına dönebilir. Hibe ettiği şeye rücû edince de borcuna ve cinayetine dönemez.

Bu, İmâm Muhammed (R.A.)'e göre böyledir. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'dan gelen rivayetde budur.

Kıyasda ise, hibeye dönüş yoktur.

Bu da, İmâm Ebû Hanıfe (R.A.)'nin Hasan (bin Ziyad)'ın mualla isimli kitabından rivayet ettiği kavlidir.

Muallâ isimli kitapta şöyle zikredilmiştir:

Hişam'm rivayet ettiğine göre, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuşlardır:

İstihsanda hibeden dönüş sahihdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Ziyâdât'da şöyle zikredilmiştir:

Bir sabinin, bir memlûk üzerinde alacağı olduğunda bu memlûkün vasisi, bu sabiye bağış yapar; sonra da bu hibeden rücû etmeyi irade edere İmâm Muhammed (R.A.)'den rivayet edildiğine göre o: "Bu vasinin, rücûahakkı yoktur." demiştir.

Zahirü'r-rivaye'de-ise, bu vasi, hibesinden dönebilir. Hulasa'da da böyledir.

Bir adam, bir köleyi, iki kimseye hibe ettiğinde, o şahıslardan birisine ait olah hisseden dönebilir.

Keza, hissenin birisini hibe edip, diğerini de sadaka edebilir. Bu durumda da bağış yaptığı hisseden dönebilir. Mebsût'ta da böyledir.

İki şahıs, ortak oldukları bir köleyi bir adama hibe ederler, sonra da bu şahıslardan birisi, hissesini geri almak isterse, —diğeri gaip olsa bile— rücû edenin, hissesini geri alma hakkı vardır. Fetâvâyi Kâdîhân' da da böyledir.

Bir adam, diğerine bir cariye bağışladığında mevhûbün leh bu cariyeye okuma veya yazma öğretse; bu durumda bağış yapan zat, ondan dönüş yapamaz.

Muhtar olan da budur. Müzmerât'ta da böyledir.

Bir adam, diğerine dar-i harbde bir cariye bağışlar; mevhûbün leh de bu cariyeyi dar-i harbden çıkarıp, dar-i İslam'a getirirse, bu durumda bağış yapan zat, ona müracaat edemez. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Şayet  bağış  yapılan  cariye, bir çocuk doğurursa,  o  Çocuk bağışlayan zatın olur. Hali hazırda anasına müracaat ederek, çocuğu alır.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.): "Çocuk ondan müstağni olana kadar, müracaat edemez. Sonra da —çocuğa değil— anasına müracaat eder." buyurmuştur. Zahîriyye'de de böyledir.

Bişr şöyle demiştir:

Müracaatta mahkeme olurlar; sonra da sağir (= küçük çocuk) bulûğa erişirse, hakim anası hakkındaki müracaatı reddeder. Havî'de de böyledir.

Şayet bağışlanan şeyin bedeninde hayırlı bir artım olur; sonra da bu fazlalık zayi olursa, bu durumda bağışlayan, bu hibesinden rücû edebilir. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir kimse, bir cariyeyi hibe ettiğj zaman —onun çocuğu hakkında değil— ancak, hibe ettiği bu cariye hakkında rücû edebilir.

Bütün canlılar, meyveler ve diğerleri de böyledir. Yenâbi'de de böyledir.

Bir kimse, bağışladığı hamile cariyeden, rücû etmek istediğinde, eğer hayır fazla olursa, ondan dönüş yapamaz. Şayet şer fazla olursa, dönüş yapabilir.

Cariyeler bu hususta muhtelifdirler. Bazıları hamile olunca semizleşir; güzelleşir. Bu güzelleşme, zatında bir güzellik olursa, dönüş yapmaya mani olur.

Bazıları da, hamile olunca, rengi sararır; bacakları incelir ve böylece, zatında noksanlık vaki olur. Bu durumda ise, bağış yapan şahıs, dönüş yapamaz. Mebsût'ta da böyledir.

Bir  adam,  bir  cariyeyi hibe ettiğinde,  bu cariye genç  iken yaşlanırsa, vahib dönüş yapamaz.

