Karışıklıkların BirıbiriniTakibi

Mısır meselesinin geldiği bu vaziyet esnasında, rumeli ve de anadolu'da da bazı pek önem arzeden vakalar, husule gelmekteydi. Tepedelenli Ali Paşanın Rumeli valiliğine tâyin olunmasını eşkiya büyük bir ürkeklikle karşıladı. Bu tâyin karşısında bir kenara çekilip sakin duracaklarına dair söz vermelerini de intaç etmişti. Tepedelenli Ali Paşanın bu tayini Rumeli ayanı arasında bulunan Tokatçıklı isimli biri tarafın­dan itirazla karşılandı. Mutedil ve münsif, yâni pek insaflı bi­rini tâyin etmelerini ve yanına verilecek, bir başbuğ ile hay­dutların yok edilmesini deruhde edeceğini ileri sürmüştü. Bu itirazıda ne hikmetse makul bulunup Rumeli eyalet valiliğini de Vezir Vâni Mehmed Paşaya İhale ettiler. Tirsiniklioğlu bu vakada yararlıklar gösterek eşkiyadan Molla İbrahim ile ave­nesini ve ileri gelenlerini öldürdü. Fire ve Malkara tarafların­daki eşkiyanın takip edilmesi için, bir deneme olmak üzere bu sefer nizamı cedid askerinden biraz süvari birazda piyade yolladı.

Nizamı cedid'in yapacaklerını herkes merak etmekte oldu­ğu gibi bizatihi kendilerini de pek çok kişi görmek istiyordu. Hatta bazı elçilikler özel vazifeyle adam gönderme yoluna dahi gittiler. Hakikattende; bunların itaat açısından olsun davranışlarından olsun, pekçok kimse memnun kaldı. Hele Ballı köyündeki, çarpışma esnasında muzika çalatak, ma­nevralar yaparak eşkiyanında perişan edilmesini sağladılar. Ne varki Mısır'daki gibi, Rumelide de bir Mehmed Ali daha ortaya çıkmak üzereydi. Tepedelenli, Toska taraftarı hane­danların teker teker mahvını temin ederek Yanya civarında bağımsızcasına bir şekli idare kurmuş gibiydi. Onbeş sene­den beri kendisine karşı koymakta olan Solyut ve Çamlık beylerinide yıldırmıştı. Artık arada sırada babıâli'den gelen emirlere de, kulak asmamaya başladı. Anadoluda da böyle önemi hâiz vakalar çıkmağa başladı. Rumelinin belalısı iken, anadoluya çekilen Gürcü Osman Paşanın delibaşı'sı Ömer Paşa Kayseriye, Gürcü Paşanın kendisi de Erzurum vâliliğiy-le gittiğinde Murad paşa tarafından tutularak hemen orada, Karahisarı Sahip sancağı mutasarrıfı Halil paşa'da kendi sa­rayı içinde İdam edildiler. Cezzar Ahmed paşanın ölümü ise Suriyede de bazı meselelerin çıkmasına fırsat verdi. Şeyh Ta-ha adlı biri Cezzar'ın zindana attığı İsmail paşa adındaki biri­ni ordan çıkararak dairesini ona teslim ve de, güya Cezzar makamını ona vasiyet etmiş gibi İlânatta bulundu. İsmail pa­şa Cezzar'ın elbiselerini giydi. Hazineyi idaresi altına alıp, as­kerin maaşlarını dağıtarak, onları da kendini destekler duru­ma getirdi. Öte yandan Halep valisi İbrahim Paşa Cezzar'ın vefatını duyunca da hemen Şama geldi. Burada Cezzar'ın öl­meden önce makamı kendisine vasiyet ettiğini ilân etti. Ha­kikaten de, İstanbul'dan gelen fermanda Hicaz seraskerliği, Şam, Trablus ve Sayda eyaletlerini İbrahim paşa yönetimine verildiği yazılıydı. İsmail paşa ise, zaten kaçak biriydi. Devle­te, mesele çıkarmama, Cezzar'ın mallarını teslim eder, Ak-kâ'dan çıkıp gittiği takdirde, kendisine Anadolu toprakların­daki istediği eyalet vezirlik rütbesi ile verilip, yapmış olduğu suçlarda affa tâbi tutulacaktır diye, İbrahim paşa tarafından bildirim yapıldı.
Ne varki İsmail paşa kulak asmadı. Bunun üzerine kale kuşatıldı. İsmail paşa eğer Sayda eyaleti üzerinde bırakılırsa Cezzar'ın bırakmış olduklarını vermeğe amade olduğunu beyan etmişse de, bir cevap verilmemişti. Cezzar'dan arta ka­lan 75 bin yaldız altunu, bin keselik akça, bir çok eşya ve haberleşme yazıları, kaptan paşa ile İstanbul'a yolladıysa da, kaptan Abdülkadir paşa'nın bu husustaki tavassutu hoş gö­rülüp Bursa'ya, İsmail paşa'nın yerine de Cezzar'ın kethüda­sı, Süleyman paşa tayin olundu. Süleyman paşa Akkâ üzeri­ne gittiğinde İsmail paşanın askerini bozup, kendisini firara mecbur kıldı. İsmail paşa daha sonradan zindan arkadaşla­rından biri tarafından teşhis olunarak, Süleyman paşaya tes­lim edildi. Süleyman paşa, İsmail paşayı bir gemi ile İstan­bul'a gönderdi. Ne var ki paşa gemide katlolundu. Beri yan­dan Vehhabilerin meydana getirdiği mesele, gittikçe büyüme istidadı göstermekteydi. RumrJideki eşkiya takiblerinin neti­ce vermeye başladığı görülmüş, Kömelince ayanı Süley­man'ın yakalanıp idam edildiği görüldü. Karadağlılar ise bir kıyam daha başlattılar. Podgoriçe üzerine yürüyüşe geçtiler. Sırplılara Rusların yardım ettiği pek açık bir hale gelmişti. Karayorgi çetesinin günden güne genişlediği rahatça anlaşılır hâle de geldi. Aynı zamanda Bosna valisi Bekir paşa, Böğür-delen kalesi yakınlarında Sırp Kenzleri de denen bir takım Sırp İdarecilerini yanına getirtip, kıyama geçme hususundaki sebebi sual etti. Bu sual karşısında Kenzlerin cevabı: Belg-rad'da dört tane dayı'nın zülmundan şikayetçi olmalarıydı. Paşa gayet kurnaz bir tutum takınarak, Beîgrad kalesinde bulunan Arnavut sekbanbaşılardan Koşancalı Halil ağa'yı ele aldı. Halil ağa, Bekir paşaca gönderilen dört aayının teslimi hakkındaki, emirnameyi aldığı sırada aşağı ve yukarı kaleleri zapt etti.
Dayılar, Adakalesine kaçtılarsa da, yakalanıp ioam olun­dular. Halbuki Sırpların ihtilâli Rusların körüklemesi ile alev­lenmekteydi. Kara Yorgİ beri taraftar Pasbanoğlu ile barıştı. Drina nehri boyunca yürüyüşegeçti. Karadağlılar da isyan işinde pek gecikmeyip, hemencik harekete geçip, Rus bay­rağını omuzları üstünde yükselttiler. 1219/1804 tarihi bunla­rın şahidi oluyordu. 1219/1804 senesinde avrupadaki siyasi ahvalde meydana gelen büyük bir değişiklikte son derece dikkat çekicidir.
Napolyonun birinci konsül olarak görev yaptığı, sistemin diğer iki konsülü adetâ mel'un gibi görevde tutulmaktaydı. İşte bu sırada Fransız anayasası dördüncü defa olarak, de­ğiştirilmeye tâbi tutulmuştu. Teşrii kuvvete, Şura-i devlet, he-yet-i kanuniye, Tiribüne ve senato adlarıyla dört meclise da­ha işlerlik kazandırıldı. Fakat Bonapart 1. konsüllüğünü ge­lecekteki emellerine göre idare ederek, büyük inkılabı mu­vaffakiyetle sonuçlandırmak için, üzerinde bulunan kuvvetli hükmetmek şansını ailesinin de miras olarak alabilip kulla­nabilmesi için kendisine yeni bir unvanı bulup vermelerini is­tedi. Kral denmesi yıkılan idareyi hatıra getirdiği için hoşlan­mıyordu. İmparatorluk unvanı ise, hâli hazır duruma uygun­sa da, ayrıca Fransızların gururunu okşayabilirdi. 1804 sene­si nisan ayının 23. günü, Tribüne meclisi azasından mösyö Küre adlı biri:
"Hâlihazırda 1. konsül olan Bonapart'm, Fransızların im­paratoru ilân edilmesini ve imparatorluk şerefinin, hanedanı­na miras olarak kalması" teklifini yaptı. 30/nisan/1804'de bu teklif gündeme alınıp, münakaşa mevzuu yapıldı. Mösyö Kure'nin bu teklifi kabul edildi. Teklifin Senato'ya gönderildi­ği görüldü. Senato ise, şura:i devlet tarafınca ayan kararı ile bunun genel oylamaya tâbi tutulmasını tensib eyledi. O gün Napolyon Bonapart fransızların imparatoru unvanını alarak, genel oylarda, 2569 muhalif oya karşı 3. 572. 329 reyle tas­dik edilmiştir.
Aradan vakit geçtikçe; kanun meclisine ait maddelerin adi iradelerle veyahut kendi iradelerinden farkı olmayan âyanların kararı ile çıkar oldu. Her iki meclisi nizamın tamamlan­ması için bıraktı. Daha sonrada meclisi kanun yapmak için senelerce toplamadı. Tribuna (meclisi) 1807 senesinde orta­dan kaldırılma yoluna gidildi. Artık Napolyon'un iradesi ka­nun yerine geçer oldu. Napolyon'un Fransızların imparatoru olarak ilân edilmesi, İtalya üzerinde gasbiyeti bulunması, bil­hassa Burbon hanedanındaki Dük Daniken'in hiyle ile Straz-burg yakınlarında bulunan Etenhaym şatosundan zorla kal­dırılarak fesad başı olarak ithamı ile gizlice bir divan-ı harpde savunmasız olarak yargılanıp da ertesi gün kurşuna dizilmesi şeklinde gelişen olayların gizliliği Avusturya ve Rusya'yı bir­birlerine yaklaştırdı. 1804'de yapılan bu iki devlet arsındaki, gizli antlaşmaya bir yıl sonra İngilizlerde iştirak eyledi. Bu üçüncü olarak anlaşmış bir heyet olmuştu. Ruslar, Napol-yon'dan Hollanda ve İsviçre'nin istiklâlini tastık etmesini, Ha-nover'in boşaltılmasını, Piyemonte kralının makamına iade­sini talep etti. Napolyon ise, tam aksine imparatorluk unva­nını, İtalya kralı unvanını eklediği gibi bukrallığı Hidiv unva­nıyla oğlu Ojen Boşerane'ye verdi. Bir kaç gün sonra Ceno-va ile Likori'yi Fransız imparatorluğuna ilhak, Luk'u ve Pi-ombino'yu prensiliğe yükselterek eniştesi Bakşiyoşi'ye hedi­ye etti. Bu arada savaş kokulan da, yayılmaya başladı ve İn­giltere hükümetinin başında ise, yine mösyö Pit bulunmak­taydı. İngiltere, Rusya, Avusturya, Napoli, İsveç'den meyda­na gelmiş bulunan birleşmiş bir güç harekete başladı. Fakat, Prusya kralı Fredrik Gilyom tarafsız kalmayı yeğledi. Az ön­ce görmüşidik ki Fransa ile Osmanlı devleti arasındaki sulh antlaşması kati olarak imzalanmıştı. Ancak bu antlaşmanın hükümleri Osmanlı devletinin, Fransa ile Avrupa devletleri arasında çıkacak savaşlarda Fransızların, taraftarı olacağı anlamına gelmiyordu. Bu bakımdan İstanbul sefiri Brun'un babıâlide yaptığı teşebbüslerin ittifakla ilgili olanları netice vermedi. 1805 senesi ocak ayının 30. günü Napolyon, 3. Se-lim'e şöyle demekteydi: "sen bir gün rumlann yardımını kendilerine celb ettikleri halde bir rus donanmasının ve or­dusunun gelerek İstanbul'u istila edeceğini görmiyecek ka­dar körmüsün? Selim uyan, dostlarını vekiller heyetine ge­tir, hâinleri uzaklaştır, Fransa Prusya gibi dostlarına itimat et." Mösyö Brun; bu birleşmeyi husule getiremedikten baş­ka, Napolyon'un imparatorluk unvanını dahi babıâliye tasdik ettiremediğinden Mösyö Rofen'i maslahatgüzar sıfatıyla bıra­karak ülkesine döndü. Fakat, İstanbul'da bulunan Rusya el­çisi İtalinski ile İngiltere sefiri Staratton birleşmiş devletler adına babıâli'yi yönlendirmeye çalışmaktaydı. Napolyon'un bu sırada müttefik devletler ordusuna Osterlİçte İndirdiği dar­be, İstanbul'da bir saika gibi patladı Bu zaferi Presburg mu­ahedesi takip ettiki, önemli maddelerinden biride, Fransızla­rın İtalya krallığı adına olarak Venedik eyaletinin kendi he­saplarına olarak, İstirya ve Dalmaçya'nında sahibi oldukları­nı kabullenmiş olmasıydı. Fransızlar yine Osmanlılarla hu-dud komşusu oldular. Fransız tarihlerinin anlattığına göre 3. Selim iki hristiyan hükümetine darbe olması bakımından memnun fakat Österliç savaşının doğuyu alakadar eden ta­rafı yüzünden, endişelenmeğe düşmüştü. 1221/1806 senesi­nin haziran ayında, fevkalade bir elçilik heyetini Fransaya gönderdi. 3. Selim, Fransa'y1 Osmanlı devletinin en eski, en sadık, en ihtiyaç duyduğu müttefiki olarak kabul ettiğini bil­dirmekten duyduğu memnuniyeti ifade ederken, Napolyon ise bu ifade karşısında "Osmanlılara gelen, hayır'da şer'de aynen Fransızlarındır." Dedi. Giden bu heyet Muhib efendi­nin başkanlığında idi. Çok az sonra Mevkufatçı Mehmed Emin Vâhid efendi görevine ilaveten verilen nişancılık rütbesi ile birlikte murahhas elçilik verilmek suretiyle gönderilmiştir ki, Rusya'ya karşı ilân edilen harp tarihine rastlamıştı.

Tarih-i Cevdet diyorki: Bizim tarihlerde ise, şöyle bir izahla karşı karşıyayız: Mülakat günü, Muhib efendinin Napol­yon'un huzurunda beyan edeceği nutkun resmi sureti önce­den tetkik olunmak üzere istenildiğinden padişahın mektu­bunda yer alan lakablara göre, uygun olarak kaleme almış olduğu nutkun bir sureti gönderildiğinde, bu nutuğun içinde Napolyon'un, yalnızca imparatorluğu yer almış olup, İtalya krallığı yazılı bir yer görünmüyordu. Bunun da yazılmasının gerekeceği Taleyran tarafından İşaret edilmişti. Esasında İtal­ya krallığının tasdiki, Osmanlı devletinin, Rusya ve İngiltere devletleriyle olan ittifakına, aykırı olmak düşüncesine ve kendi talimatında buna dair bir şey yazılmamış olmasına bi-naende Muhib efendi bunu söylemeye cesaret edememiş şimdiye kadar bu iki devlet arasında geçen bahislerde impa­ratorluk unvanına dair ve de, İtalya krallığına ait bir bahis geçmediğinden padişahın mektubunda yer alan lakablardan, fazla bir ilavede bulunamayacağını da ifade ederek, özür be­yan etmiştir. Öte taraf ise ısrar edip, hattâ önceden Napol­yon tarafından İstanbul'a elçi tayin olunmuş Sebastiyanj, bir kaç kere bu husus için Muhib efendiye gelip gitmiş ve de so­nunda, İtalya krallığı unvanını eklemeyi yapmaz ise, impara­tor ile görüşemeyeceğini belki hemencik savaş edip Dal-maçya'daki Fransa ordusunun İstanbul'a yürüyeceğini söy­leyerek Muhib efendiyi tehdid altına almıştı. Muhib efendi mazeretinde sabit kadem olunca bu istektende vazgeçerek, "Garbın yıldızı ve bütün maliklerin hâmisi" şeklindeki, un­vanların ilavesi teklif olunmuşsa da, Muhib efendi padişahın mektubunda yer alan lakablardan başka bir lakabı asla ila­veye niyeti olmadığını söyleyince bu isteklerden de vazgeçil­mişti.

