Söze Yemin Babı
Bir kimse «Fülân ile konuşmam» diye yemin etse ve fülân uyurken onunla konuşarak uyandirsa, yeminini bozmuş olur. Zira onunla konuşmuş ve sözünü işittirmiştir. Şayet uyandirmazsa; Kudûri'nin beyânına göre; uytmânıış olsa, ona kulak verdiği takdirde işitecek yerde bulunursa, yemini bozulmuş olur. Muhtar olan birincisidir.
Bir kimse: «Fülânla ancak izni olursa konuşurum» diye yeınîn etse, o kişi izin verip yemin eden bilmediği halde onunla :onuşsa, yeminini bosuruş olur. Çünkü izin, ezandan türemiştir. Ezan; bildirmek nra'nâsmadır. Ya da kulağa gelmekten türemiştir. Bunların hepsi ancak işitmekle gerçekleşir.
Bir kimse: «Şu giysinin sahibi ile konuşmam» diye yemîn edip giysinin sahibi o giysiyi sattıkda, yemin eden kimse onunla konuşsa, yeminini* bozmuş olur. Çünkü bu izafet, ta'rîften başkasına muhtemel değildir. Çünkü insan giyside olan bir ma'nâdan dolayı başkasına düşman olmaz. Müşteri ile konuştuğu zaman da yeminini bozmuş olmaz. Şu halde bu sözle zât murâd edilir.
Bir kimse: «Şu genç ile konuşmanı» diye yemîn edip ihtiyarladığı zaman konuşsa, yeminini bozmuş olur. Çünkü hüküm zata teallûk eder. Zira sıfat hâzırda geçersizdir. Bu sıfat yemine sebeb değildir ki, itibâr edilsin.
Şayet bir kimse kölesine: ,«Eğer ben bunu satarsam veya satın alırsam bu köle hürdür.» deyip muhayyerlik ile satarsa, yeminini bozmuş olur. Köle de âzâd olur. Çünkü köle mülkünden dışarı çıkmamıştır. Onda şart mevcûddur. Eğer bir başka kimsenin kölesine: «Ben bu köleyi satın alırsam hürdür.» deyip, muhayyerlik ile satın alsa, o köle âzâd edilmiş olur. îmâmeyn* (Rh. Aleyhimâ) e göre, âzâd edilmiş olmasına sebeb satın alanın mülküne girdiği içindir. İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, âzâd edilmiş olmasına sebeb, âzâdı mülke değil satın almaya bağladığı içindir. Şarta bağlanmış olan bir şey vâkî olurken yerine getirilmiş gibidir. Sanki «Muhayyerlik ile satın almaktan sonra bu köle hürdür» demiş gibi olmuştur.
Bir kimse muhayyerlikle bir köle satın aldıktan sonra âzâd etse, muhayyerliği düşer ve kölenin üzerine âzâd iktizâsı (âzâddan önce olmak üzere) mülk sabit olur. Burada da öyledir, «Eğer sana mâlik olursam sen hürsün» dese, zikredilenin hilâfına olur ki, o kimse o köleyi muhayyerlik ile satın alsa âzâd edilmiş olmaz. Çünkü yemîni bozmanın şartı mülktür. O da yoktur. Zira, satın alan kimse muhayyerlik île, İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, ona mâUk olmaz- Şu halde şartın cezası inmez. Eğer yemin eden kimse, o kölenin satışını muhayyerlik ile akd etmeyip bey-i bât (kesin satış) ile satarsa köle âzâd edilmiş olmaz. Çünkü satış tamâm olduğu gibi mülk ortadan kalkar ve ceza mülkten başkasına İnmez.
Fâsid ve mevkuf satış ile yeminini bozmuş olur. Yâni, yemîn eden kimse kölesini, «Satmam» diye yemîn etse, fâsid satış ile yeminini bozmuş olur. Çünkü satışın haddi mevcûddur. O da temliktir. Temellük iki taraftan olur. Bâtıl satış ile satsa yeminini bozmuş olmaz, çünkü satışın haddi mevcûd değildir.
Yemin eden kimse: «Ben bu köleyi satmazsam hür olsun.» dese de, âzâd etse, yâhûd müdebber yapsa, kendisine bağlanılan şey (muallakun aleyh) mevcûd olduğu için, yemininden dönmüş olur.
