Edirne'de Olanlar
Sultan 2. Mehmed; 1453'ün mart ayı sonunda İstanbul'u fethetmek için bütün hazırlıkları tamamlamıştı. Gerek Anadolu cihetinde gerekse Rumeli tarafındaki mücahidlerini toplamaya girişerek gönderdiği haberler davet edilenlere ulaştığında pek kısa sürede mızraklı olarak piyade ve süvariler, kimileri ok, yay kimileride sapanlarıyla gelirlerken, bir başka bölümü de zırhlı gömlekler giymişler her biri aşık olunacak bahadırlardı. Bunlara şimdi zırhlı birlikler denirken, o günlerde, katafırakath askerler deniyordu.
Sultan 2. Mehmed'in ordusunun yekûn sayısını, tam bir sıhhatle vermek kabil değildir. Pek çok yazar sayı vermekle beraber, aralarında bir hayli sayı farklılığı mevcuddur. İçlerinde en fazla itibar olunanı görülen Venedikli Barboro'nun beyanıdır. Diyorki: "2. Mehmed; Marmara sahili ile Haliç arasındaki alana, 160 bin kişiyi yerleştirmişti. Bunlar gerek muntazam kıtalar, gerekse gayri muntazam topluluklardı. Fakat kuvvetlerin tamamının bu olduğunuda söylemek icâb eder" diyor. Filonun mürettebatıysa orta çağda büyük şark ordularının dâimi olarak savaş eri olmayan kişilerdiki bunlar yukarıdaki sayının tabiiki dişindaydı. Başka ve meşhur bir tarihçi olan Netaîdi ise; bu miktardan miktardan farklı bir rakam söylememektedir. Bu tarihçinin beyanını özetlersek şu ifadeyle karşılaşırız: "Sultan Mehmed'in İkiyüzbin askeri olup, bunların 30 ilâ 40 bini süvari idi geri kalanı çeşitli meslek sahiplerinin ve bilhassa hizmetinden, zenaatmdan ve ticari kaabiliyetinden istifade edilecek tüccarlar olduğudur" Biz hemen şunu söyleyeiimki sevgili okurlarım; Netaldi, Osmanlı süvari askerinin mikdarının 30 ilâ kırkbin olduğunu ifade ederken arada onbin kadar bir sayıyı muhayyer bırakı-yorki bu onbin rakamının, nelere kaadir olabileceğine akilı ermiyor. Halbuki; Osmanlı devleti daha altmış yıllık bir maziye sahipken, Meriç kenarında Hacı îlbey Kumandasındaki 10 bin süvari ile askeri gök yere düşse mızraklarımızla tutarız diyen bir gurur ve kibir ordusunu, ki 200 bine yakın mevcudu vardı bunu bir gece baskını ile tarumar ettiğini ya bilmiyor, yahut da ifadesinde bu kıstası atlamış oluyor.
Efendim bir savaşın vukuunda, kuvvet dengeleri ve mevcud sayısı pek önemlidir. Bu bakımdan iki tarafın kuvvetlerinin doğruya yakın sayıda tesbiti, başarının veya başarısızlığın başka nerelerde aranması gerektiğini ortaya koyar. Güstav Şulomberje'nin eserini tercüme eden Nâhid Bey farklı sayılar İfade eden müellifler olduğunu hatırlatıyor.
Meselâ; bizim Hayrullah Efendi, 80 bin kişilik ordu mevcudundan kapı açarken, Klelef ve Halkandilas Osmanlı'nın 400 bin mevcudlu ordusundan söz eder, demek suretiyle mütercim merhumda bu aşırı farklılığı işaret etmekten kendini aia-mamsştır. Öte yandan Françes; Osmanlı kuvvetlerinin 258 bin olduğunu ileri sürerken, Sakızlı Leonardo ise 15 bini yeniçeri olmak üzere, miktarın 300 bini aştığını, meşhur Dukas ise 100 bin süvari 140 binden fazlasının gemici veyahud başıbozuk olduğunu yekûnun ise 260 bini bulduğunu dillendirir. Monteîdi ise; karacı ve denizci sayısının yekûn olmak üzere 240 bini bulduğunu beyan eder. Böylece; hakikate yakın rakkam Venedikli M; Barboro'nun söylediği 160 bin sayısıdır.
