logo logo

Yeni nesil güncel konularla ilgili sorular ve cevaplar!

Fetvalar.Com

Yeni Nesil Fetvalar

Sistemimize üye olarak sitemizi daha aktif olarak kullanabilirsiniz.

Üyelik için tıkla

Fetvalar.Com

Güncel sorular ve cevapları

4- ECÎRİN, ÜCRETTEKİ TASARRUFU

İcarı veren şahıs, müste'ciri, ücretinden ibra eder veya,bunu ona bağışlar, yahut tasadduk eder ve bu, o şahıs kendisine bir menfaat sağlamadan olur; sözleşmede de "ücretin peşin olacağını" söylenmemiş olursa, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, bu caiz olmaz. Ücret ister ay olsun; isterse, borç olsun, icare hali üzere kalır; fesholmaz.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise; eğer ücret borç ise, müste'cir kabul etsin veya etmesin, bu akid caiz olur; icare bozulmaz.

Şayet ücret ayn olur, diğeri de onu bağışlamış, o da, onu bile bile kabul etmiş olursa, akid kabul olur. Eğer bağışı kabul ederse, icare fesh olur. Eğer reddederse, batıl olmaz ve icare hali üzerine kalır. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, ücretinden vazgeçer veya onu bağışlarsa, ücretin peşin olması şartıyle akid yapmışlarsa, bu bi'1-icma sahih olur. Akid hali üzre kalır. Ücretin tamamından vaz geçip sadece bir dirhemini müstesna kilsa, bu bi'1-icma sahih olur. Çünkü bu, alacağından düşme yerindedir.

Şayet ücret bir ayn ise, ondan vazgeçmek sahih olmaz. Gıyâsiyye'de de böyledir.

Şayet, bu tasarrufat icara verenden ise, menfaati aldıktan sonra, bu bila hilaf caizdir. Muhıyt'te de böyledir.
Ebû'1-Leys, Nevazîli'nde şöyle buyurmuştur:

İcarlayan kimse, bir kimseyi ramazanda icarlasa, bu caiz olur mu? İmâm, İmâm Muhammed (R.A.)'in kavline göre şöyle buyurmuştur:

— Şayet senelik icarlamışsa, caiz olur. Aylarca icarlamiş da o aylara ramazan giriyorsa, yine sahih olur. Sadece ramazan için icarlamak, caiz olmaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Biz de bu görüşteyiz. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Senenin yarısı geçtikten sonra, icara veren şahıs, icara tutanı bü­tün ücretinden ibra eylese veya ücretini ona bağışlasa, o zaman, iş veren ücretin tamamından kurtulmuş olur.

Bu, İmâm Muhammet! (R.A.)'in kavlidir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise, yarısından kurtulur, yarısı kalır. Muhıyt'te de böyledir.

Hâkimü'ş-Şt'hîd Müntekâ'da şöyle buyurmuştur:

Bir adam, bir yerini belirli dirhemler karşılığında, bir adama, icara verip, kirasını da alır; müste'cir de o yeri ekmez, icara veren de, icarı ona bağışlar ve ona verir; sonra da her hangi bir yönden bu icare bozulursa, müste'cir icarcıya müracaat ederek, verdiği ücreti geri alır. Ancak, seneden, geçen ayların hissesini alamaz.

Şayet, icara veren şahıs, o yeri icarı teslim almadan bağışlamış olursa, bu durumda müste'cir, hiç bir şey için müracaat edemez. Muhıyt'te de böyledir.

İcara veren zatın, icarlayandan herhangi bir mal satın alması, bü­tün alimlerimize göre caizdir. Ve bu adam, sözleşme gereğince, satın aldığı şeyin parasını icara bedel tutabilir.

İcar fazla ise, fazlasını alır.

Satın aldığının parası, icar bedelinden fazla ise, o fazlayı verir. Zehıyre'de de böyledir.

İcarlanan zat, iş yapamazsa, sattığı şeyin parası için müracaat eder;  ancak  sattığı malı  geri  alamaz.   Serahsfnin Muhıytı'nde de böyledir.

Ücret dirhemler olduğunda, onun yerine, icarcıdan un, zeytin yağı veya başka bir şeyi karşılık olarak almak caizdir. Gıyasiyye'de de böyledir.
Âcir (= icara veren) ile müste'cir, icarda sarf işlemi yaparlar; (şöyleki ücret alan şahıs, alacağı dinarlara karşılık olarak dirhemleri alır) ve bu muamele menfaatten yani ücretli, ücrenini hak ettikten sonra olur veya ücretin peşin olmasını şan koşmuşlarsa, bi'1-icma bu musarefe (sarf işlemi) caiz olur.

Şayet bu sarf işlemi, ücreti hak etmeden, peşin olmasını da şart koşmadan önce olursa, mes'ele ihtilaflıdır. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)*un önceki kavline ve İmâm Muhammet! (R.A.)'in kavline göre caiz olur.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'ım sonraki kavlince, bu sarf —amel yapılmadan önce ayrılırlarsa—batıldır. (= geçersizdir)

Bu, ücret alacak olduğu zaman böyledir.

Fakat, ücret bir ayn ise, (sikkelenmemiş gümüş gibi...) o takdirde, müste'cir dinarlara karşılık onu verebilirse, caiz olmaz. İster menfaatten önce, isterse sonra olsun, müsavidir. İster peşin şartı olsun, ister olmasın aynıdır.

el-Asi'da şöyle zikredilmiştir:

Musâfefe (= sarf işlemi) ücrete karşılık, olmak üzere ve belirli bir şeyi on dirheme taşıması şartıyle icare akdi yaparlar ve işi yapacak şahıs, hiç taşımadan veya bir müddet taşıdıktan sonra, yolun yarısında ölürse, bu durumda icarlayan şahıs, ücretin tamamını vermez; yarısını verir, (ki bu beş dirhemdir).

Bu, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.)'de bu görüştedir.

Ancak, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un sonraki kavline göre, bu sarf sahih değildir; müste'cir, ecri tam hak etmemiştir; maksat hasıl olmamıştır.

Bir hamal, yük taşımadan öldüğünde, bir hamalın varisleri, onun daha önceden almış olduğu dinarları, icarlayan şahsa geri verirler. Bu durumda, bu hamalın varislerine bir şey verilmez.

Şayet hamal, yarı yolda ölür, onun varisleri de dinarları icarlayana verirlerse; bu durumda onun varislerine ücretin yarısı verilir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, evini, yemiş satan bir şahsa seneliğini belirli dirhemler, karşılığında icara verdikten sonra, başka bir adam, ev sahibinden, evin iki aylık icarını, borç olarak ister; ev sahibi de "icarcısı olan yemiş satıcısına vermesini" söyler; o adam da yemiş satan şahıstan, bu iki aylık ücret kadar un, zeytin yağı ve başka şeyler satın alırsa, bu caizdir. Yemiş satan şahsın, bu adamada bir alacağı olmaz. Fakat ev sahibinde o miktar alacağı olur. Ev sahibi bizzat kendisi almış ve o adama borç vermiş olur. Mebsût'ta da böyledir.

Şayet borç isteyen şahıs, yemiş satan şahıstan ücrete karşılık, dinar almış olsaydı, yine bu da caiz olurdu. Ücret vacib olduktan sona, o dinarla  ahm-satım  yapması, bi'I-ittifak caizdir. Şayet ücret vacib olmadan ve peşin  olma şartı bulunmaksızın,  almış olsaydı,  İmâm Muhammed (R.A.)'e ve İmâm Ebıı Yûsuf (R.A.)'un önceki kavline göre, bu caiz olur; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un son kavline göre caiz olmazdı.

