Gelelim Menfaatçi Guruba


Padişahın etrafında yer alan menfaatçiler güruhu, padişa­hın değer verdiği cidden değerli insanların gözden düşmesini sadece duayla istemek değil, çeşitli tezgâhlar kurarak ger­çekleştirmeye gayret gösterirdi. Padişah bunlarında kendisi­ne lâzım olduğu inancı içinde, yâni günümüzdeki derin dev­let malzemeleri gibi addettiğinden onlanda kıymetli değerli elemanlar olarak nitelemekle beraber bu işlerin çirkin işle: olduğunu tabüki; takdirden acizdi. Fakat âiet her zaman la­zım gelir deyip, bunları da memnun etme yolunu açık tutar­dı. Deli Fuad Paşa ise bu tip adamların hiç birini sevmez, on­lardan çekinmez mütalaalarına değer vermeyen bir zâtdı. Kalb kalbe karşıdır derler ya, o hesab! Bu güruh da, Deli Mü-şir'den hiç hoşlanmazlar, ne yapıp yaparlar bir takım jurnal­ler tertipleyip, Müşir Paşanın aleyhinde padişaha ulaştırırlar, bunlara inanmayan padişah "Dokunmayın benim Deli Müşi-rim'e"dedikten sonra jurnal sahibine harçlık verirdi. Sonra da bu jurnali alır da Fuad Paşa'ya gösterirdi. Bu tip adamlar hiç eksilmez, 1877'ile 1901'e kadar Fuad Paşa hakkında bir çok jurnalin tertiplenmesine rağmen: "yel kayadan ne alır misâli, melunlar, padişahla müşiri arasında münaferete muvaffak olamadılar.

Bir ara menfaatçiler güruhu çoğalmış, vehham padişahın bu zaafını arttıracak jurnallerla ortalıkta dolaşıp'beğenme­dikleri kimseleri perişan etmeye başlamışlardı. Bunlardan Reşid Paşa, İzzet Holo (Arab), Fehim Paşa, Ali Şâmil Pasa idiler ki, aralarında anlaştıkları bir tezgâhla sadr-ı esbak Mehmed Said Paşa ile Deli Müşir Fuad Paşa güya antİaşmış-lar padişahı tahttan indireceklermiş babında bir jurnal ihzar ederler. Bunların arasında; başhafiye olan Fehim Pasa cok

Karaktersiz, insafsız, ahlâksız, cani ruhlu bir kimseydi.  Nice ocaklar söndürmüş, ne hânumanların yerinde yeller estirmiş bir zâlimdi. Ayrıca haddini bilmez saygısız bir kimseydi. Bir ele en tehlikeli ve kendisini her işden sıyıran şu şekilde tarif ettiği bir tesbiti vardı: "Efendimizin hayatını korumak benim vazifem. Duyduğum, gördüğüm her şeyi zâtı şahanelerine ulaştırmak vazifelerimin başında gelir. Ne varki bütün bunları ispata mecbur değilim. Benim duyduğumu açıkladığımda ya evet ben böyle yapacağım diyen olabüirmi? Şu halde inkâr edenlere ben karışmam" şeklinde bir izah getirmekteydi.
Veliahd (Sultan) Reşad efendinin oğullarından Ziyaeddin ve Ömer Hilmi efendiler, binmiş oldukları fayton arabayla gezmeğe çıkmışlar, bir hayli dolaşmışlar ve dönüş yolu ola­rak da Nişantaşı üzerinden konaklarına avdet etmek üze.e Fehirn Paşanın evinin önün den geçerlerken, Fehimde hangi mülevves işi yapmaya gidecekse konağından çıkmak üze-reymiş, gelenleri gördüğünde bunların veliahd Reşad efendi­nin çocukları olduğunu hiç kaale almadan hatta tam aksine onlara üstünlük taslayacak tarzda önlerine çıkmış ve burası bana aid buradan geçemezsiniz ikazında bulunur. Efendiler bu saygısızlığa gücenseler de, arabacıya dön emrini verirler. Görüldüğü gibi veliahd'ın yetişmiş gençlerine bunu yapan bi­ri, devlet memurlarına, ahaliye, meşayihe kimbilir neler ya­par? Acaba; bu hâlin yâni cihet-İ askeriyyeden olan paşalar ile sivil görevlerden paşa rütbesine gelenlerin arasındaki bu elerin anlaşmazlık, sivil güruhun merdâne davranmamasın-danmı? Yoksa askerlerin disiplinlerinin farklı olmasındanmı-dır? Bunun cevabını apayrı bir soruşturmada bulmak kâbidir. Meselâ Arab İzzet Paşa (Holo), bu hususda bir hayli sıkıntılar ya şamış, bol keseden verilmiş sivil paşalardandır. Fuad Pa-şa'dan, 93 savaşının diğer bir efsane ismi Gazi Osman Paşa'dan bir hayli azar ve hakaret görmesine rağmen ve de as­keri şahıslara irade-i seniyye ancak asker-İ erkân-ı harpler tarafından tebliğ edilir denmesine rağmen îzzet Paşa, böyle bir tebliği yapmaktan pek zevk alıyordu anlaşılan. Hâttâ Gazi Osman Paşa; Osmanh-Yunan  1897 savaşında Çit kasrında toplanan askeri istişare heyetine yine bir irade-i seniyye teb-.   liğ etmeye kalkışan İzzet Paşa'nın kafasına iskemleyi atıver-miştİ. Canı bir hayli yanan Holo, padişaha işi götürmeme akıllılığını göstermişti.

