LÜGAT
A
Âba: Babalar.
Abede-i Esnam: Puta tapanlar.
Abes: Boş, beyhude, faydasız.
Abhâne: Hela.
Abık: Zorlayıcı ve haklı bir sebebi olmadan efendisinin yanından kaçan köle.
A'câm: Acemler, İranlılar.
Âdem: 1. Adam, İnsan.
2. Hz. Âdem.
Agnâm: Hayvanlar üzerinden alman vergi. Çeşitli zamanlarda alman yedi çeşit agnâm vardı.
Ahar: (hı) Başka, diğer.
Ahbes: En kötü, en pis, en habis.
Âhîk: (hı) Son, akıbet.
Ahir: (ayın, elif, he) Zina eden.
Ahyânen: Bazen, arada sırada.
Ahz: 1. Almak. 2. Yakalamak.
Akar: (kaf) Para getiren mülk. Ev, han, dükkân, bağ ve tarla gibi.
Akça: Eskiden para birimi olarak kullanılan küçük gümüş sikke. Değeri ihtiva ettiği gümüş miktarına göre değişmiştir. Kuruş'un birim olarak kabu lü İkinci Süleyman zamanındadır. (1687- 91).
Akdem: Daha önce.
Aktlzâif: Kendinden geçmiş.
Âkîl: (kaf) Akıllı.
Akim: (kaf) Kısır, neticesiz.
Akrab: Çok yakın,
Akvâ: (kaf) Daha kuvvetli
Ala Külli Hâl: Her halde, nasıl olursa.
Ala Melein Nas: Halk arasında, alenen.
Ala Senetin Vahidetin: Bir senelik.
Alaim: Alâmetler, işaretler.
Alâim-i Küfr: Küfr (bkz.) alâmetleri. Kâfir olduğunu anlatan deliller, işaretler.
Alânîyeten: Açıkça.
Alay Beyî: Zeamet sahibi. Bkz. Timar.
A'lem: Daha âlim, daha çok bilen.
Âlem-i Şehadet: Görülen âlem, maddî varlıklar. Dünya.
Âlemi Tekliften Münsellh Olmak: Maddî varlıklar âleminden, sıyrılıp çıkmak. Cezbeye gelip coşarak, akıl ve şuurla ilgisi kalmamak. Bu suretle dinî teklifler (farzlar, haramlar) altında bulunmamak.
Âlempenâh: Dünyanın kendisine-iltica edip sığındığı. Osmanlı padişahı.
Ale-i Tafsil Ve-l Tatvil: Tafsilâtlı ve uzunca olarak.
Aleyhîr Rahmeti Ver-Rıdvân: "Allah'ın rahmeti ve rızası ona olsun" yerinde dua.
Al-i Resul: Peygamber soyu.
Amden: Haksız yere ve kasden.
Amel-i Kavm-i Lüt: Cinsî sapıklık, livâta. Lût Peygamberin, ıslah için gönderildiği millet bu günâhı işliyordu.
Âmil: 1. Amel eden, iş yapan.
2. Vali.
3. Osmanlılarda, ehl-i örf denilen idare memurlarının aşağı rütbede olanlarına da bu isim verilmişse de yayılmamıştır.
Âmme-i Memalik-i İslâmîye: Bütün İslâm memleketleri.
Amr: Fetva metinlerinde erkeği, temsil etmek üzere kulanılan umûmî isimlerden biri ötekiler: Zeyd, Bekr, Beşr, Hâlid.
Ana: Ona.
Anveten Fetih: Savaşarak bir yerin fethedilmesi. Zor ile zapt etmek.
Arab Şerbeti: Hastayı terletmek için kullanılan baharatlı şerbet. Müskir değildir.
Arak: 1. Ter. 2. Rakı.
Arayıcılık: Deniz kenarına dökülen süprüntülerde ve yangın yerlerinde kıymetli şeyler arayan "Arayıcı esnafı" nın mesleği.
Arazî: Yer, memleket. (Osmanlı idare teşkilatındaki taksimatı için, bkz. Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, e. 1, s. 63-79).
Arz-ı Emiriyye: Devletin malı olup, fertere kiralanan arazi. "Arâzi-i memleket, Arâzi-i havz, Arâzi-i bey-tiilmal, Arâzi-i sultanîye" isimleriyle de anılır. Has, Timar, Zeamet arazisi. .
Arz-ı Hakacî: Müslümanlar tarafınden kılıç ile (anveten) feth olunduğu halde gayri müslimlerin elinde bırakılan veya sulh ile alınıp da bir vergi konularak gayri müslimlere terk olunan arazi. Bkz. Haraç.
Arz-ı Havz: Bkz. Arz-ı emiriyye,
Arz-ı Öşri: Müslümanlar tarafından feth edilerek mücâhitlere veya diğer müslümanlara verilmiş olan arazi. Bkz. Öşür.
Artık: Fazla.
Asâkîr-i Muvahhîdîn: Muvahhid askerler, Allahı birleyen askerler. İslâm ordusu.
Asâr-i Zahire: Göze görünen eserler.
Asim: Günah ve kabahat etmiş olan. Suçlu, günahkâr.
Asîtane-ı Devlet: Devlet kapısı. Saltanat merkezi, İstanbul.
Ashâb: 1. Sahipler, mâlik olanlar.
2. Hz. Peygamberi görmek şerefine ermiş müslümanlar.
Asr: 1. Asır, yüzyıl.
2. İkindi vakti.
Aşar: Öşürler.
Atik: (Kaf) 1. Eski
2. Azat olmuş veya edilmiş köle veya câriye. Cariyeye atika da denir.
Avarız: İcap ettikçe konan vergiler.
Avret: 1. Kadın, dişi, karı, zevce.
2. Gösterilmemesi gereken yer.
Atabe-i Ulya: Yüce eşik. Padişahın huzuru.
Avende Ve Kevende: Gelen giden, ziyaretçi.
Ayîn: Görenek, âdet, usul, ibadet tarzı.
Azad: Köle veya cariyenin sahibi tarafından serbest bırakılması, hür kılmak.
A'zar: Özürler, bahaneler.
B
Bac: 1. Halktan alman öşür ve haraç, tüccarlardan alman temettü resmi ve gümrük rüsumu v.s. den ibarettir.
2. Kudretli hükümdarın zayıf olandan aldığı vergi.
Bac-i Bazar: Pazar yerinde malını satan tüccardan alınan vergi.
Ba'de Zamanın: Bir zaman sonra.
Ba'd-Ed Duhûl: Duhulden (bkz.) sonra.
Ba'd-El Îdde: îddetten (bkz.) sonra..
Ba'dehu: Ondan sonra.
Badî Azlemdîr: Sebep olan daha zâlimdir.
Bâgî: Veliyyülemr'e (bkz.) kendisince doğru olan bir sebebe dayanarak, aslında haksız yere isyan eden kuvvet sahibi müslim.
Ba'îd: Uzak. Alâkasız.
Baîn: Bkz. Talâk-i bâin.
Baliğ: Buluğa (bkz.) ermiş erkek çocuk. Kız ise: Eâliğa.
Bâri: Yaratıcı, Allah.
Bâtıl-l Mahz: Tamamen boş ve beyhude.
Batman: Mayiler ve hububat için bir ölçü. Yerine göre iki okkadan sekiz okkaya kadar çeşitleri vardır. Bir okka 1 kg. ve 283 grdır.
Batnen Ba'de Batnîn: Soydan soya, nesilden nesile.
Bedgîrdar: Kötü işli.
Bengüman: Fena şüphede bulunan.
Bednam: Adı kötüye çıkmış, rezil.
Bedel-i Hal': Bkz. Hal' okuşmak.
Bedel-l Kitabet: Kölenin kitabet (bkz.) mukabilinde sahibine ödemeyi teahhüt ettiği mal. Bedel-i mükâtebe.
Ber: 1. Toprak, kara.
2. Hayır işleyen.
Berat Namazı: Şaban ayının on beşine tesadüf eden Berat gecesinde fazla olarak kılman yüz rekât namaz.
Berhurdar: Hisse ve nasibi olan, devlet ve ikbâle eren.
Berk: (kef) Yaprak, (kaf) Şimşek.
Berkîtîb: Sıkıca bağlayıp, Sağlamlaştırıp, takviye edip.
Berş: Afyon şurubu ve keten yaprağı ile yapılan sarhoşluk verici bir çeşit macun.
Ber Vech-i Maktu': Muayyen bir bedel karşılığı olarak
Beşr: Fetva metinlerinde erkeği temsil etmek üzere kullanılan umûmî isimlerden biri. Ötekiler: Zeyd, Amr, Bekr, Halid.
Bey': (ayın) Satmak, satış.
Beyt-i Mukaddes: Mukaddes ev.
1. Kudüs.
2. Kudüs camii: Mescid-i Aksa.
Beyt-Ülmal: İslâm hükümetinin mâliye hazinesi. Beyt-ülmâl-i müslimîn.
Beyt-Ülmâlcî: Yeniçeri ocağı efradından ölenlerin mirasının vârisler arasında taksimi, vârisi küçükse kalan paranın işletilmesi, yoksa, paranın Beyt-ülmâle gönderilmesi gibi işleri yapan vazifeli.
Beyyîne: Delil.
Beyzâ:1. Çok beyaz.
2. Yumurta.
Bı-Günah: Günahsız, kabahatsiz.
Bî-Haseb-İş Şer'-İş Şerif: Mukaddes şeriat gereğince.
Bi-Namaz: Namaz kılmayan.
Bî-Nefsihâ: Kendisi.
Bid'at: Dinin, îman ve ibâdet hususlarında, aslında bulunmadığı halde sonradan ihdas olunan şeyler.
Bid-Defeât: Defalarca.
Bîhte: Zayıf, esir.
Bîla-Gasl: (ölüyü) Yıkamadan.
Bîka': (kaf) Yerler, topraklar, ülkeler.
Burun: Dışarı, dışarıda.
Bulüg: Erkek ve kız çocuklarının, tenasül kabiliyeti kazanmaları. Bâlig ve bâliga olmak. Çocuk buluğdan sonra dînî emirleri yapmakla mükellef olur.
Butlan: Boş ve bâtıl. Yanlış olarak.
Bür': Kurtulmak.
C
Cari: Bkz. Câbî-i vakıf.
Cabi Vakıf: Vakıf gelirlerini toplamaya memur kimse, vakıf tahsildarı.
Caiz: Şeriat ölçüleriyle yapılması serbest ve doğru olan.
C'anbaz: Canını tehlikeye koyan. Canbazlık eden.
Canıb: Taraf.
Car: Kadınların tesettür maksadiyle büründükleri örtü, çarşaf. Önceleri büyük bir tek parça hâlinde idi.
Câriye: Bir müslümanın malı olan genç veya yaşlı köle kadın.
Cebehane: Silâh ve harp malzemesinin saklanıp korunduğu yer. Cebe: Zırh.
Cebren: Zorla cebr ederek.
Cehele-1 Küttab: Cahil kâtipler.
Cehr: Aşikâr olmak. Sözü açıktan söylemek. Yüksek sesle okumak.
Cela: Memleketinden ayrılmak, gurbete düşmek.
Cemaat-i Saniye: İkinci cemâat.
Cemaat-i Ülâ: İlk cemâat. Ezandan sonra birlikte kılman namazın cemaati.
Cem' Olmak: 1. Bir araya gelmek, toplanmak.
2. Zifaf olmak, kadınla erkeğin birleşmesi, cima'.
Cemîan: Topluca, hep beraber.
Cemm-i Gafîr: İnsan kalabalığı.
Cer: Medrese talebesinin üç aylarda etrafa dağılıp, Kur'an okuyup vaaz ederek geçimlerini temin edecek malı toplamaları.
Cerh: Baş ve yüz kısmından başka uzuvlardan herhangi birini yaralamak.
Cerrar: Cerre çıkan kimse. Bkz. Cer.
Cevanib: Canipler, yanlar, çevre, etraf.
Cezbe-i İlahîye: İlâhî bir his ile coşarak kendinden geçme hâli.
Cîbâyet: 1. Büyük vakıfların ayrı vazifeliler (câbî) tarafından idare edilen kısımları. 2. Vakfa ait paraları toplama vazifesi (cihet).
Cibril: Cebrail. Peygamberlere Allah'ın emirlerini tebliğ eden melek.
Cidd: Ciddîlik. Bir işi gerçekten yapmak.
Cihad: Müslümanın malını ve canını feda ederek ve her çeşit vasıta ile Allah yolunda çalışması ve savaşması.
Cihât: Cihetler. Vakıf müessesesine ait vazifeler. İmamlık, hatiplik, müezzinlik, kayyimlik, müderrislik, hâfız-ı kütüplük gibi.
Cihaz: Kocaya varan kız için hazırlanması âdet olan eşya. Çeyiz.
Cihet: Vakfa ait vazife ve hizmet. Ekz. Cihât.
Cîhet-i Fevk: Yukarı taraf.
Cîhet-i İhtisâb: İhtisab (bkz.) Vazifesi.
Cima: Cinsi münâsebet.
Cîmâ' Lâfzı ile Şetm: Cinsî münâsebet sözünü kullanarak birine sövmek. Sinkef ile sövmek.
Cîyef-i Dünya: Dünya cifeleri, pisliği. Dünya, dünya malı.
Cizye: Gayri müslimlerin mükellef olan erkeklerinden senede bir defa alınan şahıs vergisi, haracür rüûs.
Cünûd: Askerler, ordular,
Cünün: Delilik.
Cüzhan: Namazlardan evvel, Kur'an'dan bir cüz okumakla vazifeli cami hademesi. Kur'an otuz cüz'den ibarettir.
Ç
Çarhıya Çıkmak: Meydana çıkıp savaşmak.
Çeyiz: Bkz. Cihaz.
Çiftlik Rüsumu: Çiftlik vergisi.
Çuka Çakşır: Çuha kumaşından elbise.
D
Dahl: Karışma, tesir etme.
Dahl Etmek: 1. Karışmak, müdâhale etmek. 2. Taarruz etmek.
Dâin: Alacaklı.
Da: (dad) Dalâlete düşmüş, sapıtmış, hidâyetsiz.
Dalyan: Tutulan balıkların içinde muhafaza edildiği çevrilmiş deniz parçası.
Dana: Âtim, arif, bilgili.
Dânişmend: Medrese tahsili görmüş kimse. Âlim kıyafetinde bulunan kimse.
Dar: 1. Ev.
2. Yer.
3. Memleket.
Dâr-ı Hare: Müslümanların elinde bulunmayan yer ve müslümanlarla sulh yapmamış olan gayri müslimlerin ülkesi.
Dar-i İslâm: Müslümanların hâkimiyeti altında bulunan yerler.
Darb Eylemek: Vurmak, dövmek.
Debbağ: Kösele yapmak için hayvan derilerini işleyen esnaf.
Decâce: Tavuk.
Defter-i Hâkânı: Şahsî tasarruf, timar, zeamet, has, mülk ve vakıfların ve bunlardaki değişikliklerin kaydını tutup senedini veren dâirenin adı. Tapu.
Delâlet: (dal) Delil olma, işaret etme, yol göstermek.
Der-ı Devlet: Devlet kapısı.
Der-Mahzen: Mahzende. Mahzene koymak.
Derâhım: 1. Dirhemler
2. Akçalar, paralar.
Derekât-ı Nâr: Ateşin dereceleri, Cehennemin tabakaları.
Devirhan: Camilerde namazlardan evvel Kur'an okumakla vazifeli kimse.
Devran: 1. Dönerek oynamak.
2. Bazı tarikatlerde dervişlerin bir halka teşkil edip dönerek yaptıkları zikir ve âyin.
Deyn: Bir kimsenin ödemek zorunda olduğu bedel, borç.
Dımışk: Şam şehri.
Dirhem: Okkanın dört yüzde biri. Bir dirhem 3,2 gramdır.
Dîrhem-i Şer'î: On dört kırat gümüş. Orta büyüklükte yetmiş arpa tanesi ağırlığı... Zekât, mehir, diyet ve sirkat nisablarında muteber olan bu dirhemdir.
Diriğ: Sakınmak, uzak tutmak, esirgemek.
Dîyâr-ı Arab: Arap memleketleri.
Dîyâr-ı Şâmiye: Şam ülkesi, Şam.
Dîyet: Yaralama veya öldürme hâlinde, yaralanana veya ölenin vârislerine, suçlu tarafından bir çeşit tazminat mahiyetinde olarak verilmesi gereken mal.
Donanma: Mühim günlerde yapılan şenlik ve eğlenceler.
Duhûl: 1. Girmek.
2. Erkeğin kadınla cinsî bakımdan tam olarak birleşmesi, zifaf olmak. Kendisiyle zifaf olunan kadına medhûlün bihâ denir.
Düzah: Cehennem.
Dürer: 1. Büyük inci taneleri.
2. Bir fıkıh kitabı. Şeyhülislâm Molla Hüsrev (öl. 1480) tarafından yazılmıştır. Bunun şerhi olan Gurer de ayni zâtındır.
Düş: Rüya.
E
Eazzalâhü Ensârahu: Allah onun yardımcılarını aziz etsin.
Ebâtîl: Boş, yalan, esassız şeyler.
Eben 'An Ced: Babadan, büyük babadan, dededen.
Ebnâ-Yı Sebil: Yolcular.
Ebnâ-Yı Zaman: 1. Zamane çocukları. Bugünün insanları.
2. Dönek kimseler.
Ebü Cehil: Hz. Peygambere düşmanlığı ile tanman müşrik. Bedir gazasında öldürüldü.
Ecel: Kararlaştırılan vakit, müddet.
Ecîl: Sebep.
Ecir: 1. Ücret. 2. Sevap.
Ecr-i Misil: 1. Bir malın kullanılmasından doğan menfaatin para ölçüleriyle takdiri.
2. Ehl-i vukufun bir husus için takdir ettiği ücret.
Ecza: 1. Cüzler, parçalar.
2. Kur'an cüzleri.
Eda-Yi Salât-i Mektûbe: Farz olan beş vakit namazı kılmak.
Edal: (dad) Çok fazla dalâlette olan, çok sapmış olan.
Ed'iye: Dualar, evrad. Devamlı okunan dua ve zikir.
Ef'âl-i Şenîa: Kötü işler, hareketler.
Efdal: Daha faziletli, daha iyi.
Efzun: Fazla, çok, yukarı.
Eğerçi: İse de.
Ehab: Çok sevilen.
Ehak: (kaf) Daha lâyık, müstehak.
Ehl-i Bazâr: Satıcı.
Ehl-i Heva: Hevâ ve heveslerine uyanlar.
Ehl-i Hıref: Esnaf.
Ehl-i Şer': Bkz. Meclis-i şer'.
Ehl-i Urf: İdâre memurları hakkında kulamlan bir tabir. Daha ziyâde muhtesib gibi kânûnî yollardan çok idarî tedbirlerle iş gören ve halkla yakından ilgili vazifeliler. Zabıta. İnfaz memurları.
Ehl-i Zîmmet: Müslümanlardan eman (bkz) almış bulunan gayrimüslimler. Erkeğe zimmî, kadına zimmiye denir.
Eimme: 1. İmamlar (bkz.)
2. Büyük din imamları, âlimler, müctehidler.
Ekâvil-i Batıla: (kaf) Bâtıl Gözler.
Ekl Etmek: Bir şey yemek.
El-Îyâzü Bîllâh: Allaha sığınırız.
Eman: 1. Korkusuzluk, âsûdelik, endişeden uzak olmak.
2. Harpte, korkmaması ve hayatından emin olması için düşmana verilen söz.
Emîn-i Evâbık: Sahibinden kaçmış köleler (âbıklar) ile ilgili memur.
Emin-i Mâlî Gâib: Kaybolmuş kimselerin mallarına bakan memur.
Emîr: 1. Bir yerin reisi.
2. Seyyid (bkz.)
3. Sancak Beyi.
Emirler: 1. Ümerâ. Sancak Beyi (bkz.).
2. Seyidler.
Emr-i Ma'rüf: Ma'rûfu doğru olanı emr etmek. Allahm emirlerini hatırlatıp, anlatmak. Bkz. Nehy-i münker
Emred: Bıyıkları yeni terlemiş, sakalı çakmamış genç çocuk.
Emsâr: (sad) Şehirler.
Emsâr-ı Müslîmîn: İslâm şehirleri,
En'am: 1. Kur'anda bir sûre.
2. Bir dua kitabı.
3. At, deve, sığır, koyun gibi hayvanlar.
Enfa': Çok faydalı.
Enkiha: Nikâhlar (bkz.).
Enseb: Çok münâsip, en uygun.
Eramîl-i Eytam: Yetimlerin anaları.
Erba Ve Erba'ın Ve Tısamie: Dokuz yüz kırk dört. Milâdî: 1535.
Erbâb-ı Besair-l Selîme: Selim görüş sahipleri. Olgun ve tedbirli kimseler.
Erbab-ı Hall ü Akd: Selâhiyet sahipleri, işbaşındakiler.
Erbab-ı Sûk: Çarşıda pazarda ticaret edenler.
Erham: Hısımlar, akrabalar.
Esbab: 1. Sebepler.
2. Esvap, elbiseler, çamaşırlar, eşyalar.
Esfel: Aşağı, alt taraf.
Eshâb-ı Cahîm: Cehennemlikler.
Eshab-ı Hîbre: Bir mesele hakkında derin bilgisi olanlar. Ehî-i hîbre, ehl-î vukuf, bilirkişi.
Eshab-ı Vukuf: Bkz. Eshâb-i hibre.
Eslah: En sâlih, en iyi.
Eşed: En şiddetli.
Evâbık Eminî: Bkz. Emîn-i evâbık.
Evâni: Eve ait eşyalardan sofra, çay, kahve takımları ile leğen, ibrik, testi, kâse gibi maden veya çiniden yapılmış kaplar. Avani.
Evfak: En muvafık, en uygun.
Evkât-ı Hamse: (kaf) Beş vakit namaz.
Evla: En münâsip, en lâyık.
Evliya: 1. Velîler, keramet sahipleri.
2. Emir sahipleri.
3. Himaye edenler. Evliyâ-yı umur: iş başında bulunan kimseler.
Evza-i Masnüa: Düzme tavırlar, yapmacık hareketler.
Eyyam-i Nahir: Kurban bayramının, kurban kesüebilen ilk üç günü.
Eyyedehullahu Teâlâ Ve Kavvahu: Allah onu teyid etain ve kuvvetlendirsin.
F
Farz: Allah'ın kat'î emir ve yasakları.
Fasık: Allah'a İtaatten çok uzaklaşan. Büyük günahlar işleyen.
Fasıd Namaz: Yanlış bir hal veya hareket sebebiyle doğru olmaktan çıkan namaz. Fâsid-i namaz: Namazı fâsid eden şey.
Fatıma: Fetva metinlerinde kadını temsil etmek üzere kullanılan umumi isimlerden biri. Ötekiler: Hind, Hatice, Zeyneb.
Fecere: Fâcirler. Günahkâr, sefil, rezil, yalancılar.
Ferâg-i Bal: Gönül rahatı.
Ferâîz: 1. Farizalar, Allah'ın kat'î emirleri.
2. Mirasçıya şer'an düşen hisse, îlm-i ferâiz: Vârislerin hisselerini bildiren ilim.
Ferc: 1. Aralık, yarık, çatlak.
2. Kadın tenasül uzvu.
Feseka: Fâsıklar (bkz.).
Fesh-i Nikâh: Nikâhın, boşanma olmadan bozulması. Nikâhı fesh eden hallerden bazıları:
a) Eşlerden birinin irtidâdı (bkz.)
b) Eşlerin birbirine mahrem (bkz.) olduğunun meydana çıkması,
c) Erkeğin, kayınvalide veya üvey kızı ile, kadının kayınpeder veya üvey oğlu ile münâsebet kurması veya şehvetle sarılması veya tenasül yerine şehvetle bakması,
d) Pir câriye veya köle ile evli olan kimsenin miras yolu ile eşinin sahibi durumuna geçmesi.
Fetâvâ: Fetvalar.
Fetva: Müftü tarafından verilen şer'î hüküm. (Eserin giriş kısmındaki izahata bakınız.)
Fevt Olmak: 1. Elden kaçmak, kaybolmak.
2. Ölmek.
Fısk Fücur: Allah'ın emrini terk etmek, günah işlemek.
Fî-Zamânîna: Zamanımızda.
Fi'l-i Abes: Boş iş, faydasız hareket.
Fi'l-i Kabih: Kötü ve günah iş. Livata (?).
Fîlori: Milâdî 11. asırdan evvel Filoransa'da çıkarılan üzeri çiçek nakışlı altının adı. Daha sonra Avrupa'da basılan başka altın paralara da bu isim verildi. Bizde ilk olarak Fâtih tarafından bastırılan altın paranın adı sadece altın idi. Fakat filori de denmiştir.
Firkat: Ayrılık.
Fuzûlî Nîkah: Asîl velî, vekil veya elçi olmayan bir şahsın başkası namına akt ettiği nikâh.
Fülûs: Mısır'da 1633 yılında basılan bakır para Osmanlıların zamanında, İstanbul'dan gönderilen bakırla kesilen bu para, ilk olarak fülûs adını almıştır. Araplar bakır paralara 1400 yılından beri fülûs diyorlardı.
Fünûn-i Skâzîbe: Yalancı ilimler, kandırıcı fenler.
G
Galîb Bel Mütehakkîk: Daha üstün, hatta muhakkak.
Gabn: Hile, aldatmak. Bir şeyin miktarını eksiltmek.
Gabn-i Fâhîş: Fahiş derecede, çok aldanmak.
Gallât: Gaileler.
Galle: Gelir ve mahsul. Galle-i vakf: Vakfın gelirleri.
Garb: Daimî akıntı yapan bir göz hastalığı.
Garet: Çapul, yağma, akın.
Garra: Güzel, gösterişli, şatafatlı.
Gasl Etmek: Ölüyü yıkamak, gasil.
Gaybet: Kaybolmak, bilinmemek.
Gedik: Esnaflık ve san'atkârlık etmek üzere daimî kalmak için kiralanmış veya mülk alınmış bir yer veya dükkân içinde, kiracı tarafından sahip veya mütevellinin izni ile yapılan bina, dolap, raf ile içeri konan âletler.
Grîv: (gaym) Bağırma, feryat.
Gurema: Alacaklılar, borçlular.
Gurer: Bir fıkıh kitabı. Dürer in şerhidir.
Gurre: 1. Kamerî ayların ilk günleri.
2. Malın ve kölelerin en iyi ve güzel olanı.
3. Düşürülen bir cenin için verilecek tazminat.
Gurre-i Ramazan: Ramazan ayının ilk günü.
Gurre-i Şevval: Şevval ayının ilk günü.
Gusl: Cünupluk, hayız ve nifas hallerinden sonra dinin emri gereğince yıkanma. Boy abdesti.
Güzeşte: Geçmiş.
H
Habs-i Medyun: Borcunu vermeyen borçlunun haps edilmesi. Ödememeyi âdet edinen veya malı olduğu halde saklayan borçlu hapsedilir. Pişman olursa, hakikaten fakir olduğu anlaşılırsa veya para kazanıp ödeyeceğine hâkimin kanaati gelirse serbest bırakılır.
Habs-i Medîd: Tam bir gün veya daha fazla süren hapisler.
Hac: İslâmın beş şartından biri. Her müslümanm belirli bir maddî imkâna eriştiği anda üzerine farz olan ibadet.
Had: 1. Men etmek.
2. Bir kısım cezaların umumî adı.
Hadd-i Kazf: Kadın veya erkek, zinadan kendisini koruduğu, temiz ve iffetli olduğu bilinen bir kimseye zina ile iftira edene verilen ceza. İftiraya uğrayan hür ise 80, köle ise 40 değnek darbesidir.
Hadd-i Şürb: Sarhoş edici içkilerden birini kendi isteği ile içen kimseye verilen ceza. Hür ise 80, köle ise 40 değnek darbesidir. Hadd-i sekr, hadd-i hamr.
Hadem ü Haşem: Hizmetkârlar.
Hadis: Çıkan, meydana gelen. Yeni, yeni çıkan.
Hadîs: Hz. Peygamberin sözleri. Bkz. Sünnet.
Hadravat: Sebzeler.
Hakk-ı Hizane: Bakıma muhtaç kız çocuğunu, süt etmesi ve terbiye edilmesi gereken yıllarda yanında bulundurma hakkı.
Hakk-ı Tebbiyet: Bakım ve terbiye yıllarında erkek çocuğu yanında bulundurma hakkı.
Hal': 1. Soyma.
2. Boşanma.
3. Tahttan indirme.
Hal' Okuşmak: Karşılıklı şartlarıkabul ederek boşanmak.
Halas: Kurtulmak, serbestlik.
Hali'-Ül Îzâr: Kötü, yırtık, edepsiz.
Halid: Fetva metinlerinde erkeği temsil etmek üzere kullanılan umûmî isimlerden biri, ötekiler: Zeyd, Amr, Bekr, Beşr.
Hâlîya: Şimdi, hâlâ.
Hall ü Akd Erbabı: Bkz. Erbâb-ı hail ü akd.
Hal-Ledet Hılafetehu: Hilâfeti dâim olsun.
Halt: 1. Karıştırma.
2. Münasebetsiz söz söyleme.
Halvet: Zevç ile zevcenin yalnız bulunmaları.
Halvet-i Sahîha: Zevç ile zevcenin birleşmelerine (cima') mâni olacak bir hal olmadığı halde halvet olmaları.
Halveti: 1. Halvetiyye tarikatına mensup olan.
2. Haîvetiyye tarikatı: 14. asırda Harzem ve Hirat'ta yaşamış olan Siraceddin Ömer Haivetî'nin kurduğu tarikat.
Hâmil: 1- Bir şeyi üzerinde bulunduran. Taşıyan.
2. Hâmile.
Hamr: Şarap.
Hamse Ve Erbain Ve Tis'amie: Dokuz yüz kırk beş. Milâdî: 1536.
Harac: Biri adam basma, diğeri topraktan veya hâsılatından olmak üzere gayrimüslimlerden alınan iki çeşit verginin adı. Adam başına alınan ve şahsî vergi mahiyetinde olana cizye veya harac-ı rüûs denir. Topraktan veya hâsılatından alınana ise harac-ı arazî denir. Harac-ı: rüûs reşit ve sağlam olan gayri müslim erkeklerden alınır. Müslüman olurlarsa alınmaz. Harac-ı arazî ise, arazi sahibi müslüman olsa da alınmaya devam edilir. Mukâseme ve muvazzaf olarak iki çeşittir.
Harac-i Mükâseme: (kaf) Arazînin verimine göre hâsılatın onda birinden yarışına kadar alınabilir. Her mahsul kaldırışta alınır.
Harac-ı Muvazzaf: Arazinin verimi göz önünde tutulmakla beraber, arazî üzerine ve dönüm başına sabit olarak konan vergidir. Mahsul durumu ne olursa olsun aynen ve yılda bir kere alınır.
Haraç-Güzar: Haraç veren.
Haram: Yapılması, Allah tarafından kat'i olarak yasak edilmiş.
Harami: Yol kesen, haydut.
Haramzade: Gayri meşru, piç.
Hakekât-ı Mevzû'a: Bkz. Evzâ'-i masnûa.
Harem: 1. Saray, konak ve evlerde kadınlara mahsus kısım. Harem dairesi.
2. Mukaddes şey, girilmesi yasak olan yer.
3. Zevce.
Harici: Hz. Ali ile Hz. Muâviye arasında zuhur eden anlaşmazlık sırasında, Hz. Ali saflarından çıkarak her iki tarafa da düşman olan bir fırka. Ehl-i sünnetten tamamen ayrılan bu hizip mensupları Hz. Ali tarafından mağlûp edildiler, fakat ortadan kalkmadılar. Sonunda Hz. Ali'yi hançerle şehit ettiler, îman, amel ve hilâfet hususlarında farklı görüşleri vardır. Kendi gibilerden gayrısına kâfir, öteki İslâm diyarlarına dâr-i harb (bkz.) derler. Çeşitli kollara ayrılmışlardır. Ehli sünnete en yakın kolu ibâdiyye dir.
Harir: İpek.
Has: Bkz. Timar.
Haşîr: 1. Toplama.
2. Ölülerin dirilipmahşere gelmeleri.
Hatib: 1. Güzel söyleyen.
2. Camide hutbe okuyan.
Hatice: Fetva metinlerinde kadım temsil etmek üzere kullanılan umûmî isimlerden biri. Ötekiler: Hind, Fâtıma, Zeynep.
Havaîc-i Aslîye: Aslî ihtiyaçlar zarurî ihtiyaçlar.
Havale: 1. Bir evin içine bakarak rahatsızlık veren yapı.
2. Perde, mâni, manzarayı kapayan.
Havalı: Etraf, çevre.
Havaric: Haricîler (Bkz.).
Havf: Korku.
Havf ü Reca: Korku ve ümid. Allah'a karşı, kulların dâima bulunmaları gereken hal. Günâhtan ve azaptan korku ile af ve cenneti ümid etme hislerinin aynı anda taşınması hâli.
Hayâl-i Zıll: Gölge oyunu, karagöz.
Hayme: Çadır.
Hayyen: Diri, canlı olarak.
Hazîne-i Âmîre: Devlet hazînesi, devlet kasası.
Hedm: Yıkmak, harap etmek.
Helak: (kef) Ölmek, mahvolmak.
Hemmaz Ve Gammaz: İnsanın ayıp ve kusurlarını araştırıp, yayan ve şikâyet eden.
Hergiz: Asla, katiyen, hiçbir vakit.
Hetk: Yırtma, yarma. Hetk-i ırz: Irza saldırma.
Hıdane: Bkz. Hizâne.
Hıfz: 1. Korumak, bakıp beslemek.
2. Ezberlemek. Hafız: Kur'an'ı ezberleyen.
Hılâl-İ İddet: İddet süresi.
Hınzır: Domuz.
Hıref: Hırfetler. Ehl-i hıref: Esnaf.
Hırfet: Geçim sebebi olan iş ve san'at.
Hıyâr: Muhayyerlik. Taraflardan birinin bir zaman için anlaşmayı bozmakta serbest olması.
Hıyâr-i Fesih: Bir anlaşmayı fesh etme hakkına sahip olma.
Hıyâr-i Gabn: Aldatılmış olmak sebebiyle anlaşmayı bozma hakkı.
Hıyar-ı Gurur: Bir alışveriş veya anlaşmada bir kimsenin kendi kendine aldanması sebebiyle geri dönebilme hakkı.
Hibe: Bağışlama, bağış.
Hill: Helâl olmak.
Hin: Vakit, zaman, an.
Hînd: Fetva metinlerinde kadını temsil etmek üzere kullanılan umûmî isimlerden biri. Ötekiler: Fâtıma, Hatice, Zeynep.
Hîndîbâ: Bir bitki. :
Hins: Yeminini bozmak.
Hîrman: Nasipsizlik, mahrumluk.
Hizane: 1. Besleyip büyütmek.
2. Çocuğu, buna hak sahibi bir yakınının muayyen müddeti içinde muhafaza ve terbiye etmesi.
Hucurat: Hücreler.
Huf: Namaz abdesti alınırken üzerine mesh edilen bir çeşit mest, ayakkabı.
Huffaz: Hafızlar.
Hufyeten: Gizlice.
Hukuk-u İbâd: Kulların hakkı.
Hulle: Bir kadının, talâk-ı selâse (bkz.) ile kocasından ayrıldıktan sonra, yine eski kocasına dönebilmesinin şer'an mümkün ve helâl olabilmesi için gereken şart. Bunun için kadının başka bir erkekle evlenip ayrılması gerekmektedir. Bu ikinci evlilik bir hile şeklinde olmayıp zifaf olunması şarttır.
Huliyy-i Nisa: Kadınların süs takıları, ziynetleri.
Hümret: Kırmızılık, kızıllık.
Hüms: Beşte bir.
Hürmet: Haram olmak.
Hurûc: 1. Çıkma.
2. Ayaklanma.
Husûmet: Anlaşmazlık, da'va mevzuu.
Huzür-i Şühüd: Şahitlerin huzuru, önü.
Hüccet: Delil, isbat edici.
Hürm-ı Şer'i: Şerîate göre verilen hüküm.
Hünkâr: Osmanlı pâdişâhı.
Hünsâ-Yı Müşkil: Kendisinde hem erkek, hem de kadın tenasül âleti bulunan veya hiçbiri bulunmayan insan. Bunlar işeme tarzları, cinsî meyilleri, sakal veya göğüslerinin çıkması gibi hallere göre iki cinsten birine dâhil edilirler.
Hürret-ül Asl: Doğuştan hür.
Hüsn-i Muaşeret: İyi geçinmek.
Hüsn-i Savt: Ses güzelliği.
I
Iskatı Salat: (kaf) ölen bir müslümanın, hayatında kılamadığı namazların affına sebep olur ümidi ile, kendi vasiyeti üzerine veya vârisleri tarafından, fakirlere dağıtılmak için ayrılan para ile yapılan muamele.
Itk: (kaf) Azad etmek, köleyi serbest bırakmak.
İ
Îâre: Ariyet vermek. Geri almak üzere vermek.
Îba: Şiddetle çekinmek, tiksinmek.
Îbahat: Mubah olmak, serbestçe yapılabilir olmak.
İbka: (kaf) Devam ettirmek, ayni halde bırakmak.
İbieâ: Bir kimsenin üzerinde başkalarının hakkı, alacağı vereceği kalmadığını gösteren muamele.
İbraz: Göstermek, meydana koymak.
