Ali Rıza Paşa


Devlet-i âliyyenin 216. sadrıazamı olan Ali Rıza Paşa,niza­miyeden mütekaid jandarma binbaşı Tâhir Efendi'nin oğlu­dur. Binbaşı Tâhir Bey'in pederide İbrail muhacirlerindendir. Tüccar Ahmed Ağa diye nâm yapmıştır. Ali Rıza Paşa; İstan­bul'da Sultan Selim semtindeki evlerinde dünyaya gelmiştir. Bu sırada târihler 1276/1860 senesini göstermektedir. İlk tahsil sonrasında, girmiş olduğu askerî liseyi bitirip, Harbi-ye'ye duhul ettiğindede 1880 yılına gelinmişti. 1886'da sınıf birincisi olarak erkânı harp yüzbaşı olarak kurmay okulun­dan mezun olmuş ve Harbiye'de yâni çok kısa zaman önce mezun olduğu okula öğretmen olarak devam etme güzelliği­ni yaşamıştır. O devrin okul mezunlarının başarı grafiği de­vamlı yükselen hâl arzettiğinde hemen mesuliyetli makamla­ra konuldukları görülmüştür.
Umulur ki bu padişah 2. Abdülhamid hân'ın lüzum gördü­ğü bir yapılanmadır. Çünkü padişah verdiği bütün talimatla­rın yerine getirilmesini sağlayacak otoritenin sahibiydi. Kendi açdığı mekteplerin mezunlarının hemen işbilir olanlarının mühim yerlerde istihdamları demek ki, ona ayrı bir zevk ver­mekteydi. Nitekim hangi öğretmen yetişdirdiği talebeyle ifti­har etmez?
Az bir müddet sonra yâni 21/mayıs/1887'de bilgi ve bece­rileri terakki ettirmek gayesiyle Almanya'ya gönderildiğini görüyoruz. 12/temmuz/1888'de de, Kolağalığına terfi ettiki 1889/Ocak ayında da binbaşılığa irtika etti. Aynı yılın aralık ayında da kaymakam yâni yarbay oldu. Şubat/1891 'de şim­di genel kurmay dediğimiz tâbirin o dönem karşılığı olan er-kân-ı harbiyye karargâhına 4. şube müdürü olarak atandı. Bu arada da Afemdağ'ında yapılacak karakolhane'nin yer ve şeklini tâyin etmekle görevlendirilir. 12/eylül/1895'de mira­lay oldu. Bu rütbenin ardından harbiyye'de yaptığı öğret­menlik vazifesinden ayrıldı ve Havran'da meydana gelen İs­yanı bastırmak üzere Haziran/1896'da oraya giderken okur­larımız bahse konu Havran'ın, Balıkesir Havran olmayıp, Ce­beli Drüz denilen Suriye'de olduğunu herhalde tahmin eder­ler.
Ali Rıza Paşa 1313/1897 Osmanlı-Yunan muharebesinde ordu umumi karargâhı erkânı harbiye askeri harekât şube müdürü olarak vazife almıştı. 10/eylüI/1897'de büyük dev­letlerin murahhaslarının katıldığı sulh öncesi temasları yürüt­tüğü gibi hudut tashihinde hayli emek sarf etdi bu kazanılan savaşın sonuna kadar karargâh merkezindeki hizmeti devam etdi. 1898 senesi Ali Rıza Paşa'nm mirlivalığa yâni tuğgene­ralliği beraberinde getirmişti. Aynı zamanda da erkânı har­biyye dâiresi 1. şube müdürlüğü uhdesine tevcih olunmuştu.
Askeri tarih uzmanlarından Halil Sedes Paşa, bu zât yâni Ali Rıza Paşa hakkında, İbnül Emin Bey'in malumat talebi karşısında şunları beyan eder: "Mektepten mezun olarak Ali Rıza Paşanın maiyetine verildiğimden kendisini yâkinen ta­nıdım. Mektebe muallim olduğu sırada gösterdiği ciddiyet ve intizamı üzerine verilen 1. şube mü düdüğü vazifesinde de aynen gösterir zamanın her anını çalışmakla geçirirdi. Hamidiye alaylarının disiplin ve talimlerin dâir şube tarafın­dan yapılan bir nizamnamenin kabulü ve tatbik edilmesine dâir teklifi ve bu hususdaki müracaatı Dömeke Kahramanı Müşir Edhem Paşa tarafından Erkân-ı Harbiyye umumî reis vekili sıfatıyla şiddetle ret edildi. Bu ret Rıza Paşanın çalış­ma temposunu, artık işleri oluruna bırakma metoduna sü-iuk etmesine sebeb teşkil etdi."