Bütün canlılar da böyledir. Serahsî'nin Muhıyü'nde de böyledir.

Bir adam, hamile bir cariyeyi veya hayvanı hibe edip, bu hibe­sinden de, o doğum yapmadan rücû ederse, şayet, dönüş yapma süresi uzamış ve hamide artış olmuşsa, bu durumda dönüş caiz olur; değilse caiz olmaz.

Bir kimse, bir yumurtayı hibe etmiş ve bu yumurta civciv olmuşsa, bu durumda, dönüş yapamaz. Cevheretü'n-Neyyire'de de böyledir.

Bir adam, cariyesini, onun kocasına hibe ederse, bu bağış batıl (= geçersiz) olur.

Bu şahıs hibesinden dönerse, dönüş sahih olur. Alacağa ve cinayete dönülmediği gibi" nikaha da dönülmez. Hızânetü'I-Müfiîn'de de böyledir.

Bir adam, nikahlı cariyesini karısına bağışlasa, nikah fesada gider. Sonradan, bağışlayan şahıs, nikaha avdet edebilir.

Sadru'ş-Şehîd Iâfiyyât kitabında şöyle demiştir:

İmâm Muhammet! (R.A.) şöyle buyurmuştur; Bir çok yerde, bağıştan dönen hibeci, önceki mülküne dönmüş olur. Bundan Murad, önceki mülküne dönüştür; sonrakine değildir. Görmüyormusun ki, bir adam zekat malını, sene geçmeden bir başkasına bağışlayıp ona teslim etse, bilahare de sene geçtikten sonra, hibesinden dönse, geçen zaman için, bağış yapan şahsa zekât vermek gerekmez. Önceki mülkü, geçmiş zaman için verilenin mülkü olmaz.

Keza, bir adam diğerine bir ev bağışlayıp onu da bağışladığı zata teslim etse ve sonra da onun yanındaki evini satsa bilahare de bağış yapan şahıs, rücû etse, bu durumda bağış yapan şahıs şüf'a hakkı alamaz. Şayet önceki mülküne rücû ederse, sanki o ev, önceki mülkü gibi olur ve ondan şuf a almış gibi sayılır. Zemyre'de de böyledir.

Bir adam, cariyesini birine bağışladığında mevhûbün leh'ona cima eylese, bazı alimler: "Bağış yapan şahıs —o hamile olmadan önce— ona müracaat edebilir." demişlerdir. Cevheretü'n-Neyyire'de de böyledir.

Bir adam, başka birisinin kölesi olan kardeşine bir bağışta bulunsa bu şahıs, o bağıştan dönebilir.

Kardeşinin kölesine bağış yapan şahıs da,  İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre bağıştan dönebilir.

İmâmeyn'e göre ise, şayet her ikisi de zî rahim iseler, dönemez, Fakıyh Ebû  Ca'fer  Hindüvânî:  'Bütün  alimlere  göre  dönüş yapamaz. " demiştir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

"Bu şahindir." denilmiştir. FetâvâyiKâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, mükâtebine hibede bulunur ve bu mukâtebei zi rahim ve mahrem olursa, kitabet bedelini ödemesi halind azad olmuş olur.

Vahib, bu hibesinden dönüş yapamaz. Eğer, bu mükâtep, kitabet bedelini ödemeden aciz ise, İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, rücû edemez.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre rücu edebilir.

Şayet mükateb yabancı olur ve onun efendisi, bağış yapan şahsın akrabası bulunursa, mükâtebi ıtk eden (= azad eden) şahıs, eğer o aciz ise, rûcü edebilir.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre de böyledir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Şayet köle, ticaretten men edilmiş biri olur ve kendisi de: "Ben ticaretten men edilmişim." "der; bağış yapan şahıs ise: "Sen, izinlisin. Efendin gelmeden önce, ben bağıştan dönebilirim. derse, bu durumda —yeminle birlikte— bağış yapan şahsın sözü geçerli olur.

Alimler: "Bu istihsandır. Kıyasa göre ise, kölenin sözü geçerlidir." buyurmuşlardır.

