Havaic-İ Asliyeden Fazla Mal :
Zekâtın farz olmasının şartlarından biri de, malm havaic-i asliyeden ( aslî ihtiyaçlardan) fazla olmasıdır.
İçinde oturulan eve, giyilen elbiseye, evin zarurî eşyalarına, binek hayvanlarına, hizmet gören kölelere, kuiamlan silahlara, aile fertlerinin bir senelik yiyeceğine, altın ve gümüşten olmayan kap kaçağa zekât gerekmez. Keza, cevahir, inci, yakut, zümrüt ve benzeri şeylere de, şayet bunlar ticaret îçin kullamlmıyorlarsa zekât gerekmez. Keza, nafaka temini için bulundurulan para için de zekât gerekmez. Hidâye Şerhi Aynî'de de böyledir.
İlim ehlinin kitaplarına, sanatkârların aletlerine veya evde kullanılan aletlere de zekât gerekmez.
Fakat, elbise boyacısı olan bir kimsenin, başkasının elbisesini boyamak için satm almış bulunduğu boya ve zaferân gibi şeylerin kıymeti, nisap miktarına ulaşır ve bunun da üzerinden bir sene geçerse, bu gibi şeylerin zekâtlarının verilmesi farz oîür.
Keza, bir iş yapmakta kullanmak için satın alman ve yapılan işte tesiri ve izi kalan, (dibagatta kullanılan yağ gibi) şeylerin üzerinden sene geç$e ve bunların miktarı da nisaba baliğ olsa, bunların da zekâtının verilmesi lazım gelir.
Şayet, o şeyin kullanıldığı işte, bir eseri ve bir izi kalmazsa, (sabun gibi veya çöğen gibi) bu gibi şeylere zekât gerekmez. Kifâye'de de böyledir. [9]
Borçlu Olmamak :
Zekâtın farz olmasının şartlarından biri de, borçlu olmamaktır.
0 Alimlerimiz - «Kullar tarafından talep edilen borçların hepsi zekâtın farz olmasına manidir. Bu borç; ister kulların her hangi birinin, ödünç gibi; alınmış olan bir şeyin bedeli gibi, telef olunmuş bir şeyin ödenmesi gibi, yaralama diyeti gibi bir alacağı olsun; isterse nakitlerden, ölçülebilen, tartılabilen şeylerden veya elbise, hayvan kan bedeli ve emsali gibi şeylerden olsun; isterse bu borçlar, te'cil edilmiş olsun veya isterse bu borç, zekât borcu gibi Allah için bir borç olsun, bunların hepsi, zekâtın farziyyetine mani olma bakımından müsavidir.» demişlerdir.
Bu borç, şayet saimenin zekâtından dolayı bir borç olursa, âlimlerimiz arasında bir ihtilaf olmaksızın, zekâtın vücubuna mani olur, İsterse bu borç, bir kimsenin bizzat yanında bulunan mal gibi, ayni mal olsun; isterse, nisabın helak olması sebebi ile zimmette kalmış olan bir borç olsun, müsavidir.
Eğer bu borç, meyvelerin ve ticaret mallarının zekâtı sebebi ile meydana gelmiş bir borç olursa, bunlar4 hakkında âlimlerimiz arasında ihtilâf vâki olmuştur. İmâm Ebû Hanîfe CR.A.) ile İmâm Afu-hammed (R.A.)'in görüşlerine göre, bunlar da sahne gibidir. Eğer borç, toprağın haracı gibi olursa, miktarı kadarının zekâtına mani ölu£. Bu kaide, haraç hakkı ile alındığı ve buğday zamanına eriştik-ten sonra senenin tamam olduğu zaman geçerlidir. Eğer, buğday zamanına erişihnemişse haraç vermek yoktur.
Haksız olarak alınmış olan mallar, sene tamam olmadan önce alınmadığı müddetçe, zekâtın vücubuna mani olmaz.
Öşür arazisinden mahsul çıktıktan sonra, zekâtı verilmeden helak olsa, mislini ödemek gerekir. Bu, dirhemlerin üzerinden sene geçerse, üzerine zekât yoktur. Tatarhâniyye de de böyledir.
Keza, mehir de, ister müeccel olsun, ister muaccel olsun zekâtın vücubuna manidir. Çünkü mehir, istenilerek bir borçtur. 3e-rahsî'nin Muhiyt'inde de oöyledir. Zahirî mezhepde sahih olan budur.
el - Bezdevî, Câmiu'l - Kebîr Şerhinde : «Âlimlerimiz şöyle demişlerdir : Bir kimsenin üzerinde, karısının mehr-i müecceli olsa ve bu kimse de onu vermek istemese, bu hâl, zekâtın vücubuna mani olmaz. Çünkü, bunu istemek adet değildir. Bu, yukarıda da geçi İği gibi güzeldir.» demiştir. Cevâhirü'I - Fetâvâ'da da böyledir.
Fakat, hanımların nafakaları borç değildir. Bu borç, hakimin karârı ile veya iki tarafın rızasrile olsa bile, .zekâtın vücubuna mani değildir. Hakimin kazası veya iki tarafın rızası olmasa da durum aynıdır. Mahremlerin nafakaları da böyledir Hakimin bir aydan aşağı olan kısa bir müddetle hüküm verdiği zaman durum böyledir. Nafakanın müddeti uzun olursa, durum yine böyledir. Fakat; bu takdirde, bu miktar nisabtan çıkarılır. Bedâi'de de böyledir.
Bunların tamamı, zekât kendisine vacip olmadan önce, zimmetinde bu borçlar bulunduğu zamandadır. Fakat zekât vacip olduktan sonra, br kimse borçlanmış olursa, bu borç, zekâtın farziyyetini düşürmez. Cevheretü'n - eyyire'de de böyledir.
Fakat, bu borç, senenin içinde arz olmuş ise, bu hususta, Uyûn'da : «Bu, durumda, İmâm Mujıammed (R.A.), zekâtı men eder; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.). ise, zekâtı men etmez.» denilmiştir. Serah-sî'nin Muhiyt'inde de böyledir.
Bir kimsenin, ticaret için bir kölesi olsa ve bu köleden dolayı da bir miktar borcu bulunsa, malından, bu borç miktarı kadarın m zekâtı gerekmez.
Bir kimsenin, başka bir şahıstan bin dirhem alacağı olsa, borçlu olan şahsın da, kendi emri ile veya emri olmadan bir de kefili bulunsa; asıl borçlunun ve kefilinin de Ijiner dirhemleri bulunsa ve bu dirhemlerinin üzerinden de bir sene geçmiş olsa, borçluya da, kefile de, bu biner dirhemlerinden dolayı zekât vermek farz olmaz.
Bir-kimse, başka bir kimsenin bin dirhemini gasfaetmiş olsa, ikinci bir şahıs da, geüp onun elinden bu bin dirhemi gasbetse ve bu bin dirhemi harcasa; bu iki gasıbında şahıslarına ait biner dirhemleri bulunsa ve bunların da üzerlerinden birer yıl geçmiş olsa; birinci gasıb, bin dirheminin zekâtını verir. îkinci-gasıb içinse bu bin dirheminden dolayı zekât vermek gerekmez. Fetâvâyİ Kâdîhân-da da böyledir.
Bir kimsenin, bin dirhemi ve bin dirhem de borcu olsa: ticaret için olmayan hizmetçisi ve evi de bulunsa, bunların kıymetleri on bir dirhem bile olsa, o kimsenin zekât vermesi'gerekmez. Çünkü elindeki, borcunun karşılığıdır. Borç, bunlara harcanmıştır. Ev ile hizmetçi ise, o kimsenin hacet-j asliyesindendir. Ve borç, bunlara harcanmamıştır.
Bu ev ile hizmetçi, o kimsenin zekât almasına da mani değildir. Çünkü bunlar, ihtiyacını gidermez; bil-akis ihtiyacını artırır. Bu, Ha-san-ı Basrî'nin kavlinin manasıdır. O : «Şüphesiz ki, sadaka (= zekât), on bin dirheme sahip olan kimseye bile helal olur.» demiştir. «Bu nasıl olur.?» diye soranlara İse : «Evi, hizmetçisi ve silahı bulunup, bunları satamayan kimselerin durumu böyledir.» demiştir.
