Kölenin Bir Kısmının Âzâdı Babı
Sahibi, kölenin bir kısmım âzâd etse, tamâmı âzâd edilmiş olmaz, İmâmeyn (Rh. Aleyhimâ) ile İmânı Şafiî (Rh.A.); «Kölenin tamâmı âzâd edilmiş olur.» diyerek bu görüşe muhalefet etmişlerdir,
Muhalefetin özeti:'Kölenin bir kısmını âzâd etmek, köleliğin tamâmının yerinden yok olmasını gerektirir mi, yoksa gerektirmez mi? tmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, gerektirmez. Belki mahal köle (rakîk) olarak kalır. Fakat âzâd edilen kısmın miktarı mülk ortadan kalkar. İmâmeyn (Rh. Aleyhimâ) ile İmâm Şafiî' (Rh.A.) ye göre ise, mülkün ortadan kalkmasını gerektirir. Onların delili: Köle âzâdı hükmî bir kuvvet olan azadın isbâtıdır. O kuvvetin isbâtı âzâdm zıddı olan köleliğin (rıkkın) izâlesidir. Bu ikisi, yâni âzâd (ıtkj ile kölelik (nkk) ittifakla bölünme kabul etmezler. Binâenaleyh köle âzâdı da bölünme kabul etmez. Eğer bölünme kabul etse malûlün illetten- aynlm'âsı veya âzâdm bölünmesi gerekir. Çünkü âzâd bölünmüş olursa, ya bir bölümün âzâ-dıyla tamâmın âzâdı sabit olur, ya da bir şey sabit olmaz. Veya bir kısmı sabit olur. İki Öncekilerin her biri üzere ma'lûlün illetten ayrı-, lığı gerekir. Son duruma göre, köle azadının bölünmesi gerekir. İmdi köle âzâdı bölünme kabul etmeme hususunda talâk; kısasdan afv ve çocuk, doğurmayı istemek gibi olmuştur.
İmâm A'zam' (Rh.A.) in delili: Köle âzâdı ya mülkü ortadan kaldırarak âzâdı isbâttır. Veya ilk önce mülkü izâledir. Yoksa mülkün zıddım ki, köleliktir ortadan kaldırarak âzâdı isbât değildir. Bölünme lâzım gelmesi için köleliği ortadan kaldırmak da değildir. Bunun açıklaması şudur: Çünkü köle âzâdı tasarruftur. Tasarruf sayılan her şey, tasarrufda bulunanın idareciliğine geçmez; Tasarruf yapanın veliliği ancak hakkı olan şeyde olur. Mâlikin hakkı ise mülktür. Şu halde veliliği ancak mülk üzere olur. Mülk ise bi'1-icmâ' bölünme kabul eder. Fakat, ona bölünme kabul etmeyen bir iş teallûk eder. O da âzâdlıkdır. O bölünme kabul etmeyen azadın teallûku.ise mülkün bölünmesini gerektirmez. Namazın caiz olması gibi. Çünkü namazın caiz olması bölünme kabul etmeyen bir iştir, ki bölünme kabul edene teallûk etmiştir. O da namazın rükünleridir. İmdi, bu görüşler bu konuda Fukahâ-nın zikrettiği şeyin bir özetidir. Sen bilirsin ki, onların delillerine ce-vâb vermek, ancak İmâm A'zam' (Rh.A.) in murâdını araştırmakla faydalı olur. İmâm A'zam' (Rh.A.) m kavline göre bu konuda vârid olaıı güçlüklerin ortadan kaldırılması, âzâdın, köle âzâd etmeye uygun ol-masîyle olur. Şu halde fiilin, yâni köle âzâd etmenin bölünme kabul etmesi ve mutâvnnın, yâni âzâdın bölünme kabul etmemesunasıl tasavvur edilebilir. İmdi sen maksadın hakikatim anlamak istersen, sana soyliyeceğim şu sözlere kulak ver:
Ben derim ki: (Başarı Allah1 (C.C.) dandır ve tahkikin anahtarları O'nun yed'i kudretindedir.) Âzâd etmenin (i'tâkın) gerçek ma'nâsi Fukahânm dedikleri gibi şer'î kuvvet olan âzâd (ıtk) m isbâtıdır. Aşikârdır ki; bu yönden onun isbâtı insan gücünün dışındadır. Bu ancak Hâlık Teâlâ (C.C.) Hazretlerinin kudreti dahilindedir. Gerçek ma'-nâ imkânsız olunca, mecazî ma'nâya geçmek vâcib olur. Nitekim bu mukarrer kaidedir.
Mecazî ma'nâların gerçeğe-en yakın olanı burada iki şeydir: O iki şeyden biri mülkün ortadan kaldırılması ile şer'î kuvveti isbâttir. Meselâ; kuldan sâdır olan mülkün izâlesi olmakla kuvvetin sübûtu onun üzerine terettüb eder. Bunun benzeri kulların fiillerinde kazanmak ve yaratmaktır. İmdi birincisi, yâni kulun kazanması onun kudreti dahilindedir. Onun üzerine Allah* (C.C.) m kudreti dâhilinde olan terettüb eder. O da âzâd (ıtk) dır. İkinci^ma'nâ mülkün izâlesidir. Bu açıktır. Bununla onların zikredilen delillerine cevâb verilmiş olur. Böylece meşhur işkâl de ortadan kalkar. Birincisine gelince; biz, âzâd etmenin (i'tâkm), şer'î kuvvetin isbâtı olduğunu kabul etmeyiz, denilir. Çünkü onun kuldan sâdır olması muhaldir. İsbâtın kula isnadı hakîkaten nasıl sahîh olur? İmdi bu mukaddime bâtıl olunca ona dayanan şey de bâtü olur.
İkincisine gelince; denilir ki, itkin i'tâk için mutâvi' olmasiyle itkin gerçek ma'nâsına göre böyle olduğunu murâd ederseniz; biz bunu kabul ederiz. Lâkin burada murâd bu ma'nâ değildir. Nitekim bilirsin. Belki onun mecazi ma'nâsıdır. Fiilîn mutâviınm mecazî ma'nâdan ayrılması caiz olur. Nitekim: «Kırdım, fakat kırılmadı» sözünde olduğu gibi. Çünkü bunun .ma'nâsı: «Ben onun kırılmasını istedim, o kırılmadi» demektir. Eğer siz; bu sözle buradaki murâd ma'nâya mutâvi* olduğunu kasdederseniz, biz bunu kabul etmeyiz. Çünkü burada murâd olan ma'nâ; ya mülkün ortadan kaldırılmasıdır, ya da mülkün ortadan kaldırılmasının müsebbibidir.'Açıktır ki, eğer mülkün izâlesi bölünme kabul etse, âzâdın bölünmesini gerektirmez. Belki mülkün zevalinin bölünmesini gerektirir. Halbuki onda mahzur yoktur. Belki iş zikredilen gibidir. Sözün kısası şudur ki; şayet kölenin bir kısmı âzâd edilse, sahibinin mülkünün bir kısmı yok olur. O da yed'İn (mâlikiyetin) mülküdür. Rakabenin mülkü kalır. Bu durumda mükâteb gibi olur. Bundan dolayı musannif bu mes'eleyi onu ta'kîb eden mes'ele ile izledi. İlâhî tevfîkin nurlarından bana taşan bu tahkik ile Bedâyi1 sahibinin dediği şey yıkılmıştır. Onun sözü şudur: Fukahâdan çoğu; İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, bölünen i'tâk olup itkin bölünmediği görüşü üzeredir. Bu ise doğru değildir. Çünkü i'tâk bölünmeyi kabul edince ıtk da bölünür. Şu bir zarurettir ki, ıtk i'tâkın hükmüdür. Hüküm ise illete uygunluk olarak sabit olur. Bir de; bu söz illetin tahsisine kail olmaktır. Çünkü; âzâd etmek (i'tâk) yanda mevcûddur. Kölenin âzâd olması ise ödeme veya çalışma zamanına kadar gecikir. Bu, illet var, hüküm yok demektir. İlletin tahsisinin tefsiri budur. Bâzı Hidâye muhaşşîleri; «Bedâyi' sahibinin izahından şu lâzım gelir ki: Âzâd olmak, parçalan-*mayı kabul etmemekde, âzâd etmekten ayrılmaz. Çünkü âzâd etmek bölünme kabul etmez. Binâenaleyh Sâhibeyn'in (yâni İmâm Muham-med ise îmâm Ebû Yûsuf (Rh.Aleyhiinâ) un) sözünün kuvveti meydana çıkar, demişlerse de, Bedâyi sahibinin sözünün yıkıldığı bizim söylediğimizi teemmülle ortaya çıkarır. İmdi gerisini sen düşün!
Sonra, âzâd etme mülkün bir kısmının ortadan kalkmasiyle bölünme kabul edince, İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, kölenin maliyetinin bir kısmı habsedilip, o köleye çalışıp kazanmak vâcib olur. Köle, kıymetinin bir kısmından geri kalanında sahibi için çalışıp kazanır. Çünkü çalışıp kazanan köle, îmâm A'zana' (Rh.A.) a göre, mükâteb gibidir. Hattâ o kölenin dört kadını nikâh etmesi, yâni dört kadın ile evlenmesi caiz olmaz. Teberrulara da mâlik olmaz. Çünkü itkin bir kısma izafesi kölenin nefsinin hepsine mâlikiyetinin sübûtunu gerektirir. Kölenin bir kısmında mülkün kalması hepsinde mâlikiyetin sübûtunu meneder. İmdi biz, iki delil ile köleyi mükâteb menzilesine indiren kavi ile amel ettik. Çünkü efendi yed'en mâliktir. Rakabeten mâlik değildir. Çalışmak ise kitabet bedeli gibidir. Şu halde sahibi onu çalıştırabilir. Âzâd etmesi de caiz olur. Çünkü mükâteb âzâd edilebilir.
Eğer köle çalışmakdan. âciz olursa köleliğe (rıkka) geri çevrilmez.
Yâni, ikisi arasındaki fark şudur: Bir kısmı âzâd edilmiş olan köle şâyet edadan âciz olsa rıkka (köleliğe) geri çevrilmez. Çünkü o hâiis ıskattır, feshi kabul etmez. Maksûd olan kitabet bunun hilafıdır. Çünkü maksûd kitabet feshi kabul eden bir akddir. Talâk ve kısâsda ikisi ortası bir durum yoktur. İmdi biz onu hepsinde haram tarafını tercih ederek isbât ettik.
Çocuk isteme (Doğurtma), İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, bölünme kabul eder. Hattâ kendisi ile başkası arasında müdebbere olan cariyenin kendi hissesine düşen kısmından bir çocuk doğurtmak istese bununla yetinilir. Müdebber olmayan cariyede ifsâd etmek sebebiyle ortağının nasibini ödese, ödemekle o nasibe mâlik olur ve doğurtmak kâmil olur.
Bir adam kendisi ile başkası arasında ortaklaşa olan köleden payını âzâd etse, ortağı için dahî âzâd etmek hakkı veya çalıştırmak hakkı vardır. Velâ hakkı her ikisinde vardır. Çünkü ikisi de âzâd edicidirler. Yâhûd âzâd eden zenginse ortağına hissesinin kıymetini Ödetme hakkı vardır. Meselâ; şer'kiniu hissesinin kıymeti kadar mala sâ-hib ise ödettirir. Eğer fakir ise ortağının ancak âzâd etmek veya çalıştırmak hakkı vardır. Velâ birincide olduğu gibi ikisi için olur. Ödeyen âzâd edici Ödediği şeyle köleye riicû eder. Çünkü âzâd eden, susan yerine geçer. Çünkü sâkit için çalıştırma hakkı vardır. Âzâd eden için de öyledir. ,
Velâ ödeyene (zâmine) âıddir. Çünkü azadın hepsi onun tarafından d ir. Zira kölenin tamâmına ödemekle mâlik olmuştur. İki ortakdan her biri diğerinin payının azadına şehâdet etse, köle ikisi için çalışır. Gerek o iki ortak zengin, gerekse fakır olsunlar ve gerek biri zengin ve diğeri fakır olsun. Bu İfnanı A'zam' (Rh.A.) a göredir. îmânıeyn' (Rh. A-leyhimâ) e göre, eğer ikisi de zengin olurlarsa köle çalışmaz. Eğe* .ikisi de fakir olurlarsa, ikisi için de çahşır.'Eğer biri zengin ve diğeri fakîr olursa, fakîr için çalışır, zengin için çalışmaz. Velâ hakkı ikisine âiddir. Çünkü her biri, benim ortağımın köle üzerinde payı onun âzâd etmesiyle âzâd edilmiş oldu ve o payının velâsı onun içindir. «Benim payım çalışmakla âzâd edilmiş oldu, payımın velâsı benim içindir.» der.
İ mâ m ey n' (Rh. Aleyhimâ) e göre: Velâ zikredilenin hepsinde mev-kûfdur. Çünkü ikisinden her biri âzâdı ortağına havale eder ve ortağı bunu kabul etmez. İmdi .veiâ, ikisinden- birinin i'tâkı üzerine ittifak edinceye kadar mevkuten kalır.
İkİ ortağın biri kölenin azadını yarınki günde birinin fiiline bağla-sa ve; «Eğer fülân köle bu eve yarınki gün girerse hürdür.» dese ve ortak da: «Eğer girmezse hürdür.» dese, imdi yarınki gün geçip şartı dahî bilinmese, yâni köle eve girdi mi, yoksa girmedi mi bilinmese, o köIenin yansı âzâd tailmiş olur. Köle geri kalan yarısında ikisi için çalışıp kazanır. İmâm Muhammed' (Rh.A.) e göre, tamamında, çalışıp kazanır. Çünkü çalışıp kazanmanın düşmesi ile üzerine hükmedilecek şey,' ki kölenin eve girmesi veya girmemesi bilinmemektedir, bilinmeyen şey üzerine hüküm vermek ise mümkün olmaz.-İmâm A'zam (Rh.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.) un delili şudur: Çalışıp kazanmanın yarısı kesinlikle düşmüştür. İki ortakdan her biri diğerine, çeri kalan yarım benim pimindir ve düşen senin payındır, der. Bu durumda kölenin çalışıp kazandığı ikisi arasında yarı yarıya bölünür.
İki kölede âzâd olmak yoktur. Yâni, bir adam: «Eğer fülân kimse yarınki gün eve girerse, benim kölem hürdür.» deyip ve diğer adam da: «Eğer yarınki gün fülân eve girmezse benim kölem hürdür» dese, ve gün geçerek, o adamın girip girmediği bilinmese, iki köleden her biri âzâd edilmiş olmaz. Çünkü âzâd ile üzerine hüküm verilecek şey ki eve girmektir ve âzâd ile hükmedilecek olan da iki kölenin biridir bilinmemektedir. Şu halde aşın bilgisizlik vardır. Öyleyse iki köleden hiçbiri âzâd edilmiş olmaz.
İki kimse ikisinden birinin çocuğuna, satın almak, hibe veya va-siyyet ile mâlik olsalar veya o iki kimsenin biri oğlunun yarısını oğlunun sahibinden satın alsa, yâhûd onun âzâd olmasını yansının satın alınmasına bağlasa, meselâ Zeyd, Bekr'in kölesine: «Eğer ben senin yarını satın alırsam senin yarın hürdür.» dese, ondan sonra- o köleyi Zeyd ve bir başka adam ortaklaşa satın alsa, ilk iki surette hem onun hem babanın payı âzâd edilmiş olur. Çünkü baba yakınının yarısına mâlik-dir. Onu satın alması ise âzâd etmektir. Nitekim daha Önce geçti. Şart bulunduğu için, üçüncü surette yemîn edenin payı âzâd edilmiştir. İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, j,eaddî bulunmadığı için baba ortağının payım Ödemez. Gerek ortağının oğlu olduğunu bilsin, gerekse bilmesin müsavidir. Baba ortağının payım zikredilen üçüncü surette Ödemez. Nitekim onu mîrâs yoluyla alsalar hüküm bu olurdu. Yâni, baba bu surette ortağının hissesini ödemez. Nitekim baba ile ortağı oğluna mîrâs yoluyla mâlik olsalar, baba ortağın hissesini ödemezdi.
Bunun sureti şudur: Bir kadm ölüp, bir kölesi kalsa, ki o köle, kocasının oğlu olsa ve kocasıyla erkek kardeşini mirasçı bıraksa, baba oğlunun yansına vâris olup babası üzere âzâd edilmiş olur ve o kadının erkek kardeşinin payını ittifakla ödemez. Çünkü irs baba için zarurîdir. İrsin sübûtuuda baba için seçme hakkı yoktur. Şu halde ortak köleyi ya. âzâd eder veya çalıştırır. Yâni ortak için Ödetme velayeti olmayınca, ortak için iki durumdan biri kalır: Ya âzâd etmek veya çalıştırmak, İmâmeyn (Rh. Aleyhimâ) demişlerdir ki: İrsden başkasında, baba zengin olduğu halde oğlunun kıymetinin yansını öder. Fakir olduğu halde oğlu kıymetinin yarısını babasının ortağı için çalışır. Çünkü onu yakınının satın alması âzâd etmektir. Eğer satın alan zengin ise ödemek vâcib olur. Fakır ise, köle çalışıp kazanır. İmâm A'zam (Rh.A.) der ki: Ortak olan adam, payının ifsadına razıdır. Bu durumda baba ödeyici olmaz. Nitekim payının âzâd edilmesine izin verse, âzâdm illetinde vki o satın almaktır babaya ortak olması bakımından, babanın ödeyici olmadığı gibi. Eğer baba ödeyici olmadığını bilmezse, bilmemek özür olmaz. Eğer kölenin yansını bir yabancı satın alıp ondan sonra geri kalan yarısını da, zengin olduğu halde kölenin babası satın alsa, babanın ortağı olan yabancı payını babaya ödetir. Çünkü yabancı payını ifsada razı olmamıştır. Ya da oğlan babanın yanında maliyetini habsettiği için kıymetinin yarısında çalışır. Bu İmâm A'zam' (Rh.A.) a göredir. Çünkü İmâm A'zam' (Rh.A;) a göre, âzâd edenin zenginliği çalışmayı menetmez. İmâmeyn (Rh. Aleyhimâ) ise; «Ortak için muhayyerlik yoktur. Baba oğlunun kıymetinin yansını öder.» demişlerdir. Çünkü İraâmeyn' (Rh. Aleyhimâ) e göre, âzâd edenin zenginliği çalışmayı meneder. Eğer kölenin babası zengin olduğu halde oğlunun ta-mâmma mâlik'olan kimseden yansını satın alsa, baba mâlike ödemez. Çünkü mâlik köleyi babasına satması ile payının ifsadına razı olmuştur. Bir köleye ortak olan üç kimsenin biri köleyi müdebber etse ve diğeri âzâd etse ve her ikisi zengin olsa; biri de sükût etse, sükût eden ancak kölenin müdebbiri olan- ortağına payını ödetir. Âzâd «dene ödetmez. Müdebber yapan da kölenin müdebber olarak üçtebir kıymetini âzâd edene ödetir. Kendi ödediğinin üçtebirini ödetemez. Yâni köle üç adamın arasında ortaklaşa olsa, birisi o köleyi müdebber edip ve diğeri âzâd etse ve bu ikisi de zengin olsa; üçüncü sükût etse, bu durumda sükût eden ve müdebbir ödetmeyi murâd etseler, sükût eden için müdebbire ödettirmek hakkı vardır. Âzâd edene Ödettiremez. Müdebbir için de âzâd edene kölenin müdebber olduğu halde kıymetinin üçtebirini ödettirmek hakkı vardır. Yoksa müdebbirin ödediği üçtebiri ödettiremez. Bunun açıklaması şudur; Kölenin kıymeti meselâ yJrnıiyedi dinar olsa, sükût eden, müdebbire dokuz dinarı ödetir. Müdebbir de âzâd edene altı dinar ödetir. Çünkü müdebber kölenin kıymeti hâlis kölenin kıymetinin üçteikisidir. Nitekim bunun sebebi yakında gelecektir.-İmdi tedbîr sebebiyle müdebbirden dokuz dinar yok olmuştur. Âzâd etmekle olan yok etme müdebberin kıymeti üzere vâkidir. O da hâlis köle (kmn) kıymetinin, ki onseMz dinardır üçteikisidir. Onseki-zin üçtebiri altı dinardır. İmdi müdebbir âzâd edene ancak altı dinân ödetir. Susanın hissesi olan dokuz dinarı ödediği bu alLı dinarla birlikte ödettiremez. Bu İmâm A'zam' (Rh.A.) a göredir.
İmâmeyn (Rh. Aleyhimâ) demişlerdir ki: Köle müdebbire âiddir. Köleuin kıymetinin %teikisini gerek müdebbir zengin ve gerekse fâkîr olsun, kölenin iki ortağına öder. Çünkü bu ödeme temellük ödemesidir. Zenginlik ve fakirlik ile de"ğ,|şmez. Âzâd etme ödemesi bunun aksinedir. Çünkü o suç işlemekden meydana gelen borçtur.
Bir kimse bir câriye için; «Bu benim ortağımın ümmü veledidir.» deyip ve ortağı da inkâr etse, fmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, o câriye inkâr eden ortağa bir gün hizmet eder ve bir gün durur. Çünkü ikrar eden, o câriye üzerinde hakkı olmadığını söylemiştir. İkrarı ile muâha-ze olunur. İnkâr eden, cariyenin eski hâlinde olduğunu söylemektedir. |;; Binâenaleyh önün için cariyenin yarısında hak vardır; İmâmeyn' (Rh. |' Aleyhimâ) e göre, inkâr eden için, cariyeyi kıymetinin yansı hususunda çalıştırmak hakkı vardır. Ondan sonra câriye hür olur. Çünkü inkâr eden arkadaşı, bunun ümmü veledidir, diye ikrar eden ortağını doğru-lamayınca ikrarı kendi aleyhine döner. Sanki ikrar eden, cariyeye çocuk doğurtmuştur. İmdi câriye inkâr eden için çalışmakla âzâd edilmiş olur.
Ümmü veled için kıymet yoktur. İmâmeyn (Rh. Aleyhimâ):, «Ümmü veled için kıymet vardır.» demişlerdir. Çünkü ümmü veled kazanılmış köle (memlûke) dir. Onunla cima, icâre ve istihdam yönlerinden yararlanılır. Binâenaleyh müdebbere gibi kıymetlendirilmiş olur. Bundan dolayı bir kimse: «Benim bir memlûküm âzâd olsun.», dese, ümmü veled ona dâhil olur. Cimâın mubah kılınması mülke delildir. Çünkü cima ancak nikâh ile veya. mülk-ü yemîn ile helâl olur. Birincisi yoktur. İkincisi taayyün etmiştir. Mülkün devamı, maliyetin ve kıymetin devamına delilidir. Çünkü insanda memlûkiyyet, maliyet ve tekavvüm-den başka bir şey değildir. Hürriyet hakkı tekavvüme aykırı olmaz. Müdebber gibi. Bundan dolayı şayet bir Nasrânînin ümmü veledi İslama gelse, çalışıp kazanır. Bu tekavvümün (kıymetliliğin) belirtisidir. İmâm A'zam' (Rh.A.) in delili, Kesûlüllah' (S.A.V.) m :
«Ümmü veledi, çocuğu âzâd etti.» kavlidir. Bu lıadîs-i şerif? İbn-i Mâce (Rh.A.) ve Dârekutnî (Rh.A.) rivayet etmişlerdir.
Hürriyetin gereği tekavvümün ortadan kalkmasıdır. Lâkin hadîsi şerif, muarız geldiği için hürriyet ifâdesinde yeterli değildir. Hadîs-i şerif Resûlüllah' (S.A.V.) m şu kavlidir :
«Her hangi bir câriye sahibinden doğurursa, o câriye sahibinin ölümünden sonra âzâd olur.»
Bir rivayette uOndan sonra» buyurmuştur. Bu hadîs-i şerifi İmânı Ahmed (Rh.A.) rivayet etmiştir. Bu hadîs-i şerif için tekavvümün ortadan kalkmasında muarız yoktur. Şu halde tekavvüm sabit olur. Tekavvümün ortadan kalkması sabit olunca zengin olan kimse ümmü veledini kendisi ile başkası arasında ortaklaşa olduğu halde âzâd ederse, ödemez. Meselâ, çocuk doğurur da ikisi de çocuğu benimdir diye iddia ederse, ümmü veledin tekavvümü caiz olmadığına binâen, İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, ortağının payını ödemez. İmâmeyn' (Rh. Aleyhimâ) e göre, tekavvümü caiz olduğuna binâen öder.
Bir adamın üç kölesi olsa,, sıhhati hâlinde yanındaki iki köleye: «İkinizden biriniz hürdür.» dese, o iki kölenin biri dışarı çıkıp üçüncü köle girdikde o sözü tekrar etse; eğer o.adam sağ ise, sözünü açıkla diye emredilir. Eğer adamın gayesi bilinmediği hâlde öldü ise, yanında duran kölenin üç rub'u, yâni üç çeyreği ve diğer iki kölelerden her birinin yarısı âzâd edilmiş olur. Bu, İmâm A'zam ile Ebû Yûsuf'a (Allah ikisine de rahmet eylesin) göredir. İmâm Muhaınmed' (Rh.A.) e göre, giren kölenin d ört tehiri âzâd olur. Diğeri, İmâm A'zam ile Ebû Yûsuf (Rh. Aleyhimâ) un dedikleri gibidir. Çünkü ilk îcâb (yâni ilk söz), d(-şarı çıkan île duran arasında deveran etmektedir. Şu halde ikisi arasında yarıya bölünür. Ondan sonra ikinci îcâb, duran ile giren arasında döner. İmdi ikinci îcâb ile durana isabet eden yarım aralarında yarıya bölünür. Durana isabet eden yan hisse-i şâyiâhdır. İlk îcâbla âzâd edilen yarıya isabet eden hükümsüz kalır.' Boş kalan yarıya isabet eden ki o dörttebirdir: kalmıştır. Onun da üç çeyreği âzâd olur, İçeri girene gelince; İmâm Muhammed' (Rh.A.) e göre, dörttebirî âzâd edilmiş olur. Çünkü bu icâb duranın dörfctebirinin âzâd edilmesini gerektirince içeri girenden de dörttebirin âzâd edilmesini gerektirir. Zira ikisi arasında yarıya bölünmüştür. İmâm A'zam ile Ebû Yûsuf (Rh. Aleyhimâ) : «Yarısının azadına mâni' olan şey durana âiddir. İçeri girene mâni' yoktur. Şu halde girenin yansı âzâd edilmiş olur.» demişlerdir.
Eğer bu söz adamın hastalığı hâlinde olursa ve açıklamadan önce ölüp ve o kölelerin kıymetleri eşit olursa, üçtebirinden âzâd edilenin miktarı çıkacak kadar malı kaldığı takdirde ki tmâm A'zam ile Ebû Yûsuf (Rh. Aleyhimâ) a göre, bir rakabe ve bir rakabenin üç çeyreğidir ve İmâm Muhammed' (Rh.A.) e göre, rakabenin yarısıdır veya bu miktar üçtebirden çıkmayıp ve lâkin vârisler izin verirlerse cevâb zikredilen gibidir. Eğerimin bu kölelerden başka malı yok ise ve vârisler dahî izin vermezlerse, q kölelerin arasında, bizim anlattığımı^ üzere üçtebir taksim edilir. Bunun açıklaması şudur: Dışarı çıkan kölenin hakkı yarımda ve yanında duran kölenin hakkı üç çeyrekde ve içeri girenin hakkı İmâm A'zam ile Ebû Yûsuf (Rh. Aleyhimâ) a göre, dışarı çıkan köle gibi yarımdadır. İmdi yarımı ve dörttebiri olan bir mahrece (paydaya), muhtaç olunur. Bu paydanın en azı. dört olup yediye avle-der (döner). Şu halde dışarı çıkanın hakkı iki hissedir. İçeride dura-' nm hakkı üç hissede ve içeri girenin hakkı iki hissededir. Bu suretle âzâdm payları yediye ulaşır. Şu halde malın üçtebiri yedi kılınır. Çünkü âzâd hastalıkdavasiyyettir. Bunun geçer yeri (nefâz) malın üçte-biridir. Malın üçtebiri yedi olunca, üçteikisi ondört olur. Bu çalışmanın paylarıdır. Malın hepsi yirmibir olur. ölen adamın malı ise üç köledir. Binâenaleyh her köle yedi pay olur. İmdi dışarı çıkan köleden iki pay âzâd edilmiş olur ve beşinde çalışır. İçeri giren köleden iki pay âzâd edilmiş ölür ve beşinde çalışır. İçeride durandan üç pay âzâd edilmiş olur ve dördünde çalışır. İmdi vasiyyetlerin payları yediye ulaşır ve çalışmanın paylan ondört olur. Böylelikle üçtebir ve üçteiki doğru olur. ,
İmâm Muhammed' (Rh.A.) e göre, içeri giren kölenin hakkı bir paydır. Ona göre âzâd paylan altıdır.- Her rakabe altı pay kılınır ve çalışma paylan oniki olur. Malın hepsi onsekiz yapılır. İçeride durandan üç pay âzâd edilmiş olur ve üçünde çalışır. Dışarı çıkandan iki pay âzâd edilmiş olur, dördünde çalışır, İçeri giren köleden bir pay âzâd edilmiş olur, beşinde çalışır. Bu durumda üçtebir ve üçteiki doğru olur.
Ben derim ki: Bunun zahirine şu soru yönelir: Ferâiz erbabı, dördün avl eyiemediğini açıklamışlardır. Şu halde nasıl oluyor da; bunun en azı dörttür, yediye avl eder, demek doğru oluyor?
Bu sorunun cevâbı şudur: Onlann sözlerini açıklayanların söylediklerine göre bunun ma'nâsı; «Bir mes'elcde asla iki yanmla bir dört-tebirin bir araya gelmesi düşünülemez.» demektir. Bu söz terekenin taksiminden başkasında dörde avlin vâki olmasına engel değildir.
Eğer bir adam, cimâdan önce üç karısını bu şekilde boşasa; dışarı çıkan karmırı mehrinin dörttebiri, içeride duranın mehrinin sekizdeüçü, içeri girenin de mehrinin sekizdebiri düşer. Yâni, bir adamın üç karısı olup mehrleri eşit olsa, yukarıda geçtiği şekilde, onlarla cinsî münâsebette bulunmazdan önce boşasa, birinci îcâb ile birisinin meh-rinln yarısı, dışarı çıkan ile evde duranın arasında yarıya bölündüğü halde, o yarım düşer. İmdi ikisinden her birinin mehrinin dörttebiri sakıt olur. Ondan sonra ikinci îcâb ile dörttebir düşer. O da evde duran ile içeri giren arasında yarıya bölünür. Ve her birine sekizdebir isabet eder. Böyle olunca içerde duranın mehrinin sekizdeüçü iki îcâb ile düşer. İçeri girenin mehrinin sekizdebiri düşer.
Bu mes'elenin taJâkrfa cinsî münâsebetten önce far/olunmasına se-bcb, birinci icâbın beynûneti mu'cib olması irindir. Birinci icâbın İsabet eylediği kadın ikinci icâba mahal kalmaz ve bu ma'nâda âzâd gibi olur.
Kftdın ile cinsî münâsebette bulunmak ve ölüm, mübhem talâk için açıklamadır. Yâni bir adam, iki karısına «İkinizden biriniz boşsunuz.» dese, ondan sonra ikisinden biri ile cinsî münâsebette bulunsa veya ikisinden biri ölse, cima ile ölümden her biri şunu beyândır ki: Boşamakla murâd diğer kadındır. Yâni, cinsî münâsebette bulunulan veya ölen kadının diğeridir.
Cinsî münâsebetin mübhem talâk için açıklama olmasının sebebine gelince; çünkü nikâh cinsî münâsebetin Helâl olması için korîulmuş bir akddir. Talâk ise nikâh mülkünü ortadan kaldırmak için konulmuştur. Yâni, ya hemen veya iddet bittikten sonra, cinsî münâsebetin helâl olmasını ortadan kaldırır.
Şu halde; cinsî münâsebet, ö kimsenin talâk ile muradının cima. edilmiş olan kadın olmadığına delildir, ölümün mübheın talâk için açıklama olmasının sebebine gelince; çünkü ma'iûmdur ki, beyân bir bakımdan inşâdır. Yâni îcâbdır. İmdi onun için bir mahal gerekir. Mübhem âzâdda olan satış, ölüm, tedbîr, çocuk isteme ve teslim olunan hibe ile sadaka gibi. Yâni bir kimse iki kölesine; «İkinizden biriniz hürdür.» dedikden sonra, ikisinden birini satsa veya müdebbere yapsa, veya biri Ölse veya bu sözden sonra iki cariyesinin birisini doğuma veya iki-' sinden birini başkasına hibe edip veya sadaka edip teslim etse, bunların hepsi, muradın başkası olduğunu beyân sayılır. Zira, kendisi için inşâ hâsıl olan kimse asla ölümle âzâda mahal kalmaz. Satıcı yönünden de satmakla âzâda mahal kalmaz. Her vecihie, tedbir ve doğurtmak, yâni ikisinden birini müdebber edip veya doğurtmakla âzâda mahal kalmaz. Binâenaleyh öteki aynen belli olur. Teslimle yapılan hibe ve sadaka satış menzil esindedir. Çünkü temliktir.
Kapalı (mübhem) âzâdda cima beyân olmaz. Yâni, bir kimse iki cariyesine; ((İkinizden biriniz hürdür.» dese, ondan sonra birisi ile cinsî ilişkide bulunsa. İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre beyân olmaz, İmâmeyn' (Rh. Aleyhimâ) e göre beyân olur. Çünkü cinsî ilişki ancak mülkde helâl olur. Cinsî ilişkiye yönelmek de istibkânın delilidir. (Yâni onu elinde bırakmanın delilidir.)
İmâm A'zam' (Rh.A,) m delîü şudur: Mülk cariyenin ikisinde de .sabittir. Bundan dolayı mâlik için ikisini de hizmette kullanmak hakkı vardır. Cariyelere cinayet işlenirse diyeti, şüphe ile cinsî münâsebette bulunurlarsa, mehrleri mâlike âid olur. Çünkü mübhem âzâd beyâna muallâktır. Şarta bağlanmış olan bir şey şarttan önce olmaz.
Mâlik cariyesine': «Senin doğuracağın çocukların ilki eğer oğlan olursa, hürsün.» dese, câriye de bir oğlan ve bir kız doğursa ama önce doğan hangisi olduğu bilinmese, ananın yarısı, kızın yarısı âzâd edilmiş olur ve oğlan köle kalır. Çünkü ana ile kızdan her biri bir halde âzâd olurlar. O da ilk defa oğlan doğurmakladır. Ana şartla, kız da ona tâbi olarak hür olurlar. Bir halde de köle (rıkk) olurlar. O da önce kız doğurduğu vakittir. Bu da şart bulunmadığı içindir. Binâenaleyh, her birinin yarısı âzâd edilmiş olup diğer yarımda çalışırlar. Oğlan ise iki halde de âzâd edilmiş olmaz. Yâni, oğlan gerek kızdan önce, gerek sonra doğsun âzâd edilmiş olmaz.
İki adam, Zeyd aleyhine iki memlûkünün birini âzâd ettiğine şâ-hidlik etse, memlûkler köle olsun ve gerekse câriye olsun, İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, her iki surette de şehâdet geçersiz olur. Birinci surette, yâni, memlûkün ikisi de erkek köle olduğu surette, şehâdetin geçersiz olmasına sebeb; kölenin âzâdı aleyhine şehâdet, köle da'vâ etmeyince, İmâm A'zam' (Rh.A,) a göre, kabul edilmediğindendir. Burada köle tarafından da'vâ yoktur. Çünkü, meçhuldür. İnıâmeyn' (Rh. Aîeyhi-mâ) e göre, da'vâsız şehâdet kabul edilip geçersiz olmaz. İkinci surette, yâni ikisi de câriye olduğu surette, her ne kadar da'vâ cariyede şart değil ise de, lâkin mübhem âzâd aleyhine şahitlik kabul edilmez. İki kölenin birinde olduğu gibi. Ancak eğer şâhidlerin şehâdeti Zeyd'in vasiyyeti hakkında olursa, o zaman kabul edilir.
Hidâye'de 'denmiştir fei: İki adam, Zeyd ölüm hastalığında iki kölenin birini âzâd etti diye şâhidük etse veya sıhhatinde veya hastalığında müdebber' ettiğine şâhidlik etse ve şâhidliği edâ dahî Zeyd'in ölüm hastalığında veya ölümünden sonra olsa, o şâhidlik istihsânen kabul edilir. Çünkü tedbir, vâki olduğu vakitte vasiyyet olur. Âzâd etmek dahî Ölüm hastalığında vaşiyyettir. Vasiyyette hasım ise ancakvasiyyet eden kimsedir. O ise bilinmektedir, onun halefi de vardır ki, o da vâsi, vâris veya kâdîdir.
Ben derim ki: Hidâye sahibinin muradı, kıyâsın iktizâsı, bu şahitliğin dahî geçersiz olmasıdır, demektir. Çünkü iddia edilen bilinmemektedir. Lâkin bu şehâdet istihsânen kabul edilir. Çüttkü da'vâcı takdimi, da'vâlı da tahkiken mevcuttur. Zira bu vasiyyettir ve vasiyyette hasım vasiyyet edendi^. Çünkü, azadın faydası vasiyyet edene âiddir. Binâenaleyh takdîren da'vâcı olur ve onun halefi vardır ki, da'vâlarda ve başka yerlerde yerine geçer. Ö halef vasi veya vârisdir ve ikisinden her biri gerçekden da'vâlı olurlar. Şu halde; vasiyyet eden hakkını ikisinden birinden da'vâ eder ve iki şâhid ikâme eder Böylelikle, vasiyyet eden kimse bir bakımdan da'vâcı, bir bakımdan da'vâlı olur.
Bu çözüm ile Sadru'ş-Şerîa' (Rh.A,) nuı sözü çöküp dağılır. O şöyle demişti: «Birinci delil müşküdir. Çünkü üzerinde tartışılan şudur: Şayet sahibi iki kölesinden birinin tedbîrini inkâr etse veya vâris bunu murisin ölümünden sonra inkâr etse ve o iki kölede tedbîrin isbâtını isteseler, imdi da'vâcınm, mûsî veya onun naibi olduğu nasıl söylenir?» Çünkü üzerinde tartışılan şey O'nun söylediği değil, köle sahibinin iki kölesinden birini müdebber yaptığını inkâr etmesidir, İki kölenin bunun isbâtmı istemeleri, ancak bu, iki adam sahibinin sıhhatinde iki kölenin birini âzâd ettiğine şâhidlik ettikleri vakittedir. Nasıl böyle olmasın? Hidâye'de: «Bütün bunlar o iki kişinin köle sahibi iki kölesinden birini sıhhati hâlinde âzâd ettiğine şehâdette bulunduklarına göredir.» denilmiştir. Bundan sonra, şayet iki adam, Zeyd ölüm hastalığında iki kölesinin birini âzâd etti, diye şehâdet ederlerse, demiştir; Keza Hidâye sahibi, da'vâcı mûsîdir veya onun naibidir, dememiştir. Belki mûsîyi da'vâcı ve naibini da'vâlı yapmıştır. Nitekim biz onu açıkladık. Gâyetü'l-Beyân, şu sözüyle bizim zikrettiğimizi destekler: «Ölüm hastalığında âzâd veya tedbîr, vasiyyet sayılınca, buna verilen hüküm ma'lûm olur. Çünkü vasiyyetin yerine getirilmesinde hasm mûsîdir. O da bilinmektedir. Onun halefi vardır. O da vasî veya vârisdir. Şu halde şehâdet kabul edilir. Hayat hâli bunun aksinedir. Çünkü şehâdet köle içindir, sâhib için değildir. Zira sahibi iddia etmez. Kendisine şahitlik yapılan köle de bilinmemektedir. Kâfide söylenen sö« ise Sa.d-ru'ş-Şerîa' (Rh.A.) nın sözünden daha :»«yrct vericidir ZtUaî (Rh.A.) de Kâfiye tâbi olmuştur. Onlar şöyle demişlerdir:
«İstihsâmn vechi şudur: Ölüm hastalığında âzâd va&iyyettir. Hattâ üçtebirden itibâr olunur. Tedbîr dahî vasiyyettir. Gerek sıhhatte olsun ve gerekse ölüm hastalığında olsun müsavidir. Hasm, vasiyyetin yerine getirilmesinde mûsîdîr. Çünkü vasiyyetin yerine getirilmesinin vâcib olması vasinin hakkı içindir. Faydası da kendisine âiddir. İnkârı merdûddur. Çünkü akılsızlıktır. Mûsî bellidir. Halefi de vardır. O da vasi veya vârisdir. İmdi vasinin veya vârisinin her birinden da'vâ gerçekleşir.»
Kâfi"ıiin bu sözü doğru değildir. Önce doğru olmadığına sebeb; mâlikin inkârı bu surette olmayıp belki sıhhatinde şehâdet ettikleri vakittedir. Nitekim daha önce geçti. Doğru olmadığının ikinci sebebi ise; da'vânın vârisden bu surette tahakkuku asla ma'kûl olmadığı içindir. Çünkü,, vâris şayet «Murisim iki kölesinin birini âzâd etti.» dese, ikrar olur, da'vâ olmaz. Şu halde şahide muhtâc olmaz. İmdi sen, bu noktada düşün! Çünkü bu konu ayak'kayacak yerlerdendir.
«Allah doğru yola hidâyet edicidir. Bize Allah kâfidir. O ne güzel vekildir.»
Ya da o iki adamın şehâdetleri mübhem talâka olursa; meselâ: Bir kimse iki kârısına «İkinizden biriniz boştur.» dese, buradaki şâhidlik da'vâsız kabul edilir. Çünkü fercin haram olmasını tazammun eder. Ve Allah Teâlâ' (C.C.) nın hakkı olur. Bundan dolayı; burada da'vâ ic-mâen şart kılınmaz. [66]
[1] Ric'at: Lûgatta; geri dönmek, gerilemek; Şerîatte ise; nikâh mülkünü devam ettirmek istemektir. Yâni, kocanın, boşadığı karısına tekrar dönerek aralarındaki eski nikâhı devam ettirmek istemektir. Burada nikâh tazelemeğe lüzum yoktur.
Ric'atın şartları:
a) Talâkı sarih yâhûd kinaye lâfızlarının bazdan ile yapmak,
b) Mal mukabilinde boşaraamak,
c) Üç talâkı tamamlamamış oltnafc,
d) Kadının cima edilmiş olması, ric'atin iddet içinde yapılmasıdır.
Ric'at kavli ve fiili olmak üzere İki kısımdır:
Kavli ric'at: «Sana ric'at ettim.» gibi sözlerle yapılandır.
Fiilî ric'at; cima gibi bir fiille olur. (Selâmet Yollan, Ahmed Davudoğlu C. 3)
[2] Bk. Bakara sûresi (2), âyet: 231.
[3] Bk. Talâk sûreyi (65), âyet: 1
[4] Bk. Talâk sûresi (65), âyet: 1
[5] Bk. Bakara sûresi (2), âyet: 230
[6] Âi$e <R. Anhâ) dan rivâyel edilmiştir. Demiştir ki:
«IJir ;ıı!;tm karısını üç defa boşadı da, o kadını başka bir aılam aklı; sonra onu ciıvuV etmeden boşadı. Bunun üzerine kadını ilk Kocası almak istedi. Derken mes'ele Kviûiüllah (S.A.V.)a soruldu.
Hayır ikinci kocası, oiıııiı balcağızındarı birincisinin (atlıyı gibi talıııadıkça olma/.» buyurdular. Hııdts mûllefefcıın jıleyh'dir. Lâfız Müslim'indi;'.
1 l;ı<iîs-i ınit'îflekî «balçağız» ta'biri çımadan kininedir. Maamâfîh muradın ne olduğu yine ihtilaflıdır. Bazılarına göre maksad, «Menini» inmesidir. Hullc ancak bununla olur.»
Cumhuru göre ise; erkeğin tenasül organından sünnet edilen miktarı kadının fer-cine girerse kâfidir.
Ezhcrî; «Doğrusu balcağızııı ma'nâsı; sünnet mahallinin kaybolması ile husule yelim cİmâ lezzetidir» diyor.
Cbû Ubcyd; «Balçağız, cima lezzetidir. Araplar lezzetli bulduğu her şeye bal derler,» demektedir. '
(Selâmet Yolları, Ahmcd Davudoğtu. C. 3, S. 276)
[7] Hülle : fola m Hukukuna güre; hür bjr kadın üç defa, cariye ise iki defa boşanırca, başka bîr kocaya varmadıkça ilk kocasıyla evlenemez. Çünkü şeriatın erkeğe verdiği bo-şayıp alma hakkı bitmiştir. Binâenaleyh; bir adam hür karısını ister bir defada üç. İsterse ayrı ayrı zamanlarda üç defa boşadı mı, artık o kadın başka bir kocaya varmadan cvlenemcz. Başka bir kocaya varır da, günün birinde ondan da boşanır ve>i o karısı Ölürse iddet denilen şer'î müddeti bekledikten sonra tekrar ilk kocasına nikâh edilebilir. İşle, bu ikinci kocaya varma işine hülle derler. Hullc, HancTîlerc güre mekrûhdur.
Hullc; şer'an asla şakası olmayan boşama İsini tekrarlıya tekrarlıya âdeta oyuncak hâline getiren şımarık, düşüncesiz ve şaşkın erkeklere şeriat tarafından verilen bir İbret dersidir.
llullc'mıı hüesi: Üç talâkla boşanan kadını pazarlık ederek birisiyle evlendirmek. ve bir akşam karı - koca hayatı yaşadıktan sonra ertesi günü boşattırarak tekrar ilk kocasına vermektir. İşte, bu yola başvuran kimse, hadîs-i şerîfde kiralık tekeye benzetilen nıel'un hullecikür.
(Selâmet Yolları, Ahmcd Davudoglu. C. 3, S. 274. 275ı
[8] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 212-219.
[9] Resûlüllah' (S-A.V.)'m Hâsına sebeb teşkil eden hâdise ile haram kıldığı şey hususundaki rivayetler muhteliftir. Bunları şöyle hulâsa edebiliriz:
1 Bu îlâ'ya sebeb Hz. Hafsa' (R. Anhâ)nuı Peygamber (S.A.V.) tarafından kendisine tevdi' edilen bir sırrı ifşa etmesidir. - , "
Bir rivayette; Resûlüllah (S.A.V.) in cariyesi Mariyye'yİ kendisine haram etmesi mes'elesidir. Peygamber (S.A.V.) bu sırrı Hafsa' (R. Anhâ) ya söylemiş O da, onu Hz. Aişe' (R. Anhâ) ya haber vermiştir.
Diğer rivayette; Hafsa' (R. Anhâ) ya söylediği sır bal yemeği kendisine haram etmesidir.
Başka bir kavle göre; Hafsa' (R. Anhâ) ya tevdi' buyurulan sır, babasının Hz. Ebû Bekir (R.A.) den sonra halîfe olacağıdır.
2 îlâ'nın sebebi: Resûlüllah (S.A.V.)'in gelen bir hediyeyi kadınları arasında taksim etmesi; fakat Zeyncb bintî Çalış* (R. Anhâ) in kendi hissesine râ2i olmamasıdır.
3 Kadınların Peygamber (S.A.V.) den nafaka islemeleridir. Hâsılı Resûl-ii Ekrem (S.A,V.)'in İlâsına sebeb; üç şeyden biridir.
a) Ya Hz. Hafsa (R. Anhâ) nın sırrı ifşa etmesi,
b) Ya.lıediyye tevzii,
el Yâhûıi da nafaka talebidir.
Hz. Hafsa (R. Anhâ) ya tevdi' buyurulan sır dahî;
a) Ya Mariyye'yİ kendisine haram etmesi,
b) Ya bal mes'elesi, '
c) Yâhûd hediyye tevziinden dolayı canının sıkılmasıdır.
(Selâmet Yollan, Ahmeci Davudoğlu, C. 3, S. 391, 392)
Fahr-i Kâinat <S.A.V.) Efendimizin tiâ'sının 29 gün devam ettiği hususunda ittifak vardır. .
(Asr-ı Saadet. Mcvlânâ Şiblî. C. 1. S. 365)
[10] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat:220-223.
[11] Hul': Lügatte; çıkarmak ve gidermek ma'nâîannadır.
Şerîatte im; mal karşılığında, kadının kocasından boşarunasıdır. Geçimsizlik ve Allah1 (C.C.) in emirlerini yerine getirememek korkusu bulunduğunda kadının, mal karşılığında, kocasından ayrılmasında bir mahzur yoktur.
[12] Bk. Bakara sûreaİ (2), âyet: 229
[13] Bk. Nisa sûresi (4), âyet: 20
[14] Bk. Bakara süresi (2), âyet: 229
[15] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 224-231.
[16] Zıhâr: Lügatte (zahr) yani sırt kelimesinden alınan bir masdardır. Dargın olan iki kİ-, şinİn birbirine sırtlarını çevirmelerini ifâde eder. .
Şerfatte: Kocanın 'karışım veya onun bütfc: bedeninden kinaye olabilecek bir cüz'-ünü yâhûd yarı, çeyrek gibi şayi* cüz'ünü (annesi gibi) nikâhı kendisine ebedtyyeu haram olan bir kadının, bakılması ebediyyen haram bîr yerine ben^etmekdir.
Şartı: Kadının kendi karısı olması; erkeğin de keffâret ehlinden bulunmasıdır. Zıhâr'in mesru3yvetine sebeb; Havle (yâhûd Huveyle) bint-i Mfilİk b. Salebe kıs-sasıdır.
(Selâmet Yollan, Ahmod Davudoğlu. C. 3, S. 396)
İdamda İlk zıhârı yapan Evs b. Sâmit'tir. Amcasının kızı Havle bint-i Salebe ile evli idi.
Evs (R.A.) bİrgün Havle (R. Anhâ) den bir istekte bulunur, Havle, onun bu isteğini yerine getirmeyince, Evs kızar. Aklı başından gider.
Havle (R. Anhâ) ye «Sen, bana anamın sırtı gibi ol!» der. Evden çıkar gider.
(islâm Tarihi. M. Âsim Koksal, C. 6f S. 267)
[17] Bk, Mücâdele sûresi (58), âyet: 3
[18] Bk. Mücâdele sûresi (58), âyet: 4 .
[19] SaJ: 1040 dirhem buğday ve arpa alan öiçekdir,
Küsurlar dikkate alınmazsa; 1040 dirhem-i şcr'f 2.917 kilogram, 1040 dirhem-i örfî de 3. 333 kilogram eder. O halde; 1 Sa' dirhem-i şer'î olarak 2. 917, dirhem-i örfî.olarak da 3. 333 kilogramdır.
[20] Batman: 1 Batman 6 kıyye'dîr. Yâni 1 Batman; 7 kilogram, 697 gram, 670 miligrama ojittir.
(Hukûk-ı İülâraîyye ve kttlâlıat-ı Fıklııyje Kamunu. Ö. Nâsûhi Bilmen, C. 4)
[21] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 232-240.
[22] liân; Hayırdan uzaklaştırmak, lanet etmek ma'nâsınadir.
Şetiatte: Husûsi bir sebeb ve husûsî bir sıfatla kan - koca arasında cereyan eden lânetleşmedir.
Şartı: Nikâhın mevcûd olmasıdır,
Sebebi: Kocanın karısını hadd îcâb edecek bir sdzle suçlamasıdır.
Hükmü: Lifin yapıldıktan sonra kadının haram olmasıdır.
[23] Hadd-i kazf (Hadd-i kudf): Namuslu bir kadına «fâhije» diye isnadda bulunan kin > şeye vurulan 80 dayaktır.'
[24] Bk. Nur sûresi (24). âyet: 6
[25] Sebkat: Geçmek.
[26] Bk. Nûr sûresi (24), âyet; 4
[27] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 241-247.
[28] BVNİN (iktidarsızlık): Tıp dilinde Empotans denir. Erkeğin cinsî münâsebette bulunamaması hâlidir. Sebebi: Organik veya psikolojİkdir. Devamlı veya geçici olur.
Organik sebebler: Tiroid bezi veya hipofizi İlgilendiren iç salgı bozuklukları veya husyelerdekî bozukluklardır,
Ayrıca; merkez sinir sistemi hastalıktan, tedavi edilmeyen diabet (seker), ihtiyarlık ve kronik alkolizm de iktidarsızlık sebebi olabilir.
Psikolojik sebebler: Aşın yorgunluk, elle istimna, endişe ve aşın istek, utanmak ve homoseksüellik iktidarsızlık sebeblerİdir.
[29] Mecbûb: Erkeklik uzvu İle beraber husyelerinin kesilmiş olması hâlidir. Buna cüb de denir. Yalnız, erkeklik uzvu .kesilmiş olan veya tenasül fileti düğme gibi pek ufak bulunan şahıs da mecbûb sayılır.
[30] Ferci doğuştan kapalı olan kadına RETKA denir. Bu kadının, tenasül organının cima mahalli bir et pörçasıyle kapalıdır. Bu et parçasına retak; fercin bitişikliğine de RATK denir.
Bazı kadınların tenasül organının dışında cimâ'a mâm olan bir boz vardır ki, buna Afel denir. Böyle kadına da Afla denir.
[31] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 248-251.
[32] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 252.
[33] Bakara sûresi (2), âyet: 228
[34] Talâk sûresi (65), âyet: 4
[35] Bakara sûresi (2), âyet: 234.
[36] Talâk sûresi (65), âyet: 4
[37] Mümtahİne sûresi (60), âyet: 10
[38] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 252-258.
[39] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 259-262.
[40] Ahkâf suresi (46), âyet: 15
[41] Lokman sûresi (31). âyet: 14
[42] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 263-269.
[43] Hıdâne (Hiîâne): Lûgatta kucağa almak,^ besleyip büyütmek üzere yanında bulundurmak, ku$un yumurtaları kanatlan altına alarak, üzerlerine basması anlamına gelir.
Fıkhf terim oturak aalamt: «Çocuku, sefâhiyetdar olan kimsenin belli müddeti içinde imsak ve terbiye etmesi» demektir.
Mecnûn, ına'tûh gibi çocuk hükmünde bulunan âciz kimseleri yetkili kişilerin korumaları ve terbiye etmeleri, bunların yiyeceklerine, içeceklerine bakmaları, temizliklerini, istirâhatJerini te'mİne çalışmaları, kendilerini zararlı şeylerden korumaları da hıdâne demektir.
(Bk. Istılâhâtı Fıkhiyye kamusu, C. 2)
[44] Abdullah b. Arnr' (R. Anhümâ) den rivayet olunduğuna göre bir kadın:
Vâ Resûlüllah şüphesiz ki şu oğlum İçin karnım bir kap, memem su tulumu, sinem de mahfaza idi. Şimdi babası beni boşadı ve beni ondan çekip almak istedi;* demiş. Bunun üzerine Resûlüllah (S.A.V.):
«Seo kocaya varmadıkça çocuğu almağa daha haklısın» buyurmuşlardır. Bu hadîsi Ahmed ile Ebû Dâvûd (Rh. Aleyhimâ) rivayet etmişlerdir. Hâkim ' (Rh. A.) sahîhlernİştir.
[45] Bakara sûresi, âyel: 233
[46] Bakara süresi, âyet: 233
[47] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 270-275.
[48] NAFAKA: Lügatte; çıkmak, gitmek, sarf etmek ma'nâlarıni ifâde eder. Ve bir insanın ıvâiine sarf ve infak ettiği şeye denir.
Fıkıh ısfılahınca; laam, kisve, sükna ile bunlara tâbi olan şeylerden ibarettir. Ör-fen; yalnız taama ıtlak olunur. <Hukûk-u İslâmiyye Kâmûsu, Ö, Nasûhî Bilmen, C. 2)
[49] Müslüman olsun veya olmasın kadının nafakası kocasına âiddir. Kadın, kocasının evine girip, kendini teslim edince kocası onun nafakasını, giyimini ve meskenini te'min etmekle yükümlüdür. (Kudûrî.)
[50] Talâk sûresi (65), âyet: 6
[51] Koca, karisini kendi ailesinden hiç bir kimsenin bulunmadığı bir evde oturtmaya yükümlüdür. Ancak, kadın kabul ederse oturtabilir. Eğer, kocanın başka kadından çocuğu varsa onu karniyle beraber oturtmaya hakkı yoktur. (Kudûrî.)
[52] Koca; kaynanası, kayınpederi veya kadının başka erkekden olan çocuğunun veya ailesinden birinin zevcesinin yanına girmelerine mâni' olabilir. Ancak, diledikleri zaman zevcesini görmelerine ve konuşmalarına mâni' olamaz. (Kudürî.)
[53] Bakara sûresi (2), âyet : 233.
[54] Lokman sûresi (31), âyet; 15
[55] Bakara sûresi (2), âyet: 233
[56] Bakara sûresi (2), âyet: 233
[57] Bakara sûresi (2), âyet: 233
[58] Lokman sûresi, âyet: 15
[59] Miimtehme sûresi (60), âyet: 9
[60] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 276-292.
[61] Küle ve câriye âzâdı bazan ibâdet bazan mubah, buzun da haram otur.
Keffâret veya sırf Allah rızâsı için yapılırsa ibâdettir.
Hiç bir niyyetsiz veya bir kimse için olursa mübjthdır.
Put veya Şeytan için olursa haramdır.
Köle âzâdı; Kitap, Sünnet ve İcmâ-i Ümmet'le şahittir.
Ulemâdan bazıları; Peygamber (S.A.V.) Efendimin 63, Âiı,;e (R. Anhâ.) nin 67» Ebû Bekir' (R.A.) in bir çok, Abbas' (R.A-) mn 70, Osman (R.A.) m muhasarada iken ,20, Hâkim b. Hizam' (R. A.) in 100, Abdullah b. Ömer' (R.A.) in 1000, Abdurrahman b. Avf (R.A.) in 30.000 kişiyi hürriyete kavuşturduklarını rivayet etmişlerdir.
(Selâmet Yolları, C. 4, Ahmed DavuOoğlu)
[62] Nemi sûresi (27), âyet: 21
[63] Hucurül sûresi (49). âyet : 10
[64] Ziralım: Lüsatta mutlaka yakınlık sahibi, demektir. Çoğulu: ZeiWrhâm'dır c ana (kaıinı) (»rafından akraba demektir.
lülılaltdu: «Tcrikeden, sülüs, rulıu' gibi mıiayyciı ohnıi olmayan ve (crîkı'vi, ası-bcılcıı olmak sıfatıylc ihraz etmeyen her hangi yakın kimse» demcl.ûr.
[65] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 293-303.
[66] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat:304-316.
Muhalefetin özeti:'Kölenin bir kısmını âzâd etmek, köleliğin tamâmının yerinden yok olmasını gerektirir mi, yoksa gerektirmez mi? tmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, gerektirmez. Belki mahal köle (rakîk) olarak kalır. Fakat âzâd edilen kısmın miktarı mülk ortadan kalkar. İmâmeyn (Rh. Aleyhimâ) ile İmâm Şafiî' (Rh.A.) ye göre ise, mülkün ortadan kalkmasını gerektirir. Onların delili: Köle âzâdı hükmî bir kuvvet olan azadın isbâtıdır. O kuvvetin isbâtı âzâdm zıddı olan köleliğin (rıkkın) izâlesidir. Bu ikisi, yâni âzâd (ıtkj ile kölelik (nkk) ittifakla bölünme kabul etmezler. Binâenaleyh köle âzâdı da bölünme kabul etmez. Eğer bölünme kabul etse malûlün illetten- aynlm'âsı veya âzâdm bölünmesi gerekir. Çünkü âzâd bölünmüş olursa, ya bir bölümün âzâ-dıyla tamâmın âzâdı sabit olur, ya da bir şey sabit olmaz. Veya bir kısmı sabit olur. İki Öncekilerin her biri üzere ma'lûlün illetten ayrı-, lığı gerekir. Son duruma göre, köle azadının bölünmesi gerekir. İmdi köle âzâdı bölünme kabul etmeme hususunda talâk; kısasdan afv ve çocuk, doğurmayı istemek gibi olmuştur.
İmâm A'zam' (Rh.A.) in delili: Köle âzâdı ya mülkü ortadan kaldırarak âzâdı isbâttır. Veya ilk önce mülkü izâledir. Yoksa mülkün zıddım ki, köleliktir ortadan kaldırarak âzâdı isbât değildir. Bölünme lâzım gelmesi için köleliği ortadan kaldırmak da değildir. Bunun açıklaması şudur: Çünkü köle âzâdı tasarruftur. Tasarruf sayılan her şey, tasarrufda bulunanın idareciliğine geçmez; Tasarruf yapanın veliliği ancak hakkı olan şeyde olur. Mâlikin hakkı ise mülktür. Şu halde veliliği ancak mülk üzere olur. Mülk ise bi'1-icmâ' bölünme kabul eder. Fakat, ona bölünme kabul etmeyen bir iş teallûk eder. O da âzâdlıkdır. O bölünme kabul etmeyen azadın teallûku.ise mülkün bölünmesini gerektirmez. Namazın caiz olması gibi. Çünkü namazın caiz olması bölünme kabul etmeyen bir iştir, ki bölünme kabul edene teallûk etmiştir. O da namazın rükünleridir. İmdi, bu görüşler bu konuda Fukahâ-nın zikrettiği şeyin bir özetidir. Sen bilirsin ki, onların delillerine ce-vâb vermek, ancak İmâm A'zam' (Rh.A.) in murâdını araştırmakla faydalı olur. İmâm A'zam' (Rh.A.) m kavline göre bu konuda vârid olaıı güçlüklerin ortadan kaldırılması, âzâdın, köle âzâd etmeye uygun ol-masîyle olur. Şu halde fiilin, yâni köle âzâd etmenin bölünme kabul etmesi ve mutâvnnın, yâni âzâdın bölünme kabul etmemesunasıl tasavvur edilebilir. İmdi sen maksadın hakikatim anlamak istersen, sana soyliyeceğim şu sözlere kulak ver:
Ben derim ki: (Başarı Allah1 (C.C.) dandır ve tahkikin anahtarları O'nun yed'i kudretindedir.) Âzâd etmenin (i'tâkın) gerçek ma'nâsi Fukahânm dedikleri gibi şer'î kuvvet olan âzâd (ıtk) m isbâtıdır. Aşikârdır ki; bu yönden onun isbâtı insan gücünün dışındadır. Bu ancak Hâlık Teâlâ (C.C.) Hazretlerinin kudreti dahilindedir. Gerçek ma'-nâ imkânsız olunca, mecazî ma'nâya geçmek vâcib olur. Nitekim bu mukarrer kaidedir.
Mecazî ma'nâların gerçeğe-en yakın olanı burada iki şeydir: O iki şeyden biri mülkün ortadan kaldırılması ile şer'î kuvveti isbâttir. Meselâ; kuldan sâdır olan mülkün izâlesi olmakla kuvvetin sübûtu onun üzerine terettüb eder. Bunun benzeri kulların fiillerinde kazanmak ve yaratmaktır. İmdi birincisi, yâni kulun kazanması onun kudreti dahilindedir. Onun üzerine Allah* (C.C.) m kudreti dâhilinde olan terettüb eder. O da âzâd (ıtk) dır. İkinci^ma'nâ mülkün izâlesidir. Bu açıktır. Bununla onların zikredilen delillerine cevâb verilmiş olur. Böylece meşhur işkâl de ortadan kalkar. Birincisine gelince; biz, âzâd etmenin (i'tâkm), şer'î kuvvetin isbâtı olduğunu kabul etmeyiz, denilir. Çünkü onun kuldan sâdır olması muhaldir. İsbâtın kula isnadı hakîkaten nasıl sahîh olur? İmdi bu mukaddime bâtıl olunca ona dayanan şey de bâtü olur.
İkincisine gelince; denilir ki, itkin i'tâk için mutâvi' olmasiyle itkin gerçek ma'nâsına göre böyle olduğunu murâd ederseniz; biz bunu kabul ederiz. Lâkin burada murâd bu ma'nâ değildir. Nitekim bilirsin. Belki onun mecazi ma'nâsıdır. Fiilîn mutâviınm mecazî ma'nâdan ayrılması caiz olur. Nitekim: «Kırdım, fakat kırılmadı» sözünde olduğu gibi. Çünkü bunun .ma'nâsı: «Ben onun kırılmasını istedim, o kırılmadi» demektir. Eğer siz; bu sözle buradaki murâd ma'nâya mutâvi* olduğunu kasdederseniz, biz bunu kabul etmeyiz. Çünkü burada murâd olan ma'nâ; ya mülkün ortadan kaldırılmasıdır, ya da mülkün ortadan kaldırılmasının müsebbibidir.'Açıktır ki, eğer mülkün izâlesi bölünme kabul etse, âzâdın bölünmesini gerektirmez. Belki mülkün zevalinin bölünmesini gerektirir. Halbuki onda mahzur yoktur. Belki iş zikredilen gibidir. Sözün kısası şudur ki; şayet kölenin bir kısmı âzâd edilse, sahibinin mülkünün bir kısmı yok olur. O da yed'İn (mâlikiyetin) mülküdür. Rakabenin mülkü kalır. Bu durumda mükâteb gibi olur. Bundan dolayı musannif bu mes'eleyi onu ta'kîb eden mes'ele ile izledi. İlâhî tevfîkin nurlarından bana taşan bu tahkik ile Bedâyi1 sahibinin dediği şey yıkılmıştır. Onun sözü şudur: Fukahâdan çoğu; İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, bölünen i'tâk olup itkin bölünmediği görüşü üzeredir. Bu ise doğru değildir. Çünkü i'tâk bölünmeyi kabul edince ıtk da bölünür. Şu bir zarurettir ki, ıtk i'tâkın hükmüdür. Hüküm ise illete uygunluk olarak sabit olur. Bir de; bu söz illetin tahsisine kail olmaktır. Çünkü; âzâd etmek (i'tâk) yanda mevcûddur. Kölenin âzâd olması ise ödeme veya çalışma zamanına kadar gecikir. Bu, illet var, hüküm yok demektir. İlletin tahsisinin tefsiri budur. Bâzı Hidâye muhaşşîleri; «Bedâyi' sahibinin izahından şu lâzım gelir ki: Âzâd olmak, parçalan-*mayı kabul etmemekde, âzâd etmekten ayrılmaz. Çünkü âzâd etmek bölünme kabul etmez. Binâenaleyh Sâhibeyn'in (yâni İmâm Muham-med ise îmâm Ebû Yûsuf (Rh.Aleyhiinâ) un) sözünün kuvveti meydana çıkar, demişlerse de, Bedâyi sahibinin sözünün yıkıldığı bizim söylediğimizi teemmülle ortaya çıkarır. İmdi gerisini sen düşün!
Sonra, âzâd etme mülkün bir kısmının ortadan kalkmasiyle bölünme kabul edince, İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, kölenin maliyetinin bir kısmı habsedilip, o köleye çalışıp kazanmak vâcib olur. Köle, kıymetinin bir kısmından geri kalanında sahibi için çalışıp kazanır. Çünkü çalışıp kazanan köle, îmâm A'zana' (Rh.A.) a göre, mükâteb gibidir. Hattâ o kölenin dört kadını nikâh etmesi, yâni dört kadın ile evlenmesi caiz olmaz. Teberrulara da mâlik olmaz. Çünkü itkin bir kısma izafesi kölenin nefsinin hepsine mâlikiyetinin sübûtunu gerektirir. Kölenin bir kısmında mülkün kalması hepsinde mâlikiyetin sübûtunu meneder. İmdi biz, iki delil ile köleyi mükâteb menzilesine indiren kavi ile amel ettik. Çünkü efendi yed'en mâliktir. Rakabeten mâlik değildir. Çalışmak ise kitabet bedeli gibidir. Şu halde sahibi onu çalıştırabilir. Âzâd etmesi de caiz olur. Çünkü mükâteb âzâd edilebilir.
Eğer köle çalışmakdan. âciz olursa köleliğe (rıkka) geri çevrilmez.
Yâni, ikisi arasındaki fark şudur: Bir kısmı âzâd edilmiş olan köle şâyet edadan âciz olsa rıkka (köleliğe) geri çevrilmez. Çünkü o hâiis ıskattır, feshi kabul etmez. Maksûd olan kitabet bunun hilafıdır. Çünkü maksûd kitabet feshi kabul eden bir akddir. Talâk ve kısâsda ikisi ortası bir durum yoktur. İmdi biz onu hepsinde haram tarafını tercih ederek isbât ettik.
Çocuk isteme (Doğurtma), İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, bölünme kabul eder. Hattâ kendisi ile başkası arasında müdebbere olan cariyenin kendi hissesine düşen kısmından bir çocuk doğurtmak istese bununla yetinilir. Müdebber olmayan cariyede ifsâd etmek sebebiyle ortağının nasibini ödese, ödemekle o nasibe mâlik olur ve doğurtmak kâmil olur.
Bir adam kendisi ile başkası arasında ortaklaşa olan köleden payını âzâd etse, ortağı için dahî âzâd etmek hakkı veya çalıştırmak hakkı vardır. Velâ hakkı her ikisinde vardır. Çünkü ikisi de âzâd edicidirler. Yâhûd âzâd eden zenginse ortağına hissesinin kıymetini Ödetme hakkı vardır. Meselâ; şer'kiniu hissesinin kıymeti kadar mala sâ-hib ise ödettirir. Eğer fakir ise ortağının ancak âzâd etmek veya çalıştırmak hakkı vardır. Velâ birincide olduğu gibi ikisi için olur. Ödeyen âzâd edici Ödediği şeyle köleye riicû eder. Çünkü âzâd eden, susan yerine geçer. Çünkü sâkit için çalıştırma hakkı vardır. Âzâd eden için de öyledir. ,
Velâ ödeyene (zâmine) âıddir. Çünkü azadın hepsi onun tarafından d ir. Zira kölenin tamâmına ödemekle mâlik olmuştur. İki ortakdan her biri diğerinin payının azadına şehâdet etse, köle ikisi için çalışır. Gerek o iki ortak zengin, gerekse fakır olsunlar ve gerek biri zengin ve diğeri fakır olsun. Bu İfnanı A'zam' (Rh.A.) a göredir. îmânıeyn' (Rh. A-leyhimâ) e göre, eğer ikisi de zengin olurlarsa köle çalışmaz. Eğe* .ikisi de fakir olurlarsa, ikisi için de çahşır.'Eğer biri zengin ve diğeri fakîr olursa, fakîr için çalışır, zengin için çalışmaz. Velâ hakkı ikisine âiddir. Çünkü her biri, benim ortağımın köle üzerinde payı onun âzâd etmesiyle âzâd edilmiş oldu ve o payının velâsı onun içindir. «Benim payım çalışmakla âzâd edilmiş oldu, payımın velâsı benim içindir.» der.
İ mâ m ey n' (Rh. Aleyhimâ) e göre: Velâ zikredilenin hepsinde mev-kûfdur. Çünkü ikisinden her biri âzâdı ortağına havale eder ve ortağı bunu kabul etmez. İmdi .veiâ, ikisinden- birinin i'tâkı üzerine ittifak edinceye kadar mevkuten kalır.
İkİ ortağın biri kölenin azadını yarınki günde birinin fiiline bağla-sa ve; «Eğer fülân köle bu eve yarınki gün girerse hürdür.» dese ve ortak da: «Eğer girmezse hürdür.» dese, imdi yarınki gün geçip şartı dahî bilinmese, yâni köle eve girdi mi, yoksa girmedi mi bilinmese, o köIenin yansı âzâd tailmiş olur. Köle geri kalan yarısında ikisi için çalışıp kazanır. İmâm Muhammed' (Rh.A.) e göre, tamamında, çalışıp kazanır. Çünkü çalışıp kazanmanın düşmesi ile üzerine hükmedilecek şey,' ki kölenin eve girmesi veya girmemesi bilinmemektedir, bilinmeyen şey üzerine hüküm vermek ise mümkün olmaz.-İmâm A'zam (Rh.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.) un delili şudur: Çalışıp kazanmanın yarısı kesinlikle düşmüştür. İki ortakdan her biri diğerine, çeri kalan yarım benim pimindir ve düşen senin payındır, der. Bu durumda kölenin çalışıp kazandığı ikisi arasında yarı yarıya bölünür.
İki kölede âzâd olmak yoktur. Yâni, bir adam: «Eğer fülân kimse yarınki gün eve girerse, benim kölem hürdür.» deyip ve diğer adam da: «Eğer yarınki gün fülân eve girmezse benim kölem hürdür» dese, ve gün geçerek, o adamın girip girmediği bilinmese, iki köleden her biri âzâd edilmiş olmaz. Çünkü âzâd ile üzerine hüküm verilecek şey ki eve girmektir ve âzâd ile hükmedilecek olan da iki kölenin biridir bilinmemektedir. Şu halde aşın bilgisizlik vardır. Öyleyse iki köleden hiçbiri âzâd edilmiş olmaz.
İki kimse ikisinden birinin çocuğuna, satın almak, hibe veya va-siyyet ile mâlik olsalar veya o iki kimsenin biri oğlunun yarısını oğlunun sahibinden satın alsa, yâhûd onun âzâd olmasını yansının satın alınmasına bağlasa, meselâ Zeyd, Bekr'in kölesine: «Eğer ben senin yarını satın alırsam senin yarın hürdür.» dese, ondan sonra- o köleyi Zeyd ve bir başka adam ortaklaşa satın alsa, ilk iki surette hem onun hem babanın payı âzâd edilmiş olur. Çünkü baba yakınının yarısına mâlik-dir. Onu satın alması ise âzâd etmektir. Nitekim daha Önce geçti. Şart bulunduğu için, üçüncü surette yemîn edenin payı âzâd edilmiştir. İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, j,eaddî bulunmadığı için baba ortağının payım Ödemez. Gerek ortağının oğlu olduğunu bilsin, gerekse bilmesin müsavidir. Baba ortağının payım zikredilen üçüncü surette Ödemez. Nitekim onu mîrâs yoluyla alsalar hüküm bu olurdu. Yâni, baba bu surette ortağının hissesini ödemez. Nitekim baba ile ortağı oğluna mîrâs yoluyla mâlik olsalar, baba ortağın hissesini ödemezdi.
Bunun sureti şudur: Bir kadm ölüp, bir kölesi kalsa, ki o köle, kocasının oğlu olsa ve kocasıyla erkek kardeşini mirasçı bıraksa, baba oğlunun yansına vâris olup babası üzere âzâd edilmiş olur ve o kadının erkek kardeşinin payını ittifakla ödemez. Çünkü irs baba için zarurîdir. İrsin sübûtuuda baba için seçme hakkı yoktur. Şu halde ortak köleyi ya. âzâd eder veya çalıştırır. Yâni ortak için Ödetme velayeti olmayınca, ortak için iki durumdan biri kalır: Ya âzâd etmek veya çalıştırmak, İmâmeyn (Rh. Aleyhimâ) demişlerdir ki: İrsden başkasında, baba zengin olduğu halde oğlunun kıymetinin yansını öder. Fakir olduğu halde oğlu kıymetinin yarısını babasının ortağı için çalışır. Çünkü onu yakınının satın alması âzâd etmektir. Eğer satın alan zengin ise ödemek vâcib olur. Fakır ise, köle çalışıp kazanır. İmâm A'zam (Rh.A.) der ki: Ortak olan adam, payının ifsadına razıdır. Bu durumda baba ödeyici olmaz. Nitekim payının âzâd edilmesine izin verse, âzâdm illetinde vki o satın almaktır babaya ortak olması bakımından, babanın ödeyici olmadığı gibi. Eğer baba ödeyici olmadığını bilmezse, bilmemek özür olmaz. Eğer kölenin yansını bir yabancı satın alıp ondan sonra geri kalan yarısını da, zengin olduğu halde kölenin babası satın alsa, babanın ortağı olan yabancı payını babaya ödetir. Çünkü yabancı payını ifsada razı olmamıştır. Ya da oğlan babanın yanında maliyetini habsettiği için kıymetinin yarısında çalışır. Bu İmâm A'zam' (Rh.A.) a göredir. Çünkü İmâm A'zam' (Rh.A;) a göre, âzâd edenin zenginliği çalışmayı menetmez. İmâmeyn (Rh. Aleyhimâ) ise; «Ortak için muhayyerlik yoktur. Baba oğlunun kıymetinin yansını öder.» demişlerdir. Çünkü İraâmeyn' (Rh. Aleyhimâ) e göre, âzâd edenin zenginliği çalışmayı meneder. Eğer kölenin babası zengin olduğu halde oğlunun ta-mâmma mâlik'olan kimseden yansını satın alsa, baba mâlike ödemez. Çünkü mâlik köleyi babasına satması ile payının ifsadına razı olmuştur. Bir köleye ortak olan üç kimsenin biri köleyi müdebber etse ve diğeri âzâd etse ve her ikisi zengin olsa; biri de sükût etse, sükût eden ancak kölenin müdebbiri olan- ortağına payını ödetir. Âzâd «dene ödetmez. Müdebber yapan da kölenin müdebber olarak üçtebir kıymetini âzâd edene ödetir. Kendi ödediğinin üçtebirini ödetemez. Yâni köle üç adamın arasında ortaklaşa olsa, birisi o köleyi müdebber edip ve diğeri âzâd etse ve bu ikisi de zengin olsa; üçüncü sükût etse, bu durumda sükût eden ve müdebbir ödetmeyi murâd etseler, sükût eden için müdebbire ödettirmek hakkı vardır. Âzâd edene Ödettiremez. Müdebbir için de âzâd edene kölenin müdebber olduğu halde kıymetinin üçtebirini ödettirmek hakkı vardır. Yoksa müdebbirin ödediği üçtebiri ödettiremez. Bunun açıklaması şudur; Kölenin kıymeti meselâ yJrnıiyedi dinar olsa, sükût eden, müdebbire dokuz dinarı ödetir. Müdebbir de âzâd edene altı dinar ödetir. Çünkü müdebber kölenin kıymeti hâlis kölenin kıymetinin üçteikisidir. Nitekim bunun sebebi yakında gelecektir.-İmdi tedbîr sebebiyle müdebbirden dokuz dinar yok olmuştur. Âzâd etmekle olan yok etme müdebberin kıymeti üzere vâkidir. O da hâlis köle (kmn) kıymetinin, ki onseMz dinardır üçteikisidir. Onseki-zin üçtebiri altı dinardır. İmdi müdebbir âzâd edene ancak altı dinân ödetir. Susanın hissesi olan dokuz dinarı ödediği bu alLı dinarla birlikte ödettiremez. Bu İmâm A'zam' (Rh.A.) a göredir.
İmâmeyn (Rh. Aleyhimâ) demişlerdir ki: Köle müdebbire âiddir. Köleuin kıymetinin %teikisini gerek müdebbir zengin ve gerekse fâkîr olsun, kölenin iki ortağına öder. Çünkü bu ödeme temellük ödemesidir. Zenginlik ve fakirlik ile de"ğ,|şmez. Âzâd etme ödemesi bunun aksinedir. Çünkü o suç işlemekden meydana gelen borçtur.
Bir kimse bir câriye için; «Bu benim ortağımın ümmü veledidir.» deyip ve ortağı da inkâr etse, fmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, o câriye inkâr eden ortağa bir gün hizmet eder ve bir gün durur. Çünkü ikrar eden, o câriye üzerinde hakkı olmadığını söylemiştir. İkrarı ile muâha-ze olunur. İnkâr eden, cariyenin eski hâlinde olduğunu söylemektedir. |;; Binâenaleyh önün için cariyenin yarısında hak vardır; İmâmeyn' (Rh. |' Aleyhimâ) e göre, inkâr eden için, cariyeyi kıymetinin yansı hususunda çalıştırmak hakkı vardır. Ondan sonra câriye hür olur. Çünkü inkâr eden arkadaşı, bunun ümmü veledidir, diye ikrar eden ortağını doğru-lamayınca ikrarı kendi aleyhine döner. Sanki ikrar eden, cariyeye çocuk doğurtmuştur. İmdi câriye inkâr eden için çalışmakla âzâd edilmiş olur.
Ümmü veled için kıymet yoktur. İmâmeyn (Rh. Aleyhimâ):, «Ümmü veled için kıymet vardır.» demişlerdir. Çünkü ümmü veled kazanılmış köle (memlûke) dir. Onunla cima, icâre ve istihdam yönlerinden yararlanılır. Binâenaleyh müdebbere gibi kıymetlendirilmiş olur. Bundan dolayı bir kimse: «Benim bir memlûküm âzâd olsun.», dese, ümmü veled ona dâhil olur. Cimâın mubah kılınması mülke delildir. Çünkü cima ancak nikâh ile veya. mülk-ü yemîn ile helâl olur. Birincisi yoktur. İkincisi taayyün etmiştir. Mülkün devamı, maliyetin ve kıymetin devamına delilidir. Çünkü insanda memlûkiyyet, maliyet ve tekavvüm-den başka bir şey değildir. Hürriyet hakkı tekavvüme aykırı olmaz. Müdebber gibi. Bundan dolayı şayet bir Nasrânînin ümmü veledi İslama gelse, çalışıp kazanır. Bu tekavvümün (kıymetliliğin) belirtisidir. İmâm A'zam' (Rh.A.) in delili, Kesûlüllah' (S.A.V.) m :
«Ümmü veledi, çocuğu âzâd etti.» kavlidir. Bu lıadîs-i şerif? İbn-i Mâce (Rh.A.) ve Dârekutnî (Rh.A.) rivayet etmişlerdir.
Hürriyetin gereği tekavvümün ortadan kalkmasıdır. Lâkin hadîsi şerif, muarız geldiği için hürriyet ifâdesinde yeterli değildir. Hadîs-i şerif Resûlüllah' (S.A.V.) m şu kavlidir :
«Her hangi bir câriye sahibinden doğurursa, o câriye sahibinin ölümünden sonra âzâd olur.»
Bir rivayette uOndan sonra» buyurmuştur. Bu hadîs-i şerifi İmânı Ahmed (Rh.A.) rivayet etmiştir. Bu hadîs-i şerif için tekavvümün ortadan kalkmasında muarız yoktur. Şu halde tekavvüm sabit olur. Tekavvümün ortadan kalkması sabit olunca zengin olan kimse ümmü veledini kendisi ile başkası arasında ortaklaşa olduğu halde âzâd ederse, ödemez. Meselâ, çocuk doğurur da ikisi de çocuğu benimdir diye iddia ederse, ümmü veledin tekavvümü caiz olmadığına binâen, İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, ortağının payını ödemez. İmâmeyn' (Rh. Aleyhimâ) e göre, tekavvümü caiz olduğuna binâen öder.
Bir adamın üç kölesi olsa,, sıhhati hâlinde yanındaki iki köleye: «İkinizden biriniz hürdür.» dese, o iki kölenin biri dışarı çıkıp üçüncü köle girdikde o sözü tekrar etse; eğer o.adam sağ ise, sözünü açıkla diye emredilir. Eğer adamın gayesi bilinmediği hâlde öldü ise, yanında duran kölenin üç rub'u, yâni üç çeyreği ve diğer iki kölelerden her birinin yarısı âzâd edilmiş olur. Bu, İmâm A'zam ile Ebû Yûsuf'a (Allah ikisine de rahmet eylesin) göredir. İmâm Muhaınmed' (Rh.A.) e göre, giren kölenin d ört tehiri âzâd olur. Diğeri, İmâm A'zam ile Ebû Yûsuf (Rh. Aleyhimâ) un dedikleri gibidir. Çünkü ilk îcâb (yâni ilk söz), d(-şarı çıkan île duran arasında deveran etmektedir. Şu halde ikisi arasında yarıya bölünür. Ondan sonra ikinci îcâb, duran ile giren arasında döner. İmdi ikinci îcâb ile durana isabet eden yarım aralarında yarıya bölünür. Durana isabet eden yan hisse-i şâyiâhdır. İlk îcâbla âzâd edilen yarıya isabet eden hükümsüz kalır.' Boş kalan yarıya isabet eden ki o dörttebirdir: kalmıştır. Onun da üç çeyreği âzâd olur, İçeri girene gelince; İmâm Muhammed' (Rh.A.) e göre, dörttebirî âzâd edilmiş olur. Çünkü bu icâb duranın dörfctebirinin âzâd edilmesini gerektirince içeri girenden de dörttebirin âzâd edilmesini gerektirir. Zira ikisi arasında yarıya bölünmüştür. İmâm A'zam ile Ebû Yûsuf (Rh. Aleyhimâ) : «Yarısının azadına mâni' olan şey durana âiddir. İçeri girene mâni' yoktur. Şu halde girenin yansı âzâd edilmiş olur.» demişlerdir.
Eğer bu söz adamın hastalığı hâlinde olursa ve açıklamadan önce ölüp ve o kölelerin kıymetleri eşit olursa, üçtebirinden âzâd edilenin miktarı çıkacak kadar malı kaldığı takdirde ki tmâm A'zam ile Ebû Yûsuf (Rh. Aleyhimâ) a göre, bir rakabe ve bir rakabenin üç çeyreğidir ve İmâm Muhammed' (Rh.A.) e göre, rakabenin yarısıdır veya bu miktar üçtebirden çıkmayıp ve lâkin vârisler izin verirlerse cevâb zikredilen gibidir. Eğerimin bu kölelerden başka malı yok ise ve vârisler dahî izin vermezlerse, q kölelerin arasında, bizim anlattığımı^ üzere üçtebir taksim edilir. Bunun açıklaması şudur: Dışarı çıkan kölenin hakkı yarımda ve yanında duran kölenin hakkı üç çeyrekde ve içeri girenin hakkı İmâm A'zam ile Ebû Yûsuf (Rh. Aleyhimâ) a göre, dışarı çıkan köle gibi yarımdadır. İmdi yarımı ve dörttebiri olan bir mahrece (paydaya), muhtaç olunur. Bu paydanın en azı. dört olup yediye avle-der (döner). Şu halde dışarı çıkanın hakkı iki hissedir. İçeride dura-' nm hakkı üç hissede ve içeri girenin hakkı iki hissededir. Bu suretle âzâdm payları yediye ulaşır. Şu halde malın üçtebiri yedi kılınır. Çünkü âzâd hastalıkdavasiyyettir. Bunun geçer yeri (nefâz) malın üçte-biridir. Malın üçtebiri yedi olunca, üçteikisi ondört olur. Bu çalışmanın paylarıdır. Malın hepsi yirmibir olur. ölen adamın malı ise üç köledir. Binâenaleyh her köle yedi pay olur. İmdi dışarı çıkan köleden iki pay âzâd edilmiş olur ve beşinde çalışır. İçeri giren köleden iki pay âzâd edilmiş ölür ve beşinde çalışır. İçeride durandan üç pay âzâd edilmiş olur ve dördünde çalışır. İmdi vasiyyetlerin payları yediye ulaşır ve çalışmanın paylan ondört olur. Böylelikle üçtebir ve üçteiki doğru olur. ,
İmâm Muhammed' (Rh.A.) e göre, içeri giren kölenin hakkı bir paydır. Ona göre âzâd paylan altıdır.- Her rakabe altı pay kılınır ve çalışma paylan oniki olur. Malın hepsi onsekiz yapılır. İçeride durandan üç pay âzâd edilmiş olur ve üçünde çalışır. Dışarı çıkandan iki pay âzâd edilmiş olur, dördünde çalışır, İçeri giren köleden bir pay âzâd edilmiş olur, beşinde çalışır. Bu durumda üçtebir ve üçteiki doğru olur.
Ben derim ki: Bunun zahirine şu soru yönelir: Ferâiz erbabı, dördün avl eyiemediğini açıklamışlardır. Şu halde nasıl oluyor da; bunun en azı dörttür, yediye avl eder, demek doğru oluyor?
Bu sorunun cevâbı şudur: Onlann sözlerini açıklayanların söylediklerine göre bunun ma'nâsı; «Bir mes'elcde asla iki yanmla bir dört-tebirin bir araya gelmesi düşünülemez.» demektir. Bu söz terekenin taksiminden başkasında dörde avlin vâki olmasına engel değildir.
Eğer bir adam, cimâdan önce üç karısını bu şekilde boşasa; dışarı çıkan karmırı mehrinin dörttebiri, içeride duranın mehrinin sekizdeüçü, içeri girenin de mehrinin sekizdebiri düşer. Yâni, bir adamın üç karısı olup mehrleri eşit olsa, yukarıda geçtiği şekilde, onlarla cinsî münâsebette bulunmazdan önce boşasa, birinci îcâb ile birisinin meh-rinln yarısı, dışarı çıkan ile evde duranın arasında yarıya bölündüğü halde, o yarım düşer. İmdi ikisinden her birinin mehrinin dörttebiri sakıt olur. Ondan sonra ikinci îcâb ile dörttebir düşer. O da evde duran ile içeri giren arasında yarıya bölünür. Ve her birine sekizdebir isabet eder. Böyle olunca içerde duranın mehrinin sekizdeüçü iki îcâb ile düşer. İçeri girenin mehrinin sekizdebiri düşer.
Bu mes'elenin taJâkrfa cinsî münâsebetten önce far/olunmasına se-bcb, birinci icâbın beynûneti mu'cib olması irindir. Birinci icâbın İsabet eylediği kadın ikinci icâba mahal kalmaz ve bu ma'nâda âzâd gibi olur.
Kftdın ile cinsî münâsebette bulunmak ve ölüm, mübhem talâk için açıklamadır. Yâni bir adam, iki karısına «İkinizden biriniz boşsunuz.» dese, ondan sonra ikisinden biri ile cinsî münâsebette bulunsa veya ikisinden biri ölse, cima ile ölümden her biri şunu beyândır ki: Boşamakla murâd diğer kadındır. Yâni, cinsî münâsebette bulunulan veya ölen kadının diğeridir.
Cinsî münâsebetin mübhem talâk için açıklama olmasının sebebine gelince; çünkü nikâh cinsî münâsebetin Helâl olması için korîulmuş bir akddir. Talâk ise nikâh mülkünü ortadan kaldırmak için konulmuştur. Yâni, ya hemen veya iddet bittikten sonra, cinsî münâsebetin helâl olmasını ortadan kaldırır.
Şu halde; cinsî münâsebet, ö kimsenin talâk ile muradının cima. edilmiş olan kadın olmadığına delildir, ölümün mübheın talâk için açıklama olmasının sebebine gelince; çünkü ma'iûmdur ki, beyân bir bakımdan inşâdır. Yâni îcâbdır. İmdi onun için bir mahal gerekir. Mübhem âzâdda olan satış, ölüm, tedbîr, çocuk isteme ve teslim olunan hibe ile sadaka gibi. Yâni bir kimse iki kölesine; «İkinizden biriniz hürdür.» dedikden sonra, ikisinden birini satsa veya müdebbere yapsa, veya biri Ölse veya bu sözden sonra iki cariyesinin birisini doğuma veya iki-' sinden birini başkasına hibe edip veya sadaka edip teslim etse, bunların hepsi, muradın başkası olduğunu beyân sayılır. Zira, kendisi için inşâ hâsıl olan kimse asla ölümle âzâda mahal kalmaz. Satıcı yönünden de satmakla âzâda mahal kalmaz. Her vecihie, tedbir ve doğurtmak, yâni ikisinden birini müdebber edip veya doğurtmakla âzâda mahal kalmaz. Binâenaleyh öteki aynen belli olur. Teslimle yapılan hibe ve sadaka satış menzil esindedir. Çünkü temliktir.
Kapalı (mübhem) âzâdda cima beyân olmaz. Yâni, bir kimse iki cariyesine; ((İkinizden biriniz hürdür.» dese, ondan sonra birisi ile cinsî ilişkide bulunsa. İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre beyân olmaz, İmâmeyn' (Rh. Aleyhimâ) e göre beyân olur. Çünkü cinsî ilişki ancak mülkde helâl olur. Cinsî ilişkiye yönelmek de istibkânın delilidir. (Yâni onu elinde bırakmanın delilidir.)
İmâm A'zam' (Rh.A,) m delîü şudur: Mülk cariyenin ikisinde de .sabittir. Bundan dolayı mâlik için ikisini de hizmette kullanmak hakkı vardır. Cariyelere cinayet işlenirse diyeti, şüphe ile cinsî münâsebette bulunurlarsa, mehrleri mâlike âid olur. Çünkü mübhem âzâd beyâna muallâktır. Şarta bağlanmış olan bir şey şarttan önce olmaz.
Mâlik cariyesine': «Senin doğuracağın çocukların ilki eğer oğlan olursa, hürsün.» dese, câriye de bir oğlan ve bir kız doğursa ama önce doğan hangisi olduğu bilinmese, ananın yarısı, kızın yarısı âzâd edilmiş olur ve oğlan köle kalır. Çünkü ana ile kızdan her biri bir halde âzâd olurlar. O da ilk defa oğlan doğurmakladır. Ana şartla, kız da ona tâbi olarak hür olurlar. Bir halde de köle (rıkk) olurlar. O da önce kız doğurduğu vakittir. Bu da şart bulunmadığı içindir. Binâenaleyh, her birinin yarısı âzâd edilmiş olup diğer yarımda çalışırlar. Oğlan ise iki halde de âzâd edilmiş olmaz. Yâni, oğlan gerek kızdan önce, gerek sonra doğsun âzâd edilmiş olmaz.
İki adam, Zeyd aleyhine iki memlûkünün birini âzâd ettiğine şâ-hidlik etse, memlûkler köle olsun ve gerekse câriye olsun, İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, her iki surette de şehâdet geçersiz olur. Birinci surette, yâni, memlûkün ikisi de erkek köle olduğu surette, şehâdetin geçersiz olmasına sebeb; kölenin âzâdı aleyhine şehâdet, köle da'vâ etmeyince, İmâm A'zam' (Rh.A,) a göre, kabul edilmediğindendir. Burada köle tarafından da'vâ yoktur. Çünkü, meçhuldür. İnıâmeyn' (Rh. Aîeyhi-mâ) e göre, da'vâsız şehâdet kabul edilip geçersiz olmaz. İkinci surette, yâni ikisi de câriye olduğu surette, her ne kadar da'vâ cariyede şart değil ise de, lâkin mübhem âzâd aleyhine şahitlik kabul edilmez. İki kölenin birinde olduğu gibi. Ancak eğer şâhidlerin şehâdeti Zeyd'in vasiyyeti hakkında olursa, o zaman kabul edilir.
Hidâye'de 'denmiştir fei: İki adam, Zeyd ölüm hastalığında iki kölenin birini âzâd etti diye şâhidük etse veya sıhhatinde veya hastalığında müdebber' ettiğine şâhidlik etse ve şâhidliği edâ dahî Zeyd'in ölüm hastalığında veya ölümünden sonra olsa, o şâhidlik istihsânen kabul edilir. Çünkü tedbir, vâki olduğu vakitte vasiyyet olur. Âzâd etmek dahî Ölüm hastalığında vaşiyyettir. Vasiyyette hasım ise ancakvasiyyet eden kimsedir. O ise bilinmektedir, onun halefi de vardır ki, o da vâsi, vâris veya kâdîdir.
Ben derim ki: Hidâye sahibinin muradı, kıyâsın iktizâsı, bu şahitliğin dahî geçersiz olmasıdır, demektir. Çünkü iddia edilen bilinmemektedir. Lâkin bu şehâdet istihsânen kabul edilir. Çüttkü da'vâcı takdimi, da'vâlı da tahkiken mevcuttur. Zira bu vasiyyettir ve vasiyyette hasım vasiyyet edendi^. Çünkü, azadın faydası vasiyyet edene âiddir. Binâenaleyh takdîren da'vâcı olur ve onun halefi vardır ki, da'vâlarda ve başka yerlerde yerine geçer. Ö halef vasi veya vârisdir ve ikisinden her biri gerçekden da'vâlı olurlar. Şu halde; vasiyyet eden hakkını ikisinden birinden da'vâ eder ve iki şâhid ikâme eder Böylelikle, vasiyyet eden kimse bir bakımdan da'vâcı, bir bakımdan da'vâlı olur.
Bu çözüm ile Sadru'ş-Şerîa' (Rh.A,) nuı sözü çöküp dağılır. O şöyle demişti: «Birinci delil müşküdir. Çünkü üzerinde tartışılan şudur: Şayet sahibi iki kölesinden birinin tedbîrini inkâr etse veya vâris bunu murisin ölümünden sonra inkâr etse ve o iki kölede tedbîrin isbâtını isteseler, imdi da'vâcınm, mûsî veya onun naibi olduğu nasıl söylenir?» Çünkü üzerinde tartışılan şey O'nun söylediği değil, köle sahibinin iki kölesinden birini müdebber yaptığını inkâr etmesidir, İki kölenin bunun isbâtmı istemeleri, ancak bu, iki adam sahibinin sıhhatinde iki kölenin birini âzâd ettiğine şâhidlik ettikleri vakittedir. Nasıl böyle olmasın? Hidâye'de: «Bütün bunlar o iki kişinin köle sahibi iki kölesinden birini sıhhati hâlinde âzâd ettiğine şehâdette bulunduklarına göredir.» denilmiştir. Bundan sonra, şayet iki adam, Zeyd ölüm hastalığında iki kölesinin birini âzâd etti, diye şehâdet ederlerse, demiştir; Keza Hidâye sahibi, da'vâcı mûsîdir veya onun naibidir, dememiştir. Belki mûsîyi da'vâcı ve naibini da'vâlı yapmıştır. Nitekim biz onu açıkladık. Gâyetü'l-Beyân, şu sözüyle bizim zikrettiğimizi destekler: «Ölüm hastalığında âzâd veya tedbîr, vasiyyet sayılınca, buna verilen hüküm ma'lûm olur. Çünkü vasiyyetin yerine getirilmesinde hasm mûsîdir. O da bilinmektedir. Onun halefi vardır. O da vasî veya vârisdir. Şu halde şehâdet kabul edilir. Hayat hâli bunun aksinedir. Çünkü şehâdet köle içindir, sâhib için değildir. Zira sahibi iddia etmez. Kendisine şahitlik yapılan köle de bilinmemektedir. Kâfide söylenen sö« ise Sa.d-ru'ş-Şerîa' (Rh.A.) nın sözünden daha :»«yrct vericidir ZtUaî (Rh.A.) de Kâfiye tâbi olmuştur. Onlar şöyle demişlerdir:
«İstihsâmn vechi şudur: Ölüm hastalığında âzâd va&iyyettir. Hattâ üçtebirden itibâr olunur. Tedbîr dahî vasiyyettir. Gerek sıhhatte olsun ve gerekse ölüm hastalığında olsun müsavidir. Hasm, vasiyyetin yerine getirilmesinde mûsîdîr. Çünkü vasiyyetin yerine getirilmesinin vâcib olması vasinin hakkı içindir. Faydası da kendisine âiddir. İnkârı merdûddur. Çünkü akılsızlıktır. Mûsî bellidir. Halefi de vardır. O da vasi veya vârisdir. İmdi vasinin veya vârisinin her birinden da'vâ gerçekleşir.»
Kâfi"ıiin bu sözü doğru değildir. Önce doğru olmadığına sebeb; mâlikin inkârı bu surette olmayıp belki sıhhatinde şehâdet ettikleri vakittedir. Nitekim daha önce geçti. Doğru olmadığının ikinci sebebi ise; da'vânın vârisden bu surette tahakkuku asla ma'kûl olmadığı içindir. Çünkü,, vâris şayet «Murisim iki kölesinin birini âzâd etti.» dese, ikrar olur, da'vâ olmaz. Şu halde şahide muhtâc olmaz. İmdi sen, bu noktada düşün! Çünkü bu konu ayak'kayacak yerlerdendir.
«Allah doğru yola hidâyet edicidir. Bize Allah kâfidir. O ne güzel vekildir.»
Ya da o iki adamın şehâdetleri mübhem talâka olursa; meselâ: Bir kimse iki kârısına «İkinizden biriniz boştur.» dese, buradaki şâhidlik da'vâsız kabul edilir. Çünkü fercin haram olmasını tazammun eder. Ve Allah Teâlâ' (C.C.) nın hakkı olur. Bundan dolayı; burada da'vâ ic-mâen şart kılınmaz. [66]
[1] Ric'at: Lûgatta; geri dönmek, gerilemek; Şerîatte ise; nikâh mülkünü devam ettirmek istemektir. Yâni, kocanın, boşadığı karısına tekrar dönerek aralarındaki eski nikâhı devam ettirmek istemektir. Burada nikâh tazelemeğe lüzum yoktur.
Ric'atın şartları:
a) Talâkı sarih yâhûd kinaye lâfızlarının bazdan ile yapmak,
b) Mal mukabilinde boşaraamak,
c) Üç talâkı tamamlamamış oltnafc,
d) Kadının cima edilmiş olması, ric'atin iddet içinde yapılmasıdır.
Ric'at kavli ve fiili olmak üzere İki kısımdır:
Kavli ric'at: «Sana ric'at ettim.» gibi sözlerle yapılandır.
Fiilî ric'at; cima gibi bir fiille olur. (Selâmet Yollan, Ahmed Davudoğlu C. 3)
[2] Bk. Bakara sûresi (2), âyet: 231.
[3] Bk. Talâk sûreyi (65), âyet: 1
[4] Bk. Talâk sûresi (65), âyet: 1
[5] Bk. Bakara sûresi (2), âyet: 230
[6] Âi$e <R. Anhâ) dan rivâyel edilmiştir. Demiştir ki:
«IJir ;ıı!;tm karısını üç defa boşadı da, o kadını başka bir aılam aklı; sonra onu ciıvuV etmeden boşadı. Bunun üzerine kadını ilk Kocası almak istedi. Derken mes'ele Kviûiüllah (S.A.V.)a soruldu.
Hayır ikinci kocası, oiıııiı balcağızındarı birincisinin (atlıyı gibi talıııadıkça olma/.» buyurdular. Hııdts mûllefefcıın jıleyh'dir. Lâfız Müslim'indi;'.
1 l;ı<iîs-i ınit'îflekî «balçağız» ta'biri çımadan kininedir. Maamâfîh muradın ne olduğu yine ihtilaflıdır. Bazılarına göre maksad, «Menini» inmesidir. Hullc ancak bununla olur.»
Cumhuru göre ise; erkeğin tenasül organından sünnet edilen miktarı kadının fer-cine girerse kâfidir.
Ezhcrî; «Doğrusu balcağızııı ma'nâsı; sünnet mahallinin kaybolması ile husule yelim cİmâ lezzetidir» diyor.
Cbû Ubcyd; «Balçağız, cima lezzetidir. Araplar lezzetli bulduğu her şeye bal derler,» demektedir. '
(Selâmet Yolları, Ahmcd Davudoğtu. C. 3, S. 276)
[7] Hülle : fola m Hukukuna güre; hür bjr kadın üç defa, cariye ise iki defa boşanırca, başka bîr kocaya varmadıkça ilk kocasıyla evlenemez. Çünkü şeriatın erkeğe verdiği bo-şayıp alma hakkı bitmiştir. Binâenaleyh; bir adam hür karısını ister bir defada üç. İsterse ayrı ayrı zamanlarda üç defa boşadı mı, artık o kadın başka bir kocaya varmadan cvlenemcz. Başka bir kocaya varır da, günün birinde ondan da boşanır ve>i o karısı Ölürse iddet denilen şer'î müddeti bekledikten sonra tekrar ilk kocasına nikâh edilebilir. İşle, bu ikinci kocaya varma işine hülle derler. Hullc, HancTîlerc güre mekrûhdur.