İbtidâ-i Hadd-i Buluğ: Buluğun (bkz.) başlangıç yaşı.
İcabe: Kiralamak.
İcazet: 1. İlim veya yazıda (hat) tahsilini bitirenlere verilen izinname, şehâdetnâme, diploma.
2. İzin, müsade.
İcbar: Cebr etmek, zorlamak.
İcla: Nefy etmek, sürmek.
Îddet: Kadının boşanma veya ölüm sebebiyle ayrılması üzerine, tekrar evlenebilmesi için geçmesi gereken zaman.
İddet-i Talak: Boşanan bir kadının tekrar evlenmeden önce beklemesi gereken müddet. Üç ay on gün, yüz gün.
İddet-ı Vefat: Kocası ölen bir kadının tekrar evlenmeden önce beklemesi gereken müddet. Dört ay on gün, yüz otuz gün.
İdhal: 1. Dâhil etmek, içeri koymak.
2. Erkeklik âletinin sokulması.
İfakat: (kaf) Hastalıktan iyileşme.
İhâneten: Korkutarak.
Îhsan: 1. İyilik etmek, bağış, lütuf.
2. Bir yeri sağlamlaştırma.
İhtira: 1. İcad etmek.
2. Uydurmak.
İhtiraz: Çekinmek.
İhtısab: Bkz. Muhtesip.
Îhtîsâben: İhtisab vazifesi olarak. Bkz. Muhtesib.
Îhtîzar: Ölüm hâli, hastanın ölüme yaklaştığı hâl.
İkab: (kaf) Ceza, azap.
İkamet: (kaf) Yerine getirmek, vücûde getirmek.
İkâmeti Had: (kaf) hadlerin (ceza) yerine getirilmesi, ifâsı.
İkrah: Bir kimseyi haksız yere korkutarak rızası olmayan bir sözü söylemeye veya bir işi işlemeye mecbur etmek.
İkrar: (kaf) Kabul etmek, itiraf etmek.
İkta': (kaf) Beyt-ülmâle âit araziyi veya arazinin gelirini, beyt-ülmalden, almaya hakkı bulunan bir kimseye veliyyülemrin (bkz.) vermesi.
İktida: (kaf) 1. Uymak, tâbi olmak.
2. Cemaatle namaz kılarken imama uymak.
Î'la: 1.Yemin etmek.
2. Erkeğin bir müddet için veya devamlı olarak karısına yaklaşmamak üzere yemin etmesi.
İ'lâ-yı Kelimetullah: Allah'ın sözünü yüceltmek. İslâmiyeti yaymak.
İlâ Yevmina Haza: Günümüze kadar.
İlhad: Hak yoldan yüz çevirip, küfür yollarından birine sapmak. Böyle olana mülhid denir.
İlhak: (kaf) Katmak, bitiştirmek.
İlka: (kaf) Bırakmak, koymak, atmak.
Îlla: Aksi takdirde.
İlm-l Hendese: Geometri.
Îlm-i Remil: Bir takım nokta ve-çizgller yardımıyle, gaibi keşfetme iddiasında olan bir ilim. Bununla uğraşana remmâl denir.
İmam: 1. Önde bulunan ve kendisine uyulan kimse.
2. Din ilminde yüksek bir mevki sahibi.
3. Peygamberin halifesi, müslümanların reisi, devlet başkanı.
4. Halifenin izni ile halka namaz, kıldıran, dini öğreten, yol gösteren, müşkillerini halleden, nikâh vb. işlere bakan kimse.
İmam-ı A'zam: Ebû Hanîfe Numan b. Sabit el-Kûfî. Mezhep kuran dört büyük müctehidden biri. Hanefî mezhebi kurucusu (699-767). Öteki müctehidler: Mâlik, Şafiî, Hanbel.
Îmam Muhammed: Ebu Abdillah Muhammed b. Hasen. İmam-ı A'zam'ın en ileri gelen talebesi. Hocasının derslerini yazarak tesbit etmiştir.
İmam Şafîi: Ebu Abdillah Muhammed b. İdris mezhep kurucu dört müctehidden biri Şafiî mezhebi kurucusu (767-819).
Îmameyn: İki imam demektir, imam Ebu Yusuf ile İmam Muhammed için, bazen de İmam-ı A'zam ve İmam Şafiî için kullanılır.
İnas: Kadınlar, dişiler.
Înfak: Nafaka vermek, beslemek.
İnhiraf-i Fahiş: Çok sapmış olmak, fazla yanlış.
İnşa: Yapma, vücûda getirme.
İnzal: 1. indirmek, nüzul ettirmek.
2. Cinsi temasta meninin çıkması.
İrâdet: Dilemek, istemek murad etmek.
İrsal Etmek: Göndermek, yollamak.
İsa: (sad) Vasiyet eden.
Îsâ: İsâ peygamber.
İsare-i Fitne: Fitne salmak. Fitne ile ortalığı karıştırmak.
Îsga: Dinlemek, kulak vermek.
İskâr: Sekir vermek, sarhoş etmek.
Îsm: Günah, kabahat suç.
İspençe: Bir nevî şahıs vergisi. Müslim veya gayri müslim, buluğa ermiş herkesten alınırdı.
İstibdâl: 1. Değiştirmek.
2. Bir vakfı, bir mülk ile mübadele etmek, değiştirmek. Bu muamele vakf edenin şartı, veya şer'î lüzum üzerine yapılabilir. Yeni mülk de aynen vakf sayılır.
İstîdâne: Borç, ödünç almak veya alınmak.
İstihâl: Hâl değiştirmek.
Îstihânet: Hor ve hakir görmek, horlamak.
İstifsar: Sormak, soruşturmak. Sorulma.
İstifta: Fetva istemek. Müftü veya dînî ilimleri bilen birinden mesele sormak.
İstiğfar: Allah'tan mağfiret dilemek, af istemek. Estağfirullah demek.
İstihlâl: 1. Helâl saymak.
2. Helâllaşmak.
İstihsânen: Beğenerek, beğenilerek.
İstikrah: Kötü sayma, tiksinmek.
İstiksa: Bir şeyin esasını anlamak için inceden inceye araştırmak.
İstilad: 1. Cariyeyi ümm-i veled (bkz.) kılmak.
2. Efendinin, cariyesinin hamile olduğu veya doğurduğu çocuğu bu bendendir diye nesebine alması.
İstima': Dinlemek.
İstimrarı: Devamlılık, -kalıcılık.
İstirbah: Faize yatırma, faizle para verme.
İstizan: İzin istemek.
İştira: Satın almak.
İ'tâk: (Kaf) Köleyi azad etmek, hür kılmak.
İtâkname: (kaf) Âzâd olduğuna dâir kölenin eline verilen vesika.
Îtâle-i Lisan: Dil uzatma, kötü söyleme.
İt'am: Yedirmek, yemek vermek.
Î'tikaf: (Kef) Bir yere kapanıp ibâdetle vakit geçirme.
İtlak: (Kaf) 1. Erkeğin zevcesini boşaması.
2. Bırakmak, salıvermek.
İttîba': Tâbi olmak, uymak.
İttisaf: Muttasıf olma, vasıflanma, bir hal takınma.
'İvaz: Değişmek, bir şeye bedel olarak başka bir şey vermek.
Îyallîğe Vermek: Evlâtlığa vermek.
Îza: incitmek, eziyet etmek.
İztirari: Mecburen, elde olmayarak.
K
Kabayih: Kabîhalar, çirkin ve günah şeyler.
Kabîh: Çirkin ve yakışıksız.
Kablehu: Ondan önce.
Kabl-El-Ahz: 1. Almadan önce.
2. Yakalamadan önce.
Kabz Etmek: Almak, elinde tutmak, el koymak.
Kaçağan: Kaçmayı âdet edinmiş.
Kaçkın Kul: Kaçmış, firar etmiş köle. Bkz. Âbik.
Kâdî: Kadı, hâkim.
Kadir: (Kaf)
1. Yapabilme, yapmaya hakkı olma.
2. Yapabilme gücüne sahip erkek.
Kadire: (kaf) Kadir olan kadın.
Kadir Namazı: Ramazan ayının yirmi yedinci gecesine tesadüf eden Kadir gecesinde fazla olarak kılınan namaz. İki rekâtten bin rekâta kadar olabilir.
Kâfir: Müslüman olmayan. Bkz. Küfr.
Kâfir-i Harbî: Kendisiyle sulh yapılmamış, harp hâlinde bulunulan kâfir.
Kaftan: Eskiden giyilen bir üst elbisesi. Her sınıf ve rütbenin kaftan şekli farklıdır. Uzun ve kısaları vardır.
Kahpe: Orospu, kötü kadın.
Kahren Fetîh: Cebren, zorla, savaşıp yenerek fetih. Bkz. Anveten fetih.
Kahve-Fürûş: Kahve satan.
Kahve-Nüş: Kahve içen.
Kakül: Perçem. Alnın üzerine sarkan kısa kesilmiş saç.
Kal': Koparma, sökme, temelinden çıkarıp atmak. Yıkmak.
Kangi: Hangi.
Karine: Bir meselenin çözülmesine yarayan hal ipucu.
Karye: Köy, kasaba.
Karz: 1. Ödünç vermek veya almak.
2. Ödünç verilen şey.
Kakz-ı Hasen: Faiz veya diğer bir karşılık almadan borç vermek.
Kasâme: Katili meçhul olarak bulunan bir ölünün bulunduğu yer halkından elli kişiye Ben öldürmedim, öldüreni de bilmiyorum diye yemin ettirilmesi. Ölünün velisinin itham ettiklerine yemin ettirilir. Katil bulunmazsa, ölenin diyeti (bkz.) ora ahalisi tarafından ödenir.
Kasr-I Yed: 1. El çekmek.
2. Mütevellilik, imamlık gibi babasından kendisine geçen bir haktan vaz geçmek.
Kassam: Ölenden kalan malların vârislere taksimi ile vazifeli memur. İstanbul'da Kassam mahkemesi vardı.
Kat'-ı Yed: El kesmek.
Kat'-ı Tarîk: Yol kesicilik. İslâm diyarında müslümanların veya zimmîlerin (bkz.) mallarını ellerinden almak, öldürmek veya halkı korkutmak için, birtakım kimselerin yolları tutması. Bunlara verilen ceza için bkz. Haramiler. Kâtı'-ı tarîk: (kaf) Yol kesici, Kuttâ'-ı tarîk.
Katı: Çok.
Katıl: Öldürülmüş, maktul.
Kavîl: 1. Söz.
2. Dîni bir Mesele hakkında söylenmiş muteber bir fikir. İctihad.
Kayyım: Vakfın camiinde temizlik işlerine bakan hademe. Mütevelli (bkz.) manâsına da kullanılmıştır.
Kazf: Bir kimseyi kötülemek için zina ile suçlayıp iftira etmek.
Kedhüda: Kâhya. Bir esnaf zümresine nezaret etmek üzere idare makamlarınca seçilen kimse.
Kefaret-i Yemin: Yerine getirilemeyip bozulan yemine karşı ödenen ceza. Oruç tutmak, sadaka vermek, köle azad etmek vb. gibi.
Kefere: Kâfirler.
Keffe-ı Mîzan": Terazinin kefesi.
Keume-1 Küfür: İnsanın kâfir olmasına sebep olan söz. Müslüman bir kimse tarafından söylenirse, onu dinden çıkaran söz. Bkz. Mürted.
Kemâ Yenbagı: Lâyık olduğu gibi, gerektiği şekilde.
Renayls: Kenîseler, kiliseler.
Kerahat-I Salat: 1. Namazı hatalı kılan şey.
2. Namaz kılınmasının doğru olmaması.
Kerevit: Büyük karides.
Kerrat Ve Merrat: Kerelerce, defalarca.
Kerremallahu Vechehu: Allah yüzünü ak etsin manâsında Hz. Ali için kullanılır.
Kesîm: Tuna ötesi ile Irak ve Basra halkının bütün vergilere karşılık verdikleri vergi. Bazı bağ, hurmalık vb. den her sene alman öşür (bkz.) mukabili vergi.
Kesr Etmek: Kırmak.
Keşiş: Manastırlarda ibadetle meşgul olan papazlar.
Keyfiyet Île Mübtela: Keyif verici macun vb. düşkün olan.
Kıble: 1. Namaz kılınırken dönülen, Kâbenin bulunduğu taraf.
2. Güney Güneyden esen rüzgâr.
Kıble-Nümâ: Pusula.
Kına: Bir çeşit nebat. El, saç ve sakal boyamak için kurutularak tozu kullanılır.
Kısas: Bir kimseyi öldürenin, öldürülmesi, yaralayanın ayni şekilde yaralanması. Kısas, cinayeti sabit kılan yedi şartın varlığı neticesinde icra olunabilir. Aksi takdirde veya ölenin varislerinin arzusu ve affı ile diyet (bkz.) alınır.
Kıssahan: Hikâye, masal söylemeyi meslek edinen kimse. Sonradan meddah denmiştir.
Kıstulyevm: Bir güne isabet eden kısım. Kıstulyevm icra etmek: Gündelik kesmek.
Kıyam: 1. Ayağa kalkmak, ayakta durmak.
2. Bir işe kalkışmak.
3. Namazda ayakta duruş.
4. Ayaklanma, isyan.
Kıyamen: Ayakta, ayağa kalkarak.
Kîl: (kaf) Söz.
Kîlâb: Kelpler, köpekler.
Kile: Bir tahıl ölçeği. Çeşitleri vardır. İstanbul kilesi 25 kg. kadardı.
Kitabet: Kölenin, tayin edilen bir bedeli ödediği veya bir şartı yerine getirdiği takdirde serbest olması için, sahibinin onunla anlaşması. Bedeli ödeyinceye kadar köle iş ve kazançta serbest kalırdı.
Kitabet Alel-Mal: Tayin edilen mal veya parayı ödeyip serbest olma şartına bağlı kitabet.
Kitabet Ales-Sene: Tayin edilen zaman kadar ve istendiği şekilde hizmet edip serbest olma şartına bağlı kitabet.
Kizb-i Sabîha: Apaçık yalan.
Kolçak: Zırhın kola geçirilen parçası.
Kopuz: Üç telli bir saz.
Kudât: Kâdîler (bkz.)
Kunut: 1. Vitir namazı
2. Vitir namazının son rekâtında rükûdan evvel okunan dua.
Kunutun Bedeli: Kunut duasını bilmeyenlerin, onun yerine okudukları kolay bir dua.
Kura: Karyeler, kasabalar, köyler.
Kurb: Yakın, bitişik.
Kutta-i Tarîk: Yol kesiciler, eşkiyâlar. Bkz. Kat'-ı tarîk.
Ku'üden: Oturarak.
Küfr: Allah'ın varlığını veya birliğini, veya ilâhî dinlerden veya peygamberlerden herhangi birini inkâr etmek, bunu anlatan bir söz söylemek veya bir şey yapmak.
Küfür Söylemek: Bir müslümanın kendisini dinden çıkaracak, kâfir edecek bir sözü söylemesi. Bkz. Mürted.
Küllema-i Şer'iyye: Küllemâ diye başliyan ve Bütün nikahlandığım kadınlar boş olsun manâsına gelen arapça ibare.
Kütüb-i Fetava: Fetva kitapları. Fetvaları (bkz.) toplu olarak ihtiva eden kitaplar.
Kütüb-ı Mu'tebere: Muteber din kitapları.
L
Lahîk Olmak: (kaf) Katılmak, eklenmek, bitişmek. Ar lâhik olmak: Utanmak.
Lağv: Boş, bâtıl, beyhude.
Lehv: Oyun, eğlence, çalgı. İnsanı gaflete düşüren, ciddiyetten uzaklaştıran şeyler. Lu'b.
Levn: Renk.
Ll'an: Erkeğin, karısını zina ile itham veya çocuğunun kendinden olmadığını iddia etmesi üzerine hâkim ve şahitler huzurunda görülen da'va.
Lihye: Sakal.
Lîvâta: Cinsi sapıklık. Oğlanların kadın gibi kullanılması. Bkz. Amel-i kavm-i Lût.
Lu'b: Oyun, lu'biyyat.
M
Ma'an: Beraber, birlikte olarak.
Mâbeyn: Ara, arası.
Ma'fuv: Affolunmuş, istisna edilmiş.
Mahlut: Karışık, karıştırılmış.
Mahrem: 1. Haram, şerîatin yasak ettiği şey.
2. Nikah düşmeyen, şer'an evlenilmesi yasak edilen.
3. Kadının yanına örtünmeden çıkabildiği erkek.
4. Gizli, sır. Nâ-mahrem: Yabancı, nikâh düşen.
Mahûf: Korku verici.
Mahza: Yalnız, ancak.
Mahzar: Huzur, hazır bulunulan yer,
Mâîde: Üzerinde yemek hazır edilmiş olan sofra veya tepsi.
Makbule: Makbul olan, kabul edilen.
Makelama: Peşkir, büyük mendil, peştemal.
Makûl: (kaf) Söylenmiş, söylenen söz.
Makûle: (kaf) Gibi, benzer.
Ma'kûlat: (ayın, kaf) Akla uygun, mantıklı şeyler.
Maktu': 1. Bedel, vergi.
2. Kararlaştırılan miktar.
Makzûf: Kendisine kazf (bkz.) edilmiş.
Mâl-i Gâîb: Yaşayıp yaşamadığı bilinmeyen kaybolmuş kimseden kalan mal.
Mah-Î Mefkûd: Mefkûddan kalan mal. Bkz. Mefkûd.
Malikane: (kef) Kanunî şartlara göre birine verilen beylik arazi, Bkz. Arâzi-i emiriye.
Ma'mûlün Biha: Kendisi ile amel edilen, ona dayanarak iş görülen, geçerli.
Manî: Maniheizm.
Maraz-ı Mevt: Hastayı zayıf düşüren ve ölüme varacağı korkusu veren hastalık. Hasta iyileşmeden ölürse, Ölümle neticelenen hastalığı maraz-ı mevt sayılır Bir ara iyileşirse, sayılmaz.
Mâsivâ: 1. Allah'tan başka her şey.
2. Manevî olmayan şeyler.
Maslüb: Salb edilmiş, asılmış.
Ma-Tekaddemûn: 1. Geçmiş zamanlar.
2. Geçmiş şeyler.
Ma'ûniyet: 1. İhtiyaç, yardım.
2. MasrafIık.
Mazanne-i İsm: 1. Günah ihtimali.
2. Kendisinden kötülük umulan.
Mazı: 1. Bir çeşit ak meşe.
2. Mazı ağacı: Bir çeşit küçük çam.
Mechül-Ün Neseb: Babası bilinmeyen.
Meclîs-i Şer': Kadı'nın muhakeme veya dinlemek için topladığı celse.
Mecruh: Yaralı. Kadın olursa: Mecrûhe.
Me'cûr: 1. Ecir ve sevap kazanan, verilen.
2. Kiraya verilen.
Medhûlün Biha: Kendisine duhûl (bkz.) edilen kadın.
