Daha Öncekilerin İhmal Ettikleri Bahisler
Şâtıbî, usûl ilminin ihmâl edilen bu kısmını ortaya koymak, hikmet-i teşrî ilmine vücût vermek, onun kaidelerini ortaya koymak, şâri'in şeriatı koymada gözettiği maksatları da içine alan küllî esaslar ortaya koymakla yetinmedi. Bilakis, kitâb (kur'ân)bahisleriyle ilgili ayrıntılara en geniş şekilde daldı ve yaptığı istikralarla şeriatın ruhu ile çok güçlü bağlantısı olan, usûl ilmine köklü bir yakınlığı bulunan çok değerli inciler çıkarmaya muvaffak oldu. Kitabının başına içlerinde beş fasıl da bulunan on üç mukaddime koydu; bunları usûl ilmine giriş için bir esas, onun konularını tesbit ve diğerlerinden ayırmak için birer kıstas kabul etti. Sonra teklîfî ve vaz'î hükümlere geçti ve onlardan daha önce ele alınmadıkları bir şekilde bahsetti. Özellikle mübâh, sebep, şart, azîmetve ruhsat bahislerine ayrı bir yer verdi. Kitabının dörtte birisini bu konulara ayırması onlara verdiği önemi belirtmesi bakımından yeterlidir. Bütün bunlarda onun ilminin derinliğini, dîne olan vukufunu görmek mümkündür. Deliller bahsinde teşri konusunda çok önemli yeri bulunan kaideleri böyle bir vukufla tertip etmiş ve söz konusu kaidelerin "hükümler" bahsinde ortaya koyduğu esaslar üzerine bina edilmiş olduğunu açıklamıştır. Böylece kitap birbiriyle bağlantılı tam bir bütünlük arzetmiştir.
Sonra, gerek kitâb ve sünnet arasında müşterek ve gerekse ikisinden sadece birisine ait olan müteşâbihlik, nesih, emir, nehiy, hâs, âmin, mücmel, mübeyyen... Gibi konuları açıklaması, hikmetli sonuçlara ulaşması ve belirme noktalarını gösterdiği usûlün özünü teşkil eden hususları ortaya koyması pek o kadar kolay olmamıştır. O Allah'ın kendisine açtığı bu inceliklere, ancak yıllar yılı kur'ân'la gece gündüz hemhal olması, nazarî ve amelî planda onu kendisine rehber [sı edinmesi ve buna ek olarak hadis kitaplarım ihata etmiş olması, daha önce gelip geçmiş din âlimlerinin sözleri üzerinde düşünmesi, selef-i sâlihin görüşlerinden yeterince istifâde etmesi ve bütün bunların ötesinde de Allah'ın kendisine bahşetmiş olduğu dînde basiret gücüne sahip olması sayesinde ulaşabilmiştir. Öyle ki okuyucu bu eseri okurken şöyle düşünür: müellif sanki çok yüksek bir dağ üzerinde oturmaktadır ve şeriatın kaynaklarına, hükümlerin menbalarına hâkim bir konumdadır; tutulan yolları, vadileri kuş bakışı ihata etmektedir. Neticede her şeyi görerek vasfetmekte, kaideleri tecrübî yolla koymakta, şeriatın tümünden çıkardığı istikra delilleriyle desteklediği küllî esaslar hazırlamakta; âyetleri, hadîsleri ve selefe dâir sözleri birbirlerine atıfta bulunmak suretiyle kuvvetlendirmekte; onlara aklî delillerle, nazarî yaklaşımlarla destek vermekte ve böylece şek ve şüphenin boynunu kırmakta, vehmin çıkış yerlerini tıkamaktadır. Neticede bir nevi manevî mütevâtir olan bu yolla hak bütün parlaklığıyla ortaya çıkmaktadır. Müellifbuyolukitâbımn tamamında kendisine prensip edinmiş ve haklı olarak, bu metodun kitabının temel özelliğini teşkil ettiğini söylemiştir.
Müellif bu bahislerde şer'î deliller içerisinde kitâb'ın yerini belirlemiş ve onun bütün delillerin aslını teşkil ettiğini; hükümleri vaz'ederken genel çerçevenin belirlenmesiyle yetindiğini dolayısıyla mutlaka sünnetin beyânına ihtiyaç bulunduğunu ifâde etmiştir. Aynı şekilde kur'ân'a nisbet edilen ilimlerin kısımlarını; hüküm çıkarma sırasında bunlara ihtiyaç duyulanlarla duyulmayanları beyan etmiş; kur'ân'm zahir ve bâtınının belirlenmesine gitmiş, hüküm çıkarmaya elverişli olup olmayan bâtın kısımları üzerinde durmuş; mekkî teşrîin bütün külli esasları getirmiş olup, medenî teşrîin ise, bunların tafsil ve izahları olduğunu; küllî esaslarda neshin asla yer etmediğini, sadece belli sebeplerden dolayı çok az sayıda cüz'î meselelerde vârid olduğunu ortaya koymuş; hükümlerin doğru bir şekilde alınmasını sağlayacak yüce kitâb'ın anlaşılması konusunda en uygun ve mutedil kuralları belirlemiştir. Sonra sünnetin yerini ve kitap karşısındaki mertebesini; onun, kur'ân'ca ortaya konulmuş genel esâsları öte aşamayacağını beyân etmiştir. Bütün bunları o, şüpheye mahal bırakmayacak şekilde isbât etmiştir.
Müellif eserini "ictihâd" ve ilgili bahislerle tamamlamıştır. İçtihadın nevilerini açıklamış ve kıyamete kadar kesilmeyecek olanla, kesilecek olan nevilerini belirtmiş, bunlardan ictihâd için gerekli olan iki şarta arap diline vâkıf olmakla, hikmet-i teşri ilmini yani mekâsıd-ı şerîayı iyi bilmek bağlı olanlarla, bunlardan sadece ikincisine bağlı olan veya hiçbirisine bağlı olmayan kısımlarını açıklamıştır.
Müellif sonra herhangi bir hükümde şâri'in maksadını anlamak konusunda müctehidler arasındaki ne kadar görüş ayrılığı olursa olsun, şeriatın her hükümde tek bir asla dayalı olduğunu ortaya koymuş ve bu esas üzerine usûlle ilgili bir takım küllî esâslar bina etmiştir. Daha sonra da ictihâd mahallerini, ictihâd sırasında meydana gelen hataların sebeplerini... Açıklamıştır.
Bu zikrettiklerimiz muvafakat adlı bu değerli eserin sahilinden alınmış bir katre menzilesindedir. Eğer bu kitap ulemâ ve aydınlar arasında yayılmak suretiyle müslümanlar için bir meşale edinilecek olsa; kuru bir iddiadan, arzu ve heveslerine uymaktan, dîni başıboş kargaşa içerisinde bırakma amacından başka ictihâd için gerekli olan her türlü şarttan yoksun olmalarına rağmen, kendilerinin içtihada ' ehil oldukları yaygarasını kopararak, o pâk şeriat sofrası üzerine üşüşen asalak sinekleri kovmaya bir vesile olacak özelliktedir.
Şerîatten bihaber ümmî denilebilecek bazı insanlar çıkarlar ve bunlar bazı cüzîyy âtı ele alarak onlarla küllî esasları yıkmaya çalışırlar. Bunlar ellerine geçirdikleri cüz'î delillerden ilk bakışta akıllarına doğan mânâyı almakta, bu cüz'î delilleri bir kıstas olarak kendilerine vuracakları şer'î maksatlardan bihaber bulunmaktadırlar. Bir başka grup da vardır ki, cüz'î delilleri kendi garazlarını desteklemek için kullanmakta ve kendi arzu ve heveslerini deliller üzerine tahakküme gitmekte, neticede deliller onların arzularına tâbi durumuna düşmektedir. Bunlar da yaklaşımlarında şer'î maksatlardan habersiz bulunmakta, gerçek anlamda onlara müracaat etmemekte, o delilin anlaşılması konusunda seleften gelen sahîh haberlere aldırış etmemekte, hüküm çıkarmak için gerekli vasıtalardan tamamen yoksun bulunmaktadırlar. Bütün bunlar, nefislerde yerleşen ve delîl doğrul-tuşunda hareket etmekten alıkoyan arzu ve heveslere uyma, insafı elden bırakma ve aczi itiraf etmeme neticesinde olmaktadır. Bunlara bir de şer'î maksatlardan bîhaberlik ve ictihâd derecesine ulaştığı şeklindeki bir kuruntu ile kendisini aldatması da eklenince iş iyice çığırından çıkmaktadır. Bu son derece tehlikeli bir husustur ve dîn aleyhine işlenmiş bir cinayettir.
Allah cümlemizi böyle bir durumdan korusun!
Konuya tekrar dönüyor ve diyoruz ki: muvafakat sahibinin, kitabında usûl kitaplarında işlenen bahislere yer vermekteki amacı mutlaka ondan hareketle bir kaide veya bir esas ortaya çıkarmaktır. Bununla birlikte o usûl bahislerinin önemini hiçbir zaman gözardı etmemiştir. Aksine o pek çok yerde "bu anlattıklarımız usûl kitaplarında izah edilen hususlara ilâve edildiğinde, amaçlanan noktaya ulaşmak mümkün olacaktır." şeklindeki ifadeleriyle usûl kitaplarına atıflar yapar.
Sözün özü, usûlcülerin kitaplarında zikrettikleriyle, şâtıbî'nin muvâfakât'mda zikrettiklerinden her biri şer'î delillerden hüküm çıkarılması için birer vesile olarak kabul edilirler. Ancak usûl kitaplarında zikredilen meselelerde pek çok detaylara ve uzun uzadıya münâkaşalara gidilmesine rağmen bunlar, sadece bir vesile olmaktan öteye bir fayda sağlamaz. Hatta çoğu zamandan beri usûlle meşgul olanlara itirazlar yöneltilerek "onun sadece ictihâd mertebesine ulaşan kimselere faydası bulunduğu" söylenmiştir. Buna verilen cevap hep aynı olmuştur: "müctehid olmayan kimse için usûlün faydası, hükümlerin nasıl çıkarıldığını anlamasıdır." ancak bu cevâbı kabullenmek, müsamahalı davranmayı ve bazı şeyleri de görmemezlikten gelmeyi gerektirecektir. Çünkü onunla sadece hüküm çıkarma aracının bir kısmı hem de birbirinden ayrılmış ve dağınık bir vaziyette öğrenilebilir. Diğer kısım ise ki hikmet-i teşrî ve şer'î maksatları bilme kısmı oluyor burada yoktur.. Bu aynen şuna benziyor. Sana dokuma sanatını öğretmek isteyen birisi, dokuma tezgâhının sadece bir kısmını sökülmüş ve birbirlerinden ayrılmış vaziyette getirip gösteriyor. Bundan elde edilecek faydanın ne kadar cılız kalacağında şüphe yoktur.
