Dış Politikada Davranışlarımız
Kendi ülkemizde kendi yağımızla kavrulmaktayken hariciyenin vaziyetine göz attığımızda orada da dünya devletleri tarzının uyguladığına muvazi gitmediğimiz kendini belirtir. Meselâ devletler arası nezaket ve terbiye kurallarına riayet birinci vazifeyken, nezdimizde bulunan elçilerin masuniyetlerini sağlamamız gerekirken tam tersine, Venedik elçisine bağlı olduğu hükümetten gelen resmi evrak müsadere edilir, devletinin kendi sefirine yaptığı emir ve tavsiyeleri, elçinin ithamında sebeb sayarak Rumelihisarı içinde mahpus tuttular. Sefaretin tercümanlarını bu ithamlarla boğup denize atma, işlemini gerçekleştirdiler. Sefirin ülkesine dönmesine müsaade etmiyorlardı. Buna mukabil sefir de, boş durmayıp çeşitli işleri bitirmekteydi.
Meselâ, donanmanın gecikmesini temin için heyeti vükelâda rüşveti yedirecek birini bulabiliyordu. Demek ki; savaşmakta olduğumuz ülkelerin elçilerini, tahtı tevkif altında bulundurmanın maksadı bu örnekte az çok kendini gösteriyordu. Kadı ile Konsolos Bir İngiliz tüccar ile İngiliz Konsolos arasında ihtilaf çıkarak tüccarın Kadı Efendiye müracaatı gerekmiş. Kadı açılmış davanın muhatabı olarak, İngiliz konsolosunu celble mahkemeye davet etmiş. Kadı konsolos'un önüne koyduğu ahitnameye bakmasına bakmış da, orada ikiyüzbin akçayı geçerse dava ingiltere de görülür maddesine önem vermiyerek, davaya rüyet etmek istediği için, kon-solos'a: "şeriata senin itimadın yok mu? şeklinde hitab ile bu husustaki davranışı ile davaya bakmakta ki ısrarını ortaya koymuş. Konsolos ise, meselenin öyle olmadığını, devletinin talimat ve ahitnamenin tanzimine bakarım, başka şeye itimat etmem dediğinde işin boyutları almış yürümüş. Kadı ise; bu kâfir şeriatı Muhammediye'yi tahkir etti diyerek vaziyeti dallandırıp, budaklandırmış.
Vaka İstanbul'a aksetmiş. Bir çok isnatlar eklenerek vakanın şeyhülislâmlık kapısında görülmesini taleb etmiş. Şeyhülislâm Bahai Efendi de, sadnazama yazmış. Melek Ahmed Paşa işin çürüklüğünü görür görmez üzerine almaktan imtina etmiş, tekrar şeyhülislâmın rüyetine sevketmiş. Sadrazamın bu davranışında maksadı, müftü efendiyi bir pot kırışa mecbur bırakarak böylecede azlini sağlamaktı. Ama bunun sonunda İngiltere gibi bir devletin düşmanlığını celbeder, ülkeyi badirelere sokarız diye esas hususları hiç akıllarına getirmediler. Şeyhülislâm Behaii efendi nezdine getirtir elçiyi ve şeriat hacında İzmir Konsolosu'nun yaptığı hakaretten tarziye ermesini ve konsolosun memuriyetine son verilmesini taleb eder. Ancak sefir, işin esasından haberdar olduğu için bu talebe pekde önem vermez. Müftü efendiye: soğuk bir edayla; "konsolosu kralım tâyin etmiştir. Onu bu vazifeden azle muktedir değilim" Cevabını verir. Behaü efendi; büyük bir hiddetle: "Bre dinsiz mel'ûn! Siz neye güvenirsiniz de devamlı din ve devlete hiyanet etmekten geri durmazsınız? Venedik Kâfirine gemiler ve imdad vermeğe devam edersiniz? Bunu biz bilmiyormu sanırsın? sözleriyle hitab eder. "İngiliz sefiri: "Biz ticareti severiz. Kirayla bizden kim gemi istese veririz. Siz isteseniz size de veririz. Bundan