Şayet köle, mahcur olduğuna dair beyyine getirir, mevhûb da aksine yemin ederse, bu durumda kölenin beyyinesi kabul edilmez.

Bunların tamamı, efendisi huzurda bulunmadığı ve kölenin hazır olduğu zaman böyledir.

Eğer efendi hazır olur da, köle hazır olmaz ve bağışlayıcı da, hibeden rücû etmek isterse, bağışlanan şeyin kölenin elinde bulunmakta olması halinde, efendi dava edemez. Eğer bağış, efendinin elinde ise, o takdirde, dava edebilir.

Şayet efendisi: "Filan kölem, bu cariyeyi bana emanet bıraktı. Ben, bunu, onun, sana bağışlayıp bağışlamadığını bilmiyorum.” der; davacı da "bağış yapıldığını" beyyinelerse, bu durumda efendi dava eder.

Eğer hakim, cariyeyi bağışlayıcıya hükmeder ve o da bu cariyeyi teslim alır; cariyenin vücudu (kıymeti) de bağışlayıcının yanında artar ve sonra da kendisine bağış, yapılan şahıs gelir ve onun köle olduğunu inkar ederse; onun sözü geçerli olur. Onun, bu cariyeyi alma hakkı vardır. Bu durumda bağış yapan-şahıs, bağışından rücû edemez.

Şayet, bu cariye, mevhûbün lehin yanında ölürse, bu durumda vahib (= bağış yapan şahıs) muhayyerdir. İsterse, bağış yapana cariyenin kıymetini ödetir; isterse, emanet bırakılan şahsa ödetir.

Şayet, mevhûbün leh Öderse, kendisine emanet bırakılmış olan şahsa müracaat edemez.

Eğer, kendisine emanet edilen şahsa ödetirse, o da aynı şekilde bağış yapan şahsa ödetemez.

Kitabda emanet bırakılan şahsın ödeyeceği yazılmışsa da tmâm Kerhî: "Bunlar, İmâm Muhammed (R.A.)'in görüşüdür. Fakat, tmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre tazminat yoktur." demiştir.

Eğer: "Ben, senin, "benim, sana emanet etmiş olduğum şeyi bağış yaptığını biliyorum. Ancak, onu, sen sonra bağışladın." der; iddiacı da —beyyinesi ile—: "O filan gaibdir." derse, bu beyyinesi —eğer köle hayatta ise— kabul edilmez.

Şayet bağış yapan şahıs: "Benim beyyinem yok." der ve yemin talebinde bulunur; hazırda olmayan da, —köle değil— hür ise, bu durumda hakim, onun yemin etmesini ister. Eğer yemin ederse, husu­metten kurtulur. Şayet yeminden kaçınırsa, dava gerekir.

Eğer iddiacı şahıs, efendinin ikrarda bulunduğunu isbat ederse, hakim hükmünü verir ve dönüş yaptırır.

Şayet iddiacı şahıs, gaip olan şahsın, o zatın kölesi olduğunu isbat eder ve: "O öldü." derse; beyyinesi yine kabul edilir.

Keza, iddiacı, "onu, bir başkasının, bin dirheme sattığım" isbat eder ve ondan da bin dirhemi teslim aldığını söylerse, beyyinesi. kabul edilmez. Şayet iddiacı, cariye yanında bulunan şahsın ikrarını isbat eder ve: "onu, filan gaibe sattı." der; diğeri de beyyine ibraz edemezse, hakim bu iddiayı da kabul etmez ve cariye elinde olan muhaseme olunmaz. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, diğerine bez hibe ettiğinde, mevhûbün leh, o bezi yıkatırsa, bu durumda hibe yapan şahıs, hibesinden dönemez. Zira, o bezin kıymetinde artış olmuştur. Kendisi, (bağışlayan şahıs) yıkamış olsaydı, dönüş yapabilirdi. Serahsî'nin Muhıyü'nde de böyledir.

