logo logo

Yeni nesil güncel konularla ilgili sorular ve cevaplar!

Fetvalar.Com

Yeni Nesil Fetvalar

Sistemimize üye olarak sitemizi daha aktif olarak kullanabilirsiniz.

Üyelik için tıkla

Fetvalar.Com

Güncel sorular ve cevapları

Zekâtla İlgili Bazı Mes'eleler

Zekâtını verip vermediğini hatırîamıyan bir kimsenin, ze­kâtını yeniden vermesi lazımdır. Vâkıât'tan naklen Bahrü'r - Râik'ta, Siraciyye'de ve Muhıyt'te de böyledir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) 'a göre, zekât, nisab miktarında olan mala gerekir. Nisabdan fazla olan mal helak olsa da, nisab baki kalsa, onun zekâtı da baki kalır.   Çünkü,

fazlalık nisaba tâbidir. Bunun içindir ki, İmâmı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.) şöyle demiştir : «Eğer, zekât farz olduktan sonra, mal helak olsa, zekât sakıt olur. Malın tamamı değil de, bir kısmı helak olsa, helak olan kısmın zekâtı düşer. Hidâye'de de böyledir.

Zekât icabettikten sonra, nisap helak olsa, zekât helak ol­maz. Sirâciyye'de de böyledir.

Bir kimse, bir ticaret malını, başka bir ticaret malı ile de­ğiştirse, bu durumda mal helak oîmuş sayılmaz. Değişen malın, aynı cinsten olmas; ile ayrı cinsten olması müsavidir ve bu hususta ih­tilaf yoktur. Bahrü'r - Râik'ta da böyledir.

«Bir kimse, sadmeyi (= Otlak hayvanını) hapsedip, aç ve susuz bırakırsa, bu istihlâktir ( = helak etmedir) ve bu kimse, bu şekilde helak ettiği hayvanların zekâtını öder.» denilmiştir, «...öde­mez» diyenler de olmuştur.

Bir kimsenin nisap miktarındaki malı, bibe gibi bir sebep­le, karşılıksız olarak zail   olup gitse; veya mehir   gibi bir sebeple zâü olup gitse; veya karşılığı mal olmas'a veya hizmet kölesi gibi, zekâta tâbi bir mal olmasa, istihlâk ederse, elinde karşılık kalsın veya kalmasın— o şahsın zekât miktarını ödemesi gerekir. Bu şa­hıs, hibesinden bir hüküm sebebi ile dönse veya malını geri alsa, zekât borcu da düşer. Keza, hibeden dönüş, hâkimin hükmü ile ol­masa bile, zekâttan muaf ölür. Sahih olan budur. Zâhidî'de de böy­ledir.

Tağlib Oğullarının sâimelerinden, zekât olarak, müslüman-lardan almanın iki katı alınır. {Tağlib Oğulları, hristiyan bir arap kabilesidir.) Tağlib Kabilesinin, fakirlerinden ve kölelerinden, ciz­yeden başka bir şey alınmaz. Serahsî'nin MuhıytMnde de böyledir.

Tağlib Oğullarının çocuklarından bir şey alınmaz. Kadınla­rından ise, erkeklerinden almanın aynı alınır. Hidâye'de de böyledir.

Kitab'da : «Toplanmış olanlar dağıtılmaz; dağınık bulunan­lar da bir araya   getirilmez.» denilmiştir.   Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir. Meselâ :
80 koyunu olan bir kimsenin, zekât olarak 1 koyun vermesii icabeder. O, 80 koyun, sanki iki adamınmış gibi bölünmez ve zekât olarak iki koyun alınmaz.
Eğer, bu 80 koyun iki adamın olursa, o zaman, bunların zekâtı iki koyundur. Bunlar da, bir adaminmış gibi bir araya toplanmaz ve bunlardan da zekât olarak —sadece— bir koyun verilmez. Serahsî*-nin Muhıyt'inde de böyledir.

îki kişinin, birbirlerine karışmış olan hayvanları, karışma­mış olan hayvanlar gibidir. Bu şahıslardan her birinin hissesi, niisab miktarına erişirse, kendilerinin zekât vermeleri icabeder. Aksi tak­dirde zekât vermeleri gerekmez. Bu şahıslar, bir sözleşme ile veya veraset yolu ile ortalr olmuş bulunsalar da, durum yine aynıdır. Ot­laklarının da bir veya ayrı ayrı olması da müsavidir.

Bu iki şahıstan birinin hissesi nisaba baliğ olur; diğerininkH ise baliğ olmazsa; hissesi nisaba baliğ olan kimsenin, zekât vermesi ica­beder. Diğerinin ise, zekât vermesi gerekmez.

Çocuğun malı, nisab miktarım geçse bile, ona zekât farz olmaz.
Bir kimse, kendisi ile 80 kişi olan bir toplulukla, 80 koyuna or­tak olsa, bu şahıs, her koyuna, bir başka şahısla yarı yarıya ortak bulunsa; bu durumda her biri, koyunun yansı toplanınca 40 koyun yapsa bile, İmâmı Azam Ebû Hanîfe (R.A.) $e İmâm Muhammed (RJL) 'e göre bu kimseye bir şey lazım gelmez.
Kendisi ile altmış kişinin, aynı şekilde ortak bulundukları 60 sı­ğırın durumu da böyledir. Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.
Ortakların hisseleri ınüsavî olmayabilir; meselâ : îki şah­sın ortaklaşa 61 develeri olsa ve —hisse itibarı ile— birinin 36, di-ğerintin de 25 devesi bulunsa; zekât âmili bunlardan, iki yaşına bas­mış dişi bir deve ile üç yaşına girmiş bir dişi deveyi zekât olarak alır. Bu durumda ortaklardan her biri, hisselerine göre zekâtlarını kabullenirler. fÜç yaşındaki deve 36 deveran, 2 yaşındaki deve ise 25 devenin zekâtı olmuş olur.) Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

îmâm (= Devlet Başkam) zekâtı istediği halde, mal sahibi vermese ve sonra da bu mal helak olsa, bu kimse, bu zekâtı tazmin etmez. Sahih olan budur ve umum da bu görüş üzeredir. Tebyîn'de de böyledir.

Bir sene içinde, harâc da, sâimenin zekâtı da iki defa alm-r rnaz. IBdâye'de de böyledir.

Tuhfe'de : «Zekât olarak verilecek devenin, dişi olması va-cibtir.» denilmiştir. Erkek devenin, zekât olarak verilmesi  caiz olmaz. Zekât olarak, erkek devenün ancak bedeli caiz olur. Tatarhâ-itfyye'de de böyledir.

Koyunun zekâtı, erkeğinden de dişisinden de alınabilir. Çünkü, bu isim ikisini de içine almaktadır. İbil (= deve) ise böyle değildir. Bu, Özel isimdir ve bint-u mahad ve bint-ü lebün manala­rını ihtiva eder. Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.

Bize göre, zekât olarak verilecek şeylerin, bedellerini ver­mek de caizdir.

Keza, keffâretUerde, fıtır sadakasında, öşürde ve nezirde de, ve­rilmesi gereken şeylerin bedeleri de verilebilir. Hidâye'de de böy­ledir.

Bir kimse, zekât olarak, dört koyun yerine, iyi beşlenmiş üç koyun veya üç yaşında orta halli bir deve yerine, iki yaşında kuvvet­li bir deve verse, bunlar caiz olur. Fethü'l - Kadîr'de de böyledir.
Bir kimsenin, kıymeti 200 dirhem edecek 200 ölçek buğdayı olduğu zaman, bu kimse muhayyerdir; isterse bu buğdaydan zekât olarak5 ölçek verir, isterse, bu 5 ölçeğin bedellini verir. Tahâvî .Şerhi'nde de böyledir.

Otîak hayvanları satıldığı sırada, zekât âmili orada hazır bulunsa; bu durumda âmil muhayyerdir : İsterse alınması icabeden malm kıymetini alır; böyle yapması halinde yapılan alim - satım, hayvanların tamamı için caiz olur; isterse, bizzat zekât olan ve sa­tılmış bulunan hayvanları alır;, bu durumda ise, zekât olarak alınan hayvanlar kadarının alım - satımı bâtıl olur.

Eğer, zekât âmili orada hazır bulunmaz da, alıcı ile satıcı bir­birlerinden ayrıldıktan sonra gelirse, bu durumda zekât âmili, sa­tılmış bulunan hayvanlardan —zekât olarak— alamaz; ancak alın­ması .icabeden zekâtın kıymetini satıcıdan alır.

Bir kimse, öşrü icabeden yiyecekleri satmış olsa, bu dunun­da âmil serbesttir : İsterse bunları satıcıdan, isterse alıcıdan alır. Burada, âmilin hazır bulunup bulunmaması, satıcı ile alıcının bir­birlerinden ayrılmış olmaları veya almamaları da müsavidir. Bah-rüRâık'ta da böyledir.

Bir kürrıse, arazisini, her seneliği üç yüz dirhem olmak üze­re, üç seneliğine kiraya verse; aradan sekiz ay geçince, iki yüz dirheme sahip olsa; o zamandan itibaren bir sene geçince, beş yüz dir­hemin zekâtını verir.
Bir şahsın, 1000 dirhemden başka malı olmasa, buna karşı­lık olarak, seneliği 100 dirhemden 10 senelik bir ev icarlasa ve bu 1000 dirhemi de ev sahibine verse; bu evde de senelerce oturmasa ve ev kiraya tufamn elinde kalsa; kiracı, ilk sene için 900 dirhemin zekâtını; ikinci sene için de 800 dirhemin zekâtını venir. Yalnız, bi­rinci senenin zekâtını vermez. Sonra, her sene için 100 er dirhem düşerek, geri kalan kısmın zekâtım verir.
Evini kiraya veren kimse ise, birinci ve ikinci yıllar için zekât vermez. Çünkü, bu durumda nisab noksan bulunmaktadır. Sonra da, her sene için 100 dirhem artırarak, ona göre zekâtını verir. An­cak, aldığı kira bedelini artıriniyorsa (biriktiremiyorsa), bu kimse­nin zekât vermesi gerekmez.
Bu durumda, evi kiraya tutan şahsın, ticaret için bir cariyesi bulunmuş olsa, bunun da değeri 1000 dirhem etse; sahibi, evin ki­rasına karşılık olarak bu cariyeyi verse, bu halde nıes'ele değişir. Kiralayan adama zekât düşmez. Çünkü bu, durumda, cariyenin zatı yok olmuştur. Ev sahibinin ise, yukarıda anlattığımız şekilde zekât vermesi* gerekir.

Kira, tartılan ve ölçülenin aynı olmaz ise, dirhemler gibidir; aynı olunca ise câriye gibi olur. Ev sahibi, evi teslim ettiği halde kirasını peşin almazsa, bu durumdaki hüküm değişiktir. Fetâvâyi Kâdîiân'-da da böyledir.
Bir adam, 200 dirhem gümüş kıymetimde olan bir köleyi, ticaret için satın alsa ve bedelini de peşin ödese; fakat köleyi bir sene geçene kadar teslim almasa ve bu köle satan şahsın yanında ölse, bu 200 dirhemin zekâtını, köleyi satan şahıs öder. Keza, köleyi alan şahıs da zekâtını öder.
Eğer kölenin kıymeti, 100 dirhem olmuş olsa, satan şahsın, 200 dirhemin zekâtını vermesi gerekir; alıcısına ise zekât düşmez. Fetâ­vâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, 100 dirheme, hizmet için bir köle satmış olsa, parasının üzerinden bir sene geçtikten sonra, ya hâkimin hükmü veya kendi rızası ile, ayıbından dolayı köle geri verilse; bu kimse, 1000 dirhemin zekâtını öder.

Bir kimse, bir malı, ticaret için satmış olsa, bu mal bir sene sonra, ayıbından dolayı ve hâkiimin hükmü ile iade edilmiş olisa; satmış olan kimsenin, o malın zekâtını vermesi gerekmez. Bu şekil­de, sattığı kölenin de zekâtını vermesi gerekmez. Alan kimsenin de, bu malın zekâtını vermesi gerekmez. Fakat, bu mal, satan kimseye, hâkimin hükmü olmadan geri verilirse zekâtım vermesi gerekir. Çünkü o, yeni alım - satım gibidir. Kâfî'de de böyledir.

Malmın zekâtını, kendisi hasta oluncaya kadar ödememiş olan kimse, varislerinden gizlice bu zekâtını öder.

Eğer, bu kimsenin yanında, zekâtım Ödeyecek kadar malı ol­maz ve zekâtım vermek için borçlanmayı isterse; bu durumda, borç­lanıp, zekât borcunu ödedikten sonra, bu yeni borcunu da Ödemeye gücünün yeteceğine kalbi kanat getirirse, borçlanıp zekât borcunu öder. Böyle yapması efdâl olur. Şayet, böyle yapar ve fakat borcunu ödemeden ölürse, bu borcunu âhirette Allâhu Teâlâ'nın ödemesi ümid edilir.

Şayet, borçlandığı zaman, bu borcu ödeyebileceğine kalbi ka­naat getirmezse, bu durumda efdal olan ise, borçlanrnamasıdır. Çünkü, kula borçluluğun husumeti daha fazladır. Serahsî'nin Mu-htyt'inde de böyledir.
Bir kimse, 1000 dirhem karşılık vererek, t—câriye olduğunu bülmeden —bir kadınla evlenmiş olsa ve o kadın yanında olduğu hal­de bir sene geçse; sonra da onun câriye olduğunu anlasa; o kadın, efendisinden izin almaya ihtiyaç duymadan evlenmiş ve aldığı 1000 dirhemi de kocasına vermiş olursa; Ebû Yûsuf (R.A.)'m rivayetine göre, bu durumda her ikisine de zekât düşmez.

Keza, bir kimse, başka bir kimsenin sakalını kesse de, bu durumda hâkim, kesen şahsın diyet ödemesine hükmetse ve o şahıs da bu diyeti ödese, aradan bir sene geçip, bu şahsın sakalı aynen ye­rine gelince, aldığı diyeti iade etmiş olsa, bu halde her ikisine de zekât lazım olmaz.
Keza, bir kimse, başka bir kimseye, 1000 dirhem borcunun olduğunu ikrar etse ve ödese; aradan bir sene geçince, borcunun ol­madığı ortaya çıksa —ve parasını geri alsa— bu durumda, her ikisi­ne de zekât lazım gelmez.
Keza,-bir kûnse, diğer bir kimseye 1000 dirhem hibe etse ve bunu verse; aradan bir sene geçince de, bu hibesinden hâMmin hükmü veya iki tarafın rızası ile geri dönse ve bu 1000 diürhemi geri alsa, bu durumda, her ikisine de zekât lazım olmaz. Fetâvâyî Kâ-dihân'da da böyledir.
200 dirhemin zekâtını vermesi dcabeden bir kimse, bunun için malından 5 dirhem ayırmış olsa ve sonra da bu 5 dirhem zayi olsa; bu kimseden zekât sakıt olmaz.
Ancak, bu kimse o 5 dirhemi ayırdıktan sonra ölürse, bu 5 dir­hem, mirasçının malı oîur. Zahîröyye'den naklen Tatârhânİyyede de böyledir.
Sâime olan 40 koyun karşılığında bir kadınla evlenmiş olan kimse, kadın bu 40 koyunu aldıktan ve aradan bir sene geçtikten sonra, duhûl vâki olmadan o kadını boşamış olsa, bu şahıs geriye kalan ve bu 40 koyunun yansı olan 20 koyunun zekâtım verir. Fetâ-vâyü Kâdîhân'da da böyledir.

