Nafaka   Babı


Nafaka, iııfâk nm'nâsmda isimdir. [48] Hişâm (Rh.A.) demiştir ki:

«Ben İmâm Muhammed'e nafakadan sordum. Nafaka, yiyecek, giyecek ve meskendir.» dedi. Hulâsa'da böyle zikredilmiştir.

Nafaka bir kaç sebeb ile vâcib olur.

Kan - kocalık o sebeblerdendir.

Ncseb ve mülk ele o sebeblerden biridir.

Musannif karı - kocalığı öne almıştır. Çünkü karı - kocalık nesebin aslıdır. Neseb de mülkden daha" kuvvetlidir.
Gerek koca küçük olup cimâa kadir olmasın veya fakîr olup nafa* ka sayılacak bir §eyi olmasın, karısının nafakası ona vâcibdir. O kan gerek Müslüman olsun ve gerek kâfir oisım ve gerek büyük olsun veya cimâa elverişli yaşı küçük kadın 1>lsun müsavidir. [49] Hattâ böyle ol­mazsa engel karı tarafından olup ferci teslim bulunmaz. Bu takdirde nafaka vâcib olmaz. Fakat koca küçük olup cimâa kadir olmadığı su­rette bunun aksinedir. Çünkü engel kocanın tarafındandır. Eğer koca ve karı ikisi de küçük olup cimâa kadir olmasalar, kan için nafaka yoktur. Çünkü engel ma'nen karı tarafından gelmiştir. Bu bâbda yapı­lacak son iş; kocanın tarafından olan eugeli yok saymaktır. Karının tarafından olan engel kâimdir. Karının tarafından olan engelin kâim ol-masiyle beraber nafakaya müstehâk olmaz. Nihâye'de böyle zikredil­miştir.                                  

Nitekiitı, koca küçük olup cimâa kadir olmasa da, karının yaşı bü­yük olursa, o karı gerek fakır olsun, gerek zengin olsun; gerek cima edilmiş, olsun ve gerek olmasın nafakaya müstelıak olur. Çünkü kadı­nın zenginliği kocası üzerindeki nafaka hakkını iptal etmez.
Nafaka koca ile karının hallerine göre vâcib olur. Bu Hassâf (Rh.A.) m tercihidir ve fetva da buna göredir. Musannif bunu şu sözü ile beyân etmiştir: Kan ve kocanın ikisi de zengin oldukda, zengin nafakası var­dır. İkisi de fakir oldukda fakir nafakası verilir. İkisinden biri zengin ve diğeri fakir olursa —ki bu iki surete şâmildir. Biri; karı fakir, ve koca zengin olmaktır. Diğeri; kan zengin ve koca fakır olmaktır.— nafaka iki hâlin ortası ile takdir edilir. Yâni, zenginlerin nafakasından aşağı ve fakirlerin nafakasından fa2laca olur. İmâm Kerhî (Rh.A.) «Ko­canın hâline itibâr edilir» demiştir. Şafiî' (Rh.A.) nîn kavli de budur. Bedâyi' sahibi, sahih kavi budur; demiştir. Mebsût sahibi ise; «Zengin-Ukde ve fakîrlikde muteber olan —zahir rivayette— kocanın hâli­dir.» demiştir.

Her ne kadar karı babasının evinde olsa da nafaka lâzımdır. Hidâ-ye'de denmiştir ki: «Şayet karı kendisini kocanın evine teslim etse, na­fakasını kocası vermesi gerekir.» Njhâye'ds de denmiştir ki: «Bu şart zahir rivayete göre lâzım değildir. Çünkü Mebsût'ta şöyle denilmiştir: Zahir rivayette bildirildiğine göre akdin sıhhatinden sonra, her ne ka­dar kocanın evine nakletmese de, kan için nafaka vâcibdir.» Ondan sonra denilmiştir ki: Belh İmamlarının sonra gelenlerinden bir kısmı karı -kocanın evinde zifaf edilmedikçe nafakaya müstehâk olmaz.» Fet­va Kitabın cevâbı üzeredir. O da.kocanın evinde zifaf edilmese bile na­fakanın vâcib olmasıdır.

Veya kan, kocanın evinde hasta olursa, onun için nafaka lâzım gelir. Kıyâs, şayet karının hastalığı cimâı nıenetse nafaka Verilmemek iktizâ ederdi. Çünkü erkeğin istifâdesi için kadın tarafından kendini hab-setmek yoktur. îstihsânen nafaka lâzım gelmesinin vechi; ihtibâsın mev-cûd olmasıdır. Çünkü koca o hasta olan kadın ile ünsiyet eder. Onu okşar ve kadın onun evini korur. Engel arızîdir, hayza benzer. Bu yön­den istihsânen nafaka lâzım gelir. İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.) dan riva­yet edilmiştir ki: «Karı şayet nefsini teslim ettikten sonra hasta olsa, teslim tahakkuk ettiği için nafaka vâcib olur.» Eğer teslimden önce hasta olup nefsini ondan sonra teslim ederse nafaka vâcib olmaz. Çün­kü teslim sahih olmaz. Bunu Hîdâyc sahibi makbul bulmuştur.

Nâşize olan kadın için nafaka vâcib olmaz. Musannif, nâşizeyi: «Nâşize kadın: Kocasının evinden haksızca çıkıp gidendir. Kocasının evine geri dönünceye kadar nâşizedir.» sözü ile açıklamıştır. Çünkü ih-tibâsın (kendini kocası için habs etmenin) yok olması karının kendisin-cîendir. Döndüğü zaman ihtibâs yerine gelir ve nafaka vâcib olur. Fa­kat kocanın evinde temkinden kaçınan kadın zikredilenin aksinedir. Çünkü ihtîbâs kâimdir. Koca onun ile zorla cimâa kadirdir. Musanni­fin «haksızca- sözü «haklıca» çıkmakdan sakınmadır. Nitekim koca ona naehr-i muaccelini (peşin mehr) vermediği için kocanın evinden çıkması gibi.

Borç sebebiyle, habsedilen kadının da nafakası kocasına vâcib ol­maz. Çünkü borcunu Ödemeyip oyalanmak suretiyle kendini teslimden kaçınmak onun tarafından gelmiştir. Onun tarafından gelmese bile erkek tarafından da kaçınma kadından olmayıp kadın âciz olduğu için olsa da suç değildir.

Kocasının evine gitmemiş olan hasta kadın için de kocasına nafa­ka lâzım gelmez. Nafaka, lâzım gelmemesinin sebebi, koca karısından faydalanamadıği ve ihtibâs bulunmadığı içindir.

Gasbedilmiş kadın için de kocasına nafaka vâcib olmaz. Yâni, ka­çırılmış (gasbedilmiş) kadın, bir adamın zorla alıp götürdüğü kadındır. Çünkü nafaka kocanm evinde ihtibâsın karşılığıdır. Halbuki ihtibâs ortadan kalkmıştır.                        

Mahremi ile beraber bile olsa, kocası olmaksızın Hacca giden ka­dın için de nafaka vâcib olmaz. Çünkü ihtibâsın ortadan kalkması ka-nnm tarafındandır. Eğer kadın kocası ile beraber yolculuk ederse, onun nafakası hazarda olan nafakadır. Yâni, vâcib olan hazar nafakâsıdır. Çünkü kocanın karı üzere; kâim ofması için ihtibâs vardır. Başka şey ge­rekmez. Yâni sefer nafakası gerekmez. Yolculuk için kocanın kira ver­mesi de gerekmez.

Eğer koca zengin İse, karısı için ve karısın sn bir hizmetçisi için na­faka vermesi gerekir. Çünkü karının ihtiyâcını gidermek kocaya vâcib-dir. Bu ise ihtiyâcı gidermenin tamâmındandır. Eğer koca fakir olursa esah olan kavle göre, hizmetçi için nafaka vermesi gerekmez.

Kocanın nafakadan âciz olması sebebiyle koca ile karının aralan ayırılmaz. Koca karısının hakkım, koca gâib olduğu halde ifâ etme­mekle de araları ayrılmaz. Velev ki, koca zengin olsun.
Ma'lûnı olsun ki: Şafiî1 (Rh.A.) ye göre, feshi tecviz eden iki du­rum vardır. Birisi kocanın fakirliğidir. Bunun yolu kâdî katında koca­nın fakirliği sabit olmaktır. Kâdî ona üç gün mehil verir. Dördüncü günün sabahında kanyı ondan ayırır. Gâyet'ul-Kusvâ'da böyle zikre­dilmiştir.

İkinci durum, gâib olan kocanın nafakadan karının hakkını zengin de olsa ifâ etmemesidir. Gâyet'ul-Kusvâ'mn şerhinde denmiştir ki: Eğer koca nafakayı edaya kadir olduğu halde gâib olsa ve lâkin kannın hak­kını ifâ etmese, iki vechin en açık olanına göre onda fesh yoktur. Lâkin eğer o gâib kocanın yeri biliniyorsa, kâdî kocanın olduğu belde kâdîsı-na onu çağırmak için adam gönderir. İki vechin ikincisi feshin sabit . olmasıdır. Bizim Ashabımızın bir kısmı buna meyletmişlerdir. Masla­hattan dolayı bununla fetva vermişlerdir.

Hâvi şerhinde denmiştir ki: Bu kavi Kâdî Taberî (Rh.A.) ve İb-nu's-Sabbâğ' (Rh.A.) in seçtiğidir. Kûyânî'den ve kardeşinin oğlu ei-Ud-de adlı k Hâl mı sahibinden rivayet edilmiştir ki, maslahat ve fetva bu-nunladır. Musannif birinci hilafa; «Ondan acziyle» demekle işaret et­miştir. İkinci hilafa; «Onu ifâ etmemekle değil ilâh.» sözü ile işaret et­miştir.

Ben derim ki: Güvenilir Şafiî kitapla mı dan nakledilmekle anlaşıl­mıştır ki; Şafiî' (Rh.A.) göre, nafakadan acz ile hüküm hâzıra baka-raktır. Gaibe bakarak hüküm ise infâk etmemektir. Acz ile infâk etme­menin her biri bizzarûre ma'lûmdur. îmdi zikredilen şeyden dolayı Hî-dâye şerhlerinde ve başka yerlerde, Şâfİİ' (Rh.A.) yi red için söylenen -şu sözlere vech yoktur: «Nafakadan acz, ancak koca mevcûd olduğu za­man kendini gösterir. Ama koca gaybet-i münkatıa ile gâib olursa, acz bilinmez. Çünkü kocanın kadir olması caizdir. Bu infâkı terk olur, yok­sa infâkdan acz olmaz. Bu da'vâ başka kâdîya sunulsa ve o kadının hükmünü caiz görse; sahîh olan şudur ki, bu hüküm geçerli olmaz. Çünkü bu hüküm ictihad götürür bir mes'ele de değildir. Zira biz zik-. rettik ki, acz sabit değildir.» Evet Şafiî'lerden mezhebini bilmeyip in-fakdan acz ile gâib üzere hükmeden kimseye bu i'tirâz vârid olur. Şa­fii' (Rh.A.) ye bu i'tirâz vârid olmaz. Şâfîî Mezhebi ile amel eden kim­seye de vârîd olmaz. İmdi ötesini sen düşün!

Kâdî o kadına, kocan adına borç al diye, emreder. Yâni, parasını kocanın malından ödemek üzere veresiye yiyecek satın al, der. Koca ve kan fakîr oldukları için fakır nafakası takdir edilir de, koca zengin­leşirse karı istediği takdirde ona zenginliğinin nafakasını tamamlar. Çünkü nafaka zenginlik ve fakîrliğe göre değişir. Hükmolunan nafa­ka henüz vâcib olmayan nafakanın takdiridir. Çünkü nafaka azar azar vâcib olur. Kocanın durumu değişince karı için hakkının tamamını istemek vardır. O da zengin kadınların nafakasının aşağısı ve fakîr kadınların nafakasının üstüdür.

Geçmişin nafakası düşer. Meğer ki kâdî takdir etmiş veya bir şey üzere sulh olmuş olalar. Çünkü nafaka sıladır, ivaz değildir. Ancak kâ-dînin hükmü ile kuvvet bulur.Hibe gibi ki, hibe ancak bir te'kîd edi­ci şey ile mülk îcâb eder. O da hibenin teslim alınmasıdır. Sulh kaza gibidir. Çünkü kocanın kendisi üzere velayeti kâdinin velayetinden da­ha kuvvetlidir. Fakat mehr bunun aksinedir. Çünkü mehr mülkden ivazdır.

Kan - kocadan bîrinin ölmesiyle veya karı boşanmış olmakla takdir olunan nafaka düşer. Yâni, koca üzere nafaka takdir edildikden sonra ikisinden biri ölse, lâkin kâdî karıya borç almakla emretmiş olmasa ve bir kaç ay geçmiş olup karı nafakasını almasa, takdir olunan nafaka düşer. Nitekim, daha önce geçti ki, nafaka sıladır. Sılalar ise,'hibenin ölüm ile düştüğü gibi, almazdan önce ölmekle düşer. Ancak kan kâdî-nin emri ile borç alırsa o başka. Çünkü bu takdirde nafaka kuvvet bu­lur. Nitekim daha önce geçti.

Eğer karı bir yıllık nafakasını peşinen alsa, ondan sonra kan - ko­canın ikisinden biri yıl tamamlanmadan önce ölse, kandan bîr şey ge­ri aimmaz. Çünkü nafaka sıladır ve o sılaya kabz (teslim aîmak) bi-tişmiştir. Sılalarda ölümden sonra geri dönmek yoktur. Çünkü hüküm­leri sona erer. Nitekim hibede olduğu gibi.

Nikâh ile me'zûn olan köle, karısının nafakası için satılır. Çünkü nafaka bedeli borçtur. O borç kölenin zimmetinde vâcibdir. Zira borcun sebebi, ki kan - kocalıktır, mevcûddur. Borcun vâcib olması kölenin sahibi hakkında zahirdir. Çünkü sebeb kölenin sahibinin izni ile hâsıl olmuştur, Borç kölenin boynuna bağlı Olur. Tacir köledeki ticâret bor­cu gibi. Kölenin sahibi için fidye vermek vardır. Çünkü karının hakkı nafakadadır. Rakâbenin ayn'ında değildir.

Köle tekrar tekrar satılır. Meselâ, bir köle sahibinin izni ile ev-lense de kâdî o köle üzere karısı için nafaka takdir etse ve o kölenin zimmetinde bin akça toplansa, o köle kıymeti olan beşyüz akçaya sa­tılır. Müşteri de onun üzerinde nafaka borcu olduğunu bilse, tekrar yine satılır. Şayet o köle üzerinde olan bin akça borç bir başka sebeb ile olsa, kıymeti olan beşyüz akçaya bir kere satılır. Bir kere daha sa­tılmaz.

Kölenin ölmesi ile nafaka düşer. O kölenin Öldürülmesi ile de düşer.

O kölenin efendisinden, alacak yeri bulunmadığı için, bir şey isten­mez.

Nafakadan bagfea boreda bir kere satılır. Eğer kölenin kıymeti alacaklılanna yeterse ne a'lâ, yetmezse hür oldukdan sonra istenir. Fark şudur ki: Nafaka borcu her zamanda yenilenir. Satışdan sonra başka borç olarak ortaya çıkar. Diğer borçlar bunun aksinedir. Eğer o köle müdebber veya mükâteb yâhûd iinınıü veled olursa nafaka için satıl­maz. Çünkü satışın caiz olması yok olmuştur. Lâkin mükâteb şayet ki­tabetten âciz olsa satılır. Çünkü aczden sonra ondan nakli kabul eder'

Nikâh edilmiş cariyenin nafakası ancak sahibinin hazırlaması ile kocasına vâcib olur. Yâni bir kimse başkasının cariyesi ile evlense, ona nafaka, ancak cariyenin sahibi cariyeyi hazırladığı zaman vâcib olur. Hazırlamaktan murâd: Câriye ile kocasının arasını .tahliye edip kendi hizmetinde kullanmamasıdır. Çünkü ihtibâs ancak hazırlamakla ve hizmetinde kullanmamakla gerçekleşir. Zira, cariyenin nafakayı hak etmesi hususunda muteber olan , kocasının işlerinde onu serbest bı­rakmaktır. Bu ise, söylediklerimizle olur. O cariyeyi sahibi, kocası ile' cariyenin arasını tahliyeden sonra hizmetinde kullansa vâcib olan na­faka düşer. Çünkü nafaka îcâb eden şey ortadan kalkmıştır. Eğer o câ­riye hazan sahibine çağırmadan hizmet ederse, nafaka düşmez. Çünkü sahibi onu hizmet için çağırmayınca geri almış olmaz. Bu hususta; ko­canın hür olması ile köle, müdebber veya mükâteb olması arasında fark yoktur. Zira nafaka îcâb eden ma'nâ cariyeyi teslime hazırlamaktır. Binâenaleyh, kocaların değişmesiyle değişmez. Keza müdebbere ve üm-mü veled, câriye gibidir. Hattâ bu ikisinin de nafakaları ancak sahibi­nin teslime hazır!amasiyle vâcib olur. Mükâtebe câriye, müdebbere ve ümntu veled gibi değildir. Şayet müdebbere sahibinin izni ile evlense, teslime hazırlamadan önce nafakası hür kadında olduğu gibi kocaya vâcib olur. Çünkü sahibinin onu istihdam etmek hakkı yoktur. Zira mükâtebe nefsine ve menfaatlerine daha hak sahibidir.

Kocaya karısı için oturacak bir ev iemî-n etmek vâcibdir. Çünkü Allah Teâlâ (C.C.) :
«O kadınları gücünüz nisbetinde, kendi oturduğunuz yerde otur­tun.» [50] buyurmuştur.
Kan - kocanın, ailesinden hâlî bir evde oturması gerekir. [51] Çünkü kan - koca başka insanlar ile bir arada oturnıakda zarara uğrarlar. Zira mal ve eşyalarından emin olmazlar İnsanlar onların birbirlerin­den faydalanmasına ve muaşeretine mâni' olurlar. Ancak, eğer kan -koca onları k»bûl ederlerse olur. Çünkü hak onlara âiddir. Binâenaleyh ehli ile birlikde oturup bu hususta anlaşabilirler.
Karının ehli, yâni mahremi diledikleri vakit ona bakar ve onunla konuşabilirler. Koca buncan onları menedemez. Çünkü menetmekde rahmi ayırmak (akraba île ilişkiyi kesmek) vardır. Kocaya bunda za­rar da yoktur. Fakat kocanın İzni yok iken onun yanına giremezler. Bu eâiz değildir. Zira ev kocanın mülküdür. Koca için oraya girmekden menetmek hakkı vardır.[52]

Sahih olan kavi, kocanın karısını ana - babasına gitmekten men edememesicür. Her hafta karının ana - babasının onun yanına gelmele­rini de menedemez. Her yıl ana - babasından başka mahreminin gelip görüşmesini de menedemez. Musannifin, «sahih olanı- demesi, Muham-med b. Mukâtü' (Rh.A.) in sözünden kaçınmadır. Çünkü o, «Kocanın, her ayda karısının mahremlerini ziyaretten menetmesi caiz olmaz.» der.

Gâib olan kimsenin karısı, çocuğu, anası ve babası için, gaibin malından onların hakları cinsinden yâni akça ve altın veya yemek yâhûd elbise takdir edilir. Fakat haklan cinsinden olmazsa bunun hi-lâfınadır. Çünkü satışa muhtaç olur. Gaibin malı ise infâk için bilitti-fak satılmaz.

Eğer yanında mal bulunan kimse, yâni, ortağı yâhûd emanetçi veya borçlu kendisinde mal bulunduğunu; karı - kocalığı ve karısının ondan çocuk doğurduğunu ikrar ederse veya kâdî bunu yâni malı, ka­rı-kocalığı ve doğumu bilir de; yanında mal olan kimse nıah itiraf etmezse, nafaka ve giyim takdir edilir. Kâdî gaibin karısına, kocası ona nafaka vermediğine dâir yemîn ettirir ve ondan kefil alır. Çünkü insanlardan bazıları kefil verir yemin etmez. Bazıları da aksini yapar. Kâdî ihtiyaten gaibin menfaatma ikisinin arasım cemeder.

Nafaka nikâha beyyîne getirmekle takdir edilmediği gibi gâib olan zevç mal bırakmadı ise kadın nafaka takdiri ve borçlanma emri al­mak için beyyîne getirdiği takdirde gâib aleyhine nafaka takdir edil­mez. Çünkü onda gâib aleyhine hüküm vardır. Nikâhlı olduğuna da hükmedilmez. Çünkü zikredilen gibi- bu da gâib aleyhine hükümdür. İmâm Züfer (Rh.A.) «Gâib aleyhine nafaka ile hükmolunur, nikâh ile olunmaz.» demiştir. Çünkü nafaka ile hükümde karı için na^ar yâni, merhamet vardır.             .

Gâib olan kocaya zar^r yoktur. Çünkü koca hâzır olsa ve karıyı tasdik etse, kan hakkını alır. Eğer inkâr ederse yemin ettirilir. Yemin­den kaçınırsa karıyı tasdik etmiş olur. Eğer karı delil getirirse hakkı sabit olur. Eğer delilden âciz olursa ya kefil veya karı öder. Nafakaya ihtiyâç olduğu için İmâm Züfer' (Rh.A.) in kavli ile amel edilir. Nikâh* da amel edilmez.

Biline ki, kâdî, gaibin malından nafakaya ancak zikredilen kim-selcr için hüküm verir. Çünkü gâib olan kimse aleyhine hükm caiz ol-m^z. Zikredilen kimselerin nafakası hükümden önce vâcibdir. Bundan dolayı onlar için, hükümden önce kocanın rızâsı olmadan nafaka al­mak vardır. Onlar hakkında hüküm kâdîden yardım ve fetvadır. Fa­kat zikredilenlerden başka akraba bunların aksinedir. Çünkü bunlar­dan başkasının nafakaları hükümden önce vâcib değildir. Bundan do­layı onlar gaibin malından, hükümden önce bir şey bulurlarsa alamaz­lar. Onların hakkında hüküm yeni îcâb olur, Bu ise gâib aleyhine caiz değildir.

Boşanmış olup iddette olan kadın için de, talâk gerek' ric'î talâk olsun ve gerek bâîn talâk olsun nafaka vâcib olur.

Âzâd ve bulûğ muhayyerliği gibi, suç ile olmayan ayırma ile mu'-tedde olan kadın için nafaka vâcib olur. Ya da küfüvü (dengi) olma­dığı için ayrılıp iddet bekleyen kadın için de nafaka ve mesken vâcib olur.
Ric'î talâkda vâcib olmasına sebeb; zira nikâh özellikle bizim mez­hebimizde ric'î ta lâk dan sonra kâimdir. Çünkü koca için cinsî münâ­sebet helâl olur. Bâîn talâkda vâcib olmasına sebeb; ^nafaka ihtibâsm (yâni, kadını kapayıp alıkoymanın) karşılığı olduğu içindir. Nitekim daha önce anlatıldı. Halbuki ihtibâs nikâh ile maksûtf olan hüküm hakkında kâimdir. O hüküm de çocuktur. Zira, iddet çocuğu korumak için vâcibdir. Şu halde nafaka vâcîb olur. Bundan dolayı iddet bekle­yen kadın için bî'1-icmâ mesken vâcibdir.

Kocanın ölümüyle mu'tedde olan kadın ve ma'siyet sebebiyle ayır-makdan mu'tedde olan kadın için nafaka vâcib olmaz. Ma'siyet sebebiy­le olan ayırma, meselâ karının mürtedde olması (yâni, İslâm Dîninden çıkması) gibi ve kocanın oğlunu şehvetle öpmesi gibi.

Birincisine, yâni ölümde nafaka vâcîb olmamasına sebeb; zîrâ, na­faka kocanın malından azar azar vâcib olur. Ölümden sonra onun malı yoktur ve vârislerin malından da nafakanın vâcib olması mümkün değildir.

İkincide, yâni ma'siyette nafaka vâcib olmamaya sebeb; kan îrti-dâdı ile haksız olarak kendisini habsedici olmuştur. Bu durumda ka­dın nâşize (itaatsiz) gibi ölür.

Üç talâk ile boşanmış olan mu'tcdde kadının mürtedde olmasiyle nafaka düşer. Kocanın oğluna temkinle (yâni zina imkânı vermekle) nafaka düşmez. Çünkü ayrılık üç taîâk ile sabit olmuştur. Onda riddet Vc temkin amel etmez. Ancak İslâm'dan dönen kadın, tövbe edinceye kadar habscâilir. Habsedilen kadın için de nafaka yoktur. Mümekkinc (yâni kocasının oğluna zina imkânı veren) habsedihnez. Binâenaleyh ona nafaka vardır.

Nafakanın vâcib olması sebeblerinden biri de nesebdir. Babaya bâs-seten nafaka vâcib olur. Babaya o nafakada bir kimse ortak olmaz. Ni­tekim ana - babasının ve karısının nafakasında kimse ortak olmadığı gibi. Gerekse baba fakîr olsun. Çünkü Allah Teâlâ (C.C.) :
«Anaların yiyecek ve giyeceğini sağlamak, çocuk sahibi olan baba­ya borçtur.» [53] buyurmuştur.  

Yukarıdaki âyette geçen «mevlûdün leh» babadır.

Babaya fakir çocuğu için nafaka vermek vâcib olur. Çocuğun kü­çük olması şarttır. Hattâ küçük çocuk /engin olsa nafakası kendi malın­dan verilir. Ya da çocuk büyük olup kazanmakdan âciz olursa, yine ba­baya nafaka vâcib olur. Hattâ kazanmakdan âciz olmasa nafakası babaya vâcib olmaz.

Hulâsa'da zikredilmiştir ki; Şayet büyük çocuk soylu kişilerin oğul­larından ölüp halk kendisini ücretle tutmazlarsa âciz sayılır. Yine böy­lece iiim öğrenenlerden olup şayet kazanç yolu bulamazsa, onların na­fakası babalarından düşmez.

Nafaka zengin olan babaya vâcib olur. Çünkü, baba fakir ise âciz olur. Âciz olan kimseye nafaka gerekmez. Fakat karı ile küçük çocuk­lar bunun a' sidir. Çünkü koca nikâh akdi ile nafakayı iltizâm etmiştir. Bunların nafakası kocanın fakır olmasiyle düşmez.

Zenginlik konusunda Fakîhler ihtilâf etmişlerdir. Fetva, sadaka alamayacak kadar nisaba mâlik olmakla, yâni fitre zenginliği ile tak­dir edilmiştir.

Fakir olanın usûlü için; yâni anası, babası, dedeleri ve nineleri için nafaka vâcib olur. Baba ve ana hakkında vâcîb olması; Allah Teâlâ (C.C.) :
«Onlarla dünyâda iyi geçin.» [54] buyurduğu içindir.

Bu âyet-İ kerîmeyi Nebi Aleyhisselâm iyi geçinme «Hüsn-i muaşe­ret» ile tefsir etmiştir. Ana-baba şayet aç iseler onları doyuracak, çıp-laksa giydirecektir. Bu âyet-i kerîme, üst tarafından anlaşıldığına gö­re, kâfir olan ana - baba hakkında nazil olmuş ve ibaresi ile nafaka­nın kâfir hakkında vâcib olmasını ifâde etmiştir. Müslüman hakkın­da ise evleviyet yolu ile ifâde eder.

Dedeler ve nineler hakkında nafaka vâcib olmasına gelince; çünkü oııl&r babalardan ve analardan sayılırlar. Bunctan dolayı dede, babanın yokluğunda baba yerine geçer.

«Fakîr olan» diye kaydetmesi; zengin oldukları takdirde nafakaları kendi mallarından vâcib olduğu içindir. Velev ki, fakirlerden olan usûl, kazanmaya kadir olsunlar. Nafakaları yine vâcibdir. Çünkü onlar çalış­maktan zarar görürler. Halbuki evlâd onlardan zararı uzaklaştırmaya me'mûrdur. Zahir rivayette evlâdın erkekleri ve dişileri arasında fark yoktur. S&hfh olan kavi budur. Çünkü ana ve babanın nafakaya istih­kakları ancak çocuğun malında mülk hakkı ile olur. Nitekim Besûlül-lah (S.A.V.):

«Sen ve malın baban içindir.» buyurmuştur. Bu ma'nâ evlâddan er­kek ve dişilere şâmildir.

Bundan dolayı bu istihkak — her ne kadar vâris olmak yok ise de — din ihtilâfiyle beraber ana baba için sabit olur.

Nafakanın vâcib olmasında yakınlık ve eüz'iyyete bakılır, mirasa bakılmaz. Kızı ve oğlunun oğlu olan kimsenin nafakası kızına vâcib olur. Halbuki ikisi arasında mîrâs yarıdır.

Kızının çocuğu ve kendi erkek kardeşi olan kimsenin nafakası kı­zının çocuğuna vâcib olur. Halbuki mirasın hepsi kardeşinindir. Kızın çocuğuna rnîrûs yoktur. Çünkü o zevi'l-erhâm' (uzak akraba) darıdır.

Her zî rahmi mahrem (yakın akraba) için nafaka vâcibdir.

Zî rahm ile mahrem arasında fark: Umûm ve husus min vechhıdir.

Çünkü bu iki kelime kıza ve kızkardeşe ıtlak edilebilir. Kız, amca kuma da şamildir. Fakat kızkardeş ona şâmil değildir. Çünkü amca kızının nikâhı sahilidir. Kızkarduy nikâhı sahih olmadığı için zevcenin kızkar-deşine (baldız) şâmildir. Fakat kız kelimesi şâmil değildir.

Küçük oğlan veya bâliga kadın veya âciz erkek, meselâ kazanma­ya kadir olamayan kötürüm; a'ma veya mecnûn ssî rahmi mahrem, bunların hepsinin fakir olmak şartiyle nafakaları verilir. Hattâ zengin olsalar, nafakaları başkalarına vâcib olmaz. Onların nafakalarının vâ­cib olmasına sebeb; çünkü yakın akrabalıkta sıla vâcib olur. Uzak ak­rabalıkta vâcib olmaz.

Bunları ayıran fasıl zî rahnı-i mahrem olmaktır. Allah Teâlâ (C.C.):
«Mirasçıya da aynı şeyi yapmak borçtur.» [55] buyurmuştur. (Yâni, baba Ölmüşse, yerine vâris olan onun sorumluluklarını yüklenir, de­mektir.) İbn Mes'ûd' (R.A.) un kıraatinde :

«Zî rahnı-i mahrem olan mirasçıya da bunun misli vardır.» şek­lindedir.

Onun kıraati meşhurdur. Şu halde meşhur haber değerindedir' Ni­tekim bu usûl ilminden bilinir. Bununla Kitâb'ın mutlakını takyîd et­mek caizdir.

Sonra mutlaka hacet lâzımdır. Küçüklük, dişilik, kötürümlük ve a'mâlık, acz gerçekleştiği için hacet belirtüerindendii:. Çünkü kazanca kadir olan kazancıyla zengindir. Fakat ana - baba bunun aksinedir. Ni­tekim daha önce geçti. Zikredilen kimse için nafaka mîrâs mikdâiı vâ-cib olur.

Mirasın mikdârı ancak, Hak Teâlâ' (C.C.) nın :
«Mirasçıya da bunun misli vardır.» [56] âyet-i kerîmesi mucibince i'tibâr edilmiştir. Çünkü hükmün vasfa terettüb etmesi, o vasfın illet olduğunu bildirir. Bir de; mes'uliyyet menfaate göredir.

Zikredilen kimselerin nafakaları üzerine vâcib olan kimse hak eden­lerin hakkını vermesi için infâka zorlanır. Binâenaleyh bâliğa olan kı­zın ve kötürüm olan baliğ oğlanın nafakası babaları ve anaları üzerine üçtebir hesabıyla vâcib olur. Babaya üçteiki ve anaya üçfcebir vâcib olur. Çünkü onlar için mîrâs bu kadardır. Zahir rivayette, nafakanın hepsi babayadır. Çünkü Hak Teâlâ (C.C.) :
«Anaların yiyecek ve giyeceklerini sağlamak, çocuk sahibi babaya, borçtur.» [57] buyurmuştur.

Ana - babadan başkasında tek rivayet ile mîrâs mikdârına itibâr edilir.

Musannif bunun üzerine; «Muhtelif dereceden zengin kızkardeşleri olan fakirin nafakası, o kızkardeşleri üzerine, mîrâsı gibi beştebir hesa­bıyla vâcib olur.» sözünü tefri' etmiştir. Üç tane beştebir, baba bir ana bir kızkardeşedir. Bir beştebir baba bir kızkardeşinedir. Bir beştebir de ana bir kızkardeşine mirasları mikt ân vâcib olur.

Mahrem olan zî rahmde, mahrum olmamak üzere, mîrâs ehliyetine itibâr edilir. Mîrâsı ihraz etmesiyle onun hakîkatına itibâr edilmez. Çünkü mîrâsı ihraz etmesi ancak ölümden sonra bilinir.

Musannif bunun üzerine, «Zengin dayısı ve amcası oğlu olan fakirin nafakası dayısına vâcib olur.» sözünü tefriTi etmiştir. Çünkü amca oğlunun olup mirasın dayıya kalması mümkündür. Zira, amca oğlu mahrem değildir. Onun üzerine nafaka da yoktur. Dayı mahremdir! Nafakayı onun vermesi gerekir.

Dinleri ayn olursa nafaka lâzım gelmez. Çünkü istihkak ancak vâ­risin adı ile sabit olur. Dînin ayrı olması ise vâris olmayı meneder. Şu halde Hıristiyana (Nasrânîye) Müslüman kardeşi için nafaka vâcib ol­maz. Mti.slüıııana da Hıristiyan olan kardeşi için nafaka vâcib olmaz. Ancak, Müslümamıı Hıristiyan olan karısı için nafaka vâcib olur. Çün­kü bunun nafakası nikâh akdi ile müstehak olan ihtibas itibariyle vâ­cib olur. Bu, akdin sıhhatine dayanır. Yoksa milletin bir olmasına da­yanmaz. Hattâ, nafaka fâsid nikâh ile vâcib olmaz. Şüphe iie cinsî mü­nâsebette bulunmakla da vâcib olmaz.

Usûl için yâni ana - baba, dedeler ve nineler için nalaka vâcib olur. Çünkü Allah Teâlâ (C.C.) :
«Onlarla dünyâda iyi geçin (güzel davran)» [58] buyurmuştur. Bu âyet-i kerîmeyi Resûlüllah (S.A.V.) :

«İyi geçinmek ve güzel davranmak» diye tefsir etmiştir. Nitekim daha önce geçti.                        

Dedeler ve nineler, ana-baba gibidir. Nitekim bu da daha önce geçti.

Müslüman, harbî olan ana - babasına, infâk için zorlanmaz. Harbî de Müslüman veya zımmî olan babasına infâk için zorlanmaz. Çünkü istihkak sıla yoluyladır. Harbî ise sılaya müstehak olmaz. Çünkü Hak Teâlâ' (C.C.) mn :
«Allah, ancak sizinle din uğrunda savaşanları (dost edinmenizi) yasak eder.» [59] kavli şerîfiyle onlara iyilikken menetmiştir. Bundan dolayı bizim ülkemizde olan kimse ile onların arasında, her ne kadar milletleri müttehid olsa da, mîrâs câri olmaz.

Fürû' için de nafaka vâcib olur. Çünkü fürû' aslın cüz'üdür. Şu hal­de cüz'ün nafakası küfür ile, kendisinin nafakası gibi menedilmez. t Zimmî olan usûl ve fürû' için nafaka vâcîb olur. Bu kayda sebeb

harbîden ve müste'menden ihtirazdır. Birincisine, yâni harbîye gelin­ce; çünkü bizimle savaşanlar hakkında iyilikden .nehyolunduk. Nitekim daha önce geçti. İkincisi, yâni müste'men ise dâr~ı harbe iltihâk etmek amacında olduğu içindir.

Baba oğlunun metâmı, nafaka için satar, akarını satamaz. Yâni, babanın, nafakası için çocuğun metâım satması caizdir Zira baba için, gâib olan çocuğunun malı hakkında korumak velayeti vardır. Çünkü vasi için korumak velayeti vardır. Babanın şefkati çok olduğundan üo-layı baba için ,velâyet-i hıfz evleviyyetle sabittir.

Menkûlün satışı korumak bâbuıdandır. Çünkü menkûlün telef ol­masından korkulur. Akar böyle değildir. Zira akar kendiliğinden ko­runmuştur. Yakın akrabadan, babadan başkası babanın aksinedir.. Zira onların küçük çocuğun malında tasarrufda asla velayetleri yoktur ki, bulûğdan sonra o tasarrufun eseri bakî kalsın. Büyüdükden sonra ko-rumakda da velayetleri yoktur. Baba böyle değildir. Menkûlün satışı caiz olunca satılanın değeri hakkı cinsindendir. O hak da nafakadır. Binâenaleyh, baba için ondan almak caizdir. Babanın kendi nafaka­sından başka, üzerinde olan borcu için oğlunun metâım satması caiz ol­maz. Bu İmâm A'zam' (Rh.A.) a göredir. İmâmeyn' (Rh.Aleyhimâ) e göre ise zikredilenlerin hepsinin satılması caiz olmaz. Kıyâs da budur. çünkü baba için velayet, bulûğ ife kesildiği için yoktur. Bundan dola­yı, oğlunun hâzır olduğu halde malına mâlik olmaz.. Nafakadan başka borçda satışa da mâlik olmaz. İstihsâlim vechi bizim zikrettiğimizdir. Zeylaî (Rh.A.) der ki: «Mes'elede bir nevi işkâl vardır. İşkâl şudur: Denilebilir ki; baba için oğlu yokken bilittifak koruma velayeti olunca, tmâmeyn' (Rh.Aleyhimâ) e göre, baba için nafaka sebebiyle satışa ve­ya hepsinin katında borç sebebiyle satışa mâni' nedir?»

Ben derim ki: Bunda asla işkâl yoktur. Çünkü burada iki mukad­dime vardır. Biri şudur: Baba için,.oğlunun yokluğu hâlinde korumak velayeti vardır.

İkincisi şudur: Menkûlün satılması korumak bâbındandır. Birin­cim» icmâiyye olmasından İkincinin de icnıâîyye oiması gerekmez.
O halde İnıâmcyn' (Rh.Aleyhimâ) e göre, nafaka sebebiyle satıl­maya engel korumaya ut elmasıdır. Borç sebebiyle satışa mâni1 ise, borcun sübûtunun hükme muhtaç olmasıdır. Doğum nafakası bunun aksinedir. Nitekim daha önce geçti. Bu tamamen açık olduğu halde iâzîleü He tanınmış olan kimseye nasıl gizli kaldığına şaşılır.

Sadru'ş-Şerîa (Rh.A.) şöyle demiştir: Fukahâ demişlerdir ki, baba­nın, oğlunun malını koruma velayeti vardır. Menkûlâtın satılması ko­rumak hftbındandır. Akarın satılması korumak babından değildir. Çün­kü akar kendiliğinden korunmuştur. Baba oğlunun menkûlünü sattığı zaman, değer de hakkının cinsinden olsa — ki o nafakadır — o değeri nafakaya harcar. Ondan sonra demiştir ki: Ben derim ki, babaya na­fakadan dolayı eşyayı satmak helâl olur mu? Söz buradadır. Yoksa koru­mak için satmakda, sonra malın değerinden infâkda değildir. Şu da var ki: İllet bu olmuş olsa nafakadan başka borç için bu delilin ayn'ı ile satış caiz olurdu.».                                                            

Ben derim ki: Fukahâ'mn korumak için satmanın caiz olduğunu söylemeleri, nafaka hususunda satmanın caiz olduğunu isbât içindir. Çünkü onlann sözünün ma'nâsı şudur: Menkûlâtın satılması nafaka için caiz olur. Çünkü korumak için satmak caiz olur. Bunun delili, ko­rumak için vasinin satabilmeğidir. Öyle olunca babanın satması evle-viyyetlc caiz olur. Çünkü vasi velayeti babadan elde eder. Babanın sat­ması malı korumak için caiz olur da, satarsa nafaka cinsinden mal hâ­sıl olur. Babanın o malı nafakasına harcaması caiz olur. Fakat Sad-ru'ş-Şerîa'nm; «Şu da var ki, illet eğer malı korumak olsa, nafakadan başka borç için satmak caiz olurdu.» sözü tamâmiyle bâtıldır. Çünkü bilirsin ki, borç sebebiyle satmaya mâni' şudur, borcun sübûtu gâib aleyhine hükme muhtaçtır. Bu ise caiz değildir. Çocukların nafakası bunun aksinedir. Şu halde birincinin caiz olmasından ikincinin caiz ol­ması gerekmez.

Ana, oğlunun malını kendisinin nafakası için satamaz. Çünkü ana için oğlunun küçüklüğü hâlinde tasarrufda ve büyüdükden sonra ko-rumakda velayet yoktur.

Daha önce geçti' ki, ana için baba gibi oğlunun malında, hadis-i şerife göre, temellük hakkı vardır, bu, ananın baba gibi nafaka için çocuğunun malını satması caiz olmasını iktizâ eder denilirse, biz deriz ki: Satmanın caiz olmasının medarı temellük hakkı değildir. Belki ço­cuğun malında tasarruf hakkıdır. Binâenaleyh kimin malda tasarruf velayeti varsa onun satması caiz olur. Malda velayeti olmayan kimse iğin satmak caiz değildir.

Oğlunun emânet, koyduğa kimse, şayet emâneti kâdîııin emri ol­madan ana - babasına infâk etse, inâbetsiz ve velâyetsiz başkasının ma­lında tasarrufda bulunduğu için Öder. Eğer kâdî onun satılmasını em­retmiş işe ödemez. Çünkü kâdî mülzimdir. (ilzam edendir.) Ana - ba­bası fi'âıb olan oğullarının malını kendilerine infâk etseler, eğer na­faka cinsinden olursa ödemezler. Çünkü ana - babanın nafakaları kâdi-nin kazasından önce oğula vâcibdir. Şu halde ana - baba hakimim alır­lar.

Karıdan başkasının, yânj usûl, fürû' ve yakınlara nafaka ile hü­küm olunsa ve müddet geçip onlara o müddet içinde nafaka ulaşmasa, nafaka düşer, Çünkü zikredilen kimselerin nafakası hacete göredir. Müddet geçince hacet yok olur.

Kandan başkası denmesinin sebebi sudur: Çünkü kâdî şayet ka­rının nafakası için hüküm etse, müddet geçmekle düşmez. Çünkü na­faka ihtibâs karşılığıdır. İhtiyâç için değildir. Nitekim daha önce geç-, ti. Bundan dolayı karinin nafakası zengin de olsa kocaya vâcib olur. Geçmişte ihtiyaçsızlık hâsıl olmakla düşmez.

Ancak usûl, iürû' ve yakınlar, kâdîııin teni ile ödünç alırlarsa, yâni kâdî onlara borç almaya izin vermiş de onlar da gâib nâmına borçlan-nuşlarsa, bu takdirde onların da nafakaları düşmez. Nitekim karının nafakası sadece kâdînin takdiri ile, her ne kadar müddet geçse de, düş­mediği gibi.  

Mülk dahî nafakanın vâcib olması sebebleıindcndir. Şu halde sa­hibine, mâlik olduğu kölesi için ıtafaka vâcib olur. Sâhib kölesine in­tak etmekden kaçınırsa, o köle eğer kazanmaya kadir ise çalışıp kaza­nır ve kendisine infâk eder. Eğer çalışmaya kadir değil ise, kâdî sahi­bine o köleyi satmasını emreder.

Müdebbir ve ünımü veleddc İnt'âkdan kaçınırsa, sahibi infâk et­meye zorlanır. Çünkü bunlarda satış imkânsızdır. Mala karşılık mükâ-teb olan çalışıp kazanır. Çünkü nıükâteb, her ne kadar rakabe yönün­den memlûk ise de yed'en mâliktir. (Yâni çalışmakta serbesttir.) «Ma­la karşılık mükâteb» sözüyle musannif hizmete karşılık mükâtebden sakınmıştır. Zira hizmete karşılık mükâteb, rakîk (köle) gibidir. Çün­kü onun için asla mâükiyet yoktur.

Bir adam kölesinin nafakasını vermezse, köle çalışıp kazanmaya muktedir olduğu takdirde sahibinin rızâsı olmaksızın onun malından yiyemez. Aksi takdirde yâni o köle kazanmaya kadir değil ise, sahibinin malını onun rızâsı olmadan yemesi caiz olur. Zira çaresiz kalmıştır. Keza sahibi köleye kazanıp yemeyi menederse, onun rızâsı olmaksızın yemesi yine caizdir.                                     .                                 ,

Bir şahıs bir köleyi zorla alsa, gasbediten köle mâlikine geri veri­linceye kadar, nafakası gasbeden üzerinedir. Eğer gasbeden, kâdiden nafaka emri isterse, yâni zorla alan kimse köleye infâk etmeye veya o gasbedilen köleyi satmaya kâdîden izin isterse, kâdî ona icabet etmez ve sözünü de kabul etmez. Ancak eğer kölenin zayi' olmasından korku-lursa gasbedilen köleyi gâsıb değil kâdî satar ve o kölenin kıymetini mâliki için ahkor.
Bir şahıs Zeyd'in yanına bir köleyi emânet bırakıp, bırakan şahıs gâib olsa, emanetçi Zeyd de, kâdîden o köle İçin nafaka emri istese, kâdî bu emri vermez. Çünkü kölenin kıymeti bütün nafakayı kapla­mak ihtimâlinden dolayı kölenin sahibi bundan zarar görür. Belki kâdî o köleyi kiraya verip ücretinden, o köleye infâk eder. Ya da onu satıp kıymetini köle sahibinden zararı defetmek için, onun nâmına saklar. [60]


Eser: Dürer

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Dürer

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..