Şimdi Fuad paşaya diş bileyenlerden biri olan Reşid Paşa pek çapkın biri idi. Ancak yakışıklı ve çok zengin, dünyada en iyi kılıç kullanan silahşörlerden biri olan Fuad Paşa' nın karşısında hep yenik düşüyordu. Reşid Paşanın göz diktiği bayanlar, son anda tercih lerini Fuad Paşa'da yapmalarının meydana getirdiği bir kıskanmamı idiî

Ali Şâmil Paşaya gelince bu adam gösterişe pek düşkün olmasına rağmen Deli Müşir' in katılmış olduğu toplantılarda bin mumluk ampulün yanında bir mum ışığı gibi kalıyordu ve onun yanında caka satamıyordu. Çerkeş Mehmed Pa-şa'ya gelince aynı kavimden olmalarına rağmen ona kızma­sının sebebi, kıskanması, ondan yılmış olmaktan kaynakla­nıyordu. Fehim Paşa ise; Deli Müşir Fuad Paşa'nın Feneryo-lu'ndaki muhteşem konağının parıldıyan ışıkları, her gece bitmez tükenmez davetliler, en mükemmel hanende ve sa­zendelerin katıldığı muazzam musiki âlemlerinin bu tertibçisi Fuad Paşa padişah'dan daha müreffeh ve şaşaalı bir hayat yaşıyordu vede bunun suyuda şahsi servetinden geliyordu. Mısır'daki çiftliklerinin gelirleri paşaya hakikaten maddî ba­kımdan krallar gibi hayat sürme imkânı bahşediyordu. Şimdi Fehim böyle bir kimseyi nasıl kıskanmasın di? Kendinde kudretin temsilciliği vehmeden birinin böyle bir farka taham­mülü kolaymıydı?

Bütün bunlara karşılık halkın her iki tarafdan adı geçenle­re yaklaşımına bir atfu nazar edelim: Ahali bu düşman kar­deşleri gördüğünde ya bir tarafa saklanıyor, ya da onların bulunduğu tarafa bakmamayı tercih etmekteydi. Buna karşı­lık Deli Müşir Fuad Paşa herhangi bir yerden geçtimi, tanı­yanlar koşar ve selâm vermeye bakarlar, tanımayanlar ise görmek için koşarlardı. O ise, bir baba tavrıyla selâmlar da­ğıtarak, güler yüz vede gülen gözleriyle insanların yürekleri­ne sevgi salarak varlığını hatırlatırdı. Fehim Paşa'yı bir gün Cuma Selamlığında kenara çeken Müşir Fuad Paşa, yaptık­ların yeter, artık hakkımda hergün urnal veriyorsun fena ya­parım diye tehdit etti.