Şayet bağış alan şahıs, aldığı bağışı öldürürse, bu durumda bağıştan dönme hakkı —her ne kadar, onun kıymeti artmış olsa bile— olmaz. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir adam, kendisine bağışlanan bir Kur'an'a hareke koysa, bu durumda,   bağış   yapan   kimse,   bu   hibesinden   dönüş   yapamaz. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir adam, diğerine demir hibe ettiğinde, mevhûbün leh ondan bir kılıç yapar; veya ip hediye ettiğinde, diğeri onu dokursa, bu durumda da, bağış yapan, hibesinden dönüş yapamaz.

Bir adam, diğerine bir halka hediye ettiğinde, bunu alan şahıs,onun üzerine bir kaş ilave eder ve zarar vermeksizin, bu kaşın, o hal­kadan  ayrılması  mümkün  olmazsa, bu durumda  hibe  eden,   bu bağışından dönemez. Eğer, bunlar zararsız olarak, birbirinden ayrılabi-lirse, vahib bağışından dönebilir.

Bir adama, bir yaprak kağıt hediye edildiğinde, kağıt kendisine hediye edilen şahıs, onun üzerine bir sûre veya bazı ayetler yazsa, bu durumda bağış yapan şahıs, bağışından dönebilir. Çünkü, kağıdın bede­linden bir artış yapılmış olmaz.

Eğer, mevhûbün leh onu mushaf yaparsa, bağış yapan şahıs, bu durumda dönüş yapamaz. Zira mushaf yazmak, onun değerini artırır.

Eğer defterler bağışlanmış olur, sonra da üzerine fıkhı meseleler veya hadis yahut şiir yazılırsa, bunların, o defterin bedelini artırmış olmaları halinde, vahib, bu bağışından dönemez.

Eğer yazı, defterlerin maddi değerini eksiltmişse, bu durumda vahib, bağıştan rücû edebilir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Kendisine bir ayna bağış yapılan şahıs, onu cilalasa bile, bağış yapan şahıs bu bağışından dönebilir. Gmye'de de böyledir.

Bir kimse, kendisine hibe edilen bıçağı keskinleştirse, bu durumda bağış yapan şahıs ona dönüş yapamaz. (Yani onu geri alamaz) Muhıyt'te de böyledir.

Bir adama bir kılıç hibe edildiğinde, bu şahıs onu bıçak veya kırarak ondan başka bir kılıç yaptırırsa, bu durumda vahib, hibesinden rücû edemez. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerine bir dolap bağışladığında, bu bağışı alan şahıs, onu kırıp odun yapar; veya tuğla bağışladığında, onu toprak yaparsa, bu durumlarda vahib, hibesinden geri dönebilir.

Şayet, bir kimse toprak bağışlar da,, mevhûbün leh onu kerpiç yaparsa, o zaman, vahib bağıştan geri dönemez. Zahîriyye'de de böyledir.

Kendisine toprak bağışlanan bir kimse, onu çamur yaparsa, bu durumda bağış yapan kimse geri dönemez. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Kendisine kavut (= kavrulmuş un) bağışlanan bir kimse, onu suya katsa bile, bağış yapan şahıs, bu bağışından     dönebilir. Cevheretü'n-Neyyire'de de böyledir.

Bir adam, diğerine, kaynattığı üzüm suyunun üçte ikisi gittikten sonra, bir o kadar daha su koyarak kaynatarak yine üçte ikisi gidip, üçte birisi kaldıktan sonra bağışlar; diğeride onu sirke yaparsa, bu durumda bağış yapan şahıs, bağışından dönemez.

Bir adam, diğerine bir koyun veya bir deve, bir sığır bağışladığı zaman, mevhûbün lehin onu kurban veya hac kurbanı, ceza kurbanı, nezir kurbanı yapması icab etse veya deve yahut sığırı kılâdeleyip nafile olarak kurban etmek istese, bu durumlarda, bağış yapan zatın, —zahirü'r-rivayede— bu bağıştan dönüş hakkı vardır. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre bu durumlarda vahib, hibesinden rücû' edemez. Serahsî'nin Mnhıyti'nde de böyledir.

Bir adama, bir koyun bağışlandığında, bu şahıs, onu boğazlarsa, bağış yapan ona müracaat edebilir.