Yemiş satan şahsın, bir adam da dinar alacağı olur; evin icarı ise, her ay için on dirhem olursa, bir ay geçtikten sonra da, ev sahibi, "iki aylık icarı, o adama borç olarak vermesini" söyler; adam da buna razı olursa, işte bu caizdir. Muhıyt'te de böyledir.

Ev sahibi, "bir dinara, on dirhem vermek üzere, dirhemleri borç olarak alırsa, bu caiz olmaz. Borç veren şahsın, borç alan şahısta yirmi dirhemi alacağı bulunur; bunu da adam eve hiç oturmadan, iki aylık icar olarak alır, bu icarın da peşin olmasını şart koşar; bu, yemişçinin de hoşuna gider; ona karşılıkda un, zeytin yağı ve benzeri şeyler verir veya on dirheme bir dinar verir, sonra da ev sahibi ölür, adam da henüz eve oturmamış buluriur yahut bu ev yıkılır veya bu eve, başka birisi sahib çıkarsa, yemiş satan şahıs, kendisinden borç alan şahsa müracaat edemez; fakat, ev sahibine yirmi dirhemini almak için başvurur. Bu durumda ev sahibi de, bu yirmi dirhem için, borçlusuna müracaat eder. Mebsût'ta da böyledir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un  önceki  kavline göre ve İmâm Muhammed (R.A.)'in kavline göre, ev sahibine yirmi dirhemi için mü­racaat eder.

Fakat, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un son kavline göre, müşteri ihtiyaçlarını aldı ise, ona yirmi dirhem için müracat eder. Eğer dinar aldı ise, bu durumda ev sahibine yirmi dirhem için müracaat edemez; kendi­sinden dinar alan şahsa müracaat ederek ondan dinarını alır. Çünkü o,ö dinarı, fasid hükme göre almıştır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir ev icarlayarak içine oturduğunda, bu eve bir hak sahibi çıkarsa, icarı, icara veren şahıs alır ve onu tasadduk eder. Çünkü icara veren şahsın, onu gasbeylediği meydana çıkmıştır. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Bir adam, elbise karşılığında bir ev icarladığı zaman, bu evin ücreti o, elbisenin kıymetinden fazla olur ve bu ev sahibinin de hoşuna giderse, bu icare tamamdır.

Keza, cinsi ayrı olan her şey hakkında da hüküm böyledir.

Bir adam, bir evi on dirheme icarlamak ister; ev sahibi de onu bir dinara icara verirse, bu da hoştur. Zira, on dirhemle bir dinar arasında, kıymetçe bir fark yoktur. Mebsût'ta da böyledir.

Şayet ev sahibi, icarı ay başı gelmeden Önce peşin ister, müste'cir de buna razı olmazsa, geçen günlerin icarını vermesi için müste'cir zor­lanır; oturmadığı günlerin icarı için ise, cebredilemez. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, —oturmakta olduğu— evinin bir aylığını, belirli bir elbise karşılığında icara verirse, bu ev sahibi, o elbiseyi müste'cire satamadığı gibi —teslim almadan önce-r- başkasına da satamaz.

Keza, belirli olan urûzdan, hayvanatdan, ölçülen ve tartılandan şeylerle, altın ve gümüş parçasından olan bir şeyi de teslim almadan satamaz. Mebsût'ta da böyledir.

Eğer ücret ölçülen ve tartılan cinsten olur, bizzat olmazda vasıfları belirlenmiş bulunursa, onu teslim almadan önce, müste'cire satmakta bir beis yoktur.

Bu, ya istifa (vermek) vacib olduğu veya "peşin" şartı bulunduğu zaman böyledir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, belirli bir şeyi sattırmak isterse, bu,   mecliste o şeyi teslim alsın veya almasın caiz olur. Biaynihî olmayan bir şeyi de ayrıl­madan teslim alırsa, sattırır.

