Yolcu :
Zekât verilecek yolcudan maksad, malı, beldesinde kalıp, elinde bir şey bulunmayan garip kimsedir. Bedâi'de de böyledir.
Yolcuların, ihtiyaçları kadar zekât almaları caizdir. Fakat, ihtiyaçlarından fazlasını almaları helâl olmaz. Bu hüküm, malından ayrı bulunan kimselerin hepsine aittir;bunlar, kendi memleketlerinde olsalar bile, durum aynıdır. Çünkü, muteber olan ihtiyaçtır.
Yolcunun, malına kavuştuğu zaman, elinde kalan zekât parasının fazlasını sadaka etmesi de gerekmez. Bu yolcunun bu durumu, zengin olan fakir gibidir. Tebyîn'de de böyledir.
Yolcunun borç alması, zekât almasından daha efdaldir. Za-hîriyye'de de böyledir.
Yukarıda saydığımız kimseler, kendilerine zekât verilebilecek olan kimselerdir.
Zekât verecek olan kimse, zekâtını bunlardan her birine verebilir. Bunlardan her hangi bir topluluğa da verebilir; tek kişiye de verebilir. Fethü'l - Kadîr'de de böyledir.
Zekât olarak verilen miktar, nisaba erişmiyorsa, bunu tek kişiye vermek daha efdildir. Zahidî'de de böyledir.
Bir kimseye, zekât olarak 200 dirhem, toptan vermek de caizdir. Fakat, daha fazlasını vermek mekruhtur. Hidâye'de de böyledir.
Söylediğimiz bu husus, fakır borçlu olmadığı zaman içindir. Eğer, bu kimse borçlu olursa; ona, hem borcunu ödeyeck, hem de geride 200 dirhem kalacak kadar, zekât vermek caizdir.
Keza, zekât verilecek kjimse, aile sahibi ise, zekât olarak verilen miktar, ailesinin her ferdine taksim edilince, herbirine 200 dirhem düşecek miktarda, zekât vermek caiz olur. Fetâvâyî Kâdîhân'da da böyledir.
Bilhassa zamanımızda, zenginlerin, fakirlerin hallerini sormaları mendub olur. Tebyîn'de de böyledir.
Zıramîlere zekât vermek caiz değildir. Bu hususta ittifak vardır. Ancak, zımmîlere nafile sadakaların verilmesi; yine ittifakla caizdir.
Verilmesi vaoip olan sadakaların, zunmîlere verilip verilemiye-ceği konusunda da ihtilâf vardır. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Afuhammed CR.A.) 'e göre, zımmîlere bu sadakaların verilmesi caizdir. Fakat, bize göre, bu sadakaları da fakir müslümanlara vermek daha sevimlidir. Tahâvî Şerhi'nde de böyledir.
Harbîlere gelince, onlara farz ve vacip olan sadakaları vermek, bil-icmâ caiz değildir. Fakat nafile olan sadakalar, bunlara da verilebilir. Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.
Zekât parası ile mescid bina etmek, misafirhaneler yapmak, su sebil etmek, yolan tamir etmek, nehir kanalları kazmak caiz olmadığı gibi; bu paranın, hac ve cihada sarfedilmesi ve nisaba malik olan kimselere de verilmesi caiz değildir. Zekât parası ile bir ölüye kefen almak, bdr ölünün borcunu ödemek caiz değildir. Bu para ile köle satın alıp, azad etmek ve bu parayı baba, dede... gibi her ne kadar yukarıda olursa olsun usûle ve oğul, torun... gibi her ne kadar aşağıda olursa olsun fürû'a vermek caiz değildir. Kâfî'de de böyledir. Zekât parası, reddedilmiş olan çocuğa ve veled-i zinaya da verilmez. Timurtâşî'de de böyledir.
Menfaatleri müşterek olduğu için, zengin bir koca, fakir olan karısına zekât veremez. Keza, zengin olan kadın da, fakir olan kocasına zekât veremez. Bu, İmânı ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.) 'ye göredir, Hidâye'de de böyledir.
Yine, Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre bir kimse kendi kölesine, mükâtebine, ümmü veledine ve bir kısmım azâd etmiş bulunduğu kölesine, zekâtını veremez. Tebyîn'de de böyledir.
Nisaba malik olan bir kimseye zekât vermek caiz değildir. Yani, bir kimsenin hangi cinsten olursa olsun, nisab miktarından fazla malı olur ve bu mal, o şahsın elinde senenin yansından fazla durmuş bulunursa, bu mal ister altın, ister gümüş, ister, sâime hayvan, ister ticaret malı olsun, o kimseye zekât verilmez. Zâhidi'de de böyledir.
Nisabdan fazla olan malın, haceti asliyenin dışında oturacak yer, ev eşyası, elbise, hizmetçi, binek hayvanı veya silah obuası hallerinde de yine durum aynıdır.