dolayı antlaşmamız bozulmuş olmaz." Dediğinde, Behaii efendi "Götürün şu me-lûn'u Paşaya hapseylesin. terbiyesini versin" Der. Sefir'in c > vabı: "Sen beni hapsetmeye kadir değilsin! Buna memur bile olamazsın." olur. Behaii efendi sinirinin son hududuna geldiğinden, bağırır: "Bre kaldırın şu melunu!" Hizmetkârlar, aldıkları emir icabı sille, tokat sefir'i dışarı çıkarıp, ahıra hapsettiler. İşin vardığı kerte her yerden duyulur. Devlet ricali telâşa kapılır. Derhal Kahya Bey'in hanesinde bir toplantı tertip edilir. Sefir'i hemen serbest bırakması için, Sarı Kâtip Çele-bi'yi müftü efendiye gönderirler. Müftü Behaii efendi bu seferde şefaatçi olanlara kızar. Vazifeleri olmayan işlere karışmış olmalarının yanlış olduğunu ileri sürer. Sari Kâtipde; aslında münafık tabiatlı Kahya Bey dalkavuklarından biriydi. Müftü efendinin kendisine söylediklerini geri dönüp nakleder, bü seferde, Ağalar kızarlar ve sadrıazama hiç başvurmadan, saray kapısına varıp müracaatta bulunurlar. Behaü efendinin Gedilmesini, Karaçelebizâde'nin şeyhülislâm nasbedilmesi-n> istidaya, cesaret ederler. Ancak bu istek saraya ulaştığında Sultan 4. Mehmed'in Validesi Hatice Turhan Valide Sul-taı~ı, padişah oğlunun hemen yanındaydı. Talebi öğrenen Turhan Sultan, padişaha dönerek:
Aziz efendi bizim katilimizdir! Devletimizin düşmanıdır, bu istek kabul edilemez. Şeklinde mütalaa serdeder. Bu cevap Ağalara ulaşmış ancak fazla önem atfetmeyen Ağa'ları, Mahpeyker Kösem Valide Sultan'in kapısını çalarlar. Burada taleb yerine getirilir. Hemen şeyhülislâm yapılır. Eski şeyhülislâmın hırpaladığı elçi bulunduğu ahırdan tahliye edilir. Mükte seven kimseler; bu tâyin münasebetiyle şu tarihi düşürürler "balyos müftüsüdür Abdülaziz" diyerek h. 1061 tarihini tesbit etmeyi başarırlar. Bunların arasında münafık tipli Sarı Kâtip'de bulunmaktaydı. Kâhya Bey'in yardımına erişdİ-ğinden babıâli'ye memur kılınmıştı. Divan toplantılarında kâtiplik vazifesi görerek hayatını kazanmaktaydı. Bir gün divan toplantısından çikıpda gelen Sarı Kâtibe teşrif nerden sorusu tevcih olunduğunda, cevabı pek enterasandı: Esir pazarından! Bu târifden Dîvânı Hümayun olduğunu anlamayan yoktu. Artık ülkede gelinen nokta; ne saraya, ne padişaha, nede ulemaya, hâttâ dini Muhammedi'ye dâhi eski hürmet kalmamasıydı.
Bahse konu Sarı Kâtib, günün birinde Kâhya Bey'in odasında Kazasker yanında olduğu halde demiştiki: "Geçengün şiddetli bir sıtmaya tutuldum. Titremeden hâlim yaman oldu. Sonra yanmağa başladım. İlaç yaptırdım bir hoca'ya okuttum. Kâr etmedi. Sonra hatırıma geldi. Sitmayıda geçirirse şeytana Anadolu Kadıaskeri'nin günahlarını adayacağımı söyledim. O anda sıtma kesildi. Bir daha da gelmedi. Hazır bulunanlardan birinin, niçin Anadolu Kazaskerinin günahlarını adayıp, Rumeli kazaskerininkini adamadığını sordu. Rumeli kazaskerinin günahlarını o kadar ehemmiyetsiz şeye feda edemem. Onları taun gibi, gazabı padişahi gibi büyük belâlara saklıyorum. Yukarıya aldığımız gibi son derece çirkin herzeler söylenir, işin kötüsü kadıasker efendiler bu nüktelere benzer yavelerin tesiriyle kahkahalarla gülerlerdi.