Bu arada biz, bu Hamidiye alayları hakkında bir iki sözü beyan etmek suretiyle, cidden kıymetli bir asker olan Gazi Edhem Paşa hz.Ieri, muzaffer bir kumandan olmanın verdiği gurur ile değil, Ali Rıza Paşa'nın teklif etdiği tâlim ve disiplin tanzimi teklifini bu kurt alaylarının tesis maksadını ve onlara tatbik edilecek hususatı bizzat padişahın yürüttüğünü idrâ­kinden gelmektedir. Abdülhamid hân; yaptığı istihbaratlar neticesinde kürd böl gesinde İngilizlerin ve Rusların, Ermeni meselesi ihdas etmek ve bu husustaki teşvikat ve de takvi­yelerini akim bırakabilmek için halife sıfatıylada üzerlerinde manevî otori tesi bulunduğu kürd kardeşlerimizin, aşiret ha­finde süren hayatiyetlerinin getirdiği bir avantajı din ve devlet menfaatine olarak, onlara Ermenilerin yapacağı ve de çete­ler olarak sergilemeğe başladıkları tedhiş faaliyetlerini, bu aşiretler ve dini bütün, ırkî mülaha zalarla hareket etmeyen zevata çeşitli rütbeler ihsan ederek önleme çâresine bağla­mıştı. Verilen bu rütbe ve teşekkül ettirilen alaylar haylide iş gördüler. Bunları alıştıkları hal-den çıkaran yeni bir metod içine sokmanın askerî bakımdan nekadar doğru olursa ol­sun, içtimai ve psikolojik bakımdan zaman ve zemin asla müsaid değildi. Edhem Paşada bu hususu göz ardı etmedi­ğinden reelpolitik olarak bize kalırsa doğru olanı yapmıştır! Hele hele, mezkur târihde aylarca jandarma maaşlarını teda­hülde bırakmakta olan devletin yâni maaşları ödeyemeyen ülkenin, bu teklifin aksülameli hasebiyle bazı sıkıntılara gi­riftar olması hiç de iyi netice vermezdi. Evet biz ret vakasın­dan bir asır sonra da olsa, bu hususda bir mütalaa vermenin bahtiyarlığı içinde 216. s'adrıazamımızin hayat hikâyesini okurlarımıza ve târihin sayfalarına emanete devam edelim.
19/eylül/1901'de Ferik yâni Korgeneral olan Ali Rıza Pa­şa; 5. nizamiye Cİsküp fırkası (tlsküp Tümeni de denebilir) kumandanlığına peşinden, Manastır Valiliği 15/ni-san/1903'de bu görevlere zâmimeten Manastır kumandanlığıda verildi. İşte bu sıralarda mezkûr yerde bulunan Rus konsolosu aşağıdaki izahda nakledeceğimiz gibi öldürülünce Ali Rıza Paşaya İstanbul'a hiç uğratılmadan Trablusgarp mecburi ikamet mahalli oluverdi idi. Bahse konu Rus kon­solosun öldürülmesini yukarıda adı geçen Halil Sedes Paşa, yine İbnül Emin Beyefendiye şöyle naklediyor ve bizde alıntı­lıyoruz: "1903'de Manastır'da bulunan Rus konsolosu her-gün şehrin içinde ve dışında binmiş olduğu atının üzerinde gezintiler yapıyordu. Bu gezintiler gurur ve kibir içinde geçer ve adetâ bir sergüzeşt arayan insan görüntüsü verirdi. Ni­hayet korkulan, günün birinde gerçekleşti. Tabii bu davranı­şında siyasî bir fenomen aradığıda ileri sürülse yeridir. Buna muvaffak oldu olmasına da, ne çare ki hayatına mâl oldu­ğundan meyvesini tadamadı. Konsolos atının üzerinde oldu­ğu halde askerî karakollardan birinin önünden geçerken nö­betçi kendisini selamlamamış, konsolos bu riayetsizliğe pek kızmış hayli söylendikten sonra hızını alamamış olacak ki kırbacı ile de bir tane nöbet mahallindeki onbaşı Halim'e bir tane vurmuş. Halim onbaşı bu darbe üzerine silahını doğrultmuş ve tetiğe asılmış. Herif yerde ve bu dünya ile ra­bıtası kesilmiş. Tabii konsolos nöbet mahallindeki nöbetçi­ye taarruz etmek suretiyle kendisine sıkılan kurşunu çoktan hakkedip, akıbeti bulur amma siyaset'de bu arada devreye girer."