Medyun: Borçlu, vereceği olan.
Mefkûd: Bulunduğu yer, ölü veya diri olduğu bilinmeyen kaybolmuş kimse.
Mehâuîb: Mihraplar (bkz).
Mehasin: Güzellikler.
Mehbît: İnecek yer.
Mehmâ Emken: Mümkün mertebe gayret etmek.
Mehr: Kadının nikâhtan sonra hak kaşandığı maldır. Kocasından alır. Nikâh kıyılırken mehrin tayin edilmesi, nikâhın şartlarından sayılmıştır.
Mehr-i Misil: Bir kadının, babası tarafındaki veya o beldedeki kadınlardan yaş, güzellik v.s. bakımından kendisine denk olanların mehri. Bu örnek, mehir tayin olunurken dikkate alınır.
Mehr-i Muaccel: Nikâh sırasında peşin olarak verilen mehir. Biraz değişik şekli: Ağırlık.
Mehr-i Müeccel: Nikâhtan sonra verilmesi kararlaştırılan mehir. Muayyen bir vakit konmamışsa erkeğin vefatında veya boşanma hâlinde verilir.
Mehr-i Müsemmâ: İki tarafın rızası ile nikâh sırasında tayin olunan mehir.
Me'kûl-ül Lahm: Eti yenen.
Mekruh: Yapılması haram kadar şiddetle yasak edilmemiş, fakat çirkin sayılmış olan. Terk edilmesi güzel ve sevap olan.
Mekrûhe: Kendisinden tiksinilen kadın.
Mekşûf-ül, Avret: Avret yeri açık olan.
Memâlîk-i Mahrüse: Muhafaza altında olan memleketler. Osmanlı ülkesi.
Memat: Ölüm.
Memlüke: Dişi köle, câriye.
Me'mûrun Bıh: Emr olunan şey.
Menâbir: Minberler (bkz).
Menâsıb-ı Cihat: Cihetlerin (bkz) mansıpları. Vakıfta mevcut vazifeler ve bunların makam ve ücretleri.
Menazil-i Enbiya: Peygamberlerin yaşadığı yerler.
Menkûha: Nikahlanmış olan kadın, nikâhlı karı.
Menkûl: Nakledilmiş, taşınabilir.
Mescû: Rica edilen, istenen, temennî olunan.
Mehrât: Bir çok defalar.
Meremmetçî: Onarıcı, tamirci.
Mesarif: Masraflar.
İm Esire i Sefer: Sefer edilen, yer, yol. Bkz sefer.
Meskû': Sar'a hastalığına tutulmuş olan.
Mestur: (ti) Yazılmış, çizilmiş.
Meşhut: Şart koşulmuş.
Mevâzî': Mevziler, yerler.
Mevkuf: Bağlı.
Mevla: 1. Köle veya cariyenin sahibi.
2. Köle.
3. Kölesini âzad eden efendi.
4. Şanlı şerefli kimse.
5. Allah.
Mevlid: Doğum, doğuş.
Meyyit: Ölmüş. üzerinde yaralanma alâmeti bulunmayan ölü.
Mezbur: Yazılmış olan, kendinden bahsedilmiş, zikri geçen, mezkûr.
Mezun: İzinli.
Mısır: Mısır ülkesi.
Mısr: Şehir, ülke.
Mihrab: Camilerin içinde, önde, kıbleye doğru çoğu biraz yüksekçe ve duvara biraz girintili kısım. Cemaate namaz kıldıran imam burada durur.
Mîn Ba'din: Bundan sonra.
Minber: Camilerin içinde mihrabın sağında yüksekçe bir yer. Cuma günü hatip, hutbesini buraya çıkarak okur.
Mirâren: Defalarca, birçok kere.
Mîrî: Beğlik. Devlete ait, devlet malı.
Misil: Gibi, benzer.
Misk: (kef) Bir çeşit ceylândan çıkarılan güzel kokulu madde. Müşk.
Moskov Diyarı: Rusya.
Muallem Kelb: Avcılık için terbiye olunmuş köpek.
Muaşeret: Yaşamak, hayat sürmek.
Muattala: Battal, kullanılmaz, bırakılmış.
Muâvîye: Ashabdan (bkz.) ve Emevî devletinin kurucusu.
Muazzeb: Azap çeken.
Mubah: Yapılıp yapılmaması dînen serbest bırakılan.
Mubtil: İptal eden. Alıkoyan.
Mûcebî: Gereği.
Muhaddebe: Örtülü haya sahibi, namuslu kadın,
Muhâlata: Karışma.
Muhallefat: Ölen bir kimsenin bıraktığı şeyler.
Muhammed Gazâlî: Ebû Hâmid el-Gazâlî, 1058-1111. Büyük İslâm âlimi ve mütefekkiri.
Mühavvel: Tahvil edilmiş, değiştirilmiş.
Muhayyer: İhtiyarı elinde, serbest.
Muhîk: (kaf) Hakkı söyleyen. Haklı.
Muhît: Ihâta eden, kuşatan. Çevre.
Muhsan: Akıllı, baliğ, müslüman, hür ve sahih bir nikâhla evli bulunmak gibi şartları hâiz olan erkek.
Muhsane: Muhsan olan kadın.
Muhtelit: Karışık.
Muhtesîb: Belediye ve ahlâk işleri ile vazifeli memur. İhtisab Ağası, vazifeli olduğu hususlarda kadı'nın icra memurudur. Kanundan ziyade, örfî ve idarî olarak karar verir, icra eder. İhtisap vazifesi yıllık bir bedel (bedel-i mukataa) karşılığı ihale olunur. Üzerine alan, kendi adamları ile bu işi yapar ve ihtisap vergisini toplardı.
Mukarrer: Kararlaşmış, kesinleşmiş.
Mukata': (kaf) Mukâta'a edilmiş.
Mukâta'a: (kaf) Devlete ait bir yerin muayyen bir bedel karşılığı kiralanması. Geçici olarak temlik.
Mukteda: Başkalarının kendisine uyduğu kimse. Kendisine uyulan.
Murahhas: Ruhsatlı, izinli.
Murdar: 1. Kirli, pis.
2. İslâmî usûle uyulmadan kesilmiş hayvan.
Musalla: 1. Cenaze namazı kılman yer.
2. Namaz kılmağa mahsus açık yer.
Musallî: Namaz kılan.
Musir: Israr eden, devam eden.
Musir: Zengin.
Mu'tad: Her zamanki, alışılmış olan şekil.
Mûtallaka: (kaf) Kocası tarafından boşanmış Kadın. Talâk verilmiş.
Mutasavver: 1. Düşünülen
2. Umulan.
Mü'teber: 1. İtibarlı, sayılır.
2. Doğru iş.
Mütî': İtaatli.
Mu'tek: (kaf) Azad edilmiş köle
Mu'teka: (kaf) Azad edilmiş câriye.
Mit'tik: (kaf) Sahip olduğu köle veya cariyeyi azad etmiş olan kimse.
Muttasıl: Bitişik, devamlı.
Muztar: Çaresiz, başı darda.
Mübalağa: Aşırılık.
Mübaşeret: Bir işe başlayıp çalışmak.
Mübtedi': 1. Yeni bir şey ortaya koyan.
2. Eid'at çıkaran.
Mücâmea: Cinsî birleşme, cima'.
Mücazefe: Bir şeyin bütününü kast etmek. Toptan konuşmak.
Mücebree: Tecrübe edilmiş.
Mücerred: Evli olmayan.
Müdarebe: Sermâye ve emeğin ayrı kimseler tarafından konması ile meydana gelen bir şirket şekli. Sermâye sahibine rabbülmâl, çalışacak olana müdârib denir.
Müdarîb: Mudârebe şirketine emeği ile katılan.
Müddet-i Keza: Bir çocuğun, başka bir kadından süt emmesi hâlinde, ikisi arasında süt hısımlığının tahakkuk etmesi için, çocuğun içinde bulunması gereken yaş. İmam-ı A'zam'a göre süt hısımlık otuz ay içinde olur. Daha büyük çocuğun süt emmesi hısımlığa sebep olmaz. Bkz. Rezâ.
Müdebber: Sahibinin ölümü ile azad olacak olan köle. Cariye olursa, Müdebbere.
Müeddî: Sebep olan.
Müekked: Te'kid olunmuş, tekrar emr edilmiş.
Müfarakat: Ayrılmak, ayrılık.
Müfsid-i Salat: Namazı, bozan şey.
Mühmel: İhmal edilen, bırakılan.
Mühmelat: Mühmeller, terk ve ihmal edilmiş şeyler.
Mühmîl: İhmal eden, savsaklayan, ihmalci.
Mükateb: Sahibi ile kitabet (bkz) akdi yapmış olan köle.
Mükatebe: Sahibi ile kitabet (bkz) akdi yapmış olan câriye.
Mükateb Alel Mal: Bkz. Kitabet alel-mâl.
Mükateb Ales Sene: Bkz, Kitabet aies-sene.
Mükatîb: Köle veya cariyesini kitabete (bkz.) bağlayan sahip.
Mülâ'abe: Oynaşma, oynayıp eğlenme.
Mülahid: İlhada (bkz.) düşmüş olan, mülhid.
Mülahide: Mülâhidler,
Mülazemet: 1. Bir şeyden ayrılmamak üzere beraberinde bulunmak.
2. Gayretle çalışmak ve devam etmek.
Mülazim: 1. Asla ayrılmaz olan, mülâzemet eden.
2. Bir sanat veya topluluğa girmek için maaşsız hizmete devam eden.
Mülhid: İlhada (bkz.) düşmüş olan.
Mültebis: Karışık, şüpheli.
Münhakîf: İnhiraf eden, sapmış.
Münkek: İnkâr olunan, makbul olmayan. Günah ve kabahat sayılan.
Mürâ'at: Riâyet ve hürmet etmek, gözetmek.
Mürâfa'a: Şerîat huzurunda dava görülmesi.
Mürted: Önceden müslüman olduğu halde, dinini terk eden kimse. Bunu açığa vurur ve yakalanırsa hapsedilir. Tekrar iman ve İslâma dönmezse öldürülür. Bkz. Küfr.
Mürtedde: Mürted olan kadın. Müslüman erkek başka dinden kadın alabildiği halde, putperest veya mürtedde olan kadını alamaz.
Mürte'îş: Titreyen.
Mürur: Geçmek, geçiş.
Müsab: Sevap kazanan, sevaba giren.
Müsahaeet: Sohbet etmek, dostluk.
Müsahale: Gevşek davranmak. Uysallık.
Müsellem: Harp vukuunda askere gitmek şartı ile vergiden muaf tutulan kimse.
Müsellem Taifesi: Müsellemler.
Müselles: Kaynatılarak üçte ikisi buharlaşan ve bu suretle şiddetlenip sarhoş edici bir hâle gelen yaş üzüm suyu.
Müskir: Sekir verici, sarhoş edici.
Müstağniye: Herhangi bir hususta başkasına muhtaç olmayan kadın, erkek ise: Müstağni.
Müstehab: Makbul olan. Yapılması dînen sevap olan, fakat yapılmaması günah olmayan.
Müstehabât: Müstehablar.
Müstelzim: Sebep olan, gerektiren.
Müste'men: Başka bir milletin ülkesine eman müsade ile giren kimse Müste'min.
Müstemir: Devam eden.
Müşabehet: Benzemek, benzerlik.
Müşabih: Benzeyen.
Müşâhed: Görülen.
Müsrif: Yakın, meyilli, istidatlı.
Müşgil: İştigal eden, meşgul olan.
Müştehat: Erkeklerde cinsî arzu uyandıracak kadar gelişmiş kız.
Müştehî: Şehvetli, istekli.
Müteahkîrîn: 1. Sonradan gelenler.
2. Son devir âlimleri.
Müte'allik: (kaf) Dâir, ilgili.
Mütebadir: Zihne gelen. Birdenbire meydana çıkan.
Mütedavîl: Kullanılan, geçerli.
Müte'ehhîl: Evli.
Müte'ezzî: Eziyet çeken, üzgün.
Mütefavît: Birbirinden farklı.
Müteferrik: Dağınık, ayrı ayrı.
Mütehalîk: (kef) Acele eden, tehalükle isteyen.
Mütekaddîmîn: 1. Önceden gelmiş olanlar.
2. Eski âlimler.
Müteşerri': 1. Şerî'ate uygun hareket eden kimse.
2. Şerî'at âlimi.
Mütetâbian: Birbiri ardınca.
Mütevelli: Vakıf sahibinin şart koşması veya kadı'nın tayini ile vakfın, işlerini, din hükümleri ve vâkıfın şartlarına göre idare eden kimse.
Muvacehe: Yüzyüze olmak.
Müvâzıbet: Ayrılmamak üzere birice devam etmek.
N
Nâbedîd: Görünmez, kayıp.
Nadas: Tarlayı akime hazırlama.
Nafaka: 1. Geçim parası.
2. Bir kimsenin kanunen bakmaya mecbur olduğu kimselere vermesi gereken para.
Nafaka-ı Îrdet: İddet (bkz.) bekleyen kadının ayrıldığı kocasından almayı hak ettiği geçim masrafı.
Nafile: Farz ve vacip olan namaz, ve diğer ibâdetlerden fazla olarak yapılan ibâdetler.
Naib: 1. Vekil.
2. Kadı vekili.
3. Kadı.
Nakîb-i Eşraf: Hz Peygamberin, soyundan gelen seyyid ve şeriflerin, işleriyle meşgul olan yüksek makamda bulunan kimse. Bu makama. Peygamber soyundan biri tayin olunurdu. Vazifesi: Soya mensup olanların kütüğünü tutmak, kötü işlere-girmekten ve fena hallerden alıkoymak, haklarını gözetip ganimetten paylarını alıp dağıtmak, kadınların dengi olmayanlarla evlenmelerini önlemek.
Naküs: Kilise 'çam.
Na-Ma'kûl: (kaf) Akıl dışı, akla aykırı.
Namzed: Nişanlı, yavuklu, sözlü.
Nâs: Halk, ahâli.
Nas: 1. Ayet.
2. Manâsı çok açılt olan söz. Delil.
Nasaea: Nasrâniler, Hıristiyanlar.
Nehy-i Münrer: Haramdan ve kötülükten men' etmek. Günah işleyenleri ikaz edip önlemek, Bkz. Emr-i ma'rûf.
Neseb-i Tahir: Temiz soy.
Neüzü Billahi Mîn Zâlîk: Bundan Allaha sığınırız.
Nevafil: Nafile (bkz.) ibâdetler.
Nezir: Adak.
Nısf: Yarı yarım.
Nikâh: Evlilik sözleşmesi. Dinin emirlerine göre, erkekle kadın arasında bir takım hakların teessüsü ve birbirlerinden meşru olarak istifâdelerinin caiz olması.
Nikâk-i Cedid: Nikâhın herhangi bir sebeple bozulması ile veya bozulmadan, yeniden yapılan nikâh.
Nisa: Kadınlar, nisvan.
Nlsâb: Zekât gibi bazı vecibelerin veya hadlerin (bkz.) tahakkuk etmesi için gerekli görülen miktar, ölçü.
Nisab-ı Şeb'î: Ekz. Nisab.
Niza: Çekişme, münâkaşa, kavga.
Npsüs: Naslar (bkz)."
Nükûl: Kaçınmak, geri dönmek.
O
Oluben: Olarak.
Ö
Örf: Bkz. Urf. Ehl-i Urf.
Öşür: Öşr. Onda bir demek olup, hububattan alınan vergi önceleri onda bir alındığı için bu adı almıştır.
P
Penc Yek: Beşte bir. Penc ü yekçi: Pencik kanununa göre esirlerin ' beşte birini veya pencik vergisini (esir başına bir miktar para) alan memur. Devlete tâbi olup haraç veren kimse.
R
Rakabe: 1. Köle, câriye.
2. Boyun, boyun kökü.
3. Bir malın sahipliği.
Rakabe Etmek: Bir vakfın gelirini yine vakfa katıp, vakıftan maaş v.s. (vazife) alanlara vermemek. Vakfı tamir gibi hallerde buna başvurulur.
Rakabe-i Vakıf: Vakfın aslı.
Raks: Oynamak, hora tepmek. Bir usûle uyup beden hareketleriyle oynamak.
Ravza-i Resul: Hz. Peygamberin Medine'de, Mescid-i Nebevî'de bulunan kabri. Ravza-i Nebî, Ravza-i mutahhara.
Re'ayâ: Raiyyeler (bkz.).
Recm: Taşlıyarak öldürmek. Zina edenler muhsan. (bkz.) ve muhsane (bkz.) ise bu ceza verilir.
Redden: Reddederek, kabul etmeyerek.
Bemmâl: İlm-i remil (bkz.) ile uğraşan kimse.
Resmî Bennak: Timar sahiplerinin reayadan aldıkları vergilerden biri. Çiftçi ve tüccardan alınan bir çeşit gelir vergisi.
Resm-i Çift: Araziden alınan vergilerden biri. Bir çift öküzle işlenebilecek olan yer çift sayılırdı.
Reza': I. Meme emmek.
2. En az dokuz veya daha" yaşlı bir kadının sütünün müddet-i rezâ (bkz.) içinde çocuğun midesine girmesidir. Bu tahakkuk ederse kadın çocuğun süt anası olur. Onun yakınları da çocuğa akraba olurlar. Süt yakınlığı da aslı gibi evlenmeye mânidir. Bkz. Mahrem.
Ribh: Fayda, kâr.
Ric: Dönmek, ric'at etmek.
Rîc'ı: Bkz. Talâk-ı ric'î.
Rık: Kölelik. Rıkka, köle.
Rîbâ: Faiz. Bir malı veya parayı, daha fazla olarak geri almak şartıyle vermek, bu muameledeki fazlalık.
Rîbahor: Ribâ yiyen. Faizci, tefeci.
Rîsâlet-Penâh: Hz. Peygamber.
Rûz-i Mahşer: Mahşer günü. Kıyametten sonra bütün insanların, hesap vermek üzere toplanacakları gün.
Rücû: Geri dönmek. Vaz geçmek.
Rükû: Namazda elleri dize koyarak eğilmek.
Rüsûh: 1. Metin, kuvvetli, yerinde sabit olma.
2. Bir İlmin inceliklerini bilme.
3. Alışkanlık, maharet.
Rüsüm: Resmler, vergiler.
S
Saad
Âba: Babalar.
Abede-i Esnam: Puta tapanlar.
Abes: Boş, beyhude, faydasız.
Abhâne: Hela.
Abık: Zorlayıcı ve haklı bir sebebi olmadan efendisinin yanından kaçan köle.
A'câm: Acemler, İranlılar.
Âdem: 1. Adam, İnsan.
2. Hz. Âdem.
Agnâm: Hayvanlar üzerinden alman vergi. Çeşitli zamanlarda alman yedi çeşit agnâm vardı.
Ahar: (hı) Başka, diğer.
Ahbes: En kötü, en pis, en habis.
Âhîk: (hı) Son, akıbet.
Ahir: (ayın, elif, he) Zina eden.
Ahyânen: Bazen, arada sırada.
Ahz: 1. Almak. 2. Yakalamak.
Akar: (kaf) Para getiren mülk. Ev, han, dükkân, bağ ve tarla gibi.
Akça: Eskiden para birimi olarak kullanılan küçük gümüş sikke. Değeri ihtiva ettiği gümüş miktarına göre değişmiştir. Kuruş'un birim olarak kabu lü İkinci Süleyman zamanındadır. (1687- 91).
Akdem: Daha önce.
Aktlzâif: Kendinden geçmiş.
Âkîl: (kaf) Akıllı.
Akim: (kaf) Kısır, neticesiz.
Akrab: Çok yakın,
Akvâ: (kaf) Daha kuvvetli
Ala Külli Hâl: Her halde, nasıl olursa.
Ala Melein Nas: Halk arasında, alenen.
Ala Senetin Vahidetin: Bir senelik.
Alaim: Alâmetler, işaretler.
Alâim-i Küfr: Küfr (bkz.) alâmetleri. Kâfir olduğunu anlatan deliller, işaretler.
Alânîyeten: Açıkça.
Alay Beyî: Zeamet sahibi. Bkz. Timar.
A'lem: Daha âlim, daha çok bilen.
Âlem-i Şehadet: Görülen âlem, maddî varlıklar. Dünya.
Âlemi Tekliften Münsellh Olmak: Maddî varlıklar âleminden, sıyrılıp çıkmak. Cezbeye gelip coşarak, akıl ve şuurla ilgisi kalmamak. Bu suretle dinî teklifler (farzlar, haramlar) altında bulunmamak.
Âlempenâh: Dünyanın kendisine-iltica edip sığındığı. Osmanlı padişahı.
Ale-i Tafsil Ve-l Tatvil: Tafsilâtlı ve uzunca olarak.
Aleyhîr Rahmeti Ver-Rıdvân: "Allah'ın rahmeti ve rızası ona olsun" yerinde dua.
Al-i Resul: Peygamber soyu.
Amden: Haksız yere ve kasden.
Amel-i Kavm-i Lüt: Cinsî sapıklık, livâta. Lût Peygamberin, ıslah için gönderildiği millet bu günâhı işliyordu.
Âmil: 1. Amel eden, iş yapan.
2. Vali.
3. Osmanlılarda, ehl-i örf denilen idare memurlarının aşağı rütbede olanlarına da bu isim verilmişse de yayılmamıştır.
Âmme-i Memalik-i İslâmîye: Bütün İslâm memleketleri.
Amr: Fetva metinlerinde erkeği, temsil etmek üzere kulanılan umûmî isimlerden biri ötekiler: Zeyd, Bekr, Beşr, Hâlid.
Ana: Ona.
Anveten Fetih: Savaşarak bir yerin fethedilmesi. Zor ile zapt etmek.
Arab Şerbeti: Hastayı terletmek için kullanılan baharatlı şerbet. Müskir değildir.
Arak: 1. Ter. 2. Rakı.
Arayıcılık: Deniz kenarına dökülen süprüntülerde ve yangın yerlerinde kıymetli şeyler arayan "Arayıcı esnafı" nın mesleği.
Arazî: Yer, memleket. (Osmanlı idare teşkilatındaki taksimatı için, bkz. Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, e. 1, s. 63-79).
Arz-ı Emiriyye: Devletin malı olup, fertere kiralanan arazi. "Arâzi-i memleket, Arâzi-i havz, Arâzi-i bey-tiilmal, Arâzi-i sultanîye" isimleriyle de anılır. Has, Timar, Zeamet arazisi. .
Arz-ı Hakacî: Müslümanlar tarafınden kılıç ile (anveten) feth olunduğu halde gayri müslimlerin elinde bırakılan veya sulh ile alınıp da bir vergi konularak gayri müslimlere terk olunan arazi. Bkz. Haraç.
Arz-ı Havz: Bkz. Arz-ı emiriyye,
Arz-ı Öşri: Müslümanlar tarafından feth edilerek mücâhitlere veya diğer müslümanlara verilmiş olan arazi. Bkz. Öşür.
Artık: Fazla.
Asâkîr-i Muvahhîdîn: Muvahhid askerler, Allahı birleyen askerler. İslâm ordusu.
Asâr-i Zahire: Göze görünen eserler.
Asim: Günah ve kabahat etmiş olan. Suçlu, günahkâr.
Asîtane-ı Devlet: Devlet kapısı. Saltanat merkezi, İstanbul.
Ashâb: 1. Sahipler, mâlik olanlar.
2. Hz. Peygamberi görmek şerefine ermiş müslümanlar.
Asr: 1. Asır, yüzyıl.
2. İkindi vakti.
Aşar: Öşürler.
Atik: (Kaf) 1. Eski
2. Azat olmuş veya edilmiş köle veya câriye. Cariyeye atika da denir.
Avarız: İcap ettikçe konan vergiler.
Avret: 1. Kadın, dişi, karı, zevce.
2. Gösterilmemesi gereken yer.
Atabe-i Ulya: Yüce eşik. Padişahın huzuru.
Avende Ve Kevende: Gelen giden, ziyaretçi.
Ayîn: Görenek, âdet, usul, ibadet tarzı.
Azad: Köle veya cariyenin sahibi tarafından serbest bırakılması, hür kılmak.
A'zar: Özürler, bahaneler.
B
Bac: 1. Halktan alman öşür ve haraç, tüccarlardan alman temettü resmi ve gümrük rüsumu v.s. den ibarettir.
2. Kudretli hükümdarın zayıf olandan aldığı vergi.
Bac-i Bazar: Pazar yerinde malını satan tüccardan alınan vergi.
Ba'de Zamanın: Bir zaman sonra.
Ba'd-Ed Duhûl: Duhulden (bkz.) sonra.
Ba'd-El Îdde: îddetten (bkz.) sonra..
Ba'dehu: Ondan sonra.
Badî Azlemdîr: Sebep olan daha zâlimdir.
Bâgî: Veliyyülemr'e (bkz.) kendisince doğru olan bir sebebe dayanarak, aslında haksız yere isyan eden kuvvet sahibi müslim.
Ba'îd: Uzak. Alâkasız.
Baîn: Bkz. Talâk-i bâin.
Baliğ: Buluğa (bkz.) ermiş erkek çocuk. Kız ise: Eâliğa.
Bâri: Yaratıcı, Allah.
Bâtıl-l Mahz: Tamamen boş ve beyhude.
Batman: Mayiler ve hububat için bir ölçü. Yerine göre iki okkadan sekiz okkaya kadar çeşitleri vardır. Bir okka 1 kg. ve 283 grdır.
Batnen Ba'de Batnîn: Soydan soya, nesilden nesile.
Bedgîrdar: Kötü işli.
Bengüman: Fena şüphede bulunan.
Bednam: Adı kötüye çıkmış, rezil.
Bedel-i Hal': Bkz. Hal' okuşmak.
Bedel-l Kitabet: Kölenin kitabet (bkz.) mukabilinde sahibine ödemeyi teahhüt ettiği mal. Bedel-i mükâtebe.
Ber: 1. Toprak, kara.
2. Hayır işleyen.
Berat Namazı: Şaban ayının on beşine tesadüf eden Berat gecesinde fazla olarak kılman yüz rekât namaz.
Berhurdar: Hisse ve nasibi olan, devlet ve ikbâle eren.
Berk: (kef) Yaprak, (kaf) Şimşek.
Berkîtîb: Sıkıca bağlayıp, Sağlamlaştırıp, takviye edip.
Berş: Afyon şurubu ve keten yaprağı ile yapılan sarhoşluk verici bir çeşit macun.
Ber Vech-i Maktu': Muayyen bir bedel karşılığı olarak
Beşr: Fetva metinlerinde erkeği temsil etmek üzere kullanılan umûmî isimlerden biri. Ötekiler: Zeyd, Amr, Bekr, Halid.
Bey': (ayın) Satmak, satış.
Beyt-i Mukaddes: Mukaddes ev.
1. Kudüs.
2. Kudüs camii: Mescid-i Aksa.
Beyt-Ülmal: İslâm hükümetinin mâliye hazinesi. Beyt-ülmâl-i müslimîn.
Beyt-Ülmâlcî: Yeniçeri ocağı efradından ölenlerin mirasının vârisler arasında taksimi, vârisi küçükse kalan paranın işletilmesi, yoksa, paranın Beyt-ülmâle gönderilmesi gibi işleri yapan vazifeli.
Beyyîne: Delil.
Beyzâ:1. Çok beyaz.
2. Yumurta.
Bı-Günah: Günahsız, kabahatsiz.
Bî-Haseb-İş Şer'-İş Şerif: Mukaddes şeriat gereğince.
Bi-Namaz: Namaz kılmayan.
Bî-Nefsihâ: Kendisi.
Bid'at: Dinin, îman ve ibâdet hususlarında, aslında bulunmadığı halde sonradan ihdas olunan şeyler.
Bid-Defeât: Defalarca.
Bîhte: Zayıf, esir.
Bîla-Gasl: (ölüyü) Yıkamadan.
Bîka': (kaf) Yerler, topraklar, ülkeler.
Burun: Dışarı, dışarıda.
Bulüg: Erkek ve kız çocuklarının, tenasül kabiliyeti kazanmaları. Bâlig ve bâliga olmak. Çocuk buluğdan sonra dînî emirleri yapmakla mükellef olur.
Butlan: Boş ve bâtıl. Yanlış olarak.
Bür': Kurtulmak.
C
Cari: Bkz. Câbî-i vakıf.
Cabi Vakıf: Vakıf gelirlerini toplamaya memur kimse, vakıf tahsildarı.
Caiz: Şeriat ölçüleriyle yapılması serbest ve doğru olan.
C'anbaz: Canını tehlikeye koyan. Canbazlık eden.
Canıb: Taraf.
Car: Kadınların tesettür maksadiyle büründükleri örtü, çarşaf. Önceleri büyük bir tek parça hâlinde idi.
Câriye: Bir müslümanın malı olan genç veya yaşlı köle kadın.
Cebehane: Silâh ve harp malzemesinin saklanıp korunduğu yer. Cebe: Zırh.
Cebren: Zorla cebr ederek.
Cehele-1 Küttab: Cahil kâtipler.
Cehr: Aşikâr olmak. Sözü açıktan söylemek. Yüksek sesle okumak.
Cela: Memleketinden ayrılmak, gurbete düşmek.
Cemaat-i Saniye: İkinci cemâat.
Cemaat-i Ülâ: İlk cemâat. Ezandan sonra birlikte kılman namazın cemaati.
Cem' Olmak: 1. Bir araya gelmek, toplanmak.
2. Zifaf olmak, kadınla erkeğin birleşmesi, cima'.
Cemîan: Topluca, hep beraber.
Cemm-i Gafîr: İnsan kalabalığı.
Cer: Medrese talebesinin üç aylarda etrafa dağılıp, Kur'an okuyup vaaz ederek geçimlerini temin edecek malı toplamaları.
Cerh: Baş ve yüz kısmından başka uzuvlardan herhangi birini yaralamak.
Cerrar: Cerre çıkan kimse. Bkz. Cer.
Cevanib: Canipler, yanlar, çevre, etraf.
Cezbe-i İlahîye: İlâhî bir his ile coşarak kendinden geçme hâli.
Cîbâyet: 1. Büyük vakıfların ayrı vazifeliler (câbî) tarafından idare edilen kısımları. 2. Vakfa ait paraları toplama vazifesi (cihet).
Cibril: Cebrail. Peygamberlere Allah'ın emirlerini tebliğ eden melek.
Cidd: Ciddîlik. Bir işi gerçekten yapmak.
Cihad: Müslümanın malını ve canını feda ederek ve her çeşit vasıta ile Allah yolunda çalışması ve savaşması.
Cihât: Cihetler. Vakıf müessesesine ait vazifeler. İmamlık, hatiplik, müezzinlik, kayyimlik, müderrislik, hâfız-ı kütüplük gibi.
Cihaz: Kocaya varan kız için hazırlanması âdet olan eşya. Çeyiz.
Cihet: Vakfa ait vazife ve hizmet. Ekz. Cihât.
Cîhet-i Fevk: Yukarı taraf.
Cîhet-i İhtisâb: İhtisab (bkz.) Vazifesi.
Cima: Cinsi münâsebet.
Cîmâ' Lâfzı ile Şetm: Cinsî münâsebet sözünü kullanarak birine sövmek. Sinkef ile sövmek.
Cîyef-i Dünya: Dünya cifeleri, pisliği. Dünya, dünya malı.
Cizye: Gayri müslimlerin mükellef olan erkeklerinden senede bir defa alınan şahıs vergisi, haracür rüûs.
Cünûd: Askerler, ordular,
Cünün: Delilik.
Cüzhan: Namazlardan evvel, Kur'an'dan bir cüz okumakla vazifeli cami hademesi. Kur'an otuz cüz'den ibarettir.
Ç
Çarhıya Çıkmak: Meydana çıkıp savaşmak.
Çeyiz: Bkz. Cihaz.
Çiftlik Rüsumu: Çiftlik vergisi.
Çuka Çakşır: Çuha kumaşından elbise.
D
Dahl: Karışma, tesir etme.
Dahl Etmek: 1. Karışmak, müdâhale etmek. 2. Taarruz etmek.
Dâin: Alacaklı.
Da: (dad) Dalâlete düşmüş, sapıtmış, hidâyetsiz.
Dalyan: Tutulan balıkların içinde muhafaza edildiği çevrilmiş deniz parçası.
Dana: Âtim, arif, bilgili.
Dânişmend: Medrese tahsili görmüş kimse. Âlim kıyafetinde bulunan kimse.
Dar: 1. Ev.
2. Yer.
3. Memleket.
Dâr-ı Hare: Müslümanların elinde bulunmayan yer ve müslümanlarla sulh yapmamış olan gayri müslimlerin ülkesi.
Dar-i İslâm: Müslümanların hâkimiyeti altında bulunan yerler.
Darb Eylemek: Vurmak, dövmek.
Debbağ: Kösele yapmak için hayvan derilerini işleyen esnaf.
Decâce: Tavuk.
Defter-i Hâkânı: Şahsî tasarruf, timar, zeamet, has, mülk ve vakıfların ve bunlardaki değişikliklerin kaydını tutup senedini veren dâirenin adı. Tapu.
Delâlet: (dal) Delil olma, işaret etme, yol göstermek.
Der-ı Devlet: Devlet kapısı.
Der-Mahzen: Mahzende. Mahzene koymak.
Derâhım: 1. Dirhemler
2. Akçalar, paralar.
Derekât-ı Nâr: Ateşin dereceleri, Cehennemin tabakaları.
Devirhan: Camilerde namazlardan evvel Kur'an okumakla vazifeli kimse.
Devran: 1. Dönerek oynamak.
2. Bazı tarikatlerde dervişlerin bir halka teşkil edip dönerek yaptıkları zikir ve âyin.
Deyn: Bir kimsenin ödemek zorunda olduğu bedel, borç.
Dımışk: Şam şehri.
Dirhem: Okkanın dört yüzde biri. Bir dirhem 3,2 gramdır.
Dîrhem-i Şer'î: On dört kırat gümüş. Orta büyüklükte yetmiş arpa tanesi ağırlığı... Zekât, mehir, diyet ve sirkat nisablarında muteber olan bu dirhemdir.
Diriğ: Sakınmak, uzak tutmak, esirgemek.
Dîyâr-ı Arab: Arap memleketleri.
Dîyâr-ı Şâmiye: Şam ülkesi, Şam.
Dîyet: Yaralama veya öldürme hâlinde, yaralanana veya ölenin vârislerine, suçlu tarafından bir çeşit tazminat mahiyetinde olarak verilmesi gereken mal.
Donanma: Mühim günlerde yapılan şenlik ve eğlenceler.
Duhûl: 1. Girmek.
2. Erkeğin kadınla cinsî bakımdan tam olarak birleşmesi, zifaf olmak. Kendisiyle zifaf olunan kadına medhûlün bihâ denir.
Düzah: Cehennem.
Dürer: 1. Büyük inci taneleri.
2. Bir fıkıh kitabı. Şeyhülislâm Molla Hüsrev (öl. 1480) tarafından yazılmıştır. Bunun şerhi olan Gurer de ayni zâtındır.
Düş: Rüya.
E
Eazzalâhü Ensârahu: Allah onun yardımcılarını aziz etsin.
Ebâtîl: Boş, yalan, esassız şeyler.
Eben 'An Ced: Babadan, büyük babadan, dededen.
Ebnâ-Yı Sebil: Yolcular.
Ebnâ-Yı Zaman: 1. Zamane çocukları. Bugünün insanları.
2. Dönek kimseler.
Ebü Cehil: Hz. Peygambere düşmanlığı ile tanman müşrik. Bedir gazasında öldürüldü.
Ecel: Kararlaştırılan vakit, müddet.
Ecîl: Sebep.
Ecir: 1. Ücret. 2. Sevap.
Ecr-i Misil: 1. Bir malın kullanılmasından doğan menfaatin para ölçüleriyle takdiri.
2. Ehl-i vukufun bir husus için takdir ettiği ücret.
Ecza: 1. Cüzler, parçalar.
2. Kur'an cüzleri.
Eda-Yi Salât-i Mektûbe: Farz olan beş vakit namazı kılmak.
Edal: (dad) Çok fazla dalâlette olan, çok sapmış olan.
Ed'iye: Dualar, evrad. Devamlı okunan dua ve zikir.
Ef'âl-i Şenîa: Kötü işler, hareketler.
Efdal: Daha faziletli, daha iyi.
Efzun: Fazla, çok, yukarı.
Eğerçi: İse de.
Ehab: Çok sevilen.
Ehak: (kaf) Daha lâyık, müstehak.
Ehl-i Bazâr: Satıcı.
Ehl-i Heva: Hevâ ve heveslerine uyanlar.
Ehl-i Hıref: Esnaf.
Ehl-i Şer': Bkz. Meclis-i şer'.
Ehl-i Urf: İdâre memurları hakkında kulamlan bir tabir. Daha ziyâde muhtesib gibi kânûnî yollardan çok idarî tedbirlerle iş gören ve halkla yakından ilgili vazifeliler. Zabıta. İnfaz memurları.
Ehl-i Zîmmet: Müslümanlardan eman (bkz) almış bulunan gayrimüslimler. Erkeğe zimmî, kadına zimmiye denir.
Eimme: 1. İmamlar (bkz.)
2. Büyük din imamları, âlimler, müctehidler.
Ekâvil-i Batıla: (kaf) Bâtıl Gözler.
Ekl Etmek: Bir şey yemek.
El-Îyâzü Bîllâh: Allaha sığınırız.
Eman: 1. Korkusuzluk, âsûdelik, endişeden uzak olmak.
2. Harpte, korkmaması ve hayatından emin olması için düşmana verilen söz.
Emîn-i Evâbık: Sahibinden kaçmış köleler (âbıklar) ile ilgili memur.
Emin-i Mâlî Gâib: Kaybolmuş kimselerin mallarına bakan memur.
Emîr: 1. Bir yerin reisi.
2. Seyyid (bkz.)
3. Sancak Beyi.
Emirler: 1. Ümerâ. Sancak Beyi (bkz.).
2. Seyidler.
Emr-i Ma'rüf: Ma'rûfu doğru olanı emr etmek. Allahm emirlerini hatırlatıp, anlatmak. Bkz. Nehy-i münker
Emred: Bıyıkları yeni terlemiş, sakalı çakmamış genç çocuk.
Emsâr: (sad) Şehirler.
Emsâr-ı Müslîmîn: İslâm şehirleri,
En'am: 1. Kur'anda bir sûre.
2. Bir dua kitabı.
3. At, deve, sığır, koyun gibi hayvanlar.
Enfa': Çok faydalı.
Enkiha: Nikâhlar (bkz.).
Enseb: Çok münâsip, en uygun.
Eramîl-i Eytam: Yetimlerin anaları.
Erba Ve Erba'ın Ve Tısamie: Dokuz yüz kırk dört. Milâdî: 1535.
Erbâb-ı Besair-l Selîme: Selim görüş sahipleri. Olgun ve tedbirli kimseler.
Erbab-ı Hall ü Akd: Selâhiyet sahipleri, işbaşındakiler.
Erbab-ı Sûk: Çarşıda pazarda ticaret edenler.
Erham: Hısımlar, akrabalar.
Esbab: 1. Sebepler.
2. Esvap, elbiseler, çamaşırlar, eşyalar.
Esfel: Aşağı, alt taraf.
Eshâb-ı Cahîm: Cehennemlikler.
Eshab-ı Hîbre: Bir mesele hakkında derin bilgisi olanlar. Ehî-i hîbre, ehl-î vukuf, bilirkişi.
Eshab-ı Vukuf: Bkz. Eshâb-i hibre.
Eslah: En sâlih, en iyi.
Eşed: En şiddetli.
Evâbık Eminî: Bkz. Emîn-i evâbık.
Evâni: Eve ait eşyalardan sofra, çay, kahve takımları ile leğen, ibrik, testi, kâse gibi maden veya çiniden yapılmış kaplar. Avani.
Evfak: En muvafık, en uygun.
Evkât-ı Hamse: (kaf) Beş vakit namaz.
Evla: En münâsip, en lâyık.
Evliya: 1. Velîler, keramet sahipleri.
2. Emir sahipleri.
3. Himaye edenler. Evliyâ-yı umur: iş başında bulunan kimseler.
Evza-i Masnüa: Düzme tavırlar, yapmacık hareketler.
Eyyam-i Nahir: Kurban bayramının, kurban kesüebilen ilk üç günü.
Eyyedehullahu Teâlâ Ve Kavvahu: Allah onu teyid etain ve kuvvetlendirsin.
F
Farz: Allah'ın kat'î emir ve yasakları.
Fasık: Allah'a İtaatten çok uzaklaşan. Büyük günahlar işleyen.
Fasıd Namaz: Yanlış bir hal veya hareket sebebiyle doğru olmaktan çıkan namaz. Fâsid-i namaz: Namazı fâsid eden şey.
Fatıma: Fetva metinlerinde kadını temsil etmek üzere kullanılan umumi isimlerden biri. Ötekiler: Hind, Hatice, Zeyneb.
Fecere: Fâcirler. Günahkâr, sefil, rezil, yalancılar.
Ferâg-i Bal: Gönül rahatı.
Ferâîz: 1. Farizalar, Allah'ın kat'î emirleri.
2. Mirasçıya şer'an düşen hisse, îlm-i ferâiz: Vârislerin hisselerini bildiren ilim.
Ferc: 1. Aralık, yarık, çatlak.
2. Kadın tenasül uzvu.
Feseka: Fâsıklar (bkz.).
Fesh-i Nikâh: Nikâhın, boşanma olmadan bozulması. Nikâhı fesh eden hallerden bazıları:
a) Eşlerden birinin irtidâdı (bkz.)
b) Eşlerin birbirine mahrem (bkz.) olduğunun meydana çıkması,
c) Erkeğin, kayınvalide veya üvey kızı ile, kadının kayınpeder veya üvey oğlu ile münâsebet kurması veya şehvetle sarılması veya tenasül yerine şehvetle bakması,
d) Pir câriye veya köle ile evli olan kimsenin miras yolu ile eşinin sahibi durumuna geçmesi.
Fetâvâ: Fetvalar.
Fetva: Müftü tarafından verilen şer'î hüküm. (Eserin giriş kısmındaki izahata bakınız.)
Fevt Olmak: 1. Elden kaçmak, kaybolmak.
2. Ölmek.
Fısk Fücur: Allah'ın emrini terk etmek, günah işlemek.
Fî-Zamânîna: Zamanımızda.
Fi'l-i Abes: Boş iş, faydasız hareket.
Fi'l-i Kabih: Kötü ve günah iş. Livata (?).
Fîlori: Milâdî 11. asırdan evvel Filoransa'da çıkarılan üzeri çiçek nakışlı altının adı. Daha sonra Avrupa'da basılan başka altın paralara da bu isim verildi. Bizde ilk olarak Fâtih tarafından bastırılan altın paranın adı sadece altın idi. Fakat filori de denmiştir.
Firkat: Ayrılık.
Fuzûlî Nîkah: Asîl velî, vekil veya elçi olmayan bir şahsın başkası namına akt ettiği nikâh.
Fülûs: Mısır'da 1633 yılında basılan bakır para Osmanlıların zamanında, İstanbul'dan gönderilen bakırla kesilen bu para, ilk olarak fülûs adını almıştır. Araplar bakır paralara 1400 yılından beri fülûs diyorlardı.
Fünûn-i Skâzîbe: Yalancı ilimler, kandırıcı fenler.
G
Galîb Bel Mütehakkîk: Daha üstün, hatta muhakkak.
Gabn: Hile, aldatmak. Bir şeyin miktarını eksiltmek.
Gabn-i Fâhîş: Fahiş derecede, çok aldanmak.
Gallât: Gaileler.
Galle: Gelir ve mahsul. Galle-i vakf: Vakfın gelirleri.
Garb: Daimî akıntı yapan bir göz hastalığı.
Garet: Çapul, yağma, akın.
Garra: Güzel, gösterişli, şatafatlı.
Gasl Etmek: Ölüyü yıkamak, gasil.
Gaybet: Kaybolmak, bilinmemek.
Gedik: Esnaflık ve san'atkârlık etmek üzere daimî kalmak için kiralanmış veya mülk alınmış bir yer veya dükkân içinde, kiracı tarafından sahip veya mütevellinin izni ile yapılan bina, dolap, raf ile içeri konan âletler.
Grîv: (gaym) Bağırma, feryat.
Gurema: Alacaklılar, borçlular.
Gurer: Bir fıkıh kitabı. Dürer in şerhidir.
Gurre: 1. Kamerî ayların ilk günleri.
2. Malın ve kölelerin en iyi ve güzel olanı.
3. Düşürülen bir cenin için verilecek tazminat.
Gurre-i Ramazan: Ramazan ayının ilk günü.
Gurre-i Şevval: Şevval ayının ilk günü.
Gusl: Cünupluk, hayız ve nifas hallerinden sonra dinin emri gereğince yıkanma. Boy abdesti.
Güzeşte: Geçmiş.
H
Habs-i Medyun: Borcunu vermeyen borçlunun haps edilmesi. Ödememeyi âdet edinen veya malı olduğu halde saklayan borçlu hapsedilir. Pişman olursa, hakikaten fakir olduğu anlaşılırsa veya para kazanıp ödeyeceğine hâkimin kanaati gelirse serbest bırakılır.
Habs-i Medîd: Tam bir gün veya daha fazla süren hapisler.
Hac: İslâmın beş şartından biri. Her müslümanm belirli bir maddî imkâna eriştiği anda üzerine farz olan ibadet.
Had: 1. Men etmek.
2. Bir kısım cezaların umumî adı.
Hadd-i Kazf: Kadın veya erkek, zinadan kendisini koruduğu, temiz ve iffetli olduğu bilinen bir kimseye zina ile iftira edene verilen ceza. İftiraya uğrayan hür ise 80, köle ise 40 değnek darbesidir.
Hadd-i Şürb: Sarhoş edici içkilerden birini kendi isteği ile içen kimseye verilen ceza. Hür ise 80, köle ise 40 değnek darbesidir. Hadd-i sekr, hadd-i hamr.
Hadem ü Haşem: Hizmetkârlar.
Hadis: Çıkan, meydana gelen. Yeni, yeni çıkan.
Hadîs: Hz. Peygamberin sözleri. Bkz. Sünnet.
Hadravat: Sebzeler.
Hakk-ı Hizane: Bakıma muhtaç kız çocuğunu, süt etmesi ve terbiye edilmesi gereken yıllarda yanında bulundurma hakkı.
Hakk-ı Tebbiyet: Bakım ve terbiye yıllarında erkek çocuğu yanında bulundurma hakkı.
Hal': 1. Soyma.
2. Boşanma.
3. Tahttan indirme.
Hal' Okuşmak: Karşılıklı şartlarıkabul ederek boşanmak.
Halas: Kurtulmak, serbestlik.
Hali'-Ül Îzâr: Kötü, yırtık, edepsiz.
Halid: Fetva metinlerinde erkeği temsil etmek üzere kullanılan umûmî isimlerden biri, ötekiler: Zeyd, Amr, Bekr, Beşr.
Hâlîya: Şimdi, hâlâ.
Hall ü Akd Erbabı: Bkz. Erbâb-ı hail ü akd.
Hal-Ledet Hılafetehu: Hilâfeti dâim olsun.
Halt: 1. Karıştırma.
2. Münasebetsiz söz söyleme.
Halvet: Zevç ile zevcenin yalnız bulunmaları.
Halvet-i Sahîha: Zevç ile zevcenin birleşmelerine (cima') mâni olacak bir hal olmadığı halde halvet olmaları.
Halveti: 1. Halvetiyye tarikatına mensup olan.
2. Haîvetiyye tarikatı: 14. asırda Harzem ve Hirat'ta yaşamış olan Siraceddin Ömer Haivetî'nin kurduğu tarikat.
Hâmil: 1- Bir şeyi üzerinde bulunduran. Taşıyan.
2. Hâmile.
Hamr: Şarap.
Hamse Ve Erbain Ve Tis'amie: Dokuz yüz kırk beş. Milâdî: 1536.
Harac: Biri adam basma, diğeri topraktan veya hâsılatından olmak üzere gayrimüslimlerden alınan iki çeşit verginin adı. Adam başına alınan ve şahsî vergi mahiyetinde olana cizye veya harac-ı rüûs denir. Topraktan veya hâsılatından alınana ise harac-ı arazî denir. Harac-ı: rüûs reşit ve sağlam olan gayri müslim erkeklerden alınır. Müslüman olurlarsa alınmaz. Harac-ı arazî ise, arazi sahibi müslüman olsa da alınmaya devam edilir. Mukâseme ve muvazzaf olarak iki çeşittir.
Harac-i Mükâseme: (kaf) Arazînin verimine göre hâsılatın onda birinden yarışına kadar alınabilir. Her mahsul kaldırışta alınır.
Harac-ı Muvazzaf: Arazinin verimi göz önünde tutulmakla beraber, arazî üzerine ve dönüm başına sabit olarak konan vergidir. Mahsul durumu ne olursa olsun aynen ve yılda bir kere alınır.
Haraç-Güzar: Haraç veren.
Haram: Yapılması, Allah tarafından kat'i olarak yasak edilmiş.
Harami: Yol kesen, haydut.
Haramzade: Gayri meşru, piç.
Hakekât-ı Mevzû'a: Bkz. Evzâ'-i masnûa.
Harem: 1. Saray, konak ve evlerde kadınlara mahsus kısım. Harem dairesi.
2. Mukaddes şey, girilmesi yasak olan yer.
3. Zevce.
Harici: Hz. Ali ile Hz. Muâviye arasında zuhur eden anlaşmazlık sırasında, Hz. Ali saflarından çıkarak her iki tarafa da düşman olan bir fırka. Ehl-i sünnetten tamamen ayrılan bu hizip mensupları Hz. Ali tarafından mağlûp edildiler, fakat ortadan kalkmadılar. Sonunda Hz. Ali'yi hançerle şehit ettiler, îman, amel ve hilâfet hususlarında farklı görüşleri vardır. Kendi gibilerden gayrısına kâfir, öteki İslâm diyarlarına dâr-i harb (bkz.) derler. Çeşitli kollara ayrılmışlardır. Ehli sünnete en yakın kolu ibâdiyye dir.
Harir: İpek.
Has: Bkz. Timar.
Haşîr: 1. Toplama.
2. Ölülerin dirilipmahşere gelmeleri.
Hatib: 1. Güzel söyleyen.
2. Camide hutbe okuyan.
Hatice: Fetva metinlerinde kadım temsil etmek üzere kullanılan umûmî isimlerden biri. Ötekiler: Hind, Fâtıma, Zeynep.
Havaîc-i Aslîye: Aslî ihtiyaçlar zarurî ihtiyaçlar.
Havale: 1. Bir evin içine bakarak rahatsızlık veren yapı.
2. Perde, mâni, manzarayı kapayan.
Havalı: Etraf, çevre.
Havaric: Haricîler (Bkz.).
Havf: Korku.
Havf ü Reca: Korku ve ümid. Allah'a karşı, kulların dâima bulunmaları gereken hal. Günâhtan ve azaptan korku ile af ve cenneti ümid etme hislerinin aynı anda taşınması hâli.
Hayâl-i Zıll: Gölge oyunu, karagöz.
Hayme: Çadır.
Hayyen: Diri, canlı olarak.
Hazîne-i Âmîre: Devlet hazînesi, devlet kasası.
Hedm: Yıkmak, harap etmek.
Helak: (kef) Ölmek, mahvolmak.
Hemmaz Ve Gammaz: İnsanın ayıp ve kusurlarını araştırıp, yayan ve şikâyet eden.
Hergiz: Asla, katiyen, hiçbir vakit.
Hetk: Yırtma, yarma. Hetk-i ırz: Irza saldırma.
Hıdane: Bkz. Hizâne.
Hıfz: 1. Korumak, bakıp beslemek.
2. Ezberlemek. Hafız: Kur'an'ı ezberleyen.
Hılâl-İ İddet: İddet süresi.
Hınzır: Domuz.
Hıref: Hırfetler. Ehl-i hıref: Esnaf.
Hırfet: Geçim sebebi olan iş ve san'at.
Hıyâr: Muhayyerlik. Taraflardan birinin bir zaman için anlaşmayı bozmakta serbest olması.
Hıyâr-i Fesih: Bir anlaşmayı fesh etme hakkına sahip olma.
Hıyâr-i Gabn: Aldatılmış olmak sebebiyle anlaşmayı bozma hakkı.
Hıyar-ı Gurur: Bir alışveriş veya anlaşmada bir kimsenin kendi kendine aldanması sebebiyle geri dönebilme hakkı.
Hibe: Bağışlama, bağış.
Hill: Helâl olmak.
Hin: Vakit, zaman, an.
Hînd: Fetva metinlerinde kadını temsil etmek üzere kullanılan umûmî isimlerden biri. Ötekiler: Fâtıma, Hatice, Zeynep.
Hîndîbâ: Bir bitki. :
Hins: Yeminini bozmak.
Hîrman: Nasipsizlik, mahrumluk.
Hizane: 1. Besleyip büyütmek.
2. Çocuğu, buna hak sahibi bir yakınının muayyen müddeti içinde muhafaza ve terbiye etmesi.
Hucurat: Hücreler.
Huf: Namaz abdesti alınırken üzerine mesh edilen bir çeşit mest, ayakkabı.
Huffaz: Hafızlar.
Hufyeten: Gizlice.
Hukuk-u İbâd: Kulların hakkı.
Hulle: Bir kadının, talâk-ı selâse (bkz.) ile kocasından ayrıldıktan sonra, yine eski kocasına dönebilmesinin şer'an mümkün ve helâl olabilmesi için gereken şart. Bunun için kadının başka bir erkekle evlenip ayrılması gerekmektedir. Bu ikinci evlilik bir hile şeklinde olmayıp zifaf olunması şarttır.
Huliyy-i Nisa: Kadınların süs takıları, ziynetleri.
Hümret: Kırmızılık, kızıllık.
Hüms: Beşte bir.
Hürmet: Haram olmak.
Hurûc: 1. Çıkma.
2. Ayaklanma.
Husûmet: Anlaşmazlık, da'va mevzuu.
Huzür-i Şühüd: Şahitlerin huzuru, önü.
Hüccet: Delil, isbat edici.
Hürm-ı Şer'i: Şerîate göre verilen hüküm.
Hünkâr: Osmanlı pâdişâhı.
Hünsâ-Yı Müşkil: Kendisinde hem erkek, hem de kadın tenasül âleti bulunan veya hiçbiri bulunmayan insan. Bunlar işeme tarzları, cinsî meyilleri, sakal veya göğüslerinin çıkması gibi hallere göre iki cinsten birine dâhil edilirler.
Hürret-ül Asl: Doğuştan hür.
Hüsn-i Muaşeret: İyi geçinmek.
Hüsn-i Savt: Ses güzelliği.
I
Iskatı Salat: (kaf) ölen bir müslümanın, hayatında kılamadığı namazların affına sebep olur ümidi ile, kendi vasiyeti üzerine veya vârisleri tarafından, fakirlere dağıtılmak için ayrılan para ile yapılan muamele.
Itk: (kaf) Azad etmek, köleyi serbest bırakmak.
İ
Îâre: Ariyet vermek. Geri almak üzere vermek.
Îba: Şiddetle çekinmek, tiksinmek.
Îbahat: Mubah olmak, serbestçe yapılabilir olmak.
İbka: (kaf) Devam ettirmek, ayni halde bırakmak.
İbieâ: Bir kimsenin üzerinde başkalarının hakkı, alacağı vereceği kalmadığını gösteren muamele.
İbraz: Göstermek, meydana koymak.
İbtidâ-i Hadd-i Buluğ: Buluğun (bkz.) başlangıç yaşı.
İcabe: Kiralamak.
İcazet: 1. İlim veya yazıda (hat) tahsilini bitirenlere verilen izinname, şehâdetnâme, diploma.
2. İzin, müsade.
İcbar: Cebr etmek, zorlamak.
İcla: Nefy etmek, sürmek.
Îddet: Kadının boşanma veya ölüm sebebiyle ayrılması üzerine, tekrar evlenebilmesi için geçmesi gereken zaman.
İddet-i Talak: Boşanan bir kadının tekrar evlenmeden önce beklemesi gereken müddet. Üç ay on gün, yüz gün.
İddet-ı Vefat: Kocası ölen bir kadının tekrar evlenmeden önce beklemesi gereken müddet. Dört ay on gün, yüz otuz gün.
İdhal: 1. Dâhil etmek, içeri koymak.
2. Erkeklik âletinin sokulması.
İfakat: (kaf) Hastalıktan iyileşme.
İhâneten: Korkutarak.
Îhsan: 1. İyilik etmek, bağış, lütuf.
2. Bir yeri sağlamlaştırma.
İhtira: 1. İcad etmek.
2. Uydurmak.
İhtiraz: Çekinmek.
İhtısab: Bkz. Muhtesip.
Îhtîsâben: İhtisab vazifesi olarak. Bkz. Muhtesib.
Îhtîzar: Ölüm hâli, hastanın ölüme yaklaştığı hâl.
İkab: (kaf) Ceza, azap.
İkamet: (kaf) Yerine getirmek, vücûde getirmek.
İkâmeti Had: (kaf) hadlerin (ceza) yerine getirilmesi, ifâsı.
İkrah: Bir kimseyi haksız yere korkutarak rızası olmayan bir sözü söylemeye veya bir işi işlemeye mecbur etmek.
İkrar: (kaf) Kabul etmek, itiraf etmek.
İkta': (kaf) Beyt-ülmâle âit araziyi veya arazinin gelirini, beyt-ülmalden, almaya hakkı bulunan bir kimseye veliyyülemrin (bkz.) vermesi.
İktida: (kaf) 1. Uymak, tâbi olmak.
2. Cemaatle namaz kılarken imama uymak.
Î'la: 1.Yemin etmek.
2. Erkeğin bir müddet için veya devamlı olarak karısına yaklaşmamak üzere yemin etmesi.
İ'lâ-yı Kelimetullah: Allah'ın sözünü yüceltmek. İslâmiyeti yaymak.
İlâ Yevmina Haza: Günümüze kadar.
İlhad: Hak yoldan yüz çevirip, küfür yollarından birine sapmak. Böyle olana mülhid denir.
İlhak: (kaf) Katmak, bitiştirmek.
İlka: (kaf) Bırakmak, koymak, atmak.
Îlla: Aksi takdirde.
İlm-l Hendese: Geometri.
Îlm-i Remil: Bir takım nokta ve-çizgller yardımıyle, gaibi keşfetme iddiasında olan bir ilim. Bununla uğraşana remmâl denir.
İmam: 1. Önde bulunan ve kendisine uyulan kimse.
2. Din ilminde yüksek bir mevki sahibi.
3. Peygamberin halifesi, müslümanların reisi, devlet başkanı.
4. Halifenin izni ile halka namaz, kıldıran, dini öğreten, yol gösteren, müşkillerini halleden, nikâh vb. işlere bakan kimse.
İmam-ı A'zam: Ebû Hanîfe Numan b. Sabit el-Kûfî. Mezhep kuran dört büyük müctehidden biri. Hanefî mezhebi kurucusu (699-767). Öteki müctehidler: Mâlik, Şafiî, Hanbel.
Îmam Muhammed: Ebu Abdillah Muhammed b. Hasen. İmam-ı A'zam'ın en ileri gelen talebesi. Hocasının derslerini yazarak tesbit etmiştir.
İmam Şafîi: Ebu Abdillah Muhammed b. İdris mezhep kurucu dört müctehidden biri Şafiî mezhebi kurucusu (767-819).
Îmameyn: İki imam demektir, imam Ebu Yusuf ile İmam Muhammed için, bazen de İmam-ı A'zam ve İmam Şafiî için kullanılır.
İnas: Kadınlar, dişiler.
Înfak: Nafaka vermek, beslemek.
İnhiraf-i Fahiş: Çok sapmış olmak, fazla yanlış.
İnşa: Yapma, vücûda getirme.
İnzal: 1. indirmek, nüzul ettirmek.
2. Cinsi temasta meninin çıkması.
İrâdet: Dilemek, istemek murad etmek.
İrsal Etmek: Göndermek, yollamak.
İsa: (sad) Vasiyet eden.
Îsâ: İsâ peygamber.
İsare-i Fitne: Fitne salmak. Fitne ile ortalığı karıştırmak.
Îsga: Dinlemek, kulak vermek.
İskâr: Sekir vermek, sarhoş etmek.
Îsm: Günah, kabahat suç.
İspençe: Bir nevî şahıs vergisi. Müslim veya gayri müslim, buluğa ermiş herkesten alınırdı.
İstibdâl: 1. Değiştirmek.
2. Bir vakfı, bir mülk ile mübadele etmek, değiştirmek. Bu muamele vakf edenin şartı, veya şer'î lüzum üzerine yapılabilir. Yeni mülk de aynen vakf sayılır.
İstîdâne: Borç, ödünç almak veya alınmak.
İstihâl: Hâl değiştirmek.
Îstihânet: Hor ve hakir görmek, horlamak.
İstifsar: Sormak, soruşturmak. Sorulma.
İstifta: Fetva istemek. Müftü veya dînî ilimleri bilen birinden mesele sormak.
İstiğfar: Allah'tan mağfiret dilemek, af istemek. Estağfirullah demek.
İstihlâl: 1. Helâl saymak.
2. Helâllaşmak.
İstihsânen: Beğenerek, beğenilerek.
İstikrah: Kötü sayma, tiksinmek.
İstiksa: Bir şeyin esasını anlamak için inceden inceye araştırmak.
İstilad: 1. Cariyeyi ümm-i veled (bkz.) kılmak.
2. Efendinin, cariyesinin hamile olduğu veya doğurduğu çocuğu bu bendendir diye nesebine alması.
İstima': Dinlemek.
İstimrarı: Devamlılık, -kalıcılık.
İstirbah: Faize yatırma, faizle para verme.
İstizan: İzin istemek.
İştira: Satın almak.
İ'tâk: (Kaf) Köleyi azad etmek, hür kılmak.
İtâkname: (kaf) Âzâd olduğuna dâir kölenin eline verilen vesika.
Îtâle-i Lisan: Dil uzatma, kötü söyleme.
İt'am: Yedirmek, yemek vermek.
Î'tikaf: (Kef) Bir yere kapanıp ibâdetle vakit geçirme.
İtlak: (Kaf) 1. Erkeğin zevcesini boşaması.
2. Bırakmak, salıvermek.
İttîba': Tâbi olmak, uymak.
İttisaf: Muttasıf olma, vasıflanma, bir hal takınma.
'İvaz: Değişmek, bir şeye bedel olarak başka bir şey vermek.
Îyallîğe Vermek: Evlâtlığa vermek.
Îza: incitmek, eziyet etmek.
İztirari: Mecburen, elde olmayarak.
K
Kabayih: Kabîhalar, çirkin ve günah şeyler.
Kabîh: Çirkin ve yakışıksız.
Kablehu: Ondan önce.
Kabl-El-Ahz: 1. Almadan önce.
2. Yakalamadan önce.
Kabz Etmek: Almak, elinde tutmak, el koymak.
Kaçağan: Kaçmayı âdet edinmiş.
Kaçkın Kul: Kaçmış, firar etmiş köle. Bkz. Âbik.
Kâdî: Kadı, hâkim.
Kadir: (Kaf)
1. Yapabilme, yapmaya hakkı olma.
2. Yapabilme gücüne sahip erkek.
Kadire: (kaf) Kadir olan kadın.
Kadir Namazı: Ramazan ayının yirmi yedinci gecesine tesadüf eden Kadir gecesinde fazla olarak kılınan namaz. İki rekâtten bin rekâta kadar olabilir.
Kâfir: Müslüman olmayan. Bkz. Küfr.
Kâfir-i Harbî: Kendisiyle sulh yapılmamış, harp hâlinde bulunulan kâfir.
Kaftan: Eskiden giyilen bir üst elbisesi. Her sınıf ve rütbenin kaftan şekli farklıdır. Uzun ve kısaları vardır.
Kahpe: Orospu, kötü kadın.
Kahren Fetîh: Cebren, zorla, savaşıp yenerek fetih. Bkz. Anveten fetih.
Kahve-Fürûş: Kahve satan.
Kahve-Nüş: Kahve içen.
Kakül: Perçem. Alnın üzerine sarkan kısa kesilmiş saç.
Kal': Koparma, sökme, temelinden çıkarıp atmak. Yıkmak.
Kangi: Hangi.
Karine: Bir meselenin çözülmesine yarayan hal ipucu.
Karye: Köy, kasaba.
Karz: 1. Ödünç vermek veya almak.
2. Ödünç verilen şey.
Kakz-ı Hasen: Faiz veya diğer bir karşılık almadan borç vermek.
Kasâme: Katili meçhul olarak bulunan bir ölünün bulunduğu yer halkından elli kişiye Ben öldürmedim, öldüreni de bilmiyorum diye yemin ettirilmesi. Ölünün velisinin itham ettiklerine yemin ettirilir. Katil bulunmazsa, ölenin diyeti (bkz.) ora ahalisi tarafından ödenir.
Kasr-I Yed: 1. El çekmek.
2. Mütevellilik, imamlık gibi babasından kendisine geçen bir haktan vaz geçmek.
Kassam: Ölenden kalan malların vârislere taksimi ile vazifeli memur. İstanbul'da Kassam mahkemesi vardı.
Kat'-ı Yed: El kesmek.
Kat'-ı Tarîk: Yol kesicilik. İslâm diyarında müslümanların veya zimmîlerin (bkz.) mallarını ellerinden almak, öldürmek veya halkı korkutmak için, birtakım kimselerin yolları tutması. Bunlara verilen ceza için bkz. Haramiler. Kâtı'-ı tarîk: (kaf) Yol kesici, Kuttâ'-ı tarîk.
Katı: Çok.
Katıl: Öldürülmüş, maktul.
Kavîl: 1. Söz.
2. Dîni bir Mesele hakkında söylenmiş muteber bir fikir. İctihad.
Kayyım: Vakfın camiinde temizlik işlerine bakan hademe. Mütevelli (bkz.) manâsına da kullanılmıştır.
Kazf: Bir kimseyi kötülemek için zina ile suçlayıp iftira etmek.
Kedhüda: Kâhya. Bir esnaf zümresine nezaret etmek üzere idare makamlarınca seçilen kimse.
Kefaret-i Yemin: Yerine getirilemeyip bozulan yemine karşı ödenen ceza. Oruç tutmak, sadaka vermek, köle azad etmek vb. gibi.
Kefere: Kâfirler.
Keffe-ı Mîzan": Terazinin kefesi.
Keume-1 Küfür: İnsanın kâfir olmasına sebep olan söz. Müslüman bir kimse tarafından söylenirse, onu dinden çıkaran söz. Bkz. Mürted.
Kemâ Yenbagı: Lâyık olduğu gibi, gerektiği şekilde.
Renayls: Kenîseler, kiliseler.
Kerahat-I Salat: 1. Namazı hatalı kılan şey.
2. Namaz kılınmasının doğru olmaması.
Kerevit: Büyük karides.
Kerrat Ve Merrat: Kerelerce, defalarca.
Kerremallahu Vechehu: Allah yüzünü ak etsin manâsında Hz. Ali için kullanılır.
Kesîm: Tuna ötesi ile Irak ve Basra halkının bütün vergilere karşılık verdikleri vergi. Bazı bağ, hurmalık vb. den her sene alman öşür (bkz.) mukabili vergi.
Kesr Etmek: Kırmak.
Keşiş: Manastırlarda ibadetle meşgul olan papazlar.
Keyfiyet Île Mübtela: Keyif verici macun vb. düşkün olan.
Kıble: 1. Namaz kılınırken dönülen, Kâbenin bulunduğu taraf.
2. Güney Güneyden esen rüzgâr.
Kıble-Nümâ: Pusula.
Kına: Bir çeşit nebat. El, saç ve sakal boyamak için kurutularak tozu kullanılır.
Kısas: Bir kimseyi öldürenin, öldürülmesi, yaralayanın ayni şekilde yaralanması. Kısas, cinayeti sabit kılan yedi şartın varlığı neticesinde icra olunabilir. Aksi takdirde veya ölenin varislerinin arzusu ve affı ile diyet (bkz.) alınır.
Kıssahan: Hikâye, masal söylemeyi meslek edinen kimse. Sonradan meddah denmiştir.
Kıstulyevm: Bir güne isabet eden kısım. Kıstulyevm icra etmek: Gündelik kesmek.
Kıyam: 1. Ayağa kalkmak, ayakta durmak.
2. Bir işe kalkışmak.
3. Namazda ayakta duruş.
4. Ayaklanma, isyan.
Kıyamen: Ayakta, ayağa kalkarak.
Kîl: (kaf) Söz.
Kîlâb: Kelpler, köpekler.
Kile: Bir tahıl ölçeği. Çeşitleri vardır. İstanbul kilesi 25 kg. kadardı.
Kitabet: Kölenin, tayin edilen bir bedeli ödediği veya bir şartı yerine getirdiği takdirde serbest olması için, sahibinin onunla anlaşması. Bedeli ödeyinceye kadar köle iş ve kazançta serbest kalırdı.
Kitabet Alel-Mal: Tayin edilen mal veya parayı ödeyip serbest olma şartına bağlı kitabet.
Kitabet Ales-Sene: Tayin edilen zaman kadar ve istendiği şekilde hizmet edip serbest olma şartına bağlı kitabet.
Kizb-i Sabîha: Apaçık yalan.
Kolçak: Zırhın kola geçirilen parçası.
Kopuz: Üç telli bir saz.
Kudât: Kâdîler (bkz.)
Kunut: 1. Vitir namazı
2. Vitir namazının son rekâtında rükûdan evvel okunan dua.
Kunutun Bedeli: Kunut duasını bilmeyenlerin, onun yerine okudukları kolay bir dua.
Kura: Karyeler, kasabalar, köyler.
Kurb: Yakın, bitişik.
Kutta-i Tarîk: Yol kesiciler, eşkiyâlar. Bkz. Kat'-ı tarîk.
Ku'üden: Oturarak.
Küfr: Allah'ın varlığını veya birliğini, veya ilâhî dinlerden veya peygamberlerden herhangi birini inkâr etmek, bunu anlatan bir söz söylemek veya bir şey yapmak.
Küfür Söylemek: Bir müslümanın kendisini dinden çıkaracak, kâfir edecek bir sözü söylemesi. Bkz. Mürted.
Küllema-i Şer'iyye: Küllemâ diye başliyan ve Bütün nikahlandığım kadınlar boş olsun manâsına gelen arapça ibare.
Kütüb-i Fetava: Fetva kitapları. Fetvaları (bkz.) toplu olarak ihtiva eden kitaplar.
Kütüb-ı Mu'tebere: Muteber din kitapları.
L
Lahîk Olmak: (kaf) Katılmak, eklenmek, bitişmek. Ar lâhik olmak: Utanmak.
Lağv: Boş, bâtıl, beyhude.
Lehv: Oyun, eğlence, çalgı. İnsanı gaflete düşüren, ciddiyetten uzaklaştıran şeyler. Lu'b.
Levn: Renk.
Ll'an: Erkeğin, karısını zina ile itham veya çocuğunun kendinden olmadığını iddia etmesi üzerine hâkim ve şahitler huzurunda görülen da'va.
Lihye: Sakal.
Lîvâta: Cinsi sapıklık. Oğlanların kadın gibi kullanılması. Bkz. Amel-i kavm-i Lût.
Lu'b: Oyun, lu'biyyat.
M
Ma'an: Beraber, birlikte olarak.
Mâbeyn: Ara, arası.
Ma'fuv: Affolunmuş, istisna edilmiş.
Mahlut: Karışık, karıştırılmış.
Mahrem: 1. Haram, şerîatin yasak ettiği şey.
2. Nikah düşmeyen, şer'an evlenilmesi yasak edilen.
3. Kadının yanına örtünmeden çıkabildiği erkek.
4. Gizli, sır. Nâ-mahrem: Yabancı, nikâh düşen.
Mahûf: Korku verici.
Mahza: Yalnız, ancak.
Mahzar: Huzur, hazır bulunulan yer,
Mâîde: Üzerinde yemek hazır edilmiş olan sofra veya tepsi.
Makbule: Makbul olan, kabul edilen.
Makelama: Peşkir, büyük mendil, peştemal.
Makûl: (kaf) Söylenmiş, söylenen söz.
Makûle: (kaf) Gibi, benzer.
Ma'kûlat: (ayın, kaf) Akla uygun, mantıklı şeyler.
Maktu': 1. Bedel, vergi.
2. Kararlaştırılan miktar.
Makzûf: Kendisine kazf (bkz.) edilmiş.
Mâl-i Gâîb: Yaşayıp yaşamadığı bilinmeyen kaybolmuş kimseden kalan mal.
Mah-Î Mefkûd: Mefkûddan kalan mal. Bkz. Mefkûd.
Malikane: (kef) Kanunî şartlara göre birine verilen beylik arazi, Bkz. Arâzi-i emiriye.
Ma'mûlün Biha: Kendisi ile amel edilen, ona dayanarak iş görülen, geçerli.
Manî: Maniheizm.
Maraz-ı Mevt: Hastayı zayıf düşüren ve ölüme varacağı korkusu veren hastalık. Hasta iyileşmeden ölürse, Ölümle neticelenen hastalığı maraz-ı mevt sayılır Bir ara iyileşirse, sayılmaz.
Mâsivâ: 1. Allah'tan başka her şey.
2. Manevî olmayan şeyler.
Maslüb: Salb edilmiş, asılmış.
Ma-Tekaddemûn: 1. Geçmiş zamanlar.
2. Geçmiş şeyler.
Ma'ûniyet: 1. İhtiyaç, yardım.
2. MasrafIık.
Mazanne-i İsm: 1. Günah ihtimali.
2. Kendisinden kötülük umulan.
Mazı: 1. Bir çeşit ak meşe.
2. Mazı ağacı: Bir çeşit küçük çam.
Mechül-Ün Neseb: Babası bilinmeyen.
Meclîs-i Şer': Kadı'nın muhakeme veya dinlemek için topladığı celse.
Mecruh: Yaralı. Kadın olursa: Mecrûhe.
Me'cûr: 1. Ecir ve sevap kazanan, verilen.
2. Kiraya verilen.
Medhûlün Biha: Kendisine duhûl (bkz.) edilen kadın.
Medyun: Borçlu, vereceği olan.
Mefkûd: Bulunduğu yer, ölü veya diri olduğu bilinmeyen kaybolmuş kimse.
Mehâuîb: Mihraplar (bkz).
Mehasin: Güzellikler.
Mehbît: İnecek yer.
Mehmâ Emken: Mümkün mertebe gayret etmek.
Mehr: Kadının nikâhtan sonra hak kaşandığı maldır. Kocasından alır. Nikâh kıyılırken mehrin tayin edilmesi, nikâhın şartlarından sayılmıştır.
Mehr-i Misil: Bir kadının, babası tarafındaki veya o beldedeki kadınlardan yaş, güzellik v.s. bakımından kendisine denk olanların mehri. Bu örnek, mehir tayin olunurken dikkate alınır.
Mehr-i Muaccel: Nikâh sırasında peşin olarak verilen mehir. Biraz değişik şekli: Ağırlık.
Mehr-i Müeccel: Nikâhtan sonra verilmesi kararlaştırılan mehir. Muayyen bir vakit konmamışsa erkeğin vefatında veya boşanma hâlinde verilir.
Mehr-i Müsemmâ: İki tarafın rızası ile nikâh sırasında tayin olunan mehir.
Me'kûl-ül Lahm: Eti yenen.
Mekruh: Yapılması haram kadar şiddetle yasak edilmemiş, fakat çirkin sayılmış olan. Terk edilmesi güzel ve sevap olan.
Mekrûhe: Kendisinden tiksinilen kadın.
Mekşûf-ül, Avret: Avret yeri açık olan.
Memâlîk-i Mahrüse: Muhafaza altında olan memleketler. Osmanlı ülkesi.
Memat: Ölüm.
Memlüke: Dişi köle, câriye.
Me'mûrun Bıh: Emr olunan şey.
Menâbir: Minberler (bkz).
Menâsıb-ı Cihat: Cihetlerin (bkz) mansıpları. Vakıfta mevcut vazifeler ve bunların makam ve ücretleri.
Menazil-i Enbiya: Peygamberlerin yaşadığı yerler.
Menkûha: Nikahlanmış olan kadın, nikâhlı karı.
Menkûl: Nakledilmiş, taşınabilir.
Mescû: Rica edilen, istenen, temennî olunan.
Mehrât: Bir çok defalar.
Meremmetçî: Onarıcı, tamirci.
Mesarif: Masraflar.
İm Esire i Sefer: Sefer edilen, yer, yol. Bkz sefer.
Meskû': Sar'a hastalığına tutulmuş olan.
Mestur: (ti) Yazılmış, çizilmiş.
Meşhut: Şart koşulmuş.
Mevâzî': Mevziler, yerler.
Mevkuf: Bağlı.
Mevla: 1. Köle veya cariyenin sahibi.
2. Köle.
3. Kölesini âzad eden efendi.
4. Şanlı şerefli kimse.
5. Allah.
Mevlid: Doğum, doğuş.
Meyyit: Ölmüş. üzerinde yaralanma alâmeti bulunmayan ölü.
Mezbur: Yazılmış olan, kendinden bahsedilmiş, zikri geçen, mezkûr.
Mezun: İzinli.
Mısır: Mısır ülkesi.
Mısr: Şehir, ülke.
Mihrab: Camilerin içinde, önde, kıbleye doğru çoğu biraz yüksekçe ve duvara biraz girintili kısım. Cemaate namaz kıldıran imam burada durur.
Mîn Ba'din: Bundan sonra.
Minber: Camilerin içinde mihrabın sağında yüksekçe bir yer. Cuma günü hatip, hutbesini buraya çıkarak okur.
Mirâren: Defalarca, birçok kere.
Mîrî: Beğlik. Devlete ait, devlet malı.
Misil: Gibi, benzer.
Misk: (kef) Bir çeşit ceylândan çıkarılan güzel kokulu madde. Müşk.
Moskov Diyarı: Rusya.
Muallem Kelb: Avcılık için terbiye olunmuş köpek.
Muaşeret: Yaşamak, hayat sürmek.
Muattala: Battal, kullanılmaz, bırakılmış.
Muâvîye: Ashabdan (bkz.) ve Emevî devletinin kurucusu.
Muazzeb: Azap çeken.
Mubah: Yapılıp yapılmaması dînen serbest bırakılan.
Mubtil: İptal eden. Alıkoyan.
Mûcebî: Gereği.
Muhaddebe: Örtülü haya sahibi, namuslu kadın,
Muhâlata: Karışma.
Muhallefat: Ölen bir kimsenin bıraktığı şeyler.
Muhammed Gazâlî: Ebû Hâmid el-Gazâlî, 1058-1111. Büyük İslâm âlimi ve mütefekkiri.
Mühavvel: Tahvil edilmiş, değiştirilmiş.
Muhayyer: İhtiyarı elinde, serbest.
Muhîk: (kaf) Hakkı söyleyen. Haklı.
Muhît: Ihâta eden, kuşatan. Çevre.
Muhsan: Akıllı, baliğ, müslüman, hür ve sahih bir nikâhla evli bulunmak gibi şartları hâiz olan erkek.
Muhsane: Muhsan olan kadın.
Muhtelit: Karışık.
Muhtesîb: Belediye ve ahlâk işleri ile vazifeli memur. İhtisab Ağası, vazifeli olduğu hususlarda kadı'nın icra memurudur. Kanundan ziyade, örfî ve idarî olarak karar verir, icra eder. İhtisap vazifesi yıllık bir bedel (bedel-i mukataa) karşılığı ihale olunur. Üzerine alan, kendi adamları ile bu işi yapar ve ihtisap vergisini toplardı.
Mukarrer: Kararlaşmış, kesinleşmiş.
Mukata': (kaf) Mukâta'a edilmiş.
Mukâta'a: (kaf) Devlete ait bir yerin muayyen bir bedel karşılığı kiralanması. Geçici olarak temlik.
Mukteda: Başkalarının kendisine uyduğu kimse. Kendisine uyulan.
Murahhas: Ruhsatlı, izinli.
Murdar: 1. Kirli, pis.
2. İslâmî usûle uyulmadan kesilmiş hayvan.
Musalla: 1. Cenaze namazı kılman yer.
2. Namaz kılmağa mahsus açık yer.
Musallî: Namaz kılan.
Musir: Israr eden, devam eden.
Musir: Zengin.
Mu'tad: Her zamanki, alışılmış olan şekil.
Mûtallaka: (kaf) Kocası tarafından boşanmış Kadın. Talâk verilmiş.
Mutasavver: 1. Düşünülen
2. Umulan.
Mü'teber: 1. İtibarlı, sayılır.
2. Doğru iş.
Mütî': İtaatli.
Mu'tek: (kaf) Azad edilmiş köle
Mu'teka: (kaf) Azad edilmiş câriye.
Mit'tik: (kaf) Sahip olduğu köle veya cariyeyi azad etmiş olan kimse.
Muttasıl: Bitişik, devamlı.
Muztar: Çaresiz, başı darda.
Mübalağa: Aşırılık.
Mübaşeret: Bir işe başlayıp çalışmak.
Mübtedi': 1. Yeni bir şey ortaya koyan.
2. Eid'at çıkaran.
Mücâmea: Cinsî birleşme, cima'.
Mücazefe: Bir şeyin bütününü kast etmek. Toptan konuşmak.
Mücebree: Tecrübe edilmiş.
Mücerred: Evli olmayan.
Müdarebe: Sermâye ve emeğin ayrı kimseler tarafından konması ile meydana gelen bir şirket şekli. Sermâye sahibine rabbülmâl, çalışacak olana müdârib denir.
Müdarîb: Mudârebe şirketine emeği ile katılan.
Müddet-i Keza: Bir çocuğun, başka bir kadından süt emmesi hâlinde, ikisi arasında süt hısımlığının tahakkuk etmesi için, çocuğun içinde bulunması gereken yaş. İmam-ı A'zam'a göre süt hısımlık otuz ay içinde olur. Daha büyük çocuğun süt emmesi hısımlığa sebep olmaz. Bkz. Rezâ.
Müdebber: Sahibinin ölümü ile azad olacak olan köle. Cariye olursa, Müdebbere.
Müeddî: Sebep olan.
Müekked: Te'kid olunmuş, tekrar emr edilmiş.
Müfarakat: Ayrılmak, ayrılık.
Müfsid-i Salat: Namazı, bozan şey.
Mühmel: İhmal edilen, bırakılan.
Mühmelat: Mühmeller, terk ve ihmal edilmiş şeyler.
Mühmîl: İhmal eden, savsaklayan, ihmalci.
Mükateb: Sahibi ile kitabet (bkz) akdi yapmış olan köle.
Mükatebe: Sahibi ile kitabet (bkz) akdi yapmış olan câriye.
Mükateb Alel Mal: Bkz. Kitabet alel-mâl.
Mükateb Ales Sene: Bkz, Kitabet aies-sene.
Mükatîb: Köle veya cariyesini kitabete (bkz.) bağlayan sahip.
Mülâ'abe: Oynaşma, oynayıp eğlenme.
Mülahid: İlhada (bkz.) düşmüş olan, mülhid.
Mülahide: Mülâhidler,
Mülazemet: 1. Bir şeyden ayrılmamak üzere beraberinde bulunmak.
2. Gayretle çalışmak ve devam etmek.
Mülazim: 1. Asla ayrılmaz olan, mülâzemet eden.
2. Bir sanat veya topluluğa girmek için maaşsız hizmete devam eden.
Mülhid: İlhada (bkz.) düşmüş olan.
Mültebis: Karışık, şüpheli.
Münhakîf: İnhiraf eden, sapmış.
Münkek: İnkâr olunan, makbul olmayan. Günah ve kabahat sayılan.
Mürâ'at: Riâyet ve hürmet etmek, gözetmek.
Mürâfa'a: Şerîat huzurunda dava görülmesi.
Mürted: Önceden müslüman olduğu halde, dinini terk eden kimse. Bunu açığa vurur ve yakalanırsa hapsedilir. Tekrar iman ve İslâma dönmezse öldürülür. Bkz. Küfr.
Mürtedde: Mürted olan kadın. Müslüman erkek başka dinden kadın alabildiği halde, putperest veya mürtedde olan kadını alamaz.
Mürte'îş: Titreyen.
Mürur: Geçmek, geçiş.
Müsab: Sevap kazanan, sevaba giren.
Müsahaeet: Sohbet etmek, dostluk.
Müsahale: Gevşek davranmak. Uysallık.
Müsellem: Harp vukuunda askere gitmek şartı ile vergiden muaf tutulan kimse.
Müsellem Taifesi: Müsellemler.
Müselles: Kaynatılarak üçte ikisi buharlaşan ve bu suretle şiddetlenip sarhoş edici bir hâle gelen yaş üzüm suyu.
Müskir: Sekir verici, sarhoş edici.
Müstağniye: Herhangi bir hususta başkasına muhtaç olmayan kadın, erkek ise: Müstağni.
Müstehab: Makbul olan. Yapılması dînen sevap olan, fakat yapılmaması günah olmayan.
Müstehabât: Müstehablar.
Müstelzim: Sebep olan, gerektiren.
Müste'men: Başka bir milletin ülkesine eman müsade ile giren kimse Müste'min.
Müstemir: Devam eden.
Müşabehet: Benzemek, benzerlik.
Müşabih: Benzeyen.
Müşâhed: Görülen.
Müsrif: Yakın, meyilli, istidatlı.
Müşgil: İştigal eden, meşgul olan.
Müştehat: Erkeklerde cinsî arzu uyandıracak kadar gelişmiş kız.
Müştehî: Şehvetli, istekli.
Müteahkîrîn: 1. Sonradan gelenler.
2. Son devir âlimleri.
Müte'allik: (kaf) Dâir, ilgili.
Mütebadir: Zihne gelen. Birdenbire meydana çıkan.
Mütedavîl: Kullanılan, geçerli.
Müte'ehhîl: Evli.
Müte'ezzî: Eziyet çeken, üzgün.
Mütefavît: Birbirinden farklı.
Müteferrik: Dağınık, ayrı ayrı.
Mütehalîk: (kef) Acele eden, tehalükle isteyen.
Mütekaddîmîn: 1. Önceden gelmiş olanlar.
2. Eski âlimler.
Müteşerri': 1. Şerî'ate uygun hareket eden kimse.
2. Şerî'at âlimi.
Mütetâbian: Birbiri ardınca.
Mütevelli: Vakıf sahibinin şart koşması veya kadı'nın tayini ile vakfın, işlerini, din hükümleri ve vâkıfın şartlarına göre idare eden kimse.
Muvacehe: Yüzyüze olmak.
Müvâzıbet: Ayrılmamak üzere birice devam etmek.
N
Nâbedîd: Görünmez, kayıp.
Nadas: Tarlayı akime hazırlama.
Nafaka: 1. Geçim parası.
2. Bir kimsenin kanunen bakmaya mecbur olduğu kimselere vermesi gereken para.
Nafaka-ı Îrdet: İddet (bkz.) bekleyen kadının ayrıldığı kocasından almayı hak ettiği geçim masrafı.
Nafile: Farz ve vacip olan namaz, ve diğer ibâdetlerden fazla olarak yapılan ibâdetler.
Naib: 1. Vekil.
2. Kadı vekili.
3. Kadı.
Nakîb-i Eşraf: Hz Peygamberin, soyundan gelen seyyid ve şeriflerin, işleriyle meşgul olan yüksek makamda bulunan kimse. Bu makama. Peygamber soyundan biri tayin olunurdu. Vazifesi: Soya mensup olanların kütüğünü tutmak, kötü işlere-girmekten ve fena hallerden alıkoymak, haklarını gözetip ganimetten paylarını alıp dağıtmak, kadınların dengi olmayanlarla evlenmelerini önlemek.
Naküs: Kilise 'çam.
Na-Ma'kûl: (kaf) Akıl dışı, akla aykırı.
Namzed: Nişanlı, yavuklu, sözlü.
Nâs: Halk, ahâli.
Nas: 1. Ayet.
2. Manâsı çok açılt olan söz. Delil.
Nasaea: Nasrâniler, Hıristiyanlar.
Nehy-i Münrer: Haramdan ve kötülükten men' etmek. Günah işleyenleri ikaz edip önlemek, Bkz. Emr-i ma'rûf.
Neseb-i Tahir: Temiz soy.
Neüzü Billahi Mîn Zâlîk: Bundan Allaha sığınırız.
Nevafil: Nafile (bkz.) ibâdetler.
Nezir: Adak.
Nısf: Yarı yarım.
Nikâh: Evlilik sözleşmesi. Dinin emirlerine göre, erkekle kadın arasında bir takım hakların teessüsü ve birbirlerinden meşru olarak istifâdelerinin caiz olması.
Nikâk-i Cedid: Nikâhın herhangi bir sebeple bozulması ile veya bozulmadan, yeniden yapılan nikâh.
Nisa: Kadınlar, nisvan.
Nlsâb: Zekât gibi bazı vecibelerin veya hadlerin (bkz.) tahakkuk etmesi için gerekli görülen miktar, ölçü.
Nisab-ı Şeb'î: Ekz. Nisab.
Niza: Çekişme, münâkaşa, kavga.
Npsüs: Naslar (bkz)."
Nükûl: Kaçınmak, geri dönmek.
O
Oluben: Olarak.
Ö
Örf: Bkz. Urf. Ehl-i Urf.
Öşür: Öşr. Onda bir demek olup, hububattan alınan vergi önceleri onda bir alındığı için bu adı almıştır.
P
Penc Yek: Beşte bir. Penc ü yekçi: Pencik kanununa göre esirlerin ' beşte birini veya pencik vergisini (esir başına bir miktar para) alan memur. Devlete tâbi olup haraç veren kimse.
R
Rakabe: 1. Köle, câriye.
2. Boyun, boyun kökü.
3. Bir malın sahipliği.
Rakabe Etmek: Bir vakfın gelirini yine vakfa katıp, vakıftan maaş v.s. (vazife) alanlara vermemek. Vakfı tamir gibi hallerde buna başvurulur.
Rakabe-i Vakıf: Vakfın aslı.
Raks: Oynamak, hora tepmek. Bir usûle uyup beden hareketleriyle oynamak.
Ravza-i Resul: Hz. Peygamberin Medine'de, Mescid-i Nebevî'de bulunan kabri. Ravza-i Nebî, Ravza-i mutahhara.
Re'ayâ: Raiyyeler (bkz.).
Recm: Taşlıyarak öldürmek. Zina edenler muhsan. (bkz.) ve muhsane (bkz.) ise bu ceza verilir.
Redden: Reddederek, kabul etmeyerek.
Bemmâl: İlm-i remil (bkz.) ile uğraşan kimse.
Resmî Bennak: Timar sahiplerinin reayadan aldıkları vergilerden biri. Çiftçi ve tüccardan alınan bir çeşit gelir vergisi.
Resm-i Çift: Araziden alınan vergilerden biri. Bir çift öküzle işlenebilecek olan yer çift sayılırdı.
Reza': I. Meme emmek.
2. En az dokuz veya daha" yaşlı bir kadının sütünün müddet-i rezâ (bkz.) içinde çocuğun midesine girmesidir. Bu tahakkuk ederse kadın çocuğun süt anası olur. Onun yakınları da çocuğa akraba olurlar. Süt yakınlığı da aslı gibi evlenmeye mânidir. Bkz. Mahrem.
Ribh: Fayda, kâr.
Ric: Dönmek, ric'at etmek.
Rîc'ı: Bkz. Talâk-ı ric'î.
Rık: Kölelik. Rıkka, köle.
Rîbâ: Faiz. Bir malı veya parayı, daha fazla olarak geri almak şartıyle vermek, bu muameledeki fazlalık.
Rîbahor: Ribâ yiyen. Faizci, tefeci.
Rîsâlet-Penâh: Hz. Peygamber.
Rûz-i Mahşer: Mahşer günü. Kıyametten sonra bütün insanların, hesap vermek üzere toplanacakları gün.
Rücû: Geri dönmek. Vaz geçmek.
Rükû: Namazda elleri dize koyarak eğilmek.
Rüsûh: 1. Metin, kuvvetli, yerinde sabit olma.
2. Bir İlmin inceliklerini bilme.
3. Alışkanlık, maharet.
Rüsüm: Resmler, vergiler.
S
Saad
Konular
- V. Karamanlı Şeyh
- VI. Hakîm İshak
- VII. Oğlan Şeyh
- 19- GARİP VAK'ALAR
- I. Nazar
- II. Hortlak
- III. Hilkat Garibesi
- 20- FAL VE EĞLENCELER
- I. Fal
- II. Satranç Ve Tavla
- III. Karagöz
- IV. Kıssahan
- V. Çalgı
- VI. Güreş
- VII. Canbaz
- LÜGAT
- METİNDEKİ ARAP HARFLİ İBARELERİN TERCÜMELERİ
- BU SAHADA ÇALIŞACAKLAR İÇİN KÜÇÜK BÎR BAŞLANGIÇ BİBLİYOGRAFYASI
- Mukaddime
- Temizlik Bölümü
- Abdest (Vudû') İn Farzları
- Abdestin Sünnetleri
- Abdestin Müstehabları [42]
- Abdestin Edeblerı
- Abdestin Mekruhları:
- Abdesti Bozan Ve Bozmayan Şeyler
- Abdestsiz Caiz Olan Ve Olmayan Şeyler :
- Guslün Farzları
- Guslün Sünnetleri :
- Guslü Gerektiren Durumlar :