Şâtıbfnin dört cilthalinde kitabında anlattığı kısım ise, her ne kadar o da hüküm çıkarmak için gerekli olan vesîlenin bir parçası ve onunla müctehidlerin nasıl hüküm çıkardığı öğreniliyorsa da ancak o haddizatında bir fıkıhtır ve şeriat nizâmının bilgisidir; onunla teşriin esaslarına vâkıf olmak mümkündür. Biz her ne kadar ondan hareketle ictihâd vasfına ve hüküm çıkarma kudretine ulaşamasak da, onun sayesinde şâri'in maksatlarını, şer'î hükümlerin esrarını öğrenme imkânına sahip oluruz. O kalplerin huzur ve sükûn bulduğu bir rehber, mü'minin kalbinin her tarafını aydınlatan, onun şaşkınlığını gideren, içi tırmalayıcı şüpheleri kovan, dağınık duyguları toparlayan parlak bir nurdur. İslâm şeriatına büyük hizmette bulunan bu değerli âlimi rahmetle anıyoruz. [6]
Sonra, gerek kitâb ve sünnet arasında müşterek ve gerekse ikisinden sadece birisine ait olan müteşâbihlik, nesih, emir, nehiy, hâs, âmin, mücmel, mübeyyen... Gibi konuları açıklaması, hikmetli sonuçlara ulaşması ve belirme noktalarını gösterdiği usûlün özünü teşkil eden hususları ortaya koyması pek o kadar kolay olmamıştır. O Allah'ın kendisine açtığı bu inceliklere, ancak yıllar yılı kur'ân'la gece gündüz hemhal olması, nazarî ve amelî planda onu kendisine rehber [sı edinmesi ve buna ek olarak hadis kitaplarım ihata etmiş olması, daha önce gelip geçmiş din âlimlerinin sözleri üzerinde düşünmesi, selef-i sâlihin görüşlerinden yeterince istifâde etmesi ve bütün bunların ötesinde de Allah'ın kendisine bahşetmiş olduğu dînde basiret gücüne sahip olması sayesinde ulaşabilmiştir. Öyle ki okuyucu bu eseri okurken şöyle düşünür: müellif sanki çok yüksek bir dağ üzerinde oturmaktadır ve şeriatın kaynaklarına, hükümlerin menbalarına hâkim bir konumdadır; tutulan yolları, vadileri kuş bakışı ihata etmektedir. Neticede her şeyi görerek vasfetmekte, kaideleri tecrübî yolla koymakta, şeriatın tümünden çıkardığı istikra delilleriyle desteklediği küllî esaslar hazırlamakta; âyetleri, hadîsleri ve selefe dâir sözleri birbirlerine atıfta bulunmak suretiyle kuvvetlendirmekte; onlara aklî delillerle, nazarî yaklaşımlarla destek vermekte ve böylece şek ve şüphenin boynunu kırmakta, vehmin çıkış yerlerini tıkamaktadır. Neticede bir nevi manevî mütevâtir olan bu yolla hak bütün parlaklığıyla ortaya çıkmaktadır. Müellifbuyolukitâbımn tamamında kendisine prensip edinmiş ve haklı olarak, bu metodun kitabının temel özelliğini teşkil ettiğini söylemiştir.
Müellif bu bahislerde şer'î deliller içerisinde kitâb'ın yerini belirlemiş ve onun bütün delillerin aslını teşkil ettiğini; hükümleri vaz'ederken genel çerçevenin belirlenmesiyle yetindiğini dolayısıyla mutlaka sünnetin beyânına ihtiyaç bulunduğunu ifâde etmiştir. Aynı şekilde kur'ân'a nisbet edilen ilimlerin kısımlarını; hüküm çıkarma sırasında bunlara ihtiyaç duyulanlarla duyulmayanları beyan etmiş; kur'ân'm zahir ve bâtınının belirlenmesine gitmiş, hüküm çıkarmaya elverişli olup olmayan bâtın kısımları üzerinde durmuş; mekkî teşrîin bütün külli esasları getirmiş olup, medenî teşrîin ise, bunların tafsil ve izahları olduğunu; küllî esaslarda neshin asla yer etmediğini, sadece belli sebeplerden dolayı çok az sayıda cüz'î meselelerde vârid olduğunu ortaya koymuş; hükümlerin doğru bir şekilde alınmasını sağlayacak yüce kitâb'ın anlaşılması konusunda en uygun ve mutedil kuralları belirlemiştir. Sonra sünnetin yerini ve kitap karşısındaki mertebesini; onun, kur'ân'ca ortaya konulmuş genel esâsları öte aşamayacağını beyân etmiştir. Bütün bunları o, şüpheye mahal bırakmayacak şekilde isbât etmiştir.