Fazla olan bu malların, nâmı (= çoğalıcı) olması da şart değildir; malın nâmı olması, zekâtın vücûbunun şartîanndandır. Kâö'de de böyledir.
Bedenen güçlü ve çalışıp kazanabilecek durumda olan ve fakat nisâb miktarı malı bulunmayan kimselere, zekât verilebilir, Zâhidî'de de böyledir.
Zengin bir şahsın, mükâteb olmayan kölesine de zekât verilmez. Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.
Keza, zengin bir şahsın küçük yaştaki çocuğuna da zekât verilmez. Tebyîn'de de böyledir.
Ancak, zengin bir şahsın, fakir ve müslüman olan ve büyümüş bulunan çocuğuna zekât verilebilir.
Zengin bir adamın, fakir olan karısına da zekât verilir.
Keza zengin bir şahsın büyümüş olan ve fakir bulunan kızma da, eğer o, nafakasını temin edecek güçte değilse, zekât verilir. Çünkü bu, kocasının veya babasının zengin olmasından dolayı, zengin sayılmaz. Kâfî'de de böyledir.
Oğlu zengin olan, fakir bir babaya da, zekât .vermek caizdir. Tahâvî Şerhi'nde de böyledir.
Nisaba mâlik bulunmadığı halde, dilenmeyen (= istemeyen) kimseye zekât verilir.
200 dirhem gümüş kıymetinde kitabı bulunan fakat okumak veya okutmak için bunlara ihtiyacı olan kimseye de zekât verilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bu kitapların fıkıh, hadîs veya edep kitabı olmaları da müsavidir. Serahsî'nin Muhıyf'inde de böyledir.
Keza, Kur'an-ı Kerimleri olan ve onlara muhtaç bulunan kimselere de zekât verilebilir.
Fakat, bu kimse onlara muhtaç bulunmaz, onların değerleri de 200 dirheme veya daha fazlaya ulaşırsa, bu kimseye zekât vermek caiz olmadığı gibi, onun zekât alması da caiz değildir.
İmâm Muhammed <R.A.) 'in kavline göre, bir kimsenin, değeri 3000 dirheme müsavi bulunan ve kiraya verdiği evi veya hanı olsa, eğer o kümsenin bunlardan aldığı kira, kendisinin ve âlesinin nafakasına yetişmiyorsa, bu kimseye zekât vermek caizdir.
Üç bin dirhem değerinde, arazisi olan bir kimse, kendisinin ve aile efradının nafakasını çıkarmıyorsa, bu şahsın, durumu hakkında ihtilâf edilmiştir : Muhammed bin Mukâtil : «Bu kimsenin zekât alması caizdir.» demiştir.
Bir kimsenin, 200 dirhem kıymetinde bahçe içinde bir evi olsa, eğer bu bahçedeki evin mutfak, banyo ve benzerleri gibi müştemilâtı yoksa, bu kimseye zekât vermek caiz olmaz. Çünkü bu kimse, ticaret metâı ve cevahiri buüunan ve fakat bunlar, başka insanlar üzerinde ve onların sonra ödemeleri gereken bir alacak şeklinde olan bir kimse durumundadır. Bu durumda olan kimselerin, nafakaya muhtaç oldukları zaman, alacaklarının zamanı gelene kadar, nafakaları riçin kafi gelecek miktarda zekât almaları caiz olur.
Bu kimsenin, alacağı, tehirli olmadığı halde, fakir bir kimsede ise, bu şahıs yine zekât alabilir. Esahh olan kaviller de böyledir. Çünkü, bu kimse yolcu durumundadır.
Eğer, bu şahsın alacaklı bulunduğu şahıs, zengin ve borcunu da kabul etmekte ise, alacaklı olan bu şahsın, zekât alması caiz olmaz. Bu kimsenin alacaklı olduğu şahıs, borcunu inkâr etse ve fakat alacaklının senedi veya şahidi bulunsa, yine zekât alması caiz olmaz.
Bu kimsenin, o şahıstan alacaklı olduğunu isbat edecek bir delili olmadığı zaman da, borçlu olan şahsı hâkime şikayet edip, borçluya yemin ettirilmesine kadar, alacaklı olan şahsın, zekât alması yine caiz olmaz. Ancak, bundan yani borçlunun hakim huzurunda, borcunu yemin ile inkâr etmesinden sonra, bu kimsenin zekât alması c?.iz ve aldığı zekât helâl olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
İçinde oturduğu bir evi bulunan kimsenin, bu evin .tamamında oturmakta olmasa bile zekât alması caiz olur. Sahih olan budur. Zâhidî'de de böyledir.
Benî Hâşim'e (Hâşim Oğullarına) zekât verilmez.