Fakat, alay halinde Napolyon'un yanına gidilirken, Fransız teşrifatçı, arabanın sağ tarafında ve Muhib efendi onun solunda oturmuştu. Napolyon'un huzuruna çıkıldığında da, odanın üç tarafında temenna etmek için şimdiye kadar Os­manlı sefirlerine yapılmamış muamelelerin teklifi edilmişti. Muhib efendi ise; şimdiye kadar riayet olunmuş usûl dışında herhangi bir şey yapmayacağını söyleyerek: Bu alay eğer teşrifatçı içinse bizim alayda bulunmamıza lüzumu yok, he­men nâme-i hümayunu ve tercümanı alır giderim şeklinde cevab vererek teşrifatçının sol tarafa oturmasına karar veril­miştir.

Bu sıralarda Napolyon, Ruslarla bir antlaşma yapmış bu­lunduğundan Osmanlı devleti tarafından yanına elçi gönder­mekten maksat bir gösteriş sergilemek böylece Rusyaya korku vererek ingilizlerden ayırabilmek, düşüncesinde başa­rılı olmak şeklindeki bir antlaşmaya mecbur kılmaktan iba­retti. Bu hâl sonradanda sabit olmuştur.


Eser: Büyük Osmanlı Tarihi

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Büyük Osmanlı Tarihi

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..