Şayet teslim almadan önce ayrılırlarsa, alım-satım bozulmuş olur. Bu durumda onu, başkasına da satamaz. Şayet, bir kimse alacağını, alacağı olmayan şahsa satarsa, bu caiz olmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, bir evi belirli bir köle karşılığında, bir seneliğine kiralar; ev sahibi de o köleyi, —daha müste'cirden almadan ve evi de müste'cire teslim etmeden önce azad ederse; işte bu azad ediş batıldır. Çünkü, ücrete menfaatsiz sahip olunmaz veya peşin alma sebebiyle sahib olunur; burda bunlar yoktur.

Şayet, ev sahibi köleyi teslim almış ve evi müste'cire teslim etmeden önce, onu azad etmiş olsaydı, işte bu caiz olurdu. Muhıyt'te de böyledir.

Ev teslim alınıp, oturma işi tamamlanırsa, bu durumda yapılacak bir şey kalmaz.

Şayet eve bir başkasının sahib çıkmasıyla icare fesholur veya iki tarafdan birinin ölümüyle yahut evin yıkılması, suya batması sebebiyle faydalanma hakkını kaybederse, azad edilen kölenin kıymeti müste'cire ödenir.

Şayet köleyi teslim alır; evi icarlayan da evde bir ay kalır; sonra da her ikisi birlikde köleyi azad ederler; köle de müste'cirin yanında bulu­nursa, o zaman evinin kaç aylık kirası geçmişse, kölenin o kadarlık değerini azad etmiş olur. Müste'cirin de geride kalan kısmını azad eylediği muhakkakdır. Geride kalan kirada bozulmuş olur. Mebsût'ta da böyledir.

Eğer müste'cir, kalan günlerde aynı evde oturursa, ecr-i misil öder. Gıyâsiyye'de de böyledir.

İcara tutan şahıs, orada oturacağı müddeti, icara veren şahıs köleyi teslim almadan tamamlar ve bu köle ölür veya ona bir hak sahibi çıkarsa, bu durumda, icara veren şahsa, ecr-i misil ödenmesi gerekir; icare  fasid olur;  ücret de belirlenenden fazla olamaz.  Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Keza, icara veren şahıs, köleyi, kusuru sebebiyle geri verir; müste'cir de evde oturmuş olursa, bu durumda icarenin aslı bozuk olduğundan, icar olarak ecr-i misil vermesi gerekir. Gıyâsiyye'de de böyledir.

Şayet müste'cir, köleyi icar sahibine verir; —o o köleyi azad eden kadar da— evde oturmaz ve bu köleyi azad ederse, bu azadı geçersizdir. Çünkü köle kendi malı değildir. Teslimi sebebiyle mülkünden çıkmıştır.

Ancak, kendi mülkü olması halinde onu azad edebilir. Mebsût'ta da böyledir.

Müste'cir evde bir ay oturduktan sonra, köle henüz müste'cir teslim etmeden önce ve müste'cirin yanında zayi olursa; bu durumda müste'cir, evin sahibine, evin benzerinin icarı kadar icar verir. Ki buna, ecr-i misil denir.

Bidayette fasid olan icare buna muhaliftir. Çünkü, aynı aya ait olan kölenin kıymetinden fazla ecr-i misil verilmez. Muhıyt'te de böyledir.

İcara veren şahıs, müste'cirin izni olmadan, icar olan şeyi alıp-sattıktan sonra, müddet geçerse, satış caiz olur.

Şayet icare bozulursa, müste'cir icara veren şahsa müracaat ederek sattığı malın değerini alır.

Eğer ücret, bir köle olur; o da peşinen alınmış ve acir onu azad etmiş bulunur veya bu köle onun yanında ölmüş olur; sonra da icare feshe­dilmiş bulunursa, bu durumda müste'cir, kölenin kıymetini icara veren şahıstan (~ âcir'den) geri alır. Şayet icare, icar müddetinin yansı geçtikten sonra bozulmuşsa, bu defa da müste'cir; kölenin değerinin yansım geri alır. Gıyasiyye'de de böyledir.

Bir adam, evini belirli bir köle mukabili, bir seneliğine"icara verir; müste'cir de bir ay oturduğu halde köleyi.vermez ve onu azad ederse; azadı sahih olur ve müste'cir, o ay için, ev sahibine, bir aylık ecr-i misil öder; geri kalan icare bozulur.

Keza, bir adam, belirli bir şeye karşılık, bir ev icarladığı halde o şeyi teslim etmez ve o helak olursa tam ecr-i misil gerekir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
En doğrusunu bilen Allah'u Teâlâ'dır. [14]

Bir adam, başka bir adamı, sofraya belirli yirmi kazan koyması için icarladığı halde, o adam, kazanların onunu bırakıp, diğer onunu bırakmadan kaçınır ve icarlayan şahıs, icarlandığı vakit o kazanları görmüşse, o şahıs diğer kazanlar için de cebredilir. Şayet görmemişse, cebredilmez.

Bu mes'elenin aslı, İmam Muhammed (R.A.)'in şu kavlindedir: Bir adam, bir çamaşırcı ile, belirli bir bedelle, on elbiseyi yıkamasını şart koşarak anlaştığı halde, o adam elbiseleri görmez ve onlar yanında olmazsa, bu icare fasiddir. Eğer elbiseyi gösterir; çamaşırcı da razı olursa, bu durumda icare caiz olur. Zehıyre'de de böyledir.

Elbiselerin  cinsini  söylemesi  durumunda  ise,   ŞeyhuH-İslâm Haher-zâde: "Bu durum, müste'cirin görmeyen bir kimse olması gibidir. Yani bu icare fasiddir." demiştir.

Şemsü'l-Eimme Serahsî ise: "Eğer sıfatının açıklanması ona baliğ oldu. (ulaştı) yani amelinin mikdarmı bu açıklama sonunda anladı ise, bu durumda çamaşırcı, o elbiseyi görmüş gibidir. Ve icare caiz olur. Çamaşırcı hakkındaki bu söz ile önceki durum da aynıdır." demiştir.

Bu durumlar, fetva verilirken iyi düşünülmelidir. Muhıyt'te de böyledir.

İbnü Semâa'nın Nevâdiri'nde İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurmuş olduğu nakledilmiştir:

Bir çamaşırcı (temizlikçi), bir adamla, onun merevî olan elbisesini, bir dirheme yıkamak üzere anlaşır ve taraflar buna razı olurlar ve bu çamaşırcı, elbiseyi gördüğü zaman:"Ben buna razı değilim." derse, onun buna hakkı vardır.

Terzi de böyledir.

Burada aslolan. Nefsinde (kendisinde) ihtilaf bulunan herhangi bir işin mahallinde ihtilaf olursa, bu sebeple burada görme muhayyerliği sabit olur; onu mahallinde görecektir. Mahallinde ihtilaf olmayan bütün işlerde, o mahallinde görülünce, muhayyerlik sabit olmaz.

Çamaşırcı, terzi mahallinde ihtilaf vardır.Bunun için de, her ikisin­de de görme muhayyerliği vardır. Ve bu tesbit edilmiştir.

Bir adam, başka bir şahsı, bir buğday yığınını ölçmek üzere icarladığında  icarlanan   adam,   buğdayı  görünce:   "Ben  buna  razı değilim." derse; bu durumda bunu söylemeye hakkı yoktur.

Keza, bir adam diğerini kan aldırmak üzere, bir dânike icarlar; o da razı olur; sırtını görünce de: "Ben buna razı değilim." derse, onun da bunu söylemeye hakkı yoktur. Çünkü, burda yapılacak iş hususunda ihtilaf yoktur. İcarcı ne dediyse, o yapılacaktır. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, diğerini, şu kadar pamuğu çuvallamak veya şu elbiseyi yıkamak üzere icarladığı halde, icara tutanın yanında pamuk ve elbise olmasa bu icare caiz olmaz.

Eğer yanında olur fakat o icarlanan şahıs bunları görmemiş olursa, bu durumda icarlanan adam muhayyerdir. Elbiseyi görecektir; pamuğu görmesine lüzum yoktur. Hızânetü'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Hişam'ın   Nevâdiri'nde,   İmânı   Muhammed   (R.A.)'in   şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur:

Bir adam bir eve karşılık, bir seneliğine bir köleyi icarlayıp, bu köleyi yarım sene çalıştırır ve bu köleyi icara veren şahıs, eve bakar; —o ana kadar da görmemiş olur ve: "Bunun bana lüzumu yoktur." derse; buna hakkı vardır ve bu durumda kölesinin altı aylık ecr-i mislini alır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, görmeden bir bağı icarlar; bağ sahibi de icara vermeden önce, o bağın ağaçlarını satmış olursa, bu icare sahih olur. Ancak, bu durumda müste'cir,  görme muhayyerliğine sahip olur.  Şayet bağa masraf  yaparsa,   bu  durumda  görme   muhayyerliği   geçersiz   olur. Zehıyre'de de böyledir.

Eğer müste'cir o bağdan (meyvesinden) yerse, bu durumda görme muhayyerliği batıl olmaz. Çünkü onu, müşteriden yemiş olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İcarede,  kusur muhayyerliği de sabittir,  (mevcuttur.) Alım-satımda olduğu gibi...

Ancak, icarede ister teslim almadan, ister teslim aldıktan sonra, müste'cir münferittir, (yalnızdır.) Alım-satımda ise, müşteri teslim almadan önce, münferittir; teslim aldıktan sonra, hükme veya rızaya ihtiyacı vardır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir ev icarlayıp, onu da teslim aldıktan sonra, onda oturmaya mani bir kusur bulursa (ağacının kırık olması gibi...) bu. durumda icarlayan şahsın muhayyerlik hakkı vardır. Her ne kadar, bu kusur teslim aldıktan sonra meydana gelmiş olsa bile, onu geri verir. Çünkü akid, menfaata manidir; kusurun mevcudiyeti, faydadan öncedir ve o, akid zamanı varmış gibidir. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

İbrahim, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu nak-letmiştir:

Bir adam, diğerine: "Seni, bu gün, şu düz yerde, filan yere yol­lamak üzere icarladım." der; o adam da oraya o gün değil de, bir kaç günde giderse; bu akid "o gün, o yere gidilmesi üzerinedir; o işin yapıl­ması üzerine değildir." Yani müste'cir iş ile zamanı cem edecektir, (yani o işi, o gün yapacaktır. Ve akdi de bu şekilde yapacaktır. Bu iş, icarcının gücü yetmeyen bir iş olmayacakdır. O takdirde, icarcı icara hak kazanır ve nefsini o zamana bağlar. Zehıyre'de de böyledir.
Bir adam, diğerine: "Ben bu evi, sana, her aylığı bir dirheme icar7 ladım;  ramazan  ayının icarını da sana bağışladım."  veya  "Sana, ramazan ayının icarı yoktur." derse, bu icare fasidedir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam, seneliği şu kadar olmak üzere, bir hamamı icarladığında ta'tilinden dolayı, icarın iki ayını düşse, bu icare fasid olur.

Şayet: "Muattal olduğunun icarını düşmek üzere kiraladım." demiş olsaydı, bu icare caiz olurdu.

Eğer: "Tatil günlerinin icarı senin için yoktur." dese ve onu da açıklasaydı, yine bu icare caiz olurdu. Hızânetü'I-Fetâvâ'da da böyledir.

Bir kimse, yanmış bir dükkanı, her aylığı beş dirheme tamir etmek ve harcadığını hesap etmek üzere icara tutar ve imar ederse, bu icare de fasiddir.

Eğer icarlayan şahıs, bu dükkanda kalıyorsa, ecr-i misil vermesi gerekir.

Müste'cirin bu dükkana ne sarfetmiş olduğu ve ecr-i misli tamir eylediği zata aiddir. Zehıyre'de de böyledir.