Muhterem okuyucularım; mösyö Güstav Şulomberje, Osmanlı ordusu târihin bu döneminde, askerlik ilminin terekki-yatına ayağını uydurmuş olduğu için en güçlü ordu olmayı yakalamıştı, demeyi esirgemiyor. Şulomberje; yeniçerilerin, hristiyanlıktan devşirme olduğunu ileri sürerek, Osmanlıları daha önceki zaferlerinde, Varna'da Jan Hünyad'ın feci mağlubiyetinde, Kosova sahrasındaki hristiyan âleminin uğradığı bariz mağlubiyetde, en mühim rolü oynayan gücün, devşirilmiş ve Osmanlı'lar tarafından yeniçeri askeri diye anılan hrîstiyan çocukları olduğunu görüyoruz demekte.
Halbuki; insanoğlu hür ve günahsız doğar. Onu istikamet-(endiren bir ailesi, yok bakıcısı, mürebbiyesi vardır. Çünkü ademoğlunun hayvanlardan farklı yaratılışının göstergelerinden biride belli bir yaşa kadar, ihtiyacatını kendi kendine gi-derememesidir. Bu bakımdan insanoğlunun velâdetinden, yâni doğumunun peşinden kendisine bakanlar tarafından, aynı zamanda inanç bakımından da yönlendirilir. Mösyö Güstav'ın; burada hristiyan çocukları idi bu muzaffer müslü-man ordusunun yeniçerileri, demesi, bu hakikati anlamazlıktan gelme olup, hristiyanlığmın icabâtındandır. Çünkü; çok kişi bilmektedir ki bir çok gayri müslim, devşirme toplanma işinde çocuklarını verecek ailelerin rızası alındığı gibi genellikle aileler (şüphesizki ekonomik zorlukları olanlarıydı.) Ev-iâdiarını bu organizasyona vererek onların istikbâllerinin iyi olmasını düşünüyorlardı. Ayrıca mensubu olduğumuz islâm dini itikadında insan mükellef çağına girince dinin emirlerine muhatap olur. Yeniçeri alınma çağı, insanın mükellefiyatının başlamasından bir hayli zaman önce gerçekleştiğinden o, hristiyan olmamış bir çocuk olarak kabul edilir. Aiie efradı o yavruyu vaftiz ettirmiş olsalar bile, bu anne ve babasının tercihleri olup bu hususda İslama göre bâtıl bir adet'in kiymet-i harbiyyesi yoktur. Tâki müslümanlar; inançlara asla karışmadıklarından, vaftiz gibi hristiyan âdetlerine dil uzatmaya da teşebbüs etmezler.
Güstav Şulomberje demekte ki; "bineceği bir beygiri dahi olmayan nice fakir ve bir çok gayri muntazam tâbir-i diğerle başıbozuk denilen kişilerin hayliydi sayıları ve de bunlar ganimet ve yağma ümid edenlerin arasında, bir çok hristiyan-da vardı." Bu itirafda göstermektedir, ki Bizans devleti avru-pahların yardımından mahrum kalmakla birlikte, kendi dindaşlarının bir bölümünün hem de ganimet ve yağma ümidiyle, üzerine yüründüğünü görünce, meşhur Sezar'ın, evlâtlığı Brütüs'ü kendini öldürmeye kalkışanların arasında, hançerinin parlayan ışığında yüzünü gördüğünde herkesçe bilinen sözünü "Sendemi? Brütüs! Artık öl Sezar" dediği gibi Bizans'ında demesi icâb eder, diye düşünüyor insanoğlu. Ancak insan kahramanken, yine insan, hâin de olabiliyor ve kimse hâinlere bakıp da inancından vazgeçmemeli değilmi muhterem okurlarım.
Mösyö Güstav; kitabının 57. sahifesinde şunları ileri sürüyor "bu ordunun feverân-i hissiyatı görüimeye şayandı. Bu sayısız askerler, asırlardan beri nice müslüman nesillerin aşk ve hararetle tahayyül etmiş oldukları mukaddes bir ese ri sonunda gerçekleştireceklerdi. Peygamber-i Zişân'da bunu vaktiyle düşünmüştü. En büyük hükümdar İstanbul'u zapt eden hükümdar olacak, ordusu ise güzel ordu addedilecek" dememişmiydi? Sorusunu sorup cevabını Şulomberie şöyle devam etmekte:
"Arab'lar tarafından bîribirini tâkib eden, yedi sefer yapıldı. Bunların 3. sündede gençliğinde bizzat Hz. Peygamber (s.a.v)'in sancaktarlığım yapmış ve sevdiği yakınlarından olan yaşlı (90 yaşında) Hz. Eyüb'ünde içlerinde bulunmasıyla ayrıca şÖhretlenmiş, bu muhasaradan beri daha nice kuşatmalara mâruz kalmıştı İstanbul. Hakiki inanç sahipleri, müjdeİ peygamberinin gerçekleşeceğine inananlar içlerinden gelen nâz île birleştirdikleri cennet misâli İstanbula yaklaşıp, vuslata ermelerinin başarısını temin edecek duacılar sadece erbâb-ı takva olmayıp, bol miktardaki serve-ti samanı düşünen ve bunları nasıl yağmalayacağını düşünenlerde bulunuyordu" İfadesini yazmaktan kendini alamamsştır. Yine de son cümleye, bu menfaat gurubunun içine Bi-zans'dan gayri memnun hristiyan unsurları yazmasına, tarafgirliği engel olmuş görülmektedir ve objektif olamadığını tesbit kolaydır.
Ancak yinede diyebilirizki Güstav Şulomberje, bu mesele hakkında en objektif yazanların hemen başında gelir. Padi-şah'ın ordusuna katılmak için, muhasaranın devam ettiği müddetçe, yeni yeni gayri muntazam kuvvetlerde denilebilen yığınların katıldığını beyan eden Mösyö Güstav, bu katılımı yağmacılıkla bağdaştırıyor, ki avrupai mistisizm dahi neticesi itibarıyla materyalist bir görüşle alaşım halindedir. Karışım, demiş olsaydık hata etmiş olurduk, çünkü karışımı meydana gelen kitleden tefrik yâni ayırmak çok daha kolaydır.
Mösyö Güstav Şulomberje; 1389'da Kosova Meydan Muharebesinin şehid galibi Sultan 1. Murad-ı Hüdavendigârın ordusunda toplanan Mücahidin-i İslama bir atf-u nazar eyle-se, o ordu içindeki Karamanoğlu askerlerinin bulunduğunu görecekti. Tabüki yazar; Hüdavendigâr unvanının ihtimalki ledünni mânasındakİ müslümanları bir bayrak altında topla-yabilene verilen lâkab olduğunda behre sahibi olmadığından, Sultan Fâtih'in ordusuna fevç, fevç gelenleri, insanın aynaya baktığında kendini görür misâli, kendileri yağma düşüncesi taşıdığından, herkesi aynı kalıp ile değerlendiriyor.
Sultan Mehmed'in ceddi olan 1. Murad'ın ordusuna amansız düşmanı Karamanoğlu'nun bile katılması, İslâm ordusu ve müjdelenen Fetih Ordusu olması ihtimalinin en yüksek olduğu dönemde, islâmlar tabiatıyla bu orduya katılmazmı? O kutsal gazanın mücâhidi, Gaazisi olmak istemezlermi? Şu-lomberje'nin idrak edemediği husus, yeri geldiğini sandığımızdan söylüyoruz: Sultan Fâtih'in; "Bizim hakikat kıldığımız yere onların hayalleri dahi ulaşamaz" beyanını ya duymamış olabileceğinden veyahut da bitmez tükenmez haçlı zihniyetinin, islâmlar ve şark dünyası ile sıcak veya soğuk savaşından ötürüdür.
Muhterem okurlarım; bahse konu yazar bu çalışmasının 58. sahifesinde, şunları ifâde ederek, elifi elifine olmasa da bizim ifademize hayli yaklaşmış bulunuyor: "İslâm âleminin dindar müridlerinin harb severiiklerini tahrik maksadıyla savaş habercileri, dini misyonerleri göndermişti. Bütün eyaletlerden bahasus Asya'dan hakikaten oğul ansının koğanı terk etmeleri kabilinden koşuşdular. Bir şark tarihçisine göre koşuşan binlerce kimselerin arasında meşhur olanların isimleri şunlardır: Akşemseddin, Karaşemseddin, Molla Senaî, Emir Buharî, Molla Fenârî, Cebâli, Ansar Dede, Molla Gürânî, Şeyh Zindanı, Karamanoğlu ve yedi bin gönüllüsünün başında Aydinoğlu Derebeyi. Bu savaşçı kitlelerin sayısını tan min etmek için akla gelen bütün teşebbüsleri çaresiz kılan şey tekrar ediyorum, muhasaranın son günlerine kadar Önlerinde bir alay, dervişler, mollalar, mağribiler, ve mutaassıplar bulunduğu halde, Türk Ordugâhına gelen akın akın yeni savaşçıların akması hususu akıl alacak şeylerden değildir" demekten kendini alamamıştır. Bu bakımdan işin onun kısır düşüncesinin değil, islâmi dinamiklerin, iyi öğre-nilmesiyle alakalı olduğunu ifâde edememektedir.
Güstav Şulomberje'nin Tutuculuğu Yazar; eserinin 59. sahifesinde, "hristiyanlıkdan dönme birçok hâinlerin safları yanında, Türkler tarafından ele geçirilmiş nice ve çeşitli kavimlerin var olduğu bir orduydu bu ordu dahası, Sırp süvarilerinden, Sırp olan topçulardan, lâğımcılardan yine, Almanlar ve Macarlardan bu orduya muavenet edildiğini ve ilâve olarak bunlara Rumların, Lâtinlerin, Cermenlerin, Panoniyenlerin, Bohemyalıların, hâsılı bütün hristiyan kavimlerin fertlerinin, Sultan Mehmed'e yardım için, hâinane bir şekilde koşuştuklarını, Sakızlı Leonardo'nun yazdığını" söyler. Yine Mösyö Mi-catoviç'in eserindeyse: "Padişaha Sırp kralı Jorj Brankoviç tarafından mecburen gönderilmiş olan, Sırp kuvveti hakkında yazılmış gayet faydalı bir sahife vardır" demektedir. Yazari ara başlıkta tutuculukla itham sebebimiz; hristiyaniarın dindaşı oldukları Bizans'ın yardımına koşacakları yerde, üstüne yürümelerinin esbab-ı mûcibesini teemmül etmemiş olmasıdır.
Anadolu topraklarında daha bir aşiret halindeyken, hristi-yan tekfurların tebâlarının gönlünü çelmeyi beceren Kayı boyu ve müslümanca tutumlarının, getirdiği adalet ve sevgi dolu ilişkiler hristiyan insanlarda takdire mazhar oimadımı? Bunun sonunda düşünen bir kafa, din değiştirip, hem dünyasını hem de ahiretinin hayırlara dönmesine yarayan bir sonuca varırdı. Hadi diyelimki din değiştirmek aynı topluluk içinde yaşarken zordur ve bilhasa hanımlar, çevremiz ne der İtirazında bulunacağından müslümanlığa geçiş ertelenebiimiştir fakat adalet içinde emîn olmakla yaşamak, bir tekfurun keyfi idaresine boyun eğmekden daha da efdaldir, diyen insanların bir akıllan olduğunu, İstanbul gibi dünya'nin merkezi bir beldenin asırlar sonra yepyeni bir medeniyete geçeceğine aklı kestiklerinde, bu işin gerçekleşmesinin kendilerine dünya menfaati bakımından da hayli şeyler kazandıracağını hesap etmelerine niçin kafa yormuyor, ahalinin böyle olmasının müsebbibi, küse ve kraliyet ailesinin, keyfemâyeşa idâresinin sonucu olduklarını idrak etmiyorda, Sultan Mehmed'e katılanlara ver yansın ediyor.
İşte biz bunu yazarın tutculuğu diye tavsif ederken, hiç aklımızdan çıkarmıyoruz ki, Şulomberje bizim dediğimiz gibi mütalaalarda bulunsaydı, onun hristiyanlığm mütegallibe-lerince ipi çekilirde, ne kendinden ne de çalışmasından dünya haberdar olmazdı. Siz bakmayın batı'da hürriyetin bulunduğunu söyleyenlere; Recâ Bey'in(Roje Garaudy) siyonizmle yahudilik üstüne gitti ve neler çekmekte olduğunu hep beraber görüyoruz, 2000 yılında dahi.Şulomberje; kitabında şunları yazıyor: "Bizans imparatoru ve müşavirleri, ellerindeki hiç sayılsa yeri olan vasıtalar ile muazzam beldenin, müdaafasını teşkil etmekle meşgulken. Genç Padişah, Edirne'deki ordugâhında şaşırtıcı bir faaliyet içindeydi, uyku nedir? Bilmiyordu! Bütün geceleri; çalışma ile Bizans'ın şehir plânını tetkikîe ve bu beldenin müdafaasını hakkı ile bilenler ile yaptığı münakaşalarla geçiriyordu.
Bu harikulade hazırlıklar hakkında İstanbul'a kadar dağılmış olan şayialar (şunu unutmayalımki istihbarat elemanlarının Bizans'da kendilerine temin ettiği ajanlarla bu göz korkutucu, moralleri bozucu, ve İçlerinde çalkantıya sebeb olan ifadeler bir organizasyonla gerçekleştiriliyordu) bu belde'ye dehşet saçıyordu. Toplan döken hâin hristiyaniarın yaptığı silahlar hakkında yayılanların insanların zihinlerini alt-üst etmekteydi. Top barutunun keşfi, küçük ve büyük çapda silahların imâlatı ortaçağ döneminde zamanın şartlarını değiştirmeye, eski usûlleri bozmaya başlıyordu. Sultan 2. Meh-med'in pederi, Sultan 2. Murad'm pek yeni ve müthiş olan bu silahlardan daha önce tedarik etdiğini biliyoruz. Bu harikulade teşebbüsler sayesinde, savaş sanayiinin ve harp sanatının yeni bir devreye başlamasını oğlunun kabiliyetine güvenerek, bırakmış bulunuyordu."
Konular
- Otluk Beli Savaşında Varılan Netice
- Avrupayla Büyük Savaş Silsilesi
- Merkad-İ Fatih'i Ziyaret
- Şerh
- Fâtih Sultan Mehmed'in Hanımları Ve Çocukları
- Osmanlı'nın Çıkışında Avrupa'ya Bakış
- Batı Ve Güney Avrupa Devletleri Ahvâli
- Avrupa'da Rönesans Ve Reform
- Sultan 1. Mehmed'in Deniz Hareketleri
- Osmanlı - Venedik Deniz Savaşı
- Hristiyanların Reformu?
- Okuma Parçası:
- İstanbul'un Fethi Üzerine Ecnebi Hezeyanlar!
- Jan Jüstinyâni
- Bizans'a Yardım
- Edirne'de Olanlar
- Çirkin İftira
- Top Devrinin Milâdı
- Top'ün Denenmesi
- Edirne'den Çıkış
- Otag-I Hümayün'da Neler Var?
- Donanmaya Engel Zincir
- Haliç Ağzındaki Tedbir!
- 12/Nisan Bombardımanı
- Beklenmeyen Elçi
- Kan Ağlıyor!
- SULTAN 2. BAYEZID (VELÎ)
- Tahta Geçişi
- Padişah Tabutu Taşıyan Padişah
- Cem Sultanın Tahtı Saltanat İddiasına Kalkışı