Burada, Benî Hâşim'den maksat. Resulü Ekrem (S.A.VJ Efendimizin amcası Hz. Abbas (R.A.) 'in evlâd ve ahfâdiyîe; diğer amcası Ebü Tâlib'in oğulları Hz. Ali (R.AJ 'nin ve onun kardeşi Ca'fer ve Hz. Akîl'in evlât ve ahfadı, bir de Abduhnuttalib bin Hars'm evlâd ve ahfadıdır. Hidâye'de de böyledir.
Hâşim Oğulannım, bu saydıklarımızın dışında kalan şubelerine zekât'vermek caiz olur. Ebû Leheb'ıin zürriyetinden gelenler gibi... Çünkü, onlar Peygamber (S.A.V.) Efendimiz'e yardım etmediler. SirâcüT - Vehhâc'da da böyledir.
Zekât, nezir, öşür ve keffâret gibi verilmesi icabeden sadakalar Beni Hâşim'e verilemezler; ancak bunlara nafile sadakaları vermek caizdir. Kâfî'de de böyledir.
Keza, Benî Hâşim'in kölelerine de zekât verilmez. Kenz Şerhi Aynî'de de böyledir.
Hâşim OğuUarı'ndan fakir olanlara, madenlerin ve definelerin beşte birini vermek caizdir. Cevheretü'n - Neyyire'de de böyledir.
Bir kimsenin zekât dağıtmak üzere vekil kıldığı şahıs, bu zekâtı, eğer muhtaç iseler, kendisinin büyük veya küçük çocuğuna veyahut da hanımına verebilir; bu caizdir. Ancak, bu zekâtı kendi elinde tutamaz. Huİâsa'da da böyledir.
Zekât verecek olan bir kimse, zekât vermek istediği kimsenin durumundan şüphelenir ve bu hususta araştırma yapar; bu araştırması sonunda da o kimsenin zekât vermeye layık bir şahıs olduğu kanaatine varırsa, zekâtını ona verir veya ona sorduktan sonra verirra verir.
Veya, bir kimse, fakirlerin arasında gördüğü bir şahsa zekâtını verir, sonradan da o şahsın zekât verilmesi uygun olan kimselerden olduğu anlaşılırsa, bu kimsenin zekâtı, bil-ittifak caiz olur.
Keza, bu kimsenin durumu belli olmazsa; bu. durumlardaki kimselere de zekât vermek caiz olur.
Zekât vermiş olduğu kimsenin, zengin veya Hâşimî veya kâfir veya Hâşimîlerin kölesi olduğu,.kendisinin dedelerinden veya ninelerinden bulunduğu; kendisinin karısı veya zekâtı veren kadınsa kocası okluğu meydana çıkarsa, yine bu kimsenin zekâtı caiz olur ve onun zekât borcu düşer. Bu, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R. A.) ile İmâm Muhammed (R.A.) 'in kavilleridir.
Şayet zekât vermiş olduğu kimsenin, kölesi veya müdeb-biresi veya ümmü veledi veyahut da muktebesi olduğu anlaşılırsa, bu durumda o kimsenin zekâtı caiz olmaz. Onu iade etmesi, (tekrar vermesi, bil-iemâ' lazım oltır.
Keza, zekât verilen kimsenin zengin olduğu ortaya çıkarsa, -İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, buna verilen zekâtm da iadesi, yani yeniden verilmesi lazım gelir. Tahâvî Şerftİ'nde de böyledir.
Bir kimsenin, zekâtını verdiği sırada, zekât verdiği kimsenin halini araştırmaması, onun zekât almaya hak sahibi olup olmadığını, tetkik ermemesi caizdir.
Ancak, bir kimsenin, kendisine zekât verilmesi uygun olmayan kimselerden olduğu ortaya çıkarsa, ona zekât verilmez.
Durumu şüpheli olan bir şahsa araştırıp soruşturulmadan zekât verilirse ve sonradan da bu zahsm zekâta müstehak olmadığı ortaya çıkar veya ona zekât verilmeyeceğine zann-ı galibi olursa, verilen bu zekât fesada gitmiş oltır.
Ancak, bu kimsenin zekât almaya hâk sahibi olduğu ortaya çıkarsa, verdiği zekât caiz olur. Tebyîn'de de böyledir.
Zekâtı bir beldeden, başka bir beldeye nakletmek mekruhtur.
Ancak, bir kimsenin zekâtını t aşka bir belde1"- ı~ şehirde, yerde) bulunan akrabasına veya I ivminden oıar . Saiuseye, onlar bulunduğu beldenin fakirlerİ7.den daha muhtr s jîr durumda iseler göndermesi caiz olur.
Bir kimsenin zekâtım, başka beldede bulunan ve akrabası olmayan muhtaç kimselere göndermesinde de bir beis yoktur. Bu mekruh olmakla beraber; böyle yapan kimselerin zekâtları yine de caiz olur.
Zekâtı başka yere göndermenin mehrûh olması, zekâtın zamanının geçtikten sonra verilmesi.halindedir. Fakat, zekât, verilme zamanından Önce, başka beldeye gönderilmiş olursa; bunda bir beis yoktur.