Bu tehdit, Fehim'de tesirini gösterdi. Bir müddet geri çe­kildi. Fuad Paşanın karşısında aleyhde olup, tuzak kurmaya çalışan iki kişi meydanda kalmıştı. Bunların biri askeri savcı Reşid Paşa ile Üsküdar muhafızı Ali Şâmil Paşa idi. Ali Şâmil Paşa kurnazca davranıp, Üsküdar civarında ki çıkacak her hangi vakaya muntazırdı. Savcı Reşid Paşa ise yanına aldığı bazı sivil me murlar ile Fuad Paşa'nın köşkü civarına yana­şıyor Müşir'in sabrını taşıracak davranışlar gösteriyordu. Re­şid Paşa'nın korkak ve ödlek bir kişi olduğunu bilen Fuad Paşada nasıl oluyor, kime güveniyorda benim konağın üzeri-ne bu kadar düşebiliyor diye kafa patlatmaya başlamıştı ki, bir akşamüstü sıcağında Reşid Paşa bir paytona binmiş ol­duğu halde ve arkasındaki faytonda da üç sivil memur ge­çerlerken, her zamanki gibi Fuad Paşa konağın kapisındadır. Ve de geçmekte olan faytonun içinde, bir köşeye çekilmiş Reşid Paşa, ceketinin bütün düğmeleri açık şekilde ve Fuad Paşayı görmemezlikten gelmesi disiplin düşkünü müşirin tepeşini attırmaya yetti. Paytonu durdurup Paşayı köşke ça­ğırttı. Reşid Paşayı köşkte Koca müşir bir güzel dövdü. Arka­sından sordu: Artık doğrusunu söylersen sana başka bir şey yapmayacağım, serbest bırakacağım. Seni, beni takip etmek için kim vazifelendirdi? Cevab şöyleydi:

Zât-ı devletlinize çok büyük hürmetim vardır. Arab İzzet Paşa bunu istedi. Ali Şâmil Paşa ve Fehim Paşanın sizi taki­be aldığını işittim. Bunları söylerken; daha sonralar! babiâli baskınında öldürülen Harbiye Nâzın Nâzım Paşada hayretle Fuad Paşanın yanında geçen olaylara şâhid oluyordu.

Peki Arap İzzet ne talimatı verdi? Sorusuna cevap olarak, Fuad Paşa; siz kadıköy ve Üsküdar'da gizli bir cemiyyet ku-ruyormuşsunuz. Mensubiyetinizle şerefyâb olan bir çok zabiti Selimiye Kışlasına yerleştiriyormuşsunuz! Birliklerin başına size bağlı subayları yerleştirdikten sonra çıkaracağınız ihtilâl neticesinde de saltanatda değişikliğe gidecekmişsiniz. Oğul­larınız beyefendiler ise, avrupa'da yaşayan cön Türklerle ha­berleşme içinde olduğu gibi konağınızda musiki toplantıları altında yaptığınız tertibat, doğrudan gizli müzakerelermiş!

Reşid Paşa, sözlerini tamamladığında gerek Nâzım Paşa gerekse Müşir Fuad Paşa bu iftiraların ağırlığı ve atılan çirkeften utanmaktan kendilerini alamadılar. Çık dışarı demek zorunda kaldıkları Reşid Paşa ceketini eline alıp, binbir te­menna çakarak kendini dışarı atmak üzereyken, Fuad Paşa haykırdı:

-Nereye böyle ceketini giysene. uşakların önüne bu kılıkla utanmadan nasıl çıkacaksın?

Nâzım Paşa;  Reşid Paşanın çıkmasından sonra  bir hayli telâşla: "Aman Paşam. İşler fenalaşıyor. Acaba kim tarafından bir ifşaat vukubuldu? Sorusunu sordu. Fuad Paşa da bil­miyordu, ancak bütün düşmanlarının ittihat ettiğini hissedi­yor ve karşı tedbirler alması icâb ettiğinide düşünmeğe baş­ladı. Burada Nâzım Paşanın kullandığı ifşaat kelimesinin Kaynağımızın yazarı Ziya Şâkir merhumun kalemini rastgeie sallamasından ise, bir mâ-na ifade etmez fakat, Paşanın ağ­zından çıkmışsa, bazı hususatın aslı varmış mânasını ara­mak, beyhude bir gayret sayılmaz. Doğrusunu Allah (c.c) bi­lir.

Fuad Paşa'nın Feneryolunda'ki devlethanesinden kendisi­ni zor kurtaran müddeiumumi Reşid Paşanın yediği sopa kendisine bir rütbe daha kazandırmış, mirlivalıkdan ferikliğe irtika ettirildiği gibi cebine de beşyüz lira ihsân-ı şahane kon­ması bir taltif olarak düşünülse yanlış olmaz. Reşid Paşa bu ihsana nasıl nail olmuştu ki, bunun üzerinde durmak icâb eder. Reşid Paşa Feneryolundan çıktıktan sonra doğru mâ-beyn-i hümâyûna yâni saraya koşmuş, perişan hâlini İzzet Holo Paşaya arzetmişti. Bu cüreti işleyen Fuad Paşa' dan bir hayli ürken Arab İzzet Holo; hemen huzur-u padişahiye çıktı­ğı gibi, bire bin katarak, olmamışı varsayarak, bir senaryo arzetmiş ve padişahın lütfûnu, Reşid Paşa lehine olacak şe­kilde celbedeb'ılmişti.