Hullc; şer'an asla şakası olmayan boşama İsini tekrarlıya tekrarlıya âdeta oyuncak hâline getiren şımarık, düşüncesiz ve şaşkın erkeklere şeriat tarafından verilen bir İbret dersidir.
llullc'mıı hüesi: Üç talâkla boşanan kadını pazarlık ederek birisiyle evlendirmek. ve bir akşam karı - koca hayatı yaşadıktan sonra ertesi günü boşattırarak tekrar ilk kocasına vermektir. İşte, bu yola başvuran kimse, hadîs-i şerîfde kiralık tekeye benzetilen nıel'un hullecikür.
(Selâmet Yolları, Ahmcd Davudoglu. C. 3, S. 274. 275ı
[8] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 212-219.
[9] Resûlüllah' (S-A.V.)'m Hâsına sebeb teşkil eden hâdise ile haram kıldığı şey hususundaki rivayetler muhteliftir. Bunları şöyle hulâsa edebiliriz:
1 Bu îlâ'ya sebeb Hz. Hafsa' (R. Anhâ)nuı Peygamber (S.A.V.) tarafından kendisine tevdi' edilen bir sırrı ifşa etmesidir. - , "
Bir rivayette; Resûlüllah (S.A.V.) in cariyesi Mariyye'yİ kendisine haram etmesi mes'elesidir. Peygamber (S.A.V.) bu sırrı Hafsa' (R. Anhâ) ya söylemiş O da, onu Hz. Aişe' (R. Anhâ) ya haber vermiştir.
Diğer rivayette; Hafsa' (R. Anhâ) ya söylediği sır bal yemeği kendisine haram etmesidir.
Başka bir kavle göre; Hafsa' (R. Anhâ) ya tevdi' buyurulan sır, babasının Hz. Ebû Bekir (R.A.) den sonra halîfe olacağıdır.
2 îlâ'nın sebebi: Resûlüllah (S.A.V.)'in gelen bir hediyeyi kadınları arasında taksim etmesi; fakat Zeyncb bintî Çalış* (R. Anhâ) in kendi hissesine râ2i olmamasıdır.
3 Kadınların Peygamber (S.A.V.) den nafaka islemeleridir. Hâsılı Resûl-ii Ekrem (S.A,V.)'in İlâsına sebeb; üç şeyden biridir.
a) Ya Hz. Hafsa (R. Anhâ) nın sırrı ifşa etmesi,
b) Ya.lıediyye tevzii,
el Yâhûıi da nafaka talebidir.
Hz. Hafsa (R. Anhâ) ya tevdi' buyurulan sır dahî;
a) Ya Mariyye'yİ kendisine haram etmesi,
b) Ya bal mes'elesi, '
c) Yâhûd hediyye tevziinden dolayı canının sıkılmasıdır.
(Selâmet Yollan, Ahmeci Davudoğlu, C. 3, S. 391, 392)
Fahr-i Kâinat <S.A.V.) Efendimizin tiâ'sının 29 gün devam ettiği hususunda ittifak vardır. .
(Asr-ı Saadet. Mcvlânâ Şiblî. C. 1. S. 365)
[10] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat:220-223.
[11] Hul': Lügatte; çıkarmak ve gidermek ma'nâîannadır.
Şerîatte im; mal karşılığında, kadının kocasından boşarunasıdır. Geçimsizlik ve Allah1 (C.C.) in emirlerini yerine getirememek korkusu bulunduğunda kadının, mal karşılığında, kocasından ayrılmasında bir mahzur yoktur.
[12] Bk. Bakara sûreaİ (2), âyet: 229
[13] Bk. Nisa sûresi (4), âyet: 20
[14] Bk. Bakara süresi (2), âyet: 229
[15] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 224-231.
[16] Zıhâr: Lügatte (zahr) yani sırt kelimesinden alınan bir masdardır. Dargın olan iki kİ-, şinİn birbirine sırtlarını çevirmelerini ifâde eder. .
Şerfatte: Kocanın 'karışım veya onun bütfc: bedeninden kinaye olabilecek bir cüz'-ünü yâhûd yarı, çeyrek gibi şayi* cüz'ünü (annesi gibi) nikâhı kendisine ebedtyyeu haram olan bir kadının, bakılması ebediyyen haram bîr yerine ben^etmekdir.
Şartı: Kadının kendi karısı olması; erkeğin de keffâret ehlinden bulunmasıdır. Zıhâr'in mesru3yvetine sebeb; Havle (yâhûd Huveyle) bint-i Mfilİk b. Salebe kıs-sasıdır.
(Selâmet Yollan, Ahmod Davudoğlu. C. 3, S. 396)
İdamda İlk zıhârı yapan Evs b. Sâmit'tir. Amcasının kızı Havle bint-i Salebe ile evli idi.
Evs (R.A.) bİrgün Havle (R. Anhâ) den bir istekte bulunur, Havle, onun bu isteğini yerine getirmeyince, Evs kızar. Aklı başından gider.
Havle (R. Anhâ) ye «Sen, bana anamın sırtı gibi ol!» der. Evden çıkar gider.
(islâm Tarihi. M. Âsim Koksal, C. 6f S. 267)
[17] Bk, Mücâdele sûresi (58), âyet: 3
[18] Bk. Mücâdele sûresi (58), âyet: 4 .
[19] SaJ: 1040 dirhem buğday ve arpa alan öiçekdir,
Küsurlar dikkate alınmazsa; 1040 dirhem-i şcr'f 2.917 kilogram, 1040 dirhem-i örfî de 3. 333 kilogram eder. O halde; 1 Sa' dirhem-i şer'î olarak 2. 917, dirhem-i örfî.olarak da 3. 333 kilogramdır.
[20] Batman: 1 Batman 6 kıyye'dîr. Yâni 1 Batman; 7 kilogram, 697 gram, 670 miligrama ojittir.
(Hukûk-ı İülâraîyye ve kttlâlıat-ı Fıklııyje Kamunu. Ö. Nâsûhi Bilmen, C. 4)
[21] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 232-240.
[22] liân; Hayırdan uzaklaştırmak, lanet etmek ma'nâsınadir.
Şetiatte: Husûsi bir sebeb ve husûsî bir sıfatla kan - koca arasında cereyan eden lânetleşmedir.
Şartı: Nikâhın mevcûd olmasıdır,
Sebebi: Kocanın karısını hadd îcâb edecek bir sdzle suçlamasıdır.
Hükmü: Lifin yapıldıktan sonra kadının haram olmasıdır.
[23] Hadd-i kazf (Hadd-i kudf): Namuslu bir kadına «fâhije» diye isnadda bulunan kin > şeye vurulan 80 dayaktır.'
[24] Bk. Nur sûresi (24). âyet: 6
[25] Sebkat: Geçmek.
[26] Bk. Nûr sûresi (24), âyet; 4
[27] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 241-247.
[28] BVNİN (iktidarsızlık): Tıp dilinde Empotans denir. Erkeğin cinsî münâsebette bulunamaması hâlidir. Sebebi: Organik veya psikolojİkdir. Devamlı veya geçici olur.
Organik sebebler: Tiroid bezi veya hipofizi İlgilendiren iç salgı bozuklukları veya husyelerdekî bozukluklardır,
Ayrıca; merkez sinir sistemi hastalıktan, tedavi edilmeyen diabet (seker), ihtiyarlık ve kronik alkolizm de iktidarsızlık sebebi olabilir.
Psikolojik sebebler: Aşın yorgunluk, elle istimna, endişe ve aşın istek, utanmak ve homoseksüellik iktidarsızlık sebeblerİdir.
[29] Mecbûb: Erkeklik uzvu İle beraber husyelerinin kesilmiş olması hâlidir. Buna cüb de denir. Yalnız, erkeklik uzvu .kesilmiş olan veya tenasül fileti düğme gibi pek ufak bulunan şahıs da mecbûb sayılır.
[30] Ferci doğuştan kapalı olan kadına RETKA denir. Bu kadının, tenasül organının cima mahalli bir et pörçasıyle kapalıdır. Bu et parçasına retak; fercin bitişikliğine de RATK denir.
Bazı kadınların tenasül organının dışında cimâ'a mâm olan bir boz vardır ki, buna Afel denir. Böyle kadına da Afla denir.
[31] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 248-251.
[32] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 252.
[33] Bakara sûresi (2), âyet: 228
[34] Talâk sûresi (65), âyet: 4
[35] Bakara sûresi (2), âyet: 234.
[36] Talâk sûresi (65), âyet: 4
[37] Mümtahİne sûresi (60), âyet: 10
[38] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 252-258.
[39] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 259-262.
[40] Ahkâf suresi (46), âyet: 15
[41] Lokman sûresi (31). âyet: 14
[42] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 263-269.
[43] Hıdâne (Hiîâne): Lûgatta kucağa almak,^ besleyip büyütmek üzere yanında bulundurmak, ku$un yumurtaları kanatlan altına alarak, üzerlerine basması anlamına gelir.
Fıkhf terim oturak aalamt: «Çocuku, sefâhiyetdar olan kimsenin belli müddeti içinde imsak ve terbiye etmesi» demektir.
Mecnûn, ına'tûh gibi çocuk hükmünde bulunan âciz kimseleri yetkili kişilerin korumaları ve terbiye etmeleri, bunların yiyeceklerine, içeceklerine bakmaları, temizliklerini, istirâhatJerini te'mİne çalışmaları, kendilerini zararlı şeylerden korumaları da hıdâne demektir.
(Bk. Istılâhâtı Fıkhiyye kamusu, C. 2)
[44] Abdullah b. Arnr' (R. Anhümâ) den rivayet olunduğuna göre bir kadın:
Vâ Resûlüllah şüphesiz ki şu oğlum İçin karnım bir kap, memem su tulumu, sinem de mahfaza idi. Şimdi babası beni boşadı ve beni ondan çekip almak istedi;* demiş. Bunun üzerine Resûlüllah (S.A.V.):
«Seo kocaya varmadıkça çocuğu almağa daha haklısın» buyurmuşlardır. Bu hadîsi Ahmed ile Ebû Dâvûd (Rh. Aleyhimâ) rivayet etmişlerdir. Hâkim ' (Rh. A.) sahîhlernİştir.
[45] Bakara sûresi, âyel: 233
[46] Bakara süresi, âyet: 233
[47] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 270-275.
[48] NAFAKA: Lügatte; çıkmak, gitmek, sarf etmek ma'nâlarıni ifâde eder. Ve bir insanın ıvâiine sarf ve infak ettiği şeye denir.
Fıkıh ısfılahınca; laam, kisve, sükna ile bunlara tâbi olan şeylerden ibarettir. Ör-fen; yalnız taama ıtlak olunur. <Hukûk-u İslâmiyye Kâmûsu, Ö, Nasûhî Bilmen, C. 2)
[49] Müslüman olsun veya olmasın kadının nafakası kocasına âiddir. Kadın, kocasının evine girip, kendini teslim edince kocası onun nafakasını, giyimini ve meskenini te'min etmekle yükümlüdür. (Kudûrî.)
[50] Talâk sûresi (65), âyet: 6
[51] Koca, karisini kendi ailesinden hiç bir kimsenin bulunmadığı bir evde oturtmaya yükümlüdür. Ancak, kadın kabul ederse oturtabilir. Eğer, kocanın başka kadından çocuğu varsa onu karniyle beraber oturtmaya hakkı yoktur. (Kudûrî.)
[52] Koca; kaynanası, kayınpederi veya kadının başka erkekden olan çocuğunun veya ailesinden birinin zevcesinin yanına girmelerine mâni' olabilir. Ancak, diledikleri zaman zevcesini görmelerine ve konuşmalarına mâni' olamaz. (Kudürî.)
[53] Bakara sûresi (2), âyet : 233.
[54] Lokman sûresi (31), âyet; 15
[55] Bakara sûresi (2), âyet: 233
[56] Bakara sûresi (2), âyet: 233
[57] Bakara sûresi (2), âyet: 233
[58] Lokman sûresi, âyet: 15
[59] Miimtehme sûresi (60), âyet: 9
[60] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 276-292.
[61] Küle ve câriye âzâdı bazan ibâdet bazan mubah, buzun da haram otur.
Keffâret veya sırf Allah rızâsı için yapılırsa ibâdettir.
Hiç bir niyyetsiz veya bir kimse için olursa mübjthdır.
Put veya Şeytan için olursa haramdır.
Köle âzâdı; Kitap, Sünnet ve İcmâ-i Ümmet'le şahittir.
Ulemâdan bazıları; Peygamber (S.A.V.) Efendimin 63, Âiı,;e (R. Anhâ.) nin 67» Ebû Bekir' (R.A.) in bir çok, Abbas' (R.A-) mn 70, Osman (R.A.) m muhasarada iken ,20, Hâkim b. Hizam' (R. A.) in 100, Abdullah b. Ömer' (R.A.) in 1000, Abdurrahman b. Avf (R.A.) in 30.000 kişiyi hürriyete kavuşturduklarını rivayet etmişlerdir.
(Selâmet Yolları, C. 4, Ahmed DavuOoğlu)
[62] Nemi sûresi (27), âyet: 21
[63] Hucurül sûresi (49). âyet : 10
[64] Ziralım: Lüsatta mutlaka yakınlık sahibi, demektir. Çoğulu: ZeiWrhâm'dır c ana (kaıinı) (»rafından akraba demektir.
lülılaltdu: «Tcrikeden, sülüs, rulıu' gibi mıiayyciı ohnıi olmayan ve (crîkı'vi, ası-bcılcıı olmak sıfatıylc ihraz etmeyen her hangi yakın kimse» demcl.ûr.
[65] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 293-303.
[66] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat:304-316.
Konular
- (Karısına Yaklaşmamak Yemini)
- Hul' Babı
- Zıhâr Babı
- Liân Babı
- (Karı - Koca Lânetleşmesî)
- Cimâa Kadir Olmayan (Innîn) Ve Benzeri Kimseler Babı
- İddet Babı
- İddetin Hükümlerinden Bazıları Şunlardır:
- Yas Tutma (İhdâd) Hakkında Bir Fasıl
- Nesebin Sübûtu Bâbı
- Hıdâne Babı
- (Çocuk Bakımı)
- Nafaka Babı
- Âzâd Bölümü
- (Kölelikten Kurtulma)
- Kölenin Bir Kısmının Âzâdı Babı
- Âzâda Yemîn Etmek Babı
- Ücrete Karşılık Âzâd Babı
- Tedbir Babı (Kölenin Azadını Ölüme Bağlama)
- İstîlâd Babı (Cariyeye Çocuk Doğurtmak)
- Kitabet Bölümü
- Mükâtebin Tasarrufları Hakkında Bir Fasıl
- Ortak Kölenin Kitabeti Babı
- Ölüm Ve Acz Babı
- Velâ Bölümü
- (Âzâd Bağlılığı)
- Yeminler Bölümü (Eymân)
- Fiil Üzere Yemin Babı
- Söze Yemin Babı