Zekâtta, fıtırda ve nezirlerde efdal olan, bunları önce, fakir olan erkek kardeşlere, kız kardeşlere, sonra bunların çocuklarına; sonra anıca ve halalara, sonra da bunların evladlarma; sonra dayı ve teyzelere ve sonra da bunların evladlarma; sonra diğer akrabalara, sonra komşulara, sonra aynı mahallede oturanlara, sonra aynı şehir veya aynı köyde oturanlara vermektir, Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.
Zekâtta muteber olan, malın bulunduğu yerdir. Hattâ zekâtı verecek kimse bir yerde, malı ise başka bir yerde olsa, zekâtını malın bulunduğu yerde verir; küçük çocuklarının ve kölelerinin bulunduğu yerde vermez. Sahihi de budur. Tebyîn'de de böyledir. Fetva da bunun üzerinedir. Muzmarât'ta da böyledir.
Zamanımızın zâlimlerinin zekâtları, Öşür, haraç, vergi ve benzerlerini almaları halinde, esahh olan, bu borçların sakıt olduğudur. Ancak, bunları verdikleri zaman, sadakaya niyyet etmeleri gerekir. Tatarhâıüyye'de de böyledir.
Bir kimse, zekâtına niyyet ederek kendi öz malından, bir fakirin borcunu ödese ve bundan da o fakirin haberi bulunmakta olsa, verdiği bu şey zekât olarak caiz olur. Fakirin haberi bulunmamakta ise, zekât olarak caiz olmaz. Fakat, fakirin borcu da düşmüş olur.
Bir kimse, zekâtına mahsuben bir fakiri evinde oturtmuş olsa; bu, zekât yerine caiz olmaz. Zâhidî'de de böyledir.
Bir kimse, zekât niyyeti dle akrabasının çocuklarına bir şey dağıtsa; veya haber gebren kimseye, zekât niyyeti ile bir şey Verse; veya turfanda bir şey getirene zekât niyyeti ile bir şey verse, bunlar zekât olarak caiz olur.
Keza, bayramlarda veya başka bir zamanda, zekât niyyeti ile kadın veya erkek hizmetçilere verilen şeyler de, zekât olarak caiz olur. Mi'râcü'd - Dürâye'de de böyledir.
Bir kimse, zekâtını bir fakire verdiği zaman, eğer bu zekâtı, o fakir kimse eline almamışsa, bu zekât, caiz olmaz.
Keza, üzerinde velayet bulunan bir fakirin babası veya bir mecnûnun veya1 küçük çocuğun vasisi, zekât niyyeti ile verilen bu Burachı kaydedilen zaman, eserin te'lif edildiği Hicri 11. asırdır.
şeyi, almış olmadıkça, bu zekât olarak caiz olmaz. Yani zekâtı fakir veya onun namına veîî-vasî gibi birisi almadıkça zekât verilmiş olmaz. Hulâsa'da da böyledir.
Keza, bir kimse, ailesinin içinde bulunan ve akrabasından olan bir kimseye zekâtını vermiş olsa, o şahıs almadıkça, zekât verilmiş olmaz. Bu durum, yabancılar için de böyledir.
Bulunan bir şey de, sahibinin eline verilmedikçe verilmiş sayılmaz.
«Bir kimse zekâtını, bir mecnûna veya sabi bir çocuğa vermiş olsa, bunların da akh yetmese ve aldıklarını babasına veya velîsine vermiş olsalar, verilen bu şey zekât olmaz.» denilmiştir. Nitekim; bir kimsenin zekâtını yüksekçe, bir yere koyması ve bir fakirin de gelip oradan alması, da caizdir.
Ancak, kendisine zekât verilen ve bunu alan çocuk, şayet mü-rahık (= aklı yeten çocuk) ise, bu zekât caiz olur.
Keza, almasını bilen, aldığını atmayan bir kimse, bu zekâtı almış olsa ve bu kimseyi, onu elinden almak için başka bir kimse aldatmasa veya bu kimse aldığını atmayan bir kişi olsa, böyle bir fakire verilen zekât caiz olur.
Bunamış bir fakire verilen zekât da caiz olur. Fetâvâyi Kâdi-nâh'da da böyledir. [33]
Yolcuların, ihtiyaçları kadar zekât almaları caizdir. Fakat, ihtiyaçlarından fazlasını almaları helâl olmaz. Bu hüküm, malından ayrı bulunan kimselerin hepsine aittir;bunlar, kendi memleketlerinde olsalar bile, durum aynıdır. Çünkü, muteber olan ihtiyaçtır.
Yolcunun, malına kavuştuğu zaman, elinde kalan zekât parasının fazlasını sadaka etmesi de gerekmez. Bu yolcunun bu durumu, zengin olan fakir gibidir. Tebyîn'de de böyledir.
Yolcunun borç alması, zekât almasından daha efdaldir. Za-hîriyye'de de böyledir.
Yukarıda saydığımız kimseler, kendilerine zekât verilebilecek olan kimselerdir.
Zekât verecek olan kimse, zekâtını bunlardan her birine verebilir. Bunlardan her hangi bir topluluğa da verebilir; tek kişiye de verebilir. Fethü'l - Kadîr'de de böyledir.
Zekât olarak verilen miktar, nisaba erişmiyorsa, bunu tek kişiye vermek daha efdildir. Zahidî'de de böyledir.
Bir kimseye, zekât olarak 200 dirhem, toptan vermek de caizdir. Fakat, daha fazlasını vermek mekruhtur. Hidâye'de de böyledir.
Söylediğimiz bu husus, fakır borçlu olmadığı zaman içindir. Eğer, bu kimse borçlu olursa; ona, hem borcunu ödeyeck, hem de geride 200 dirhem kalacak kadar, zekât vermek caizdir.
Keza, zekât verilecek kjimse, aile sahibi ise, zekât olarak verilen miktar, ailesinin her ferdine taksim edilince, herbirine 200 dirhem düşecek miktarda, zekât vermek caiz olur. Fetâvâyî Kâdîhân'da da böyledir.
Bilhassa zamanımızda, zenginlerin, fakirlerin hallerini sormaları mendub olur. Tebyîn'de de böyledir.
Zıramîlere zekât vermek caiz değildir. Bu hususta ittifak vardır. Ancak, zımmîlere nafile sadakaların verilmesi; yine ittifakla caizdir.
Verilmesi vaoip olan sadakaların, zunmîlere verilip verilemiye-ceği konusunda da ihtilâf vardır. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Afuhammed CR.A.) 'e göre, zımmîlere bu sadakaların verilmesi caizdir. Fakat, bize göre, bu sadakaları da fakir müslümanlara vermek daha sevimlidir. Tahâvî Şerhi'nde de böyledir.
Harbîlere gelince, onlara farz ve vacip olan sadakaları vermek, bil-icmâ caiz değildir. Fakat nafile olan sadakalar, bunlara da verilebilir. Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.
Zekât parası ile mescid bina etmek, misafirhaneler yapmak, su sebil etmek, yolan tamir etmek, nehir kanalları kazmak caiz olmadığı gibi; bu paranın, hac ve cihada sarfedilmesi ve nisaba malik olan kimselere de verilmesi caiz değildir. Zekât parası ile bir ölüye kefen almak, bdr ölünün borcunu ödemek caiz değildir. Bu para ile köle satın alıp, azad etmek ve bu parayı baba, dede... gibi her ne kadar yukarıda olursa olsun usûle ve oğul, torun... gibi her ne kadar aşağıda olursa olsun fürû'a vermek caiz değildir. Kâfî'de de böyledir. Zekât parası, reddedilmiş olan çocuğa ve veled-i zinaya da verilmez. Timurtâşî'de de böyledir.
Menfaatleri müşterek olduğu için, zengin bir koca, fakir olan karısına zekât veremez. Keza, zengin olan kadın da, fakir olan kocasına zekât veremez. Bu, İmânı ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.) 'ye göredir, Hidâye'de de böyledir.
Yine, Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre bir kimse kendi kölesine, mükâtebine, ümmü veledine ve bir kısmım azâd etmiş bulunduğu kölesine, zekâtını veremez. Tebyîn'de de böyledir.
Nisaba malik olan bir kimseye zekât vermek caiz değildir. Yani, bir kimsenin hangi cinsten olursa olsun, nisab miktarından fazla malı olur ve bu mal, o şahsın elinde senenin yansından fazla durmuş bulunursa, bu mal ister altın, ister gümüş, ister, sâime hayvan, ister ticaret malı olsun, o kimseye zekât verilmez. Zâhidi'de de böyledir.
Nisabdan fazla olan malın, haceti asliyenin dışında oturacak yer, ev eşyası, elbise, hizmetçi, binek hayvanı veya silah obuası hallerinde de yine durum aynıdır.
Fazla olan bu malların, nâmı (= çoğalıcı) olması da şart değildir; malın nâmı olması, zekâtın vücûbunun şartîanndandır. Kâö'de de böyledir.
Bedenen güçlü ve çalışıp kazanabilecek durumda olan ve fakat nisâb miktarı malı bulunmayan kimselere, zekât verilebilir, Zâhidî'de de böyledir.
Zengin bir şahsın, mükâteb olmayan kölesine de zekât verilmez. Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.
Keza, zengin bir şahsın küçük yaştaki çocuğuna da zekât verilmez. Tebyîn'de de böyledir.
Ancak, zengin bir şahsın, fakir ve müslüman olan ve büyümüş bulunan çocuğuna zekât verilebilir.
Zengin bir adamın, fakir olan karısına da zekât verilir.