Bunları ertesi günü haber alan Deli müşir; fesinin bastırdı­ğı gibi (fes bastırmak başa takıp çıkmak) saraya gidip, Sul­tan Hamid'in huzuruna çıkıp*, sadece attığı dayağı değil her şeyi sayıp döktü. Arkasından ilâve etti: "Şevketmeâb asker­likte rütbeler, nişanlar ya kanunen hak kazananlara veyahut da vatana fevkalâde hizmetler yapanlara verilir. Siz ise; ben­den dayak yiyen bir şahsı ferik yapıyorsunuz... Sizin arzunu­za müdehale kimsenin hakkı ve haddi değildir. Rütbei askeri­ye böyle verilirse benim müşirliğimin bir kıymeti kalmamıştır. Askerlikten istifa ediyorum, sâdece bir bendeniz olarak kalmak istiyorum.. Bana itimadınız yoksa Mısır'a gideyim. Oradaki İşlerim karma karışık bir durumda, bari onları bir ni­zâma sokayım. Acizane hizmetime ne zaman ihtiyacınız olursa fermanınıza koşarak gelirim!..

Sultan Hamid; Fuad Paşanın söylediklerini sonuna kadar hiç kesmeden ve sükunetle dinledikten sonra, mütebessimâ-ne "Sen, bir bilirsin.. Ben bin bilirim paşa... Hikmeti hükümet denen bir şey vardır. Ben şu köşede oturuyorum amma, iğ­nenin deliğinden de Hin distan'ı seyrediyorum. Deliliği bırak. Bizi birbirimizden ancak ölüm ayırır. Ben seni dün, bu gün tanımıyorum istedikleri kadar jurnal versinler, bak ben ehemmiyet veriyormu- yum? Hadi git köşküne Rahat rahat otur. Şuna buna da uyma.."

Fuad Paşa padişahın huzurundan çıktıktan sonra soluğunu İzzet Paşa'nın odasında aldı. Oda da hafiyelerden Çerkez Mehmed Paşa, Celâleddin Paşa vardı. Odaya bir kasırga gibi giren Fuad Paşa'yı gören İzzet Paşa sandalyesinde donup kaldı. Çerkez Mehmed Paşa sessiz sadâsız odadan dışarı çık­tı. Müşir Paşa; Holo'ya: "Mel'un herif nedir senin bu yaptıkla­rın?" Masanın üzerinde duran divit takımını kaptığı gibi, Arab İzzet'in kafasına fırlattı, can yakması bir yana tepeden ayağa mürekkebe bulanmakda cabası oldu ve: "dövdüğüm herifi bana inat ferik yaptırıyorsun ha! Demek ki dayağım uğurlu geliyor. Dur seni de tepeleyeyim belki sen de sadnazam olursun!" Diye bağırırken İzzet Paşanın üstüne yürümeye de­vam ediyordu. Ahmed Celâleddin Paşa; Fuad Paşa'nın sev­diği kimselerden olduğundan teskin için araya girdi. İzzet Pa­şa bu arada odadan kaçıp, yandaki küçük kapıdan hemen padişahın huzuruna çıktı. Ve: "Bakınız efendimiz; Fuad Paşa,

Kulunuz beni ne hâle koydu!" Dedikten sonra huzurda ağla­maya başladı...

Anlatılanları dinleyen padişah, İzzet Paşaya: "Sen huzura böyle çıkmaya utanmıyormusun? Oh olsun yaptığınız işi yü­zünüze gözünüze bulaştırmayınız bir daha.." Dedikten sonra: -çık dışarı" emrini verir. İzzet Paşanın odasında bir koltuğa oturan Deli Fuad Paşa gür ve beyaz sakalı dört köşe olarak kesilmiş olmasıyla hayli mehabetli gösterişe sahibken, şim­di diken diken olan sakalının haliyle yüzüne bakanı korku­dan titretir durumdaydı. Yaktığı sigaradan bir tanede Ahmed Celâleddin Paşaya ikramdan sonra; "Paşa bu herif şimdi hu­zura çıkmış ve ağzına geleni uydurmuştur. Bak bakalım pa­dişahın bana bir iradeleri varmı?" ricasında bulundu. Celâ­leddin Paşa onbeş dakika sonra geldiği huzurdan Fuad Paşa­ya şunları söylemekteydi: "Efendimiz selâm buyuruyorlar. Deli'me söyle, İzzet'i huzurdan kovdum. Müsterih olsun. Ar­tık evine gitsin, rahat etsin" diye ferman buyurdular.

Ertesi gün Cuma selâmlığında Fuad Paşa mutad yerini al­dı bütün heybetiyle selâmlığa gelen padişahı hürmetle se­lâmladı. Sultan Hamid'de Deli'sini hafif bir gülümseme ile selâmladı. Acaba bu hâl Fuad Paşanın düşmanlarının kendisi hakkındaki menfi düşüncelerini ortadan kaldırmaya yeterli-miydi? Bakacağız!

Kaynağımız olan merhum Ziya Şâkir bey, fevkalâde Ab-dülhamid sever bir zât olmadığı halde, O'nun yaşadığı haya­tın zorluğunu çok iyi idrak etmiş bir kimsenin objektif bakı­şından hiç uzaklaşmamış, bence güzel bir vasıf olan, bir hu-susda memnuniyetsizliği ifâde ederken, failin temayüz eden hususatını ifâde etme adalet severliği, Ziya Şâkir Bey'de de Mevcud ki, şu beyanatı yapmaktan kendini alamamakta: Çünkü Yıldız Sarayının siyaseti şunu iktiza ederdi. Bu sarayda padişahın ne gayzine nede iltifatına hiçbir güven olma­dığını bilirdi. Sultan Hamid'in zaaf derecesinde bir merhameti vardı. Bazı hadiseler ve şahıslar müstesna olmak üzere bu adam kimseye karşı büyük bir kin taşıyamazdı. Aynı zaman­da mebzulen (bol) iltifatlarına garkettiği bir adama karşı da tam manasıyla muhabbet ve teveccüh beslediği iddia oluna­mazdı."

İşte bu tahlilde isabet Deli Müşir içinde geçerli idi. Çünkü; Sultan Hamid, dâima hüsn-ü zân fakat âdem-i itimad mese­lesine önem vermiş bir hanedanın evlâdıydı. Kim olursa ol­sun bu kaideden hâriç kalamazdı. Malumu veçhile padişah; Şeyh ve aynı zamanda kendi Şeyhi olan Zafir Efendi'yi dahi takip ettirmekte, bir muafiyet tanımamıştır. Zafir Efendi hak­kında gelen jurnâlleride okurdu. Deli Fuad Paşa gibi, kudretli bir şahsiyetin şansı da ençok şeyh efendi kadar olabilirdi! Ni­tekim de öyle olmuştur. Çünkü menfaat gurubu, bu zâtın dostluğunun Abdülhamid hân nezdinde derin olduğunu bildi­ğinden, kopartmayı menfaatlerine uygun gördüklerinde fitne dokumaya devama azami gayret sarfına giriştiler.

Padişah'ın; huzurundan def ettiği İzzet Paşa, yüzsüzlüğü­nün ve intikamcıhğın sevkı ile padişahın yanına çıkacak çâ­releri bir yandan araştırırken, öte taraftanda Fehim Paşa'yı odasına davet etmiş, Fuad Paşa'ya kurulacak tuzakları ve tezgâhları kararlaştırma konuşmalarına girişmişlerdi. CJzun bir mükâleme sonunda dört maddelik bir plân tesbit ettiler

a)  Maksad-ı asli padişaha hizmetten başka bir şey değildir.

b)  Fuad Paşa,Fehim Paşa tarafından şiddetle takip edile­cek. Jurnaller padişaha verilecek   ve bunların muhteviyatı hakkında, İzzet Paşa da haberdar edilecek.

c)  İzzet Paşa da; Fehim Paşa'ya bazı jurnal mevzuları ve­recek. Fehim Paşa'da bunları aynen hünkâra takdim edecek.
d)  İzzet Paşa bu işe iştiraki münasebetiyle Fehim Paşa'ya peşinen bin lira verdiği gibi, her ay beşyüz lira ödemeyi üze­rine aldığını kabul ediyordu, (bin lira bugünün parasıyla; 130 milyar TL. eder)

İşte padişahın en yakınları ve çalışma arkadaşları olan kimselerin husule getirdikleri bu antlaşma evvelâ padişahın aleyhindedir çünkü kadim, güçlü ve samimi bir dosttan ayrıl­masını temine matuf çirkin ve müslümanlığa yakışmaz bir husustu. İzzet Paşa antlaşmanın son maddesindeki bin liralık peşin ödemeyi yapmak için yazıhanesinin gözünü açtı. Bir zarf çıkardı. Banknotlar zarfın içinde olmakla beraber bir de jurnal taslağı ilişikti.


Eser: Büyük Osmanlı Tarihi

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Büyük Osmanlı Tarihi

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..