Bunda ihtilaf yoktur.

Şayet mevhûbün leh, o koyunu kurban keser veya hac'da hedy ederse (= Hac kurbanı keserse) o takdirde bağış yapan şahıs, hibesinden dönemez.

Bu, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un görüşüdür.

İmâm Muhammed (R.A.) ise: "Bu şahsın kurbanları caiz olur. Bağış yapan ise, bu bağışından dönüp, o koyunun etini alabilir." buyurmuştur.

Bu konuda, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'den bir nas yoktur. Alimler, bu hususta ihtilaf - eylediler ve bir kısmı: Onun kavli de İmâm Muhammed (R.A.)'in kavli gibidir." dedi.

Sahih olanı da budur. Muhiyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerine bir dirhem bağış yaptıktan sonra, mevhûbün lehden ödünç ister; o da verirse, bağış yapan zat, bu durumda hibesinden dönemez. Hızânetü'I-Müftîn'de de böyledir.

Bir adam, diğerine bir dirhem hibe edip, hibe edilen zat da onu teslim alarak onu Allah için tasadduk ettikten sonra, ve tasadduk edilen bu dirhem teslim edilmeden önce hibe eden şahıs, bu hibesinden dönmek isterse, bunu yapabilir. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, diğer bir kimsede bulunan alacağını bağışlarsa, ona bağışladığı şeyi asla geri isteyemez.

Bir adam, hurma ağacının meyvesini (hurmasını) hibe edip, muhatabına "onu teslim almasını" söyler diğeri de onu teslim alırsa, bu durumda hibe eden şahsın dönüş hakkı vardır. Siraciyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerine bir ağaç bağışlayıp, onu kesmesine de izin verir; ağaç kendisine bağışlanan adam da bu ağacı keser ve kestiği ağacı da tasadduk ederse, bu durumda önceki bağış yapan şahıs, bağışından dönebilir.

Bağış yapan zat, bu ağacı kökü ile birlikte bağışlar;mevhûbün leh-de, o ağacı k"eserse; bağış yapan şahıs, o ağacın yerine dönüş yapabilir. (Yani, onun yerini geri alabilir.)

Sahih olan da budur.

Bağışı alan şahıs, bu ağacı kapı yaparsa, bu durumda, bağış yapan şahıs, hibesinden geri dönemez.

Ağacı olan şahıs, onu. odun yapmış olsaydı, hibe eden kimse, bağışından dönebilirdi. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, kölesini başka bir adama bağışladıktan sonra, mevhû-bün leh, bu köleyi bir başkasına hibe eder ve onu ikinci defa bağışlanan bu zat teslim alırsa, bu durumda, ilk bağış yapan şahıs, hibesinden dönemez.

Fakat, son hibe eden şahıs, isterse hibesinden dönebilir. Bu durumda ise, ilk bağışlayan şahıs, hibesinden dönebilir. Zehıyre'de de böyledir.

Kendisine hibe edilen şeyi hibe eden ikinci şahıs, hibe yolu ile veya sadaka, miras, vasıyyet, satın alış yahut bunlara benzer bir yolla bir şey ulaştığı zaman, ilk vâhib, yaptığı bağıştan rücû edemez. Muhıyt'te de böyledir.

Bağışlanan şeyi, mevhûbün leh sattığında, müşteri, onu bir kusu­rundan   dolayı  geri   verse;   önce   bağış   yapan   şahıs,   bu  durumda bağışından dönemez. Mecmu'l-Bahreyn'de de böyledir.

Sağnâkî'de şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, gasbeylediği veya sattığı, tasadduk ettiği, icare verdiği, rehin verdiği, emanet verdiği veya ariyet bıraktığı bir şeyi, başka birine hibe eder ve mevhûbün leh onu helak ederse, o şeyin kıymetini tazmin eder.

Bu durumlarda kendisine bağış yapılan ve sadaka edilmiş bulunulan şahsa rücû edilemez. Gasbeden şahsa müracaat edilir, tcarcıya emanet bırakılana, ariyet konulana da müracaat edilir. Müşteri de bedeline mü­racaat eder. Hırsız, kendisinden zoraki alan kimseye müracaat edemez. Gasbeden şahıs da, kendisinden gasbeden şahsa başvuramaz. Tatarhâ-niyye'de de böyledir.