Müellif eserini "ictihâd" ve ilgili bahislerle tamamlamıştır. İçtihadın nevilerini açıklamış ve kıyamete kadar kesilmeyecek olanla, kesilecek olan nevilerini belirtmiş, bunlardan ictihâd için gerekli olan iki şarta arap diline vâkıf olmakla, hikmet-i teşri ilmini yani mekâsıd-ı şerîayı iyi bilmek bağlı olanlarla, bunlardan sadece ikincisine bağlı olan veya hiçbirisine bağlı olmayan kısımlarını açıklamıştır.
Müellif sonra herhangi bir hükümde şâri'in maksadını anlamak konusunda müctehidler arasındaki ne kadar görüş ayrılığı olursa olsun, şeriatın her hükümde tek bir asla dayalı olduğunu ortaya koymuş ve bu esas üzerine usûlle ilgili bir takım küllî esâslar bina etmiştir. Daha sonra da ictihâd mahallerini, ictihâd sırasında meydana gelen hataların sebeplerini... Açıklamıştır.
Bu zikrettiklerimiz muvafakat adlı bu değerli eserin sahilinden alınmış bir katre menzilesindedir. Eğer bu kitap ulemâ ve aydınlar arasında yayılmak suretiyle müslümanlar için bir meşale edinilecek olsa; kuru bir iddiadan, arzu ve heveslerine uymaktan, dîni başıboş kargaşa içerisinde bırakma amacından başka ictihâd için gerekli olan her türlü şarttan yoksun olmalarına rağmen, kendilerinin içtihada ' ehil oldukları yaygarasını kopararak, o pâk şeriat sofrası üzerine üşüşen asalak sinekleri kovmaya bir vesile olacak özelliktedir.
Şerîatten bihaber ümmî denilebilecek bazı insanlar çıkarlar ve bunlar bazı cüzîyy âtı ele alarak onlarla küllî esasları yıkmaya çalışırlar. Bunlar ellerine geçirdikleri cüz'î delillerden ilk bakışta akıllarına doğan mânâyı almakta, bu cüz'î delilleri bir kıstas olarak kendilerine vuracakları şer'î maksatlardan bihaber bulunmaktadırlar. Bir başka grup da vardır ki, cüz'î delilleri kendi garazlarını desteklemek için kullanmakta ve kendi arzu ve heveslerini deliller üzerine tahakküme gitmekte, neticede deliller onların arzularına tâbi durumuna düşmektedir. Bunlar da yaklaşımlarında şer'î maksatlardan habersiz bulunmakta, gerçek anlamda onlara müracaat etmemekte, o delilin anlaşılması konusunda seleften gelen sahîh haberlere aldırış etmemekte, hüküm çıkarmak için gerekli vasıtalardan tamamen yoksun bulunmaktadırlar. Bütün bunlar, nefislerde yerleşen ve delîl doğrul-tuşunda hareket etmekten alıkoyan arzu ve heveslere uyma, insafı elden bırakma ve aczi itiraf etmeme neticesinde olmaktadır. Bunlara bir de şer'î maksatlardan bîhaberlik ve ictihâd derecesine ulaştığı şeklindeki bir kuruntu ile kendisini aldatması da eklenince iş iyice çığırından çıkmaktadır. Bu son derece tehlikeli bir husustur ve dîn aleyhine işlenmiş bir cinayettir.
Allah cümlemizi böyle bir durumdan korusun!
Konuya tekrar dönüyor ve diyoruz ki: muvafakat sahibinin, kitabında usûl kitaplarında işlenen bahislere yer vermekteki amacı mutlaka ondan hareketle bir kaide veya bir esas ortaya çıkarmaktır. Bununla birlikte o usûl bahislerinin önemini hiçbir zaman gözardı etmemiştir. Aksine o pek çok yerde "bu anlattıklarımız usûl kitaplarında izah edilen hususlara ilâve edildiğinde, amaçlanan noktaya ulaşmak mümkün olacaktır." şeklindeki ifadeleriyle usûl kitaplarına atıflar yapar.