Bir kimse; nikâha, talâka, hul'a, köle azadına, kitabete, kasden adam öldürmeden dolayı sulha, hibeye, sadakaya, ödünç vermeye veya ödünç almaya yemîn ederse, kendi veya vekilinin fiili ile yeminini bozmuş olur.
Ben derim ki: Fukahânm istikrazı bundan saymaları müşkîldir. Çünkü Fakîhler, İstikraza tevkiî bâtıldır, diye açıklamışlardır. İmdi ona yeminin bozulması terettüb etmemek vâcib olur. Zira bâtıl üzerine hükm terettüb etmez. îdâ' (emânet vermek), istîdâ' (emânet almak)» iare (ödünç vermek),.istiare (ödünç almak), zebh (boğazlamak), köleyi.dövmek, borcu ödemek ve almak, bina, terzilik, giyim ve hami, bunların hepsinde, yemîn eden kimse fiili ile veya vekilinin fiili ile yeminini bozmuş olur. Yâni, bir kimse, «Eğer evlenirsem şöyle olsun.» diye yemîn edip, evlense veya vekili onu evlendirse, yeminini bozmuş olur. Diğer suretlerde dahî hal böyledir. Bunun vechi şudur: Bunlarda vekîl hâlis elçidir. Hattâ haklar emredene râci olur. Sanki âmir, vekî-îinin yapmış olduğu işi.kendisi yapmış gibi olur.
Yemin eden kimse şu hususlarda yalnız kendi fiili ile hânis olur. Yâni, vekilinin fiili ile yemini bozulmaz. Satmak, satın almak, kiraya vermek, kiralamak, bir maldan dolayı anlaşmak, husûmet, taksim ve çocuğu dövmek, bunların hepsinde de yalnız kendi fiili ile yemini bozulur.
.Sen bilirsin ki, istikrazda vârid olan i'tiraz burada çocuğu dövmekte de vâriddir.. Zira çocuğu dövmek hissi bir fiildir. Bir yerden diğer yere geçm&z. Ancak sahîh tevki! olursa geçer ve sıhhati mallarda olur. Şu halde köleye bakarak sahîh olur ve çocuğa bakarak bâtıl olur.
Konuşmam diye yemîn eden kimse, namazında yâhûd namazı dışında Kur*ân-ı Kerîm okumakla, tesbîh etmekle veya «Lâilâhe illallah» demekle yâhûd tekbîr getirmekle, bize göre yeminini bozmuş olmaz. Çünkü o kimseye atfen ve şer'an konuşan denmez. Şafiî' (Rh.A.) ye göre, yeminini bozmuş olur. Kıyâs da budur.
Yemîn eden kimse: «FüJân ile konuştuğum gün kölem hürdür.» dese, yemîn gece ve gündüze sarf edilir.- Nitekim daha önce sebebi geçti ki, gün süreksiz bir fiile bitişik olsa, o gün. ile mutlak vakit nıurâd olunur.
Gün ile gündüze niyet etmek sahihdir. Çünkü gün (yevm) vakitte kullanıldığı gibi gündüz ma'nâsmda da kullanılır. Bu İmâm A'zam' (Rh.A.) a göredir. Ebû Yûsuf (Rh.A.) a göre, kazaen tasdik olunmaz.
Çünkü yevm'in gündüz ma'nâsında kullanılması örf olmamıştır. -
«Fülân ile konuştuğum gece kölem hürdür.» dese, yemîn hassaten geceye yapılmış olur. Çünkü gece. mutlak vakitte kullanılmaz.
Şu kadar var ki, sözü gaye bildirir. Hattâ gibidir. Binâenaleyh; «Ben fülân ile konuşmam, şu kadar var ki Zeyd gelirse konuşurum», yâhûd (<Zeyd gelinceye kadar fülân ile konuşmam.» dese, eğer Zeyd'in gelmesinden önce konuşursa yeminini bozmuş olur. Aksi takdirde müddet ta'yîni geçersiz olur.