Keza zengin bir şahsın büyümüş olan ve fakir bulunan kızma da, eğer o, nafakasını temin edecek güçte değilse, zekât verilir. Çünkü bu, kocasının veya babasının zengin olmasından dolayı, zengin sayılmaz. Kâfî'de de böyledir.
Oğlu zengin olan, fakir bir babaya da, zekât .vermek caizdir. Tahâvî Şerhi'nde de böyledir.
Nisaba mâlik bulunmadığı halde, dilenmeyen (= istemeyen) kimseye zekât verilir.
200 dirhem gümüş kıymetinde kitabı bulunan fakat okumak veya okutmak için bunlara ihtiyacı olan kimseye de zekât verilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bu kitapların fıkıh, hadîs veya edep kitabı olmaları da müsavidir. Serahsî'nin Muhıyf'inde de böyledir.
Keza, Kur'an-ı Kerimleri olan ve onlara muhtaç bulunan kimselere de zekât verilebilir.
Fakat, bu kimse onlara muhtaç bulunmaz, onların değerleri de 200 dirheme veya daha fazlaya ulaşırsa, bu kimseye zekât vermek caiz olmadığı gibi, onun zekât alması da caiz değildir.
İmâm Muhammed <R.A.) 'in kavline göre, bir kimsenin, değeri 3000 dirheme müsavi bulunan ve kiraya verdiği evi veya hanı olsa, eğer o kümsenin bunlardan aldığı kira, kendisinin ve âlesinin nafakasına yetişmiyorsa, bu kimseye zekât vermek caizdir.
Üç bin dirhem değerinde, arazisi olan bir kimse, kendisinin ve aile efradının nafakasını çıkarmıyorsa, bu şahsın, durumu hakkında ihtilâf edilmiştir : Muhammed bin Mukâtil : «Bu kimsenin zekât alması caizdir.» demiştir.
Bir kimsenin, 200 dirhem kıymetinde bahçe içinde bir evi olsa, eğer bu bahçedeki evin mutfak, banyo ve benzerleri gibi müştemilâtı yoksa, bu kimseye zekât vermek caiz olmaz. Çünkü bu kimse, ticaret metâı ve cevahiri buüunan ve fakat bunlar, başka insanlar üzerinde ve onların sonra ödemeleri gereken bir alacak şeklinde olan bir kimse durumundadır. Bu durumda olan kimselerin, nafakaya muhtaç oldukları zaman, alacaklarının zamanı gelene kadar, nafakaları riçin kafi gelecek miktarda zekât almaları caiz olur.
Bu kimsenin, alacağı, tehirli olmadığı halde, fakir bir kimsede ise, bu şahıs yine zekât alabilir. Esahh olan kaviller de böyledir. Çünkü, bu kimse yolcu durumundadır.
Eğer, bu şahsın alacaklı bulunduğu şahıs, zengin ve borcunu da kabul etmekte ise, alacaklı olan bu şahsın, zekât alması caiz olmaz. Bu kimsenin alacaklı olduğu şahıs, borcunu inkâr etse ve fakat alacaklının senedi veya şahidi bulunsa, yine zekât alması caiz olmaz.
Bu kimsenin, o şahıstan alacaklı olduğunu isbat edecek bir delili olmadığı zaman da, borçlu olan şahsı hâkime şikayet edip, borçluya yemin ettirilmesine kadar, alacaklı olan şahsın, zekât alması yine caiz olmaz. Ancak, bundan yani borçlunun hakim huzurunda, borcunu yemin ile inkâr etmesinden sonra, bu kimsenin zekât alması c?.iz ve aldığı zekât helâl olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
İçinde oturduğu bir evi bulunan kimsenin, bu evin .tamamında oturmakta olmasa bile zekât alması caiz olur. Sahih olan budur. Zâhidî'de de böyledir.
Benî Hâşim'e (Hâşim Oğullarına) zekât verilmez.
Burada, Benî Hâşim'den maksat. Resulü Ekrem (S.A.VJ Efendimizin amcası Hz. Abbas (R.A.) 'in evlâd ve ahfâdiyîe; diğer amcası Ebü Tâlib'in oğulları Hz. Ali (R.AJ 'nin ve onun kardeşi Ca'fer ve Hz. Akîl'in evlât ve ahfadı, bir de Abduhnuttalib bin Hars'm evlâd ve ahfadıdır. Hidâye'de de böyledir.
Hâşim Oğulannım, bu saydıklarımızın dışında kalan şubelerine zekât'vermek caiz olur. Ebû Leheb'ıin zürriyetinden gelenler gibi... Çünkü, onlar Peygamber (S.A.V.) Efendimiz'e yardım etmediler. SirâcüT - Vehhâc'da da böyledir.
Zekât, nezir, öşür ve keffâret gibi verilmesi icabeden sadakalar Beni Hâşim'e verilemezler; ancak bunlara nafile sadakaları vermek caizdir. Kâfî'de de böyledir.
Keza, Benî Hâşim'in kölelerine de zekât verilmez. Kenz Şerhi Aynî'de de böyledir.
Hâşim OğuUarı'ndan fakir olanlara, madenlerin ve definelerin beşte birini vermek caizdir. Cevheretü'n - Neyyire'de de böyledir.
Bir kimsenin zekât dağıtmak üzere vekil kıldığı şahıs, bu zekâtı, eğer muhtaç iseler, kendisinin büyük veya küçük çocuğuna veyahut da hanımına verebilir; bu caizdir. Ancak, bu zekâtı kendi elinde tutamaz. Huİâsa'da da böyledir.
Zekât verecek olan bir kimse, zekât vermek istediği kimsenin durumundan şüphelenir ve bu hususta araştırma yapar; bu araştırması sonunda da o kimsenin zekât vermeye layık bir şahıs olduğu kanaatine varırsa, zekâtını ona verir veya ona sorduktan sonra verirra verir.
Veya, bir kimse, fakirlerin arasında gördüğü bir şahsa zekâtını verir, sonradan da o şahsın zekât verilmesi uygun olan kimselerden olduğu anlaşılırsa, bu kimsenin zekâtı, bil-ittifak caiz olur.
Keza, bu kimsenin durumu belli olmazsa; bu. durumlardaki kimselere de zekât vermek caiz olur.
Zekât vermiş olduğu kimsenin, zengin veya Hâşimî veya kâfir veya Hâşimîlerin kölesi olduğu,.kendisinin dedelerinden veya ninelerinden bulunduğu; kendisinin karısı veya zekâtı veren kadınsa kocası okluğu meydana çıkarsa, yine bu kimsenin zekâtı caiz olur ve onun zekât borcu düşer. Bu, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R. A.) ile İmâm Muhammed (R.A.) 'in kavilleridir.
Şayet zekât vermiş olduğu kimsenin, kölesi veya müdeb-biresi veya ümmü veledi veyahut da muktebesi olduğu anlaşılırsa, bu durumda o kimsenin zekâtı caiz olmaz. Onu iade etmesi, (tekrar vermesi, bil-iemâ' lazım oltır.
Keza, zekât verilen kimsenin zengin olduğu ortaya çıkarsa, -İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, buna verilen zekâtm da iadesi, yani yeniden verilmesi lazım gelir. Tahâvî Şerftİ'nde de böyledir.
Bir kimsenin, zekâtını verdiği sırada, zekât verdiği kimsenin halini araştırmaması, onun zekât almaya hak sahibi olup olmadığını, tetkik ermemesi caizdir.
Ancak, bir kimsenin, kendisine zekât verilmesi uygun olmayan kimselerden olduğu ortaya çıkarsa, ona zekât verilmez.
Durumu şüpheli olan bir şahsa araştırıp soruşturulmadan zekât verilirse ve sonradan da bu zahsm zekâta müstehak olmadığı ortaya çıkar veya ona zekât verilmeyeceğine zann-ı galibi olursa, verilen bu zekât fesada gitmiş oltır.
Ancak, bu kimsenin zekât almaya hâk sahibi olduğu ortaya çıkarsa, verdiği zekât caiz olur. Tebyîn'de de böyledir.
Zekâtı bir beldeden, başka bir beldeye nakletmek mekruhtur.
Ancak, bir kimsenin zekâtını t aşka bir belde1"- ı~ şehirde, yerde) bulunan akrabasına veya I ivminden oıar . Saiuseye, onlar bulunduğu beldenin fakirlerİ7.den daha muhtr s jîr durumda iseler göndermesi caiz olur.
Bir kimsenin zekâtım, başka beldede bulunan ve akrabası olmayan muhtaç kimselere göndermesinde de bir beis yoktur. Bu mekruh olmakla beraber; böyle yapan kimselerin zekâtları yine de caiz olur.
Zekâtı başka yere göndermenin mehrûh olması, zekâtın zamanının geçtikten sonra verilmesi.halindedir. Fakat, zekât, verilme zamanından Önce, başka beldeye gönderilmiş olursa; bunda bir beis yoktur.
Zekâtta, fıtırda ve nezirlerde efdal olan, bunları önce, fakir olan erkek kardeşlere, kız kardeşlere, sonra bunların çocuklarına; sonra anıca ve halalara, sonra da bunların evladlarma; sonra dayı ve teyzelere ve sonra da bunların evladlarma; sonra diğer akrabalara, sonra komşulara, sonra aynı mahallede oturanlara, sonra aynı şehir veya aynı köyde oturanlara vermektir, Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.
Zekâtta muteber olan, malın bulunduğu yerdir. Hattâ zekâtı verecek kimse bir yerde, malı ise başka bir yerde olsa, zekâtını malın bulunduğu yerde verir; küçük çocuklarının ve kölelerinin bulunduğu yerde vermez. Sahihi de budur. Tebyîn'de de böyledir. Fetva da bunun üzerinedir. Muzmarât'ta da böyledir.
Zamanımızın zâlimlerinin zekâtları, Öşür, haraç, vergi ve benzerlerini almaları halinde, esahh olan, bu borçların sakıt olduğudur. Ancak, bunları verdikleri zaman, sadakaya niyyet etmeleri gerekir. Tatarhâıüyye'de de böyledir.
Bir kimse, zekâtına niyyet ederek kendi öz malından, bir fakirin borcunu ödese ve bundan da o fakirin haberi bulunmakta olsa, verdiği bu şey zekât olarak caiz olur. Fakirin haberi bulunmamakta ise, zekât olarak caiz olmaz. Fakat, fakirin borcu da düşmüş olur.
Bir kimse, zekâtına mahsuben bir fakiri evinde oturtmuş olsa; bu, zekât yerine caiz olmaz. Zâhidî'de de böyledir.
Bir kimse, zekât niyyeti dle akrabasının çocuklarına bir şey dağıtsa; veya haber gebren kimseye, zekât niyyeti ile bir şey Verse; veya turfanda bir şey getirene zekât niyyeti ile bir şey verse, bunlar zekât olarak caiz olur.
Keza, bayramlarda veya başka bir zamanda, zekât niyyeti ile kadın veya erkek hizmetçilere verilen şeyler de, zekât olarak caiz olur. Mi'râcü'd - Dürâye'de de böyledir.
Bir kimse, zekâtını bir fakire verdiği zaman, eğer bu zekâtı, o fakir kimse eline almamışsa, bu zekât, caiz olmaz.
Keza, üzerinde velayet bulunan bir fakirin babası veya bir mecnûnun veya1 küçük çocuğun vasisi, zekât niyyeti ile verilen bu Burachı kaydedilen zaman, eserin te'lif edildiği Hicri 11. asırdır.
şeyi, almış olmadıkça, bu zekât olarak caiz olmaz. Yani zekâtı fakir veya onun namına veîî-vasî gibi birisi almadıkça zekât verilmiş olmaz. Hulâsa'da da böyledir.
Keza, bir kimse, ailesinin içinde bulunan ve akrabasından olan bir kimseye zekâtını vermiş olsa, o şahıs almadıkça, zekât verilmiş olmaz. Bu durum, yabancılar için de böyledir.
Bulunan bir şey de, sahibinin eline verilmedikçe verilmiş sayılmaz.
«Bir kimse zekâtını, bir mecnûna veya sabi bir çocuğa vermiş olsa, bunların da akh yetmese ve aldıklarını babasına veya velîsine vermiş olsalar, verilen bu şey zekât olmaz.» denilmiştir. Nitekim; bir kimsenin zekâtını yüksekçe, bir yere koyması ve bir fakirin de gelip oradan alması, da caizdir.
Ancak, kendisine zekât verilen ve bunu alan çocuk, şayet mü-rahık (= aklı yeten çocuk) ise, bu zekât caiz olur.
Keza, almasını bilen, aldığını atmayan bir kimse, bu zekâtı almış olsa ve bu kimseyi, onu elinden almak için başka bir kimse aldatmasa veya bu kimse aldığını atmayan bir kişi olsa, böyle bir fakire verilen zekât caiz olur.
Bunamış bir fakire verilen zekât da caiz olur. Fetâvâyi Kâdi-nâh'da da böyledir. [33]
Konular
- Altının Ve Gümüşün Zekâtı
- Ticaret Mallarının Zekâtı
- Zekâtla İlgili Bazı Mes'eleler
- 4- ÖŞÜR TOPLAYAN KİMSELERİN DURUMU
- 5- DEFİNELERİN VE MÂDENLERİN ZEKÂTI
- 6- ZİRAÎ MAHSULLERİN VE MEYVELERİN ZEKÂTI
- Öşür Suyu :
- Haraç Suyu :
- 7- ZEKÂT VERİLECEK KİMSELER
- Fakirler :
- Miskinler :
- Âmil :
- Mükâteb Köle :
- Borçlu:
- Allah Yolunda Olanlara :
- Yolcu :
- Beytü'l - Mâl'in Gelirleri
- 8- SADAKA-İ FITIR
- Fıtır Sadakası Ne Zaman Vacib Olur :
- EBU İSHAK EŞ-ŞÂTIBÎ:
- KİTAP HAKKINDA (HATIRALAR, DÜŞÜNCELER)
- Mütercimin Onsozu
- MÜELLİFİN HAYATI
- Şâtıbî
- (ö. 790 = 1388)
- "EL-MUVÂFAKÂT" NEŞRİNE AİT BİR-İKİ SÖZ
- ESERİN TANITIMI
- Daha Öncekilerin İhmal Ettikleri Bahisler
- Kitabın Tanınmamasının Sebebi
- Kitaba Olan Teveccühümüzün Sebebi Ve Kitap Üzerinde Yaptığımız Çalışmalar