Hadise Rusya'nın o zamanki başşehri Petersburg'da du­yulduğunda, Çar'ın hasta addettiği Osmanlı Devleti politik merkezi babıâlî üzerine baskılar başlamış. Çeşitli tarziyeler verilmesine binaen Rusların baskı yapmak için bu bahaneye son vermek istemediği görülmüş. Ve nöbet mahallinde uğradığı saldırıya tabiatıyla mukavemet etme cesaret ve vazife icabatını gösteren Halim onbaşı ve yanına bir şey sormak üzere gelmiş bulunan bir er arkadaşı olayın görgü şahidi ol­masına rağmen mahkeme edilmiş ve idam kararına maruz bırakılmıştır. Hangi palavracının bilhassa biz islamcılara yut­turmuş olduğu, Sultan Abdülhamid, bir tek idam kararını onaylamıştır, haremde vazifeli olan bir hadım'ın diğer bir ha­dımı öldürmesinin neticesinde verilen idam hükmünü tasdik etmesidir ileri sürdükleri pekâla bilinmektedir. O zaman bu Halim onbaşı ile görgü şahidi hakkında verilen idam hükmü tatbik edildiğinde Osmanlı tahtında. Sultan cennetmekân Ab­dülhamid oturmuyormuydu? Demek ki kimsenin idam edil­mediği savı bir fantazinin hiç kurcalanmadan kabulüdür ki bu tarihçilerin ayıbı sayılır. Neticeten, siyasete uygun düşsün diye bu iki askerimizin şehid olarak kabul edilmesi gerekir diye düşünüyorum. Zaten merhum ve kıymetli biografi üsta­dı İbnül Emin Bey'de o kiymetdar eserinde şu mütalaa ile bi­ze ileri sürdüğümüz hususiyetde yol göstermiş oluyorlar ba­kın ne diyor merhum üstâd! ".mezkûr konsolos her tarafı envai mehalik ve mesaib ile muhat olan -bir devleti zâifenin değil- eski tâbirle- bir devleti kaviyyüş şekimenin vazifei as­keriyesini ifa eden bir onbaşıyı darb ve tahkir etseydi onba­şının ve zavallı arkadaşının değil, konsolosun başı ezilir, ca­nı cehenneme gönderilirdi..."

Bu hadiseyi Ali Rıza Paşa tertib etdi iddiası ecnebi memur­larında katıldığu uzun bir tahkikat neticesinde doğrulanma­yınca iftira sübut bulmadıysa da, Ali Rıza Paşa iki seneye ya­kın olarak Trablusgarb'da ikamet mecburiyetinde kaldı. Ta­bii ki bu arada bir hayli zabit, zaptiye memura sürgünler tat­bik edildi.
1905 senesinde Yemen'e asilerin isyanlarını bastırmak üzere kumandan olarak nasb olundu. Burada 1. feriklik yâni orgenerallik rütbesi verilirken Ali Rıza Paşa Ahmed İzzet Paşa iie beraber burada meydana gelen olayları bastırmağa ko­yulmakla beraber askerin tâliminin eksik ustalığının yetersiz olduğunu tesbit etmiş olması bir eğitim gerektirdiği kanaatina vardırdı. Ne varki İstanbul'dan gelen emirler asilerin üzeri­ne gitmesi şeklinde olduğundan Akebe yolu üzerinden Hudeyde'ye gitdiler ve Menahe kalesine girdiler. Bu arada paşaya müşirliğe yükseltildiği haberi ulaştı. Târih bu sırada 3/mart/1905'i göstermekteydi. Ali Rıza Paşa işi yapacak olan verilen rütbenin değil eğitimli asker olduğunu bir defa daha hatırlatma vazifesini yerine, getirmesini bir civanmertlik olarak kabullenmek gerekir. Nitekim; San'a şehrine girilip muhasaranın kaldırılmasına mu-vaf olunduysa da gerek as­kerî yardım gerekse yeterli erzak ikmâli başarılamadığından San'a yine isyancıların eline bırakılarak terk edildi. Daha sonra gerek kuvvet-i imdadiye gerekse erzak takviyesi hazır hâle getirildiğinde yine San'a üzerine gelindi ve istirdad olun­du yâni asilerin elinden geri alındı. 1 l/haziran/1905'de Ha-midiye tren hattı denen demiryolunun yapımını işletme neza­reti uhdesine verildiğinden Hayfa'ya geldi ve burada vazife görmekteyken meşrutiyetin yeniden meriyete konması üzeri­ne 31/temmuz/1908'de 2. ordu müşirliğine diğer bir tâbirle kumandanlığına getirilmiş oldu. Ali Rıza Paşa İstanbul'a gel­diği sırada İstanbul'a gelip Harbiyye nâzın nasb olunan Arna­vut Recep Paşa görevinin 2.gününde vefat etdi. 14/ağus-tos/1908'de Harbiyye nazırlığı Ali Rıza Paşaya tevcih olun­du. Aynı senenin kasım ayının 29. günü padişah yaveri oldu­ğu gibi ayan azahğına da irtika ettirildi. Ancak Kıbrıslı Men-med Kâmil Paşa sadareti dönemin de görevinden azledilirken yapılan muamele bizde meşrutiyet böyle olur çelebi de­dirten tarz uygulandı. Bu mesele daha sonra Kâmil Paşanın sadaretden çekilmesine kadar vardı.
İbnül Emin Bey bu hususda şunları ifade etmek suretiyle gerek Sultan Abdülhamid'in gerekse Kâmil Paşa'nın, Ali Rıza Paşa üzerindeki noktai nazarlarını gözler Önüne sermek mü­nasebetiyle pek hayırlı ifadelerde bulunmuş oldu. Diyorki merhum müellif: ".Kâmil Paşa; harbiyye ve bahriyye nazırla­rı Ali Rıza ve Arif Hikmet Paşaların tebdili hakkında arzda bulunması üzerine padişah, 'Arif Hikmet Paşanın istifa etti­ğini, bu bakımdan istifasının kabulüne bir şey demlemeye­ceği, Ali Rıza Paşa ise, memuriyete başlangıcından şimdiye kadar her hususda asarı ehliyyet ve sadakat ibraz eylemiş ve uhdesine tefviz olunan her vazife-i askeriyyeyi icrada hiç­bir kusuru görülmemiş olduğu halde, şimdi bu şekilde azli hakka uygun ve adalete uymaz hâlden olduğunu' başkâtip Ali Cevad Bey vasıtasıyla sadrıazama tebliğ ettirmişse de, Kâmil Paşa, ısrar etmesi üzerine 1 l/şubat/1909'da azil için irade-i seniyye çıktı." Bu hâl mutlakiyete uygun meşru­tiyete muhalif bir yoldur.
Ancak Ali Rıza Paşanın azli hususundaki isteği izahname-sinde Kâmil Paşa şu sözlerle ifade etmekte ki bu gün yâni; 2001 yılında dahi sadrıazamm işaret ettiği hususlar varit olup, üst komuta konseyi de zaman zaman bu hususda çare­siz kaldığını itiraf etmesede gözler olanlardan durumu tesbite muvaffak olabiliyor. Şimdi Kâmil Paşa'nın İzahnâme sine sa-deleştirerek bir göz atalım: ".Subayların siyaset ile uğraş­mamaları ve bu hususdan feragat etmeleri kanunla ve ülke için faydası açısından elzemken, Ali Rıza Paşa, hâlim selim bir zât olmakla beraber bu hususdaki emri ve tenbihleri yerine getirilmemektedir. İttihat cemiyetine mensup subayların konserlerde, mitinglerde siyasi nutuklar atarak, kon­serlerde ve tiyatrolarda resmi geçid halinde ve silahlı olarak görülmeleri, emre muhalefeti göstermekti ve bunu tatbike uygun bulduğumuzdan Nâzım Paşa Hz.Ierinin tâyini isten-mİşdi. Selâmet-i vatan ve millet için tek çâre bu olduğu hal­de ülke üzerinde te'sirini devama çalışan ittihatçılar, vekil arkadaşlarımı istifaya mecbur etmekle beraber meclis-i me-busani dahi emri altına alarak susmamı hazırlamaktadır­lar..."

Her iki ifadeyede bakıldığında padişah; Ali Rıza Paşa'dan memnuniyetini ifade ederken Kâmil Paşa, harbiye nâzırının-da, subayları disiplin içinde tutamadığını beyan buyuruyor. Sevgili okurumuz bize kalırsa burada dikkat edilecek husus padişahın olsun, sadrıazam'ın olsun politik anlayış farklılığı rol oynamaktadır. Harbiye nâzın şüphesizki emri verdi mi o emrin tutulduğunu görmek ister! Verdiği emir, sadnazamın söylediği gibi fazla cid diye alınmıyorsa emrin muhalifi gu­ruplar veya mühim kişiler bulunduğunu düşünmek lâzımdır. Bu gurub veya kişileri tesbit için tahkikat ve istihbarat gere-kirki, zâten cemiyete mensub zabitan sözünü sarf eden sad-rıazam böylece emrin dinlenmemesi bâbındaki merkezi tes­bit etmiş oluyor.
Göreve getireceği Nâzım Paşa'nın bu disiplini sağlarkende işi nereye vardıracağını iyice anlamak istersek, bahse konu paşanın şehadetiyie sonuçla nan Babıâli Baskınını bekleme­miz gerekecek. Halbuki Abdülhamid; Ali Rıza Paşaya ait sicil dosyasına vâkıf bulunduğundan, onun gibi sadık bir kimse­nin harbiye nazırlığını sürdürmesi maksada daha muvaffık idi. Bu yüzden bizim hükmü kafimiz Ali Rıza Paşa azledil­mek suretiyle adetâ ittihatçıların safına itilmiştir. Bu hata, sadnazamın padişahın görüşüne aykırı tutum takınarak icraata baş vurmasından kaynaklanmıştır. Nitekim Kâmil Paşa kabinesi sonrasında kurulacak olan Hüseyin Hilmi Paşa hü­kümeti, 14/şubat/1909'da kurulan hükümetde de Ali Rıza Paşa yine Harbiyye nazırlığında istihdam olundu. Hüseyin Hilmi Paşanın ittihatçılardan uzak olmadığını söylemek hiçde haksızlık olmaz. Ayrıca Halil Sedes Paşa; Ali Rıza Paşanın meşrutiyyet ilânı sonrasında büyük gayretler gösterek disip­lini ikame etmeğe çalıştığını gözlerimle görmüşümdür de­mekle birlikte o sırada vukubulan isyanın elebaşıları ordu mensubu olduğundan dolayı Ali Rıza Paşa kabine arkadaşla­rına nazaran me'suliyet bakımından daha fazla sorumludur demek suretiyle ortaya vaziyetin hâkimi olamamış bulundu­ğunu da koymuş oluyor. Zâten Ali Rıza Paşa, 31 /mart hadi­seleri üzerine istifaen makamı bırakmıştı.
12/kasım/1918'de Tevfik Paşa kabinesinde Bahriyye ne­zaretine getirildi. Bu kabine istifa etti ve yeni kurulanında da Bahriyye nazırlığını muhafaza etdi. 20/mayıs/1919'da Ferid Paşa tarafından kurulan hükümette, meclis-i vükelâya me­mur oldu. Bu vazifenin kabine toplantılarına katılan mânası­na geldiğini veya başka bir tâbirle sandalyasız nazır denebi-lirmi? Bilemiyorum.

Ferid Paşa; ilk sadnazamlık bölümü olan üçüncü kabine­siyle; infisal ettiğinde sadaret Ahmed Tevfik Paşaya teklif olunmuşsada bu zat ben sona kalmalıyım diye pek muğlak bir söz ifade etmiş buna bağlı olarak, Sultan Vahideddin mührü Ali Rıza Paşaya vermiştir. Sadaret alayı tertibine lü­zum görülmeyerek, babıâliye otomobille gelindi. Ali Fuad Bey padişahın başkâtibi üniformasını giyinmiş olarak hatt-ı hümayunu getirdi. Sadnazam ve şeyhülislâm resmi elbise ile büyük sofada karşılandılar. Arz odasına gidildi ve orada hatt-ı hümayunu sadaret müsteşarı Rıfat Bey okudu ve resmî teb­rik töreni ifa olundu.


Eser: Büyük Osmanlı Tarihi

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Büyük Osmanlı Tarihi

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..