Harap olmuş ve içinde yıkılmayan yerleri de bulunan bir hanı, bir adam ma'mur yerlerini her aylığına karşılık onbeş dirheme; harap olan yerleri de kendi parasıyla tamir etmek üzere her aylığını beşer dirheme icarlar; masrafının tamamının da ücretinden öder; harap yerleri de tamir edip, oradan faydalanmaya başlarsa, bu kare fasid olur.

Şayet tamir icara verene aitse, müste'cir tamir eden icarcıya, ecr-i misil verir. İcara veren şahıs da, müste'cirden, o tamir eylediği dükkan­ları geri alır. Tamir halindeki dükkanlar hakkındaki icare caizdir; orda bir fesad yoktur. Muhıyt'te de böyledir.

Müste'cirin, icar olarak, taşınması zor olan bir yükü, aynen vermeyi şart koşması, caiz olmaz. Şayet taşınmasında bir güçlük yoksa caiz olur. Gıyâsiyye'de de böyledir.

Bir adam, içinde üzüm suyu kaynatmak için, bir aylığına, bir kazan icarlar ve icara veren müste'cire geri vermesini; şart koşarsa, bu akid sahih olmaz.

Şayet, bunu şart koşmazsa, bir aylık ücretini vermek gerekir. İş, ayın ortasında da bitse, sonunda da bitse değişmez. Hâvî'de de böyledir.

Gıyâsiyye'de şöyle zikredilmiştir:

Bu durumda bir ay geçerse onun için ücret verilmesi —müddeti kalsa bile— gerekmez. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Şayet: "Ben, onu senden her gün için icarladım." derse, bu ayın ortasında işin bitmesi hali gibi olur. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir adam, diğerinden testi (topraktan yapılmış çanak, çömlek) icarladığında, icara veren zat: "Sağlam olarak geri vermezsen, her gün­lük kirası bir dirhemdir." der; icarcı da teslim alır ve o kırılırsa, ücreti caizdir; kırıldığı güne kadar geçen günler için, birer dirhem öder. Tatar­hâniyye'de de böyledir.

el-Asl'da şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, diğerinden bir seneliğine, üç gün muhayyerlik şartıyle, bir ev kiralar; ve adama "Evi almadan razı olursan, yüz dirheme; olmaz isen elli dirheme" der ve o da buna razı olursa, bu durumda bu akid fasiddir. Eğer icarcı o evde oturursa, —üç günlüğü için— ecr-i misil ödemesi gerekir. Diğer günler için, tazminat gerekmez.

Muhayyerlik müddeti geçtikten sonra, bu ev yıkılsa, bedel ödemez.

Eğer muhayyerlik, ev sahibinin hakkı olsaydı, hüküm buna muhalif olurdu. O takdirde, icarcıya, muhayyerlik müddetinde ev yıkılması halinde tazminat gerekirdi.

Şayet müste'cir: "Ben, üç gün muhayyerim; eğer razı olursam yüz dirhem veririm." demiş olursa, bu icare caiz olur. Üç gün de otursa icarını öder; oturduğu kadar ücret öder. Ev yıkılırsa, tazminat ta bulunmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, diğerine, "dönümü şu kadara" diye bir arazi kiraladığında, şayet o yer, bir dönümden az ise, icarcı muhayyerdir; değilse, her dönümü için söylediği icarı Öder. Fetâvâyi Gıyasiyye'de de böyledir.

Bir adam, aylığını belirterek bir ev kiralar, bir müddet geçer sonra da söylediği müddet gelmeden önce, evi teslim etmek istemeyip bilahare teslim etmek istese, müste'cir bundan kaçınamaz.

Keza, icara veren şahıstan evi istediği halde, o birkaç gün vermeyip, sonra vermek isterse, bu durumda da müste'cir almamazlık yapamaz.

Bir adam, iki ev kiraladığında, bu evlerden birisi yıkılır veya birinden faydalanmayı men eden, bir mani çıkar yahut birinde bir kusur bulunursa, icara tutan şahıs, her iksini de terk edebilir. Bedâi"de de böyledir.

Bir adam, iki ev kiralar, teslim aldıktan sonra da, bunlardan birisi yıkılırsa, bu durumda diğerinde muhayyerlik yoktur. Teslim almadan önce yıkılırsa, hüküm buna muhalifdir. Mebsût'ta da böyledir.

Nesefî'nin Fetvalarında şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, suyu aktığı müddetçe belirli bir ücret karşılığında bir değirmen icarlarsa, bu şart fasiddir ve şer'-î şerife muhaliftir; ücret ödenmesi gerekmez. Su kesilir kesilmez, bu akid bozulur. Hâvî'de de böyledir.

Bir adam, diğerinden, "her gün, onunla yirmi ölçek un öğütmek üzere" bir öküz kiralar ve bu müste'cir, o öküzle, ancak on ölçek un öğütebilirse, bu durumda, bu müste'cir muhayyerdir: Dilerse, razı olur; dilerse öküzü geri verir.

Eğer razı olursa, günlük ücretini tam verir.

Geri vermesi halinde de, çalıştırdığı günlerin ücretini tam verir. Az iş yaptı diye, ücretten düşüremez. Çünkü icar vaktinde, ücret söylenmiştir. Onun için, —bir şey öğütmemiş olsa bile— o icara hak kazanmıştır. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, Bağdad'a gitmek üzere bir hayvan kiraladığında, gece­leyin bu hayvanın gözünün görmediğini anlar veya süratli gitmediğini yahut benzeri bir kusurunu görürse, bu hayvanın kendisini icara tutmuş, olması halinde, muhayyerdir: Akdi değiştirir ve durumuna göre icar tayin eder.

Eğer, bizzat o hayvanla değil de, başka bir hayvanla gitmişse, sözleşme zimmetinde kalır. O zaman, bu hayvanın kusurunu isbat etme cihetine gider. Mebsût'ta da böyledir.

Haniye Hulâsası'nda ve Ta'lîki'l-İcâre'de şöyle zikredilmiştir: Bir icare, diğerinin bozulmasıyla feshedilir.

Meselâ: Bir adam, hayvanını birine icara verdikten sonra, bir başkasına: "Eğer aramızdaki icareyi bozarsam, sana icara verdim." derse, bu caiz olmaz.

Camiu'l-Fetâva'da şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, diğerini toprak kazmak için icarlar veya ona "yanında olan toprağı, filan yere taşıyıp, o topraktan, her gün bin kerpiç yap­masını" söyler, yapacağı kerpicin vasfını da beyan ederse, bu caizdir. Tatarhaniyye'de de böyledir.

Bir ev sahibi, kiraya tutan şahısla "binasının üzerine ağaçlar koymak veya evin üzerini açmak yahut tavanını süpürmek veya evini sıvamak şartiyle "akid yaparsa, bu icare caiz olur.

Şayet, bir kimse, diğer bir adamı kerpiçle bina yapmak üzere icarlar ve duvara taşıyacağı çamur da uzaktan gelecek olursa, işi yapacak adam muhayyer olur.

Eğer daha önce görmüşse muhayyerliği kalmaz.

Eğer binanın duvarının uzunluğunu, genişliğini, yüksekliğini şart koşarsa, bu akid caiz olur. Çünkü yapılacak iş bellidir. San'at ehli onu bildiğinden aralarında kırgınlık olmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, diğerini kerpiçten bir bina yapmak üzere icarlayıp bu evin enini ve boyunu şartla bağlasa; bu icare caiz olmaz. Zira yapılacak iş belli değildir. Yani bu evin ne kadar yükseklikte olacağı belirtilmemiştir. Ve bu durum ileride ihtilafa sebep olur. Muhıyt'te de böyledir.
En doğrusunu Allah'u Teâlâ bilir. [15]