ONBİRİNCİ MESELE:
Rasûlullah'm beyanının, geçerli ve sahih olduğu konusunda herhangi bir şüphe yoktur. Çünkü o zaten bunun için gönderilmiştir: "Sana da insanlara gönderileni açıklayasın diye Kur'ân'ı indirdik[107] âyeti onun bu görevini açıkça ortaya koyar. Bu konuda herhangi bir görüş ayrılığı bulunmamaktadır.
Sahabe beyanlarına gelince; eğer beyan ettikleri konuda
icmâ etmişlerse, onun da geçerli ve sahih olduğunda şüphe yoktur. Meselâ, sünnet mahallinin girmesi sebebiyle guslün gerekeceği konusu üzerinde icmâ etmeleri gibi ki, bu icmâ, "Eğer cünüp iseniz temizlenin"[108]âyetini açıklamış olmaktadır.
Eğer aralarında icmâ yoksa[109], o zaman beyanları bir delil kabul edilebilir mi? Yoksa edilemez mi? İşte bu, üzerinde düşünülmeye ve tafsilata ihtiyaç gösteren bir konudur. Ancak ağır basan taraf, beyan konusunda onların açıklamalarına iki sebepten ötürü dayanılması gereğidir:
Birincisi: Sahabe Arap dilini selika olarak çok iyi biliyordu. Çünkü onlar fasih konuşan Araplardı ve dilleri henüz değişmemişti, fasahat bakımından en üst mertebede bulunuyorlardı. Bu özelliklerinden dolayı onlar, Allah'ın Kitâb'ını ve Sünneti anlama konusunda diğerlerinden daha ayrıcalıklı bulunuyorlardı. Bu durumda, beyan makamında onlardan bir söz ya da fiil geldiği zaman, bu açıdan ona dayanmak sahih olacaktır.
İkincisi, İslâm'ın ruhuna vakıf idiler: Olayların ve nüzul hadiselerinin bizzat içerisinde idiler, Kitap ve Sünnet yoluyla gelen vahye tanıktılar. Bu itibarla onlar, hal karinelerini ve nüzul sebeplerini en iyi bilen kimseler oluyordu. Bu ayrıcalıktan dolayı başkalarının kavrayamadıkları şeyleri kavrayabiliyorlardı. Bir olayda hazır bulunanın, orada bulunmayanın (haber vasıtasıyla) öğrenemediklerini görmüş olması tabiîdir.
Bu durumda ne zaman onlardan mutlakın takyidi ya da umumun tahsisi gelecek olsa, onun ile amel etmek doğru olacaktır. Bu, meseleyle ilgili onlardan herhangi bir görüş ayrılığı nakledilmediği zaman böyledir. Eğer aralarında görüş ayrılığı var ise, o zaman mesele içtihada açık demektir.
Buna örnek Hz. Peygamber'in: "insanlar iftar etmede acele ettikleri sürece hayır üzere olmaya devam ederler"[110] hadisidir. Bu acele etmeden hem orucun namazdan önce açılması anlaşılabilir, hem de namazdan hemen sonra açılması kastedilebilir. Hz. Ömer ile Hz. Osman, önce namazı kılarlar sonra iftar ederlerdi.Onlar böylece, hadiste sözü edilen acele etmenin illâ da namazdan önce olması şeklinde anlaşılmamasını, bilakis namazdan sonra hemen iftar edilmesi şeklinde de anlaşılabileceğini, doğuluların[111] yaptığı tehirin ise, başka birşey olup dinde yasak olan aşırılık (ta-ammuk) içerisine gireceğini beyan etmiş oluyorlardı. Aynı şekilde yahudilerin, iftarı tehir etmekte oldukları ve bu yüzden de müslü-manların acele etmelerinin mendup kılınmasını da (açıklamış oluyorlardı).[112]
Hz. Peygamber'in : "Hilâli görmedikçe oruç tutmayın, onu görmedikçe iftar etmeyin"[113]hadisinde sözü edilen görme, ekser (çoğunluk hal) ile kayıtlı olabilir.[114] Bu durumda güneşin batışmdan sonra görülmesi kastedilmiş olur. Hz. Osman bunun gerekli olmadığını açıklamıştır. Hilâfeti sırasında hilâli güneşin batmasından önce görmüş, buna rağmen akşam olup güneş batmcaya kadar iftar etmemiştir. Düşünülmeli!
Mâlik b. Enes'in Muvatta'da ve diğer yerlerde takip ettiği metot, çoğunlukla sünneti açıklayıcı mahiyette sahabe görüş ve tatbikatına (âsâr) yer vermesiydi. Böylece o, bunlarla, sünnetleri beyan etmek, onlar içerisinde hangisiyle amel edilip hangisiyle amel edilmediğini, hangisinin mutlakının takyid edildiğini tesbit etmek istiyordu. Zikri geçen konuda onun tavrı ve yaklaşımı (mezhebi) bu merkezde idi. Onların sözlerinin açıklık getirdiği hususlardan biri de dil idi. Nitekim İmam Mâlik, "dülûki'ş-şems", "gaseki'l-leyl" hakkında İbn Ömer ve İbn Abbâs'm sözlerini nakletmiş, cumaya koşma[115] âyetinde bahis konusu edilen "sa'y" (koşma) hakkında da Hz. Ömer'den nakilde bulunmuştur. "İhve" yani kardeşler mânâsı hakkında da, sünnetin iki ve daha fazlasına hükmettiği naklinde bulunmuştur... Onların sözleri ile, Kitap ve Sünnetin mânâlarının açıklık kazanacağı açıktır.
İtiraz: Bu görüş, sahâbînin taklid edilmesi sonucuna çıkar. Halbuki o konuda tartışmalar ve görüş ayrılıkları bulunmaktadır.[116]
Cevap: Evet bu bir taklittir; fakat bu, gereği üzere (sahip oldukları ayrıcalıklar sebebiyle) ancak onların ictihad edebilecekleri şeylere yönelik olmaktadır. Daha önce geçtiği gibi onlar Araptırlar. Aslen ve meşrep olarak Arap olan ile, araplaşan arasında fark vardır. "Sunî şeylere, fitrî özellikler galebe çalar" Sonra onlar nassların nüzul ve vürûduna sebep olan olayların bizzat içerisinde yer almışlar, kendilerinden sonra gelenlerin görmedikleri hal karîneleri-ne vakıf olmuşlardır. Hal karinelerinin olduğu şekil üzere nakledilmesi imkânsız gibi birşeydir. Şu halde onların şeriatları anlayışlarının daha sağlam ve tam olduğunu ve bu konuda onların takdim edilmesinin lüzumunu söylemek gerekecektir. Bu durumda gerek Kur'ân ve gerekse Sünnet hakkında, beyan makamında onlardan bir nakil gelse ve bu, eğer o olmasa nassın tam olarak anlaşılması imkânsız olacak kabilden olsa, kesin olarak o beyan ile amel edilmesine hük-molunacaktır. Zikredilen gerekçeler bunu gerektirecektir bir. İkincisi sünnette de onların yolundan gidilmesi ve onlara tâbi olunması emredilmiştir. Nitekim bir hadis şöyledir: "Sünnetime ve benden sonra gelecek hakka kılavuzluk eden râşid halifelerin sünnetine yapışın. Onlara iyice tutunun ve azı dişlerinizle sarılın"[117] Buna benzer daha başka hadisler de vardır. Bütün bunlar, konumuzu genel anlamda desteklemektedir.
Ancak konunun ictihad mahalli olduğu bilinirse ve o konuda ictihad için sahabeye has olan sözünü ettiğimiz iki özelliğe ihtiyaç duyulmayacaksa, o zaman onlarla kendilerinden sonra gelenler o konuda eşittirler. Avl[118], uykudan dolayı abdest alma, pek çok ribâ ile ilgili meseleler gibi. Hz. Ömer ribâ hakkında: "Hz. Peygamber bize ribâ âyetini açıklamadan önce öldü. Binâenaleyh, ribâyı da ribâ şüphesini de terkedin" demiştir ya da buna benzer birşey söylemiştir. Bu gibi meseleler, bütün ümmet için ictihad mahalli olup, bunlarda sahabenin diğer müctehidlere nisbetle bir ayrıcalığı yoktur. İşte bu gibi konularda da âlimler arasında görüş ayrılığı vardır. Bazıları, sahâbî söz ve görüşünü bir hüccet kabul etmekte ve başka bir delil araştırmaya gerek duymaksızın onunla amel etmektedir. Buna göre onlar, sahâbî kavlini hadisler ve nebevî ictihadlar gibi[119] kabul etmektedirler. Bunlar, usûl kitaplarında anlatılmaktadır; dolayısıyla onları burada zikretmeye gerek yoktur. [120]
Konular
- BEŞİNCİ MESELE:
- ALTINCI MESELE:
- YEDİNCİ MESELE:
- BEŞİNCİ FASIL
- MÜCMEL[1] VE MÜBEYYEN (İCMAL VE BEYAN)
- BİRİNCİ MESELE:
- İKİNCİ MESELE:
- ÜÇÜNCÜ MESELE:
- DÖRDÜNCÜ MESELE:
- BEŞİNCİ MESELE:
- ALTINCI MESELE:
- YEDİNCİ MESELE:
- SEKİZİNCİ MESELE:
- DOKUZUNCU MESELE:
- ONUNCU MESELE:
- ONBİRİNCİ MESELE:
- ONIKINCİ MESELE:
- İKİNCİ TARAF
- TAFSİL ÜZERE DELİLLER
- (Kitap, Sünnet, İcmâ ve Re'y)
- KİTAP (KUR'ÂN)
- BİRİNCİ MESELE:
- İKİNCİ MESELE:
- ÜÇÜNCÜ MESELE:
- DÖRDÜNCÜ MESELE:
- BEŞİNCİ MESELE:
- ALTINCI MESELE:
- YEDİNCİ MESELE:
- SEKİZİNCİ MESELE:
- DOKUZUNCU MESELE: