Giriş
Her türlü hamd, tek başına şer'î hükümleri koyan Allah-u Teâlâ'ya mahsustur.
Allah-u Teâlâ, haram ve helâl bilgilerim kaldırma hakkını kimseye vermemiştir.
Allah-u Tâlâ, ilmin ve Üim güneşinin serdiğini âlimler topluluğu için yumuşattı. îlmi, âlimlerin emrine amade kıldı.
Bu sayede alimler, ilim güneşinden rivayet aylarını aydınlattılar; insanları cahilliğin genel belasından korudular ve fetvâ'mn doğru yolunda gitmeleri için onlara rehberlik ettiler.
Salât ve selâm, zaman ve gönderilme yönünden Peygamberlik makamının musallası ( namezgâhı), mekân ve rütbe cihetinden delâlet meydanının mücellâsı, yolların bütün bağlı kapılarını açan, peygamberlerin ve var olan her şeyin var olma, sebebi olan Peygamberimiz Efendimiz Hz, Muhammed Mustafâ (SJV.V.) üzerine olsun.
O ki, Allah-u Teâlâ'nın inkarcılara karşı hüccet olarak gönderdiği muazzam Peygamberdir.
O ki, bütün peygamberler içinde, Rabbımızin nübüvvet kapısını kendi ile mühürîediği en büyüt en son Peygamberdir.
Salât ve selâm... O'nun kerametli, âl'inin ve şerefli ashabının cümlesinin üzerine de olsun...
Gerçekten fıkıh ilmi, hidâyetle delâletin (doğrulukla sapıklığın) arasını hakkiyle ayıran ve belirten tek ilimdir.
Fıkıh ilmi, amellerin değer ve kıymetlerini belirtmek için en doğru terazidir.
Fıkıh ilmi, derin denizler gibidir ve derinliğinin sonu yoktur-
Fıkıh ilmi, yüce dağlardan meydana gelmiş bir sıra dağlar silsilesi gibidir ki, bu dağların küçüklerinin zirvesine bile gözler erişmez.
Fıkıh sahasında, gerçekten tasnif edilmiş olan kitablar elden ele dolaşmakta, te'lif edilmiş bulunan sâhifeler su gibi içilmekte-dir. Lâkin bu ilimde, hastaya tam şifa vereni yoktur. Âlimlerden bir kısmı, mes'elelerin yansını ele almışlar, çoğu da, delillerinde görüş ayrılığı bulunan rivayetlere yönelmişlerdir.
Hakikati arayan kimselerse, karanlık bir gecede susuz bir yerde, çok susayan kimseler ile çok karanlık bir gecede devesini kaybede kimseler gibi, hakikâti, arayıp bulmakta ve ona sarılmakta nice güçlüklerle karşı karşıya geldiler.
Bu yol, o kadar zahmetli bir hâle gelmişti ki, takvaya en yakın olanı bulmak ve almak için, gayret sarfeden kimsenin çektiği zahmetten dolayı gönlü daraldı.
Hatta, sünnetin aydınlığından çok kimsenin gözleri görmez oldu. Ve kişiler, bidatlerin ve bozuk inançların kötü yollarına doğru yürümeye meylettiler.
Artık, doğru eğriden ayırdedilemez oMu; haklı kim, haksız kim bilinemez hâle geldi. Sanki, Tîh çölünün vadisinde uzaklığına dolaşmaya başladılar. (Yani bir çıkmazın içine girdiler.) İsteklerine göre delil bulamadılar. Ahmağın akıbetine uğradılar.
Allah u Teâlâ, yiğit ve ulu hükümdarın saltanatının sabahını aydınlatarak ve o sultana devlet ve ikbâl vererek, o insanlara da lütufta bu'undu.
O sultan ki, ulu bir kişidir; kavminin efendisidir. O, çok cömerttir. Savaşlarda arslan kesilir. O, zor günlerin kahramanıdır. O, halktan vergi toplarken adaletten ayrılmayan bir yiğittir.
O, daima Allah korkusu taşır; haramdan son derece kaçınır ve ibâdete gösterdiği ihtimamdan dolayı ekseriyetle oruçludur-
O, mü'minlerin kumandanı, müslümanlarm başkanı, gazilerin önderi, mücâhidlerin serdârı, Ebû'l-Muzaffer gazi padişah Muhyiddin Muhammed Evrengzib Bahâdır Alemgîr'dir. Allah-u Teâlâ saltanatını daim eylesin; Hesab gününde, ehl-i ıyâline sevinçle dönenlerden eylesin; O gün, ökçesinin üzerinde kınanmış ve kovulmuş olarak dönenlerden olmaktan uzak eylesin.
Gerçekten o büyük sultan, kâmil bir şekilde ve gösterişten uzak bir kitap te'lif edilmesini âlimlerden talep etti.
İstiyordu ki, o kitap, tertib itibariyle fıkhı kitapların en güzeli olsun; uzun ve usandırıcı olmaktan uzak bulunsun; sahih ve muazzam rivayetleri içinde toplasın; dirayete dayanan isabetli kavillerin büyüklerini içine alsın; rivayetlerin kuvvetlisini, zayıfını, sağlamlığını, çürüğünü birbirlerinden seçip açıklasın; bu kitabın bir yaprağı diğer bîr yaprağına benzemesin (yâni içinde tekrar bulunmasın)...
Ölüden diriyi yaratan ve indinde hak ile batılın daima belli bulunduğu Yüce Rabbimizin yardımı sayesinde, çok büyük ve zor bir iş gibi gözüken bu emri yerine getirmek zor olmadı.
Hükümdar, fıkıh ilminde çok geniş bilgisi olan alimleri bir araya topladı.
Ayrıca, fıkıhla ilgili inci mesâbesindeki bütün bilgileri karışık bir şekilde de olsa ihtiva eden kitapları da bir araya getirdi.
Ve alimleri, mes'elelerin delillerini bıümak, onların çeşitli yönlerini araştırmak, bunları birbirlerinden ayırmak ve bir kitap ite'lif etmek üzere, bu kitapların üzerine şevketti.
Yeni te'lif edilecek kitap öyle bir kitap olmalı idi ki; zahir rivayetleri, üzerinde ittifak edilen ve akıllı kimselerin vermiş ol-idukları fetvaları içine almalıydı. Bu kitapta, alimlerin kabul ettiği nâdirattan olan ve fakat âlimlerin kabul etmiş bulunduğu kaviller de toplanmalı idi. Taki, bu sayede amelde itiyat zayi olmasın ve patalardan kaçınabilsin...
Alimler, hemen madenlerinden cevherleri çıkarmaya, gizlilikler arasından fıkhı incelikleri açıklamaya başladılar; inci ve mercanlarını toplamaya, kuş ve ceylanlarını avlamaya, koyuldular.
Ve, tortusundan şırasını ayırdılar. Kitabın hududunu ta'yin edip önünü, arkasını, başını, sonunu belli ettiler. Dağılmış gümüş tanelerini dizdiler. Bu kitabın tertibinde, Hidâye'nin tertibini örnek aldılar. Açıklık ve kısalıkta da Nihâye'nin metodunu benimsediler. Rivayet ve zevâid kitaplarında bulunan tekrarlan terk eylediler.
Bir mes'elenin açıklığa kavuşması veya bir mes'elenin başka bir mes'eleyi içine alması hâli hâriç olmak üzere lüzumsuz delil ve şâhidlerden kaçındılar.
Ekseriyetle zâhirü'r-rivâye üzerinde durdular.
Dirayetlere ve nevâdir'e pek az iltifat ettiler. Buna da ancak, bir mes'elenin cevabını zahirü'r-rivâyade bulamadıkları zaman baş vurdular. Veyahutta, nevâdir'den olan bir kavil, «müftâbih olan budur = kendisi ile fetva verilen budur» şeklinde işaretlenmiş olunca, nevâdir'e iltifat ettiler-
Bu kaynaklarda buldukları muteber olan her bir kavli, rivayet ederken, kendi ibareleri ile naklettiler.
Vecihlerinde bir zaruret olmadıkça, ibareleri bozmadılar.
Bir mes'ele hakkında, muhtelif cevaplar ve hükümler bulduk* lan zaman, bunlar arasında, müftâbih olan kavli seçtiler ve onu işaret edip aldılar.
Fakat, bu cevapların hiç birinde de delilin ve burhanın kuvvetine bir alamet bulamadıkları zaman, bu cevap ve hükümlerin hepsini de kitaba kaydedip yazdılar.
Doğruya ve isabetliye muvaffak eden, ancak Allah-u Teâla'dır. [3]
Her türlü hamd âlemlerin Rabbı olan Allah'a mahsustur. Salât ve selâm da «Peygamberlerin en büyüğü olan Efendimiz Hz. Muhammed (SJV.V.) e ve O'nun âl'inin ve ashabının cümlesinin üzerine olsun... [4]
Allah-u Teâlâ, haram ve helâl bilgilerim kaldırma hakkını kimseye vermemiştir.
Allah-u Tâlâ, ilmin ve Üim güneşinin serdiğini âlimler topluluğu için yumuşattı. îlmi, âlimlerin emrine amade kıldı.
Bu sayede alimler, ilim güneşinden rivayet aylarını aydınlattılar; insanları cahilliğin genel belasından korudular ve fetvâ'mn doğru yolunda gitmeleri için onlara rehberlik ettiler.
Salât ve selâm, zaman ve gönderilme yönünden Peygamberlik makamının musallası ( namezgâhı), mekân ve rütbe cihetinden delâlet meydanının mücellâsı, yolların bütün bağlı kapılarını açan, peygamberlerin ve var olan her şeyin var olma, sebebi olan Peygamberimiz Efendimiz Hz, Muhammed Mustafâ (SJV.V.) üzerine olsun.
O ki, Allah-u Teâlâ'nın inkarcılara karşı hüccet olarak gönderdiği muazzam Peygamberdir.
O ki, bütün peygamberler içinde, Rabbımızin nübüvvet kapısını kendi ile mühürîediği en büyüt en son Peygamberdir.
Salât ve selâm... O'nun kerametli, âl'inin ve şerefli ashabının cümlesinin üzerine de olsun...
Gerçekten fıkıh ilmi, hidâyetle delâletin (doğrulukla sapıklığın) arasını hakkiyle ayıran ve belirten tek ilimdir.
Fıkıh ilmi, amellerin değer ve kıymetlerini belirtmek için en doğru terazidir.
Fıkıh ilmi, derin denizler gibidir ve derinliğinin sonu yoktur-
Fıkıh ilmi, yüce dağlardan meydana gelmiş bir sıra dağlar silsilesi gibidir ki, bu dağların küçüklerinin zirvesine bile gözler erişmez.
Fıkıh sahasında, gerçekten tasnif edilmiş olan kitablar elden ele dolaşmakta, te'lif edilmiş bulunan sâhifeler su gibi içilmekte-dir. Lâkin bu ilimde, hastaya tam şifa vereni yoktur. Âlimlerden bir kısmı, mes'elelerin yansını ele almışlar, çoğu da, delillerinde görüş ayrılığı bulunan rivayetlere yönelmişlerdir.
Hakikati arayan kimselerse, karanlık bir gecede susuz bir yerde, çok susayan kimseler ile çok karanlık bir gecede devesini kaybede kimseler gibi, hakikâti, arayıp bulmakta ve ona sarılmakta nice güçlüklerle karşı karşıya geldiler.
Bu yol, o kadar zahmetli bir hâle gelmişti ki, takvaya en yakın olanı bulmak ve almak için, gayret sarfeden kimsenin çektiği zahmetten dolayı gönlü daraldı.
Hatta, sünnetin aydınlığından çok kimsenin gözleri görmez oldu. Ve kişiler, bidatlerin ve bozuk inançların kötü yollarına doğru yürümeye meylettiler.
Artık, doğru eğriden ayırdedilemez oMu; haklı kim, haksız kim bilinemez hâle geldi. Sanki, Tîh çölünün vadisinde uzaklığına dolaşmaya başladılar. (Yani bir çıkmazın içine girdiler.) İsteklerine göre delil bulamadılar. Ahmağın akıbetine uğradılar.
Allah u Teâlâ, yiğit ve ulu hükümdarın saltanatının sabahını aydınlatarak ve o sultana devlet ve ikbâl vererek, o insanlara da lütufta bu'undu.
O sultan ki, ulu bir kişidir; kavminin efendisidir. O, çok cömerttir. Savaşlarda arslan kesilir. O, zor günlerin kahramanıdır. O, halktan vergi toplarken adaletten ayrılmayan bir yiğittir.
O, daima Allah korkusu taşır; haramdan son derece kaçınır ve ibâdete gösterdiği ihtimamdan dolayı ekseriyetle oruçludur-
O, mü'minlerin kumandanı, müslümanlarm başkanı, gazilerin önderi, mücâhidlerin serdârı, Ebû'l-Muzaffer gazi padişah Muhyiddin Muhammed Evrengzib Bahâdır Alemgîr'dir. Allah-u Teâlâ saltanatını daim eylesin; Hesab gününde, ehl-i ıyâline sevinçle dönenlerden eylesin; O gün, ökçesinin üzerinde kınanmış ve kovulmuş olarak dönenlerden olmaktan uzak eylesin.
Gerçekten o büyük sultan, kâmil bir şekilde ve gösterişten uzak bir kitap te'lif edilmesini âlimlerden talep etti.
İstiyordu ki, o kitap, tertib itibariyle fıkhı kitapların en güzeli olsun; uzun ve usandırıcı olmaktan uzak bulunsun; sahih ve muazzam rivayetleri içinde toplasın; dirayete dayanan isabetli kavillerin büyüklerini içine alsın; rivayetlerin kuvvetlisini, zayıfını, sağlamlığını, çürüğünü birbirlerinden seçip açıklasın; bu kitabın bir yaprağı diğer bîr yaprağına benzemesin (yâni içinde tekrar bulunmasın)...
Ölüden diriyi yaratan ve indinde hak ile batılın daima belli bulunduğu Yüce Rabbimizin yardımı sayesinde, çok büyük ve zor bir iş gibi gözüken bu emri yerine getirmek zor olmadı.
Hükümdar, fıkıh ilminde çok geniş bilgisi olan alimleri bir araya topladı.
Ayrıca, fıkıhla ilgili inci mesâbesindeki bütün bilgileri karışık bir şekilde de olsa ihtiva eden kitapları da bir araya getirdi.
Ve alimleri, mes'elelerin delillerini bıümak, onların çeşitli yönlerini araştırmak, bunları birbirlerinden ayırmak ve bir kitap ite'lif etmek üzere, bu kitapların üzerine şevketti.
Yeni te'lif edilecek kitap öyle bir kitap olmalı idi ki; zahir rivayetleri, üzerinde ittifak edilen ve akıllı kimselerin vermiş ol-idukları fetvaları içine almalıydı. Bu kitapta, alimlerin kabul ettiği nâdirattan olan ve fakat âlimlerin kabul etmiş bulunduğu kaviller de toplanmalı idi. Taki, bu sayede amelde itiyat zayi olmasın ve patalardan kaçınabilsin...
Alimler, hemen madenlerinden cevherleri çıkarmaya, gizlilikler arasından fıkhı incelikleri açıklamaya başladılar; inci ve mercanlarını toplamaya, kuş ve ceylanlarını avlamaya, koyuldular.