Melek Ahmed Paşa'nın devrinde otuzbin kişiye kadar verilmekte bulunan sadakalar kesildi. Kösem Valide Sultan bu sadakaların verilmesi İptalinden korktu. Otuzbin insanın geçimini sağlamakta olan bu yardım, nice problemler doğurur endişesi taşıyan hassas bir kimsenin tavrını sergiledi. Bu fakirlerin bedduaları asumanı tutar ve milletin başına belâ olarak iner diye, San Kâtib'e ikazda bulundu. Sarı Kâtip se: "Be canım Sultanım, bunca kale ve toprak hangi mollanın, hangi şeyhin ve dervişin duasıyla fetholunmuştur? O kaleleri fetheden, küffâra kılıç çalan hep Serhoş İbrahim, Tiryaki Hasan, Deli Hüseyin gibi falan filan ağalar ve Paşalardır. Kendilerini bilmez sefillerin dualarından bir şey çıkmaz" cevabını verdi. Belkide bu söze i'tirazı yeterli tonda yapmayan Kösem Valide belkide hayatının hatasını işlemiş oluyordu. Sarı Kâ-tip'den dinlediği bu herzeler değil müslümanlıkta diğer semavi dinler nezdinde dahi ağır mesuliyet gerektiren ifadelerdi. Haksızlık karşısında susmak Kösem Vâlide'nin yapacağı işlerden olmamakla beraber, nasılsa bu ifadedeki küstahlık ve bidinlik şaşırtmış olabilir merhumeyi..
Meselâ, donanmanın gecikmesini temin için heyeti vükelâda rüşveti yedirecek birini bulabiliyordu. Demek ki; savaşmakta olduğumuz ülkelerin elçilerini, tahtı tevkif altında bulundurmanın maksadı bu örnekte az çok kendini gösteriyordu. Kadı ile Konsolos Bir İngiliz tüccar ile İngiliz Konsolos arasında ihtilaf çıkarak tüccarın Kadı Efendiye müracaatı gerekmiş. Kadı açılmış davanın muhatabı olarak, İngiliz konsolosunu celble mahkemeye davet etmiş. Kadı konsolos'un önüne koyduğu ahitnameye bakmasına bakmış da, orada ikiyüzbin akçayı geçerse dava ingiltere de görülür maddesine önem vermiyerek, davaya rüyet etmek istediği için, kon-solos'a: "şeriata senin itimadın yok mu? şeklinde hitab ile bu husustaki davranışı ile davaya bakmakta ki ısrarını ortaya koymuş. Konsolos ise, meselenin öyle olmadığını, devletinin talimat ve ahitnamenin tanzimine bakarım, başka şeye itimat etmem dediğinde işin boyutları almış yürümüş. Kadı ise; bu kâfir şeriatı Muhammediye'yi tahkir etti diyerek vaziyeti dallandırıp, budaklandırmış.
Vaka İstanbul'a aksetmiş. Bir çok isnatlar eklenerek vakanın şeyhülislâmlık kapısında görülmesini taleb etmiş. Şeyhülislâm Bahai Efendi de, sadnazama yazmış. Melek Ahmed Paşa işin çürüklüğünü görür görmez üzerine almaktan imtina etmiş, tekrar şeyhülislâmın rüyetine sevketmiş. Sadrazamın bu davranışında maksadı, müftü efendiyi bir pot kırışa mecbur bırakarak böylecede azlini sağlamaktı. Ama bunun sonunda İngiltere gibi bir devletin düşmanlığını celbeder, ülkeyi badirelere sokarız diye esas hususları hiç akıllarına getirmediler. Şeyhülislâm Behaii efendi nezdine getirtir elçiyi ve şeriat hacında İzmir Konsolosu'nun yaptığı hakaretten tarziye ermesini ve konsolosun memuriyetine son verilmesini taleb eder. Ancak sefir, işin esasından haberdar olduğu için bu talebe pekde önem vermez. Müftü efendiye: soğuk bir edayla; "konsolosu kralım tâyin etmiştir. Onu bu vazifeden azle muktedir değilim" Cevabını verir. Behaü efendi; büyük bir hiddetle: "Bre dinsiz mel'ûn! Siz neye güvenirsiniz de devamlı din ve devlete hiyanet etmekten geri durmazsınız? Venedik Kâfirine gemiler ve imdad vermeğe devam edersiniz? Bunu biz bilmiyormu sanırsın? sözleriyle hitab eder. "İngiliz sefiri: "Biz ticareti severiz. Kirayla bizden kim gemi istese veririz. Siz isteseniz size de veririz. Bundan dolayı antlaşmamız bozulmuş olmaz." Dediğinde, Behaii efendi "Götürün şu me-lûn'u Paşaya hapseylesin. terbiyesini versin" Der. Sefir'in c > vabı: "Sen beni hapsetmeye kadir değilsin! Buna memur bile olamazsın." olur. Behaii efendi sinirinin son hududuna geldiğinden, bağırır: "Bre kaldırın şu melunu!" Hizmetkârlar, aldıkları emir icabı sille, tokat sefir'i dışarı çıkarıp, ahıra hapsettiler. İşin vardığı kerte her yerden duyulur. Devlet ricali telâşa kapılır. Derhal Kahya Bey'in hanesinde bir toplantı tertip edilir. Sefir'i hemen serbest bırakması için, Sarı Kâtip Çele-bi'yi müftü efendiye gönderirler. Müftü Behaii efendi bu seferde şefaatçi olanlara kızar. Vazifeleri olmayan işlere karışmış olmalarının yanlış olduğunu ileri sürer. Sari Kâtipde; aslında münafık tabiatlı Kahya Bey dalkavuklarından biriydi. Müftü efendinin kendisine söylediklerini geri dönüp nakleder, bü seferde, Ağalar kızarlar ve sadrıazama hiç başvurmadan, saray kapısına varıp müracaatta bulunurlar. Behaü efendinin Gedilmesini, Karaçelebizâde'nin şeyhülislâm nasbedilmesi-n> istidaya, cesaret ederler. Ancak bu istek saraya ulaştığında Sultan 4. Mehmed'in Validesi Hatice Turhan Valide Sul-taı~ı, padişah oğlunun hemen yanındaydı. Talebi öğrenen Turhan Sultan, padişaha dönerek:
Aziz efendi bizim katilimizdir! Devletimizin düşmanıdır, bu istek kabul edilemez. Şeklinde mütalaa serdeder. Bu cevap Ağalara ulaşmış ancak fazla önem atfetmeyen Ağa'ları, Mahpeyker Kösem Valide Sultan'in kapısını çalarlar. Burada taleb yerine getirilir. Hemen şeyhülislâm yapılır. Eski şeyhülislâmın hırpaladığı elçi bulunduğu ahırdan tahliye edilir. Mükte seven kimseler; bu tâyin münasebetiyle şu tarihi düşürürler "balyos müftüsüdür Abdülaziz" diyerek h. 1061 tarihini tesbit etmeyi başarırlar. Bunların arasında münafık tipli Sarı Kâtip'de bulunmaktaydı. Kâhya Bey'in yardımına erişdİ-ğinden babıâli'ye memur kılınmıştı. Divan toplantılarında kâtiplik vazifesi görerek hayatını kazanmaktaydı. Bir gün divan toplantısından çikıpda gelen Sarı Kâtibe teşrif nerden sorusu tevcih olunduğunda, cevabı pek enterasandı: Esir pazarından! Bu târifden Dîvânı Hümayun olduğunu anlamayan yoktu. Artık ülkede gelinen nokta; ne saraya, ne padişaha, nede ulemaya, hâttâ dini Muhammedi'ye dâhi eski hürmet kalmamasıydı.
Bahse konu Sarı Kâtib, günün birinde Kâhya Bey'in odasında Kazasker yanında olduğu halde demiştiki: "Geçengün şiddetli bir sıtmaya tutuldum. Titremeden hâlim yaman oldu. Sonra yanmağa başladım. İlaç yaptırdım bir hoca'ya okuttum. Kâr etmedi. Sonra hatırıma geldi. Sitmayıda geçirirse şeytana Anadolu Kadıaskeri'nin günahlarını adayacağımı söyledim. O anda sıtma kesildi. Bir daha da gelmedi. Hazır bulunanlardan birinin, niçin Anadolu Kazaskerinin günahlarını adayıp, Rumeli kazaskerininkini adamadığını sordu. Rumeli kazaskerinin günahlarını o kadar ehemmiyetsiz şeye feda edemem. Onları taun gibi, gazabı padişahi gibi büyük belâlara saklıyorum. Yukarıya aldığımız gibi son derece çirkin herzeler söylenir, işin kötüsü kadıasker efendiler bu nüktelere benzer yavelerin tesiriyle kahkahalarla gülerlerdi.
Melek Ahmed Paşa'nın devrinde otuzbin kişiye kadar verilmekte bulunan sadakalar kesildi. Kösem Valide Sultan bu sadakaların verilmesi İptalinden korktu. Otuzbin insanın geçimini sağlamakta olan bu yardım, nice problemler doğurur endişesi taşıyan hassas bir kimsenin tavrını sergiledi. Bu fakirlerin bedduaları asumanı tutar ve milletin başına belâ olarak iner diye, San Kâtib'e ikazda bulundu. Sarı Kâtip se: "Be canım Sultanım, bunca kale ve toprak hangi mollanın, hangi şeyhin ve dervişin duasıyla fetholunmuştur? O kaleleri fetheden, küffâra kılıç çalan hep Serhoş İbrahim, Tiryaki Hasan, Deli Hüseyin gibi falan filan ağalar ve Paşalardır. Kendilerini bilmez sefillerin dualarından bir şey çıkmaz" cevabını verdi. Belkide bu söze i'tirazı yeterli tonda yapmayan Kösem Valide belkide hayatının hatasını işlemiş oluyordu. Sarı Kâ-tip'den dinlediği bu herzeler değil müslümanlıkta diğer semavi dinler nezdinde dahi ağır mesuliyet gerektiren ifadelerdi. Haksızlık karşısında susmak Kösem Vâlide'nin yapacağı işlerden olmamakla beraber, nasılsa bu ifadedeki küstahlık ve bidinlik şaşırtmış olabilir merhumeyi..
Konular
- Sultan İbrahim'in Hanım Ve Çocukları
- Sultan İbrahim Devrs Deniz
- Girit Üzerine Bir Etüd
- SULTAN 4. MEHMED (AVCI)
- Girid Savaşı
- Kadırga Mı? Kalyon Mu?
- Bizimkilerin Hâli!
- Bulgurlu Savaşı
- Devletin Siyaseti
- Vakai Vakvakiye
- Kürekçi Temini
- Deli Hüseyin Paşa Ve Girid Ahvali .
- Ben Senin Başını Keserim!
- İsraf Üzerine Bir Kaç Söz
- Para Ve Vükela Toplantısı
- Dış Politikada Davranışlarımız
- Padişahın Mukavemeti
- Ağaların Ortadan Kaldırılması
- Seyfiye İlmiye'nin İhanetine Uğruyor
- Sancakı Şerif Açılıyor
- Ululemre İtaat Talebi
- Tercih Paraya Değil Sancağa
- Saraya Dönenlerin Karşılanışı
- Ağaların Şefaat Talebi
- Cezalandırmada İki Anlayış
- Anadolu Kıyamları
- Saçlı Şeyh
- Köprülüler Devri
- Fâzıl Ahmed Paşa Girid'de
- Sarıkamış Kazakları Hatmanı