Zekât vermesi icabettiği halde onu ödemeyen bir kimse­nin malından, fakirlerin ona haber vermeden* almaları helâl olmaz. Şayet, fakirler almış öfea mal sahibi geri alır. Şayet bu mal, fakirin elinde durmamakta ise, mal sahibi Ödetir. Tatarhâniyye'de de böy­ledir.

Devlet başkanının zorla almış olduğu mala, mal sahibi ve­rirken zekâtına nivyet eylese, bu durum ihtilaflıdır. Sahih olan, bu kimsenin zekâtının sayılması ve zekâtın   düşmesidir. Muzmarât'ta

da böyledir.

Birbirleri' ile değiştirilen, zekâta tâbi maÜarm hüküm­leri aynıdır.

Meselâ : Hiç bir şeye niyyet etmeden, iki köle birbirleri ile de-ğiştirilse, eğer bu ik köle de, ticaret içinse, yine ikisi de ticaret için olmuş oîur. Şayet, ikisi de hizmet için iseler, yine hizmet için olur­lar. Eğer, değişilen bu kölelerin biri hizmet için, diğeri de ticaret için olursa; yine, ticaret için olanı ticaret için, hSzmet için olanı da hizmet için olur.
İki şahıs, senenin ortasında, ticaret için olan ütü köleyi de-ğişseler, bu kölelerden birinin kıymeti 1000; diğerinin kıymeti ise 200 dirhem olsa; 200 dirhem değerindeki kölenin kıymeti, bir Özründen dolayı 100 dirhem noksanlassa, nisabı doldurmadığı için bu kö­lenin sahibinin senenin başında zekât vermesi gerekmez. Eğer, sat­tıktan sonra, sene tamamlanırsa, kıymeti yüksek olan kölenin sahibi zekâtmı verir. Çünkü o köle, sahibinin elinde 1000 dirhem değerle, bir sene kalmış olmaktadır. Diğer şahıs ise, nisabı tamam olmadığı için zekât vermez.
Şayet, özürlü köle, hâkimin hükmü olmadan geri verilirse, geri veren kimse bunu satın aldıktan sonra, bir sene geçmiş olsa bile, zekât vermez. Geri alan. kimse ise, İ000 dirhemin zekâtını verir. Çünkü bu, yeni alım - satım gibi olur ve helak etmiş sayılır.

Eğer bu köle, hâkimin hükmü ile geri verilmişse, bunu geri alan kimse, zekâtım verir.
Eğer değeri yüksek olan kölenin, senenin yarısından sonra ve satım vaktinde, bir özürü ortaya çıkar ve değeri 200 dirhem noksan-laşırsa, diğer kölenin de bir özürü yoksa, ister mahkeme yolu ile isterse rizâen geri verilmiş olsun, geri veren de, geri alan da, bunun zekâtım verirler. Kâfî'de de böyledir.

İki kişi, mallarının zekâtını, dağıtmak üzere başka biir şah­sa verseler; bu şahıs da bunları birbirine kat&a, sonra da zekât ola­rak dağıtsa; bu şahıs, zekâtı dağıtmak üzere kendisine verilmiş olan iki şahsa borçlu.kalır. Dağıttığı ise, kendisinin sadakası olmuş ofaır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimsenin, zekât olarak dağıtmak üzere eline koyduğu şeyi fakirler yağmalayıp kapişsa bu zekât olarak caiz olur.
Bu şey, o kimsenin elinden düşse v6 bir fakir onu alsa, bu şa­hıs da buna razı olsa, yine zekât olarak caiz olur. Ancak bu durum­da o şahsın, fakirin aldığı malın, kendi malı olduğunu bilmesi ge­rekir. Hulâsa'da da böyledir. [20]