Sözün özü, usûlcülerin kitaplarında zikrettikleriyle, şâtıbî'nin muvâfakât'mda zikrettiklerinden her biri şer'î delillerden hüküm çıkarılması için birer vesile olarak kabul edilirler. Ancak usûl kitaplarında zikredilen meselelerde pek çok detaylara ve uzun uzadıya münâkaşalara gidilmesine rağmen bunlar, sadece bir vesile olmaktan öteye bir fayda sağlamaz. Hatta çoğu zamandan beri usûlle meşgul olanlara itirazlar yöneltilerek "onun sadece ictihâd mertebesine ulaşan kimselere faydası bulunduğu" söylenmiştir. Buna verilen cevap hep aynı olmuştur: "müctehid olmayan kimse için usûlün faydası, hükümlerin nasıl çıkarıldığını anlamasıdır." ancak bu cevâbı kabullenmek, müsamahalı davranmayı ve bazı şeyleri de görmemezlikten gelmeyi gerektirecektir. Çünkü onunla sadece hüküm çıkarma aracının bir kısmı hem de birbirinden ayrılmış ve dağınık bir vaziyette öğrenilebilir. Diğer kısım ise ki hikmet-i teşrî ve şer'î maksatları bilme kısmı oluyor burada yoktur.. Bu aynen şuna benziyor. Sana dokuma sanatını öğretmek isteyen birisi, dokuma tezgâhının sadece bir kısmını sökülmüş ve birbirlerinden ayrılmış vaziyette getirip gösteriyor. Bundan elde edilecek faydanın ne kadar cılız kalacağında şüphe yoktur.
Şâtıbfnin dört cilthalinde kitabında anlattığı kısım ise, her ne kadar o da hüküm çıkarmak için gerekli olan vesîlenin bir parçası ve onunla müctehidlerin nasıl hüküm çıkardığı öğreniliyorsa da ancak o haddizatında bir fıkıhtır ve şeriat nizâmının bilgisidir; onunla teşriin esaslarına vâkıf olmak mümkündür. Biz her ne kadar ondan hareketle ictihâd vasfına ve hüküm çıkarma kudretine ulaşamasak da, onun sayesinde şâri'in maksatlarını, şer'î hükümlerin esrarını öğrenme imkânına sahip oluruz. O kalplerin huzur ve sükûn bulduğu bir rehber, mü'minin kalbinin her tarafını aydınlatan, onun şaşkınlığını gideren, içi tırmalayıcı şüpheleri kovan, dağınık duyguları toparlayan parlak bir nurdur. İslâm şeriatına büyük hizmette bulunan bu değerli âlimi rahmetle anıyoruz. [6]
Konular
- Mükâteb Köle :
- Borçlu:
- Allah Yolunda Olanlara :
- Yolcu :
- Beytü'l - Mâl'in Gelirleri
- 8- SADAKA-İ FITIR
- Fıtır Sadakası Ne Zaman Vacib Olur :
- EBU İSHAK EŞ-ŞÂTIBÎ:
- KİTAP HAKKINDA (HATIRALAR, DÜŞÜNCELER)
- Mütercimin Onsozu
- MÜELLİFİN HAYATI
- Şâtıbî
- (ö. 790 = 1388)
- "EL-MUVÂFAKÂT" NEŞRİNE AİT BİR-İKİ SÖZ
- ESERİN TANITIMI
- Daha Öncekilerin İhmal Ettikleri Bahisler
- Kitabın Tanınmamasının Sebebi
- Kitaba Olan Teveccühümüzün Sebebi Ve Kitap Üzerinde Yaptığımız Çalışmalar
- Hadislerin Tahrıcı
- Önceki Baskıda Bulunan Tahrip Ve Hatalar
- Müellifin Önsözü
- Mukaddimeler
- Birinci Mukaddime
- İkinci Mukaddime
- Üçüncü Mukaddime
- Dördüncü Mukaddime:
- Beşinci Mukaddime:
- Altıncı Mukaddime:
- Yedinci Mukaddime