Hakimin hükmüyle hibeden dönülebileceğinde hiç bir ihtilaf yoktur. Hakim, hibe işlemini feshedebilir. Karşılıklı rıza ile bağıştan dönülüp dönülemiyeceği hususunda ihtilaf vardır. Alimler: "Taksimi muhtemel  olan,   müşanın  bağışından  dönüş,   —siya'   ile  birlikte— sahihdir. Siya' ile birlikte sahih olmaz.'' buyurmuşlardır.

Hibenin sıhhati, teslim alınmasına bağlı değildir.

Şayet hibe önce ise, sıhhati hususunda teslim alınması beklenir.

Keza, bir adam, bir insana bir şey hibe ettiğinde, mevhûbün leh o şeyi, bir başkasına hibe eder ve sonra bu ikinci bağış yapan şahıs, yaptığı bağıştan geri dönerse, bu durumda ilk vahib (=. hibe yapan şahıs) da bağışından dönebilir.

Şayet ikinci hibeci, bağıştan dönmezse birinci de dönemez.

İbnü Semâa, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

—Hâkimin hükmü bulunmasa bile— mevhûbün lehin (= kendisine bağışta bulunulan şahsın), hibeyi (= bağışlanan şeyi) tasarruf etmesi caizdir.

Ancak hakim, hibe işleminin bozulmasına hükmetmişse, bu durumda mevhûbün leh, hibede tasarrufta bulunamaz.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Muhammed (R.A.)'e göre böyledir. Muhiyt'te de böyledir.

Hakim hükmü vermeden, bağış yapan da bağışını geri almadan önce mevhûbün leh ölürse, bağış yapan şahıs, bu hibeyi ödetemez.

Ancak hüküm verildikten sonra, mevhûbün leh, hibeyi (geri) vermez ve buna mani olur, vahib ise ister, ancak hibe dönüşten sonra geri verilmezse, o müstesnadır.

Şayet mevhûbün leh, o bağışı, tekrar vahibe (— hibe eden şahsa) hibe eder; vahib de onu kabul edip alırsa, bu, onun veya hakimin red­detmesi gibidir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir maniden dolayı, hakim bağıştan dönmeyi yasaklar; sonra da o mani ortadan kalkarsa, bağış yapan şahıs, yaptığı bu bağıştan dönebilir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir fakire bir şey bağışladığında, ondan dönülmez. Bazı alimler: "Bu hüküm, verilen şeyin sadaka niyetiyle verilmiş olması halinde böyledir." demişlerdir. Sirâciyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerine bir şey bağışladıktan sonra, mevhûbün lehe: "Bağıştan dönüş hakkımı iskât ettim." dese, bu durumda bile, bu hakkı sakıt olmaz. Cevâhirü'I-Ahlâtî'de de böyledir.

Bağışı verenle, bağışı alan, bağıştan dönüş hakkının kalkması üzere, bir şey karşılığında anlaşma yapsalar, bu anlaşma sahih olur ve dönüş hakkı ortadan kalkar. Cevâhiru'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Bir adam, mescide bir ip bıraktığında veya bir kandil astığında, ondan dönüş hakkı vardır. Ancak bu şahıs, kandili ip ile bağlarsa, o zaman dönüş yapamaz. Siraciyye'de de böyledir.

Bağışlanan kimsenin, müslüman veya kafir olması, bağıştan dönme hususunda müsavidir. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, küçük çocuğunun annesine beş dinar vererek: "Bununla, bu çocuğa çeyiz yap." der; sonra da bu baba bağışından dönmek isteyerek, bu dinarları geri alsa, bunda hakkı yoktur.

Bazı alimler ise: "Hakkı vardır. Bu durumda: "ona çeyiz satın al demek suretiyle, onu vekil tayin etmiş olur. demişlerdir. Ebû'l-Feth'in Fetvâları'nda da böyledir.
En doğrusunu bilen Allahu Teâlâ'dır. [21]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..