Ve, tortusundan şırasını ayırdılar. Kitabın hududunu ta'yin edip önünü, arkasını, başını, sonunu belli ettiler. Dağılmış gümüş tanelerini dizdiler. Bu kitabın tertibinde, Hidâye'nin tertibini örnek aldılar. Açıklık ve kısalıkta da Nihâye'nin metodunu benimsediler. Rivayet ve zevâid kitaplarında bulunan tekrarlan terk eylediler.
Bir mes'elenin açıklığa kavuşması veya bir mes'elenin başka bir mes'eleyi içine alması hâli hâriç olmak üzere lüzumsuz delil ve şâhidlerden kaçındılar.
Ekseriyetle zâhirü'r-rivâye üzerinde durdular.
Dirayetlere ve nevâdir'e pek az iltifat ettiler. Buna da ancak, bir mes'elenin cevabını zahirü'r-rivâyade bulamadıkları zaman baş vurdular. Veyahutta, nevâdir'den olan bir kavil, «müftâbih olan budur = kendisi ile fetva verilen budur» şeklinde işaretlenmiş olunca, nevâdir'e iltifat ettiler-
Bu kaynaklarda buldukları muteber olan her bir kavli, rivayet ederken, kendi ibareleri ile naklettiler.
Vecihlerinde bir zaruret olmadıkça, ibareleri bozmadılar.
Bir mes'ele hakkında, muhtelif cevaplar ve hükümler bulduk* lan zaman, bunlar arasında, müftâbih olan kavli seçtiler ve onu işaret edip aldılar.
Fakat, bu cevapların hiç birinde de delilin ve burhanın kuvvetine bir alamet bulamadıkları zaman, bu cevap ve hükümlerin hepsini de kitaba kaydedip yazdılar.
Doğruya ve isabetliye muvaffak eden, ancak Allah-u Teâla'dır. [3]
Her türlü hamd âlemlerin Rabbı olan Allah'a mahsustur. Salât ve selâm da «Peygamberlerin en büyüğü olan Efendimiz Hz. Muhammed (SJV.V.) e ve O'nun âl'inin ve ashabının cümlesinin üzerine olsun... [4]
Konular
- Ticaret Yapmasına İzin Verilen Kölenin Yaptığı Sulh
- 17- ZÎMMÎ VE HARBÎ'NİN YAPTIĞI SULH ZİMMÎLERTN YAPTIĞI SULH
- Harbîlerin Yaptığı Sulh
- 18- DA'VACI VEYA DA'VALI ŞAHISLA SULH YAPIP SONRA DA ONUN İBTÂLİNT İSTEYEN KİMSELERİN İKÂME ETTİKLER
- 19- İKRARA TEALLUK EDEN SULH MES'ELELERİ
- 20- SULH BEDELİNİN NASIL TASARRUF EDİLECEĞİ HUSUSUNDA ANLAŞMADAN SONRA ORTAYA ÇIKAN MES'ELELER
- 21- SULH KONUSU İLE İLGİLİ ÇEŞİTLİ MES'ELELER
- KİTÂBÜR-REDÂ
- ( Süt Emme Kitabı)
- Redâ [1] Süt Emme
- Redâ'ın Sübûtu :
- FETEVAY-İ HİNDİYYE
- (Fetâvâyi Alemgiriyye)
- Sunar...
- Önsöz
- Giriş
- KÎTÂBUT -TAHARET
- (Temizlik Kitabı)
- 1- ABDEST
- 1- Abdestîn Farzları
- 1- Yüzü Yıkamak
- Yüzün Hududu
- 2- Elleri Yıkamak
- 3- Ayakları Yıkamak
- 4- Başı Meshetmek
- 2- Abdestin Sünnetleri
- 1- Besmele Çekmek
- 2- Önce Bileklere Kadar Elleri Yıkamak
- Eller Nasıl Yıkanır
- 3- Ağzı Yıkamak[16]