Keza, âlimlerimiz : «Çok kıymetli kitaplara sahip olan bir âlim, eğer onlara muhtaç ise, ve başka bir şeyi yoksa bu âlimin zekât alması helal olur. Ancak, bu kimse, ihtiyacından başka, iki yüz dirhem bir fazlalığa sahip bulunursa, bu durumda, o âlimin zekât alması,haram ölür.» İmâm Serahsî'nin Mebsût Şerhi'nde de böyledir.
Kitabın ihtiyaçtan fazla olması, her tasniften, iki nüshadan fazla olmasıdır. «Üç nüshadan fazla olmasıdır.') da denilmiştir. Fa.kat, muhtar olan, birinci kavildir. Yani, iki nüshadan.fazlası, fazla demektir. Fethü'l - Kadîr'de de böyledir.
Bir alacaklı, alacağından vaz geçip, borçlunun borcu' düştüğü zaman, İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, borcun düştüğü güne itibar edilir. O günden itibaren, üzerinden tam bir sene geçince, borcundan vazgeçilmiş olan kimsenin üzerine zekât farz olur. Fethü'l - Kaclîr'de de böyledir.
Nezirler, keffaretler, fıtır sadakaları ve hac gibi, kullar tarafından istenilmeyen her borç, Allah borcu gibidir ve bunlar zekâta mani değildir. Serahsî'nin Muhlyt'inde de böyledir.
Bulunmuş eşyaların, tazminatı ile hak sahibine vermeden Önceki Ödemelerin tazminatı da zekâta mani değildir. Tatarhânîyye'-de de böyledir.
Âlimler : «Ödemelerin tazminatı, sene içinde olursa, zekâta manidir; sene çıktıktan sonra olursa, mani değildir.» demişlerdir. Bedâî'de de böyledir.
Bir kimse, eğer dirhemler, .dinarlar, ticaret malları ve ev hayvanüarı gibi muhtelif nisablara sahip olursa ve bu şahsın borcu da bulunursa; bu; kimse borcunu, önce dirhem ve dinarlarına karşılık tutar. Eğer borcu, bunlardan fazla olursa, ticaret mallarını da borcuna karşı tutar. Ondan da fazla gelirse, hayvanlarını karşılık tutar. Şayet hayvanları muhtelif cinslerden ise, en az olanların, borcuna karşılık tutar. Eğer, mallar değerce müsavi olurlarsa, dilediğini borcuna karşılık tutar ve bu kimse, borcunu karşıladıktan sonra, kalan malının zekâtını verir. Tebynvde de böyledir.
0 Bu ^hükum, âmil (= zekât toplama memuru) hazır bulunduğu zaman içindir. Amil hazır bulunmazsa, mal sahibi serbesttir. D:lerse, alacağını sâimeye sarfeder ve zekâtını sâimeden verir. Çünkü mal sahibinin, ikisinde.de eşit hakkı yardır. İhtilaf, âmildedir. Çünkü onun, dirhemlerden değil, sâimeden zekât almaya velayeti' vardır. Bunun içindir ki, alacağını dirhemlere harcar ve zekâtı sâimeden alır. İmâm Serahsî'nin Mebsût Şerhî'den de böyledir.
İkiyüz dirhemi ve hizmetçileri bulunan bir kimse, hizmetçilerini evleııdirse ve ihtiyacı kadar da borç buğday alsa, bu durum-da, iki yüz dirhemi de durmakta olsa, bu kimsenin zekât vermesi lazım gelmez. Çünkü, malı yok demektir.
İmâm Züfer ise : «Bu kimse, alacağını, cinsine sarfederse, zekât verir.» demiştir. Kâfi'de de böyledir. [10]
İçinde oturulan eve, giyilen elbiseye, evin zarurî eşyalarına, binek hayvanlarına, hizmet gören kölelere, kuiamlan silahlara, aile fertlerinin bir senelik yiyeceğine, altın ve gümüşten olmayan kap kaçağa zekât gerekmez. Keza, cevahir, inci, yakut, zümrüt ve benzeri şeylere de, şayet bunlar ticaret îçin kullamlmıyorlarsa zekât gerekmez. Keza, nafaka temini için bulundurulan para için de zekât gerekmez. Hidâye Şerhi Aynî'de de böyledir.
İlim ehlinin kitaplarına, sanatkârların aletlerine veya evde kullanılan aletlere de zekât gerekmez.
Fakat, elbise boyacısı olan bir kimsenin, başkasının elbisesini boyamak için satm almış bulunduğu boya ve zaferân gibi şeylerin kıymeti, nisap miktarına ulaşır ve bunun da üzerinden bir sene geçerse, bu gibi şeylerin zekâtlarının verilmesi farz oîür.
Keza, bir iş yapmakta kullanmak için satın alman ve yapılan işte tesiri ve izi kalan, (dibagatta kullanılan yağ gibi) şeylerin üzerinden sene geç$e ve bunların miktarı da nisaba baliğ olsa, bunların da zekâtının verilmesi lazım gelir.
Şayet, o şeyin kullanıldığı işte, bir eseri ve bir izi kalmazsa, (sabun gibi veya çöğen gibi) bu gibi şeylere zekât gerekmez. Kifâye'de de böyledir. [9]
Borçlu Olmamak :
Zekâtın farz olmasının şartlarından biri de, borçlu olmamaktır.
0 Alimlerimiz - «Kullar tarafından talep edilen borçların hepsi zekâtın farz olmasına manidir. Bu borç; ister kulların her hangi birinin, ödünç gibi; alınmış olan bir şeyin bedeli gibi, telef olunmuş bir şeyin ödenmesi gibi, yaralama diyeti gibi bir alacağı olsun; isterse nakitlerden, ölçülebilen, tartılabilen şeylerden veya elbise, hayvan kan bedeli ve emsali gibi şeylerden olsun; isterse bu borçlar, te'cil edilmiş olsun veya isterse bu borç, zekât borcu gibi Allah için bir borç olsun, bunların hepsi, zekâtın farziyyetine mani olma bakımından müsavidir.» demişlerdir.
Bu borç, şayet saimenin zekâtından dolayı bir borç olursa, âlimlerimiz arasında bir ihtilaf olmaksızın, zekâtın vücubuna mani olur, İsterse bu borç, bir kimsenin bizzat yanında bulunan mal gibi, ayni mal olsun; isterse, nisabın helak olması sebebi ile zimmette kalmış olan bir borç olsun, müsavidir.
Eğer bu borç, meyvelerin ve ticaret mallarının zekâtı sebebi ile meydana gelmiş bir borç olursa, bunlar4 hakkında âlimlerimiz arasında ihtilâf vâki olmuştur. İmâm Ebû Hanîfe CR.A.) ile İmâm Afu-hammed (R.A.)'in görüşlerine göre, bunlar da sahne gibidir. Eğer borç, toprağın haracı gibi olursa, miktarı kadarının zekâtına mani ölu£. Bu kaide, haraç hakkı ile alındığı ve buğday zamanına eriştik-ten sonra senenin tamam olduğu zaman geçerlidir. Eğer, buğday zamanına erişihnemişse haraç vermek yoktur.
Haksız olarak alınmış olan mallar, sene tamam olmadan önce alınmadığı müddetçe, zekâtın vücubuna mani olmaz.
Öşür arazisinden mahsul çıktıktan sonra, zekâtı verilmeden helak olsa, mislini ödemek gerekir. Bu, dirhemlerin üzerinden sene geçerse, üzerine zekât yoktur. Tatarhâniyye de de böyledir.
Keza, mehir de, ister müeccel olsun, ister muaccel olsun zekâtın vücubuna manidir. Çünkü mehir, istenilerek bir borçtur. 3e-rahsî'nin Muhiyt'inde de oöyledir. Zahirî mezhepde sahih olan budur.
el - Bezdevî, Câmiu'l - Kebîr Şerhinde : «Âlimlerimiz şöyle demişlerdir : Bir kimsenin üzerinde, karısının mehr-i müecceli olsa ve bu kimse de onu vermek istemese, bu hâl, zekâtın vücubuna mani olmaz. Çünkü, bunu istemek adet değildir. Bu, yukarıda da geçi İği gibi güzeldir.» demiştir. Cevâhirü'I - Fetâvâ'da da böyledir.
Fakat, hanımların nafakaları borç değildir. Bu borç, hakimin karârı ile veya iki tarafın rızasrile olsa bile, .zekâtın vücubuna mani değildir. Hakimin kazası veya iki tarafın rızası olmasa da durum aynıdır. Mahremlerin nafakaları da böyledir Hakimin bir aydan aşağı olan kısa bir müddetle hüküm verdiği zaman durum böyledir. Nafakanın müddeti uzun olursa, durum yine böyledir. Fakat; bu takdirde, bu miktar nisabtan çıkarılır. Bedâi'de de böyledir.
Bunların tamamı, zekât kendisine vacip olmadan önce, zimmetinde bu borçlar bulunduğu zamandadır. Fakat zekât vacip olduktan sonra, br kimse borçlanmış olursa, bu borç, zekâtın farziyyetini düşürmez. Cevheretü'n - eyyire'de de böyledir.
Fakat, bu borç, senenin içinde arz olmuş ise, bu hususta, Uyûn'da : «Bu, durumda, İmâm Mujıammed (R.A.), zekâtı men eder; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.). ise, zekâtı men etmez.» denilmiştir. Serah-sî'nin Muhiyt'inde de böyledir.
Bir kimsenin, ticaret için bir kölesi olsa ve bu köleden dolayı da bir miktar borcu bulunsa, malından, bu borç miktarı kadarın m zekâtı gerekmez.
Bir kimsenin, başka bir şahıstan bin dirhem alacağı olsa, borçlu olan şahsın da, kendi emri ile veya emri olmadan bir de kefili bulunsa; asıl borçlunun ve kefilinin de Ijiner dirhemleri bulunsa ve bu dirhemlerinin üzerinden de bir sene geçmiş olsa, borçluya da, kefile de, bu biner dirhemlerinden dolayı zekât vermek farz olmaz.
Bir-kimse, başka bir kimsenin bin dirhemini gasfaetmiş olsa, ikinci bir şahıs da, geüp onun elinden bu bin dirhemi gasbetse ve bu bin dirhemi harcasa; bu iki gasıbında şahıslarına ait biner dirhemleri bulunsa ve bunların da üzerlerinden birer yıl geçmiş olsa; birinci gasıb, bin dirheminin zekâtını verir. îkinci-gasıb içinse bu bin dirheminden dolayı zekât vermek gerekmez. Fetâvâyİ Kâdîhân-da da böyledir.
Bir kimsenin, bin dirhemi ve bin dirhem de borcu olsa: ticaret için olmayan hizmetçisi ve evi de bulunsa, bunların kıymetleri on bir dirhem bile olsa, o kimsenin zekât vermesi'gerekmez. Çünkü elindeki, borcunun karşılığıdır. Borç, bunlara harcanmıştır. Ev ile hizmetçi ise, o kimsenin hacet-j asliyesindendir. Ve borç, bunlara harcanmamıştır.
Bu ev ile hizmetçi, o kimsenin zekât almasına da mani değildir. Çünkü bunlar, ihtiyacını gidermez; bil-akis ihtiyacını artırır. Bu, Ha-san-ı Basrî'nin kavlinin manasıdır. O : «Şüphesiz ki, sadaka (= zekât), on bin dirheme sahip olan kimseye bile helal olur.» demiştir. «Bu nasıl olur.?» diye soranlara İse : «Evi, hizmetçisi ve silahı bulunup, bunları satamayan kimselerin durumu böyledir.» demiştir.
Keza, âlimlerimiz : «Çok kıymetli kitaplara sahip olan bir âlim, eğer onlara muhtaç ise, ve başka bir şeyi yoksa bu âlimin zekât alması helal olur. Ancak, bu kimse, ihtiyacından başka, iki yüz dirhem bir fazlalığa sahip bulunursa, bu durumda, o âlimin zekât alması,haram ölür.» İmâm Serahsî'nin Mebsût Şerhi'nde de böyledir.
Kitabın ihtiyaçtan fazla olması, her tasniften, iki nüshadan fazla olmasıdır. «Üç nüshadan fazla olmasıdır.') da denilmiştir. Fa.kat, muhtar olan, birinci kavildir. Yani, iki nüshadan.fazlası, fazla demektir. Fethü'l - Kadîr'de de böyledir.
Bir alacaklı, alacağından vaz geçip, borçlunun borcu' düştüğü zaman, İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, borcun düştüğü güne itibar edilir. O günden itibaren, üzerinden tam bir sene geçince, borcundan vazgeçilmiş olan kimsenin üzerine zekât farz olur. Fethü'l - Kaclîr'de de böyledir.
Nezirler, keffaretler, fıtır sadakaları ve hac gibi, kullar tarafından istenilmeyen her borç, Allah borcu gibidir ve bunlar zekâta mani değildir. Serahsî'nin Muhlyt'inde de böyledir.
Bulunmuş eşyaların, tazminatı ile hak sahibine vermeden Önceki Ödemelerin tazminatı da zekâta mani değildir. Tatarhânîyye'-de de böyledir.
Âlimler : «Ödemelerin tazminatı, sene içinde olursa, zekâta manidir; sene çıktıktan sonra olursa, mani değildir.» demişlerdir. Bedâî'de de böyledir.
Bir kimse, eğer dirhemler, .dinarlar, ticaret malları ve ev hayvanüarı gibi muhtelif nisablara sahip olursa ve bu şahsın borcu da bulunursa; bu; kimse borcunu, önce dirhem ve dinarlarına karşılık tutar. Eğer borcu, bunlardan fazla olursa, ticaret mallarını da borcuna karşı tutar. Ondan da fazla gelirse, hayvanlarını karşılık tutar. Şayet hayvanları muhtelif cinslerden ise, en az olanların, borcuna karşılık tutar. Eğer, mallar değerce müsavi olurlarsa, dilediğini borcuna karşılık tutar ve bu kimse, borcunu karşıladıktan sonra, kalan malının zekâtını verir. Tebynvde de böyledir.
0 Bu ^hükum, âmil (= zekât toplama memuru) hazır bulunduğu zaman içindir. Amil hazır bulunmazsa, mal sahibi serbesttir. D:lerse, alacağını sâimeye sarfeder ve zekâtını sâimeden verir. Çünkü mal sahibinin, ikisinde.de eşit hakkı yardır. İhtilaf, âmildedir. Çünkü onun, dirhemlerden değil, sâimeden zekât almaya velayeti' vardır. Bunun içindir ki, alacağını dirhemlere harcar ve zekâtı sâimeden alır. İmâm Serahsî'nin Mebsût Şerhî'den de böyledir.
İkiyüz dirhemi ve hizmetçileri bulunan bir kimse, hizmetçilerini evleııdirse ve ihtiyacı kadar da borç buğday alsa, bu durum-da, iki yüz dirhemi de durmakta olsa, bu kimsenin zekât vermesi lazım gelmez. Çünkü, malı yok demektir.
İmâm Züfer ise : «Bu kimse, alacağını, cinsine sarfederse, zekât verir.» demiştir. Kâfi'de de böyledir. [10]
Konular
- İçilecek Şeylerin Hükmü
- Şarabın Hükmü:
- Ekseri Âlimlere Göre Haram Olan İçecekler
- Bütün Âlimlere Göre Helâl Olan İçecekler
- 2- İÇİLECEK ŞEYLER HAKKINDA ÇEŞİTLİ MES'ELELER
- 2- SARHOŞUN TASARRUFLARI
- ZEKAT
- 1- ZEKATIN MANASI, SIFATI VE ŞARTLARI
- Zekâtın Sıfatı :
- Zekâtın Vücubunün Şartları:
- Hürriyet :
- İslâm
- Akıl Ve Bulûğ :
- Nisab Miktar! Mal :
- Mala Tam Malik Olmak :
- Havaic-İ Asliyeden Fazla Mal :
- Nisabın Namı Olması :
- Malın Üzerinden Bir Sene Geçmesi :
- 2-OTLAK HAYVANLARIN ZEKÂTI
- Mukaddeme
- Develerin Zekâtı
- Sığırların Zekâtı
- Koyunların Zekâte
- Zekâta Tabî Olmayan Mallar
- 3- ALTININ, GÜMÜŞÜN VE TİCARET MALLARININ ZEKÂTI
- Altının Ve Gümüşün Zekâtı
- Ticaret Mallarının Zekâtı
- Zekâtla İlgili Bazı Mes'eleler
- 4- ÖŞÜR TOPLAYAN KİMSELERİN DURUMU
- 5- DEFİNELERİN VE MÂDENLERİN ZEKÂTI