Şayet «Fülânın kölesiyle konuşmam», «Fülânm giysisini giymem», «Fülânm evine girmem», «Fülânm yemeğini yemem» veya «Fülânın hayvanına binmem» diye yemîn etse, meselâ: «Fularım şu kölesiyle konuşmam» demekle muzâfa işaret ederse ve -o fülân o şeyi mülkünden çıkarmakla fülânın şeye izafeti ortadan kalkarsa, yemininden dönmüş olmaz. Çünkü yemin' fülâna mülk izafeti ile bir ayn'a muzâf olarak akdedilmiş olur. Binâenaleyh, mülkün zevalinden sonra yemîn kalmaz. Nitekim işaret etmese hüküm budur. Çünkü bu ayn'larm, yâni; köle, giysi, ev, yemek ve binek hayvanının bizatihi terk edilmeleri maksûd değildir. Belki bunlar sâhibleri tarafından eziyet görüldüğü için terke-dilirler. Yemin' yemîn eden kimsenin maksadına göre yapılır. Sanki yemîn eden kimse: «Fülânm mülkü olduğu müddetçe» demiş gibi olur. Yenilenen gibidir. Yâni, o fülân bir başka köle veya başka giysi veya başka ev veya hayvan satın almakla, zikredilen şeylerde mülk yenilenirse yemin eden kimse icnıâen yeminini bozmuş olmaz. Eğer yemîn eden kimse işaret etmedi ise, yâni fülâna muzâf edip ve muzâfa işaret etmedi ise, izafetin ortadan kalkmasından sonra yeminini bozmuş, olmaz. Çünkü yemîn eden kimse yeminini fülâna muzâf bir mahalde vâki fiil üzere akd eylemiştir, o fiil ise mevcûd değildir. Binâenaleyh yeminini bozmuş olmaz.
Yenilenen şeyde mülk olduğu hâlde fiil ile yemin eden kimse yeminini bozmuş olur. Çünkü lâfz mutlaktır. Şu halde ıtlâkı üzere icra olunur.
Arkadaş ve zevce hakkında yemîn eden kimse işaret olunan şey ortadan kalktıkdan sonra dahî yeminini bozmuş olur. Yâni yemîn eden kimse, «Fülânm şu arkadaşı ile» veya «Fülâmn şu zevcesi ile konuşmam», diye yemîn etse ve arkadaşlık ve zevciyyetin ortadan kalkmasından sonra konuşsa, icmâen yeminini bozmuş olur. Çünkü hür kasden terkedilir. İmdi izafet sırf ta'rîf içindir ve muzâfun ileyhde bir ma'nâ-ya davet eden şey açık değildir. Çünkü o ta'yîn edilmemiştir. Yâni yemin eden kimse; «Ben fülâmn arkaüaşiyle konuşmam, çünkü fülân benim düşmammdır.» dememiştir. İmdi izafetin devamı şart kılınmamıştır. Fakat az önce yukarda geçen şey bunun hılâfınadır'. Çünkü zikredilen a'yan zâtları için terk edilmezler. Köleden başkasının terk edilmesi zahirdir. Keza köle dahî zahir rivayet üzere terk olunmaz, çünkü köle adiliği ve mertebesinin düşmesi için cemâdâta (cansız şeylere) katılmıştır.
İmdi izafeti mu'teber olup, yemîn eden kimse, onun ortadan kalkmasından sonra yeminini bozmuş olmaz. îşâret edilenden başkasında; meselâ, «Ben fülânın arkadaşiyle veya fülânın karısiyle konuşmam.» der de, sonra dostuna düşman olmak veya karısını bâînen boşaması suretiyle nisbet ortadan kalkar, da, konuşursa yeminini bozmuş olmaz. Çünkü hür kimse mücerred başkası için terk edilebilir. İşareti terk edince, ö terk, o muhtemele delâlet eder. Zira, ayn'ı için olsaydı ta'yin ederdi. Binâenaleyh, izafet ortadan kalktıktan sonra, bu ihtimâlle beraber yemininden dönmüş olmaz.
Yemîn eden kimse, yemininde niyyetsiz «Hîyn» ve «Zamana kelimelerini zikrederse murâd olunan yarım yıldır. Zira «Hîyn» kelimesiyle az zaman murâd olunur. Allah Teâ*â (C.C.) :
«Akşama girerken Allah'ı lesbîh edin.» [24] buyurmuştur. «Hîyn» ile bazan kırk yıl murâd olunur. Allah Teâlâ (C.C.) buyurdu ki:
«İnsanın üzerine zamandan öyle bir hîyn gelmiştir ki...» [25] Bazan da bu «hîyn» ile altı ay nıurâd olunur. Allah Teâlâ (C.C.) buyurdu ki:
«(O ağaç) her hîyn yemişini verir durur.» [26]
İbn Abbas (R.A.) bu âyette geçen «hîyn» ı altı ay, diye tefsir etmiştir. Bu tefsir orta (vasat) dır. Şu halde, altı aya yorumlanır. «Zaman» lâfzı da «Hıyn» ma'nâsında kullanılır. Niyyetle, niyyet olunan şey murâd olunur. Çünkü, niyyet ettiği şey sözünün hakikatidir.
«Dehr» lâfzı ile murâd malûm değildir. İmâm A'zam Ebû Hanîfe (Rh.A.): «Belirsiz olan dehrin zikriyle murâd nedir, bilmiyorum, yâni hangi şeyle takdir -olunur bilmiyorum» demiştir.
İmâmeyn' (Rh. Aleyhimâ) e göre, dehr; hîyn ve zaman gibi yanm yıldır.
Dehr lâfzı belirli olduğu halde, onunla sürekli zaman (ebed) murâd olunur.
«Eyyam» lâfzı İle, belirsiz olduğu halde üç gün murâd olunur. Zira lâfız cem-i münekker (belirsiz çoğul) dir. Belirsiz olarak zikredilmiştir. Şu halde çoğulun en azını kapsar. O da üçtür.
Çok günler, günler ve aylardan murâd on'dur. Yâni, yemîn eden kimse, şayet kölesine: «Eğer bana çok günlerde (eyyâm-ı kesîrede) hizmet edersen hürsün.» dese, bu eyyâm-ı kesîre, îmânı A'zanı' (Rh. A.) a göre, on gündür. Zira, bu lâfız eyyam isminin içine aldığı ma'nâ-nın en çoğudur. İmâmeyn <Rh. Aleyhimâ); «Yedi gündür» demişlerdir. Eğer yemin eden kimse günlerce konuşmamaya yemin etse, İmânı A'-zam' (Rh.A.) a göre, on gündür. İmâmeyn' (Rh, Aleyhimâ) e göre, bir hat tanın günleridir.
Eğer belirli olarak aylarca (şuhûrda) konuşmamaya yemin etse, İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, on aydır. İmâmeyn' (Rh. Aleyhimâ) e göre, oniki aydır. Zira, «Şuhûr» lâfzındaki «lam» belirliliği ta'rîf içindir. O da zikredilen oniki aydır. Çünkü, şuhûr lâfzı oniki üzerinde döner. İmâm A'zam' (Rh.A.) m delili şudur: Şuhûr lâfzı ma'rife cemi'dir. Bu lâfz, zikredilen şeyin en son haddine munsarıf olur. O da on'dur.
Yemin eden bir kimse: «Önce satın aldığım köle hürdür.» dese de, bir köle satın alsa, âzâd edilmiş olur. Zira, o kölenin önce satın alınması başka köle satın alınmasına muhtâc değildir. Eğer iki köleyi birden satın alıp, ondan sonra bir başka köle dahî satın alsa, onlardan biri asla âzâd edilmiş olmaz. Zira, ilk lâfzı ferddir, başkası ondan önceye geçmez. Onunla beraber de olamaz. Halbuki öncelik yoktur.
Eğer, yemîn eden kimse «Yalnız» sözcüğünü eklerse, üçüncü köle âzâd edilmiş olur. Yâni, «Yalnız satın aldığım köle hürdür.» demiş olsa, üçüncü köle âzâd edilmiş olur. Çünkü, burada öncelik vardır.
Yemîn eden bir kimse, «Son olarak satın alacağım köle hürdür.» dese, bir köle satın aldıktan sonra Ölse, o köle âzâd edilmiş olmaz. Çünkü, âhir için evvel lâzımdır. Halbuki bundan önce köle satın almak yoktur. Eğer, bir diğer köle satın aldıktan sonra Ölse, itüfâken o diğer köle, İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, m^Iın hepsinden, satın aldığı günden itibaren âzâd edilmiş olur. İmâmeyn' (Rh. Aleyhimâ) e göre, öldüğü günden itibaren malının üçte birinden âzâd edilmiş olur. Çünkü son-ralık yemîn edenin ölümü ile gerçekleşmiştir. Şu halde ölürken, üçte birden âzâd edilmiş olur.
İmâm A'zam' (Rh.A.) m delili şudur: O kölenin, satın alma vaktinde sonuncu olduğu, ölüm ile belli olur. Şu halde satın alma vaktinden itibaren âzâd edilmiş olur.
Yemîn eden kimsenin: «Beni şöyle bir haber ile müjdeleyen köle hürdür» demesiyle, üç köle ayrı ayrı oldukları halde müjdeleseler, üç kölenin ilk müjdeleyeni âzâd edilmiş olur. Çünkü müjde (bişâret), yüzün derisini (beşeresini) değiştiren haberin adıdır. Şu halde o haberin sevindirici olması örfde şart kılınmıştır. Bu ise ancak, birinci köleden gerçekleşmiş olur.
Eğer üçü beraber gelip müjdelerse, hepsi âzâd edilmiş olur. Çünkü müjde hepsinden tahakkuk etmiştir.
yemin eden kimsenin babasını keffâret için satın alması sahilidir.
Yâni, yemin eden kimsenin babasını yemîn keffâreti için niyyet edip satın alması caiz görülmüştür. Keza oğlunu yemîn keffâreti niyyeti île satın alması caizdir. İmâm Züfer ve İmâm Şafiî (Rh. Aleyhimâ) ayrı görüştedirler.
Azadına yemîn ettiği köleyi keffâret-i yemîn niyyeti ile satın alması caiz değildir. Yâni, yemîn eden kimse: «Eğer şu köleyi satın alırsam hürdür.» deyip, köleyi satın aldıkda, yemîn keffâreti için niyyet etse caiz olmaz. Zira, keffâretin sıhhatinin şartı, niyyetin, âzâdın illetine bitişik olmasıdır. Âzâdın illeti ise yemindir. Burada âzâdın illeti «Eğer satın alırsam» sözüdür. Satın almak ise âzâdın şartıdır. Zira, âzâd satın alma sırasında, ancak geçmiş yemine muzâf olur. Şu halde »yemîn vaktinde keffâret niyyeti yoktur. Yemîn eden kimse nikâhla ; çocuk doğuran cariyeye «Eğer ben mâlikinden satın alırsam, yemîn keffâretîm için hürsün.» deyip, ondan sonra satın alsa, o câriye şart bulunduğu için âzâd edilmiş olur. Lâkin keffâret için çâiz olmaz. Zira onun hürriyeti çocuk doğurmakla hak edilmiştir. Her iıakımdan yemine muzâf olmaz. Şayet yemîn-eden kimse bir kınnâya (kaaın köleye), «E-ğer ben seni satın alırsam yemîn keffâretim için hürsün» dese, bu birinci mes'elenin hılâfmadır. Burada eğer bu kadın köleyi satın alırsa keffâret için caiz olur. Çünkü bunun hürriyeti başka bir, işe dayanmış değildir. Yemîn eden kimse onun hürriyetini niyyete bitiştirmiştir.
Yemîn eden kimsenin: «Eğer bir câriye odalık edinirsem hürdür.» demesi ile odalık edindiği câriye âzâd edilmiş olur. Halbuki bu takdirde o câriye mülküdür. Zira onun hakkında yemîn mülke tesadüf etmesi ile yemîn mün'akit olmuştur. Lâkin satın alıp döşeğine aldığı câriye değil. Zira bu câriye âzâd edilmiş olmaz. İmâm Züfer (Rh.A<), «Âzâd edilmiş olur, çünkü satın almak ancak mülkte olur, imdi odalık edinmenin zikri delâlet veya zamir yönünden mülkün zikridir.» demiştir. Zira İmâm Züfer (Rh.A.) iktizâya kail değildir.
Bizim delilimiz şudur: Mülk teserrî zaruretinden dolayı zikredilmiş sayılır. İmdi teserrî zaruretin miktarı ile takdir olunur. Cezanın sıhhati hakkında zahir olmaz. O da hürriyettir.
Yemin eden kimsenin «Her memlûküm hürdür» demesi ile ümmü veled ve müdebber cariyeleri ile köleleri âzâd edilmiş olur. Çünkü ra-kabeten ve'yed'en onlarda mülkün sabit olması ile onlarda mutlak izafet vardır. Lâkin mükâtebleri ancak eğer onlara da .niyyet ederse âzâd edilmiş olur. Zira yed'en mülk sabit değildir. Bu bakımdan mükâtebin iktisabına mâlik olmaz. Ve mükâtebesi ile cimâı helâl olmaz.
Yemîn eden kimsenin üç kölesine: «Şu, yâhûd şu, yâhûd şu hürdür» demesi ile, hemen üçüncü köle âzâd edilmiş olur. İki öncekilerin âzâd edilmesinde yemîn eden kimse muhayyerdir. Çünkü yemîn eden kimsenin sözünün gelişi iki öncekinin birinde âzâdı gerektirmektir. Bundan dolayı yukarıda geçen sözünde üçüncüyü ortak kılması; ikisinden biri hürdür ve bu dâhi hürdür, demek gibidir. Matufun aleyh, sözün başından alınmış olandır. Ta'yinle zikredilen ikiden biri değildir. Bu konuda değerli araştırmalar vardır. Biz onu Mirkât'ul-Usûl'de zikrettik.
Talâk gibidir. Yâni, §âyet üç karısı olan kimse «Bu kadın boştur» veya «Bu kadın ve bu kadın» dese idi, sonuncu kadın boşanılmış olur ve iki önceki kadınlarda koca muhayyer kalırdı.
Bir de ikrar gibidir: Yâni, şayet bir kimse «Benim üzerimde fülân kimsenin veya fülân kimsenin ve fülân kimsenin bin dirhemi vardır.» diye ikrar etse, beşyüz dirhemi son olarak zikrettiği füiânın olup, beş yüzü iki Önceki tülün I a tül ânın arasında olur.
Lam harfi; başkasının niyabetini kabul eden bir fiile müteallik olsa, satmak, satın almak, kiralamak, terzilik, boyacılık ve kalfalık gibi, sözü söyleyen için, o başkasına emri gerektirir. Tâ ki (lam) harfi, başkasına o fiilin ihtisasını ifâde etsin. Zira (lâm) in ma'nâsı ihtisas içindir. İhtisas ise burada ancak tevkili ifâde eden iş ile gerçekleşmiş olur.
Yemîn eden kimse: «Eğer ben senin için bir giysi satıverirsem» diye yemîn etse, eğer muhatabın emri olmaksızın giysiyi satarsa, yeminini bozmuş olmaz. Zira tevkil yoktur.
Gerek muhâtab o giysiye mâlik olsun, gerekse olmasın müsavidir. Şayet yemîn eden kimse, «Senin elbiseni» derse, bunun hılâfınadır.
Çünkü bu söz, giysinin onun mülkü olmasını iktizâ eder. Nitekim, yakında açıklaması gelecektir.
Eğer «lâm» bir ayn'a veya niyabet kabul etmeyen bir fiile mukârin olursa, yemek, içmek, giymek ve çocuğunu dövmek gibi; Çocuğunu dövmek sözü, köleyi dövmekten ihtirazdır. Çünkü, köleyi dövmek başkasının niyabetini kabul eder. muhatabın mülkü olmasını gerektirir. Zira bu, ihtisasın kemâlidir.
Yemîn eden kimse: «Eğer senin giysini satarsam.» diye yemininde» eğer muhatabın giysisini emir olmaksızın satarsa, yeminini bozmuş olur. Satanın bunu bilip bilmemesi müsavidir. Meselâ, üzerine yemîn edilen kimse elbisesini yemîn edenin elbisesi içine saklar, yemîn eden de bilmeyerek onu satar. Bu mes'ele (Lâm) in ayn'a mukârin olmasının benzeridir. (Lâm) m niyabet k&bûl etmeyen fiile ımıkârin olmasının benzerine gelince; «Eğer senin yemeğini yersem» veya «Senin meşrubatını içersem.» demek gibi ki, yiyeceğin, içeceğin muhatabın mülkü olmasını gerektirir. (Lâm) her ne kadar sûreten yemeğe taallûk etse de, ma'nen yiyeceğe mütealliktir.
Çocuğu dövmekte ise, mülkün hakikati tasavvur olunamaz. Belki, ihtisas murâd olunur.
Bir kadın kocasına: «Benim üzerime bir kadın nikâh ettin.» dedikte, koca: «Benim her karım boştur!» derse, söz söyleyen kadın dahî bo-şanılmış olur. Zira, «Her karım» sözünde dâhildir.
Konuşan kadından başkasına niyyeti dahî sahîhdir. Çünkü, koca bu sözü o konuşan kadını razı etmek için söylemiştir. Onun muradı konuşan kadından başkasıdır. Lâkin bu zahirin hilafıdır. Şu halde, diyanet yönünden koca tasdik olunur, kazaen tasdik olunmaz. [27]
[1] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 317-318.
[2] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 319-323.
[3] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 324-326.
[4] İhtilâli: istîlâd, lûgatla mutlaka çocuk istemektir. Şeriatta ise, cârijeyi üramii yapmaktır. Bu d;t iki şey ile olur. Ya çocuğu iddia etmekle, yâni «cariyenin çocuğu , bendendir» demekle olur, ya da cariyeyi temellük ile olur. (Keşşaf, C. II)
[5] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 327-330.
[6] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 331-335.
[7] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 336-343.
[8] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 344-346.
[9] Bakara sûresi, âyet: 230
[10] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 347-351.
[11] Mevlel muvâlât: Bizdeki âhîret kardeşi tutunma gibi bir şeydir. Ancak bunda birbirlerinin cinâyel diyetlerini Ödemek ve birbirlerine mîrâscı olmak gibi hususiyetler vardır.
[12] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 352-360.
[13] Bakara sûresi, âyet ; .225
[14] Mâide sûresi, âyet: 89
[15] Nûr sûresi, âyet: 25
[16] Nahl sûresi, âyet: 91
[17] Mâide sûresi, âyet: 89
[18] Tahrîm sûresi, âyet: 1
[19] Tahrîm sûresi, âyet: 2
[20] Kehf sûresi, âyet: 24
[21] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 361-375.
[22] Cin sûresi (28), âyet: 8
[23] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 376-393.
[24] Rûm sûresi (60), âyet: 17
[25] El-Jnsan sûresi (31). âyet; 1
[26] İbrahim sûresi (52), âyet: 25
[27] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 394-402.
Bir kimse: «Fülânla ancak izni olursa konuşurum» diye yeınîn etse, o kişi izin verip yemin eden bilmediği halde onunla :onuşsa, yeminini bosuruş olur. Çünkü izin, ezandan türemiştir. Ezan; bildirmek nra'nâsmadır. Ya da kulağa gelmekten türemiştir. Bunların hepsi ancak işitmekle gerçekleşir.
Bir kimse: «Şu giysinin sahibi ile konuşmam» diye yemîn edip giysinin sahibi o giysiyi sattıkda, yemin eden kimse onunla konuşsa, yeminini* bozmuş olur. Çünkü bu izafet, ta'rîften başkasına muhtemel değildir. Çünkü insan giyside olan bir ma'nâdan dolayı başkasına düşman olmaz. Müşteri ile konuştuğu zaman da yeminini bozmuş olmaz. Şu halde bu sözle zât murâd edilir.
Bir kimse: «Şu genç ile konuşmanı» diye yemîn edip ihtiyarladığı zaman konuşsa, yeminini bozmuş olur. Çünkü hüküm zata teallûk eder. Zira sıfat hâzırda geçersizdir. Bu sıfat yemine sebeb değildir ki, itibâr edilsin.
Şayet bir kimse kölesine: ,«Eğer ben bunu satarsam veya satın alırsam bu köle hürdür.» deyip muhayyerlik ile satarsa, yeminini bozmuş olur. Köle de âzâd olur. Çünkü köle mülkünden dışarı çıkmamıştır. Onda şart mevcûddur. Eğer bir başka kimsenin kölesine: «Ben bu köleyi satın alırsam hürdür.» deyip, muhayyerlik ile satın alsa, o köle âzâd edilmiş olur. îmâmeyn* (Rh. Aleyhimâ) e göre, âzâd edilmiş olmasına sebeb satın alanın mülküne girdiği içindir. İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, âzâd edilmiş olmasına sebeb, âzâdı mülke değil satın almaya bağladığı içindir. Şarta bağlanmış olan bir şey vâkî olurken yerine getirilmiş gibidir. Sanki «Muhayyerlik ile satın almaktan sonra bu köle hürdür» demiş gibi olmuştur.
Bir kimse muhayyerlikle bir köle satın aldıktan sonra âzâd etse, muhayyerliği düşer ve kölenin üzerine âzâd iktizâsı (âzâddan önce olmak üzere) mülk sabit olur. Burada da öyledir, «Eğer sana mâlik olursam sen hürsün» dese, zikredilenin hilâfına olur ki, o kimse o köleyi muhayyerlik ile satın alsa âzâd edilmiş olmaz. Çünkü yemîni bozmanın şartı mülktür. O da yoktur. Zira, satın alan kimse muhayyerlik île, İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, ona mâUk olmaz- Şu halde şartın cezası inmez. Eğer yemin eden kimse, o kölenin satışını muhayyerlik ile akd etmeyip bey-i bât (kesin satış) ile satarsa köle âzâd edilmiş olmaz. Çünkü satış tamâm olduğu gibi mülk ortadan kalkar ve ceza mülkten başkasına İnmez.
Fâsid ve mevkuf satış ile yeminini bozmuş olur. Yâni, yemîn eden kimse kölesini, «Satmam» diye yemîn etse, fâsid satış ile yeminini bozmuş olur. Çünkü satışın haddi mevcûddur. O da temliktir. Temellük iki taraftan olur. Bâtıl satış ile satsa yeminini bozmuş olmaz, çünkü satışın haddi mevcûd değildir.
Yemin eden kimse: «Ben bu köleyi satmazsam hür olsun.» dese de, âzâd etse, yâhûd müdebber yapsa, kendisine bağlanılan şey (muallakun aleyh) mevcûd olduğu için, yemininden dönmüş olur.
Bir kimse; nikâha, talâka, hul'a, köle azadına, kitabete, kasden adam öldürmeden dolayı sulha, hibeye, sadakaya, ödünç vermeye veya ödünç almaya yemîn ederse, kendi veya vekilinin fiili ile yeminini bozmuş olur.
Ben derim ki: Fukahânm istikrazı bundan saymaları müşkîldir. Çünkü Fakîhler, İstikraza tevkiî bâtıldır, diye açıklamışlardır. İmdi ona yeminin bozulması terettüb etmemek vâcib olur. Zira bâtıl üzerine hükm terettüb etmez. îdâ' (emânet vermek), istîdâ' (emânet almak)» iare (ödünç vermek),.istiare (ödünç almak), zebh (boğazlamak), köleyi.dövmek, borcu ödemek ve almak, bina, terzilik, giyim ve hami, bunların hepsinde, yemîn eden kimse fiili ile veya vekilinin fiili ile yeminini bozmuş olur. Yâni, bir kimse, «Eğer evlenirsem şöyle olsun.» diye yemîn edip, evlense veya vekili onu evlendirse, yeminini bozmuş olur. Diğer suretlerde dahî hal böyledir. Bunun vechi şudur: Bunlarda vekîl hâlis elçidir. Hattâ haklar emredene râci olur. Sanki âmir, vekî-îinin yapmış olduğu işi.kendisi yapmış gibi olur.
Yemin eden kimse şu hususlarda yalnız kendi fiili ile hânis olur. Yâni, vekilinin fiili ile yemini bozulmaz. Satmak, satın almak, kiraya vermek, kiralamak, bir maldan dolayı anlaşmak, husûmet, taksim ve çocuğu dövmek, bunların hepsinde de yalnız kendi fiili ile yemini bozulur.
.Sen bilirsin ki, istikrazda vârid olan i'tiraz burada çocuğu dövmekte de vâriddir.. Zira çocuğu dövmek hissi bir fiildir. Bir yerden diğer yere geçm&z. Ancak sahîh tevki! olursa geçer ve sıhhati mallarda olur. Şu halde köleye bakarak sahîh olur ve çocuğa bakarak bâtıl olur.
Konuşmam diye yemîn eden kimse, namazında yâhûd namazı dışında Kur*ân-ı Kerîm okumakla, tesbîh etmekle veya «Lâilâhe illallah» demekle yâhûd tekbîr getirmekle, bize göre yeminini bozmuş olmaz. Çünkü o kimseye atfen ve şer'an konuşan denmez. Şafiî' (Rh.A.) ye göre, yeminini bozmuş olur. Kıyâs da budur.
Yemîn eden kimse: «FüJân ile konuştuğum gün kölem hürdür.» dese, yemîn gece ve gündüze sarf edilir.- Nitekim daha önce sebebi geçti ki, gün süreksiz bir fiile bitişik olsa, o gün. ile mutlak vakit nıurâd olunur.
Gün ile gündüze niyet etmek sahihdir. Çünkü gün (yevm) vakitte kullanıldığı gibi gündüz ma'nâsmda da kullanılır. Bu İmâm A'zam' (Rh.A.) a göredir. Ebû Yûsuf (Rh.A.) a göre, kazaen tasdik olunmaz.
Çünkü yevm'in gündüz ma'nâsında kullanılması örf olmamıştır. -
«Fülân ile konuştuğum gece kölem hürdür.» dese, yemîn hassaten geceye yapılmış olur. Çünkü gece. mutlak vakitte kullanılmaz.
Şu kadar var ki, sözü gaye bildirir. Hattâ gibidir. Binâenaleyh; «Ben fülân ile konuşmam, şu kadar var ki Zeyd gelirse konuşurum», yâhûd (<Zeyd gelinceye kadar fülân ile konuşmam.» dese, eğer Zeyd'in gelmesinden önce konuşursa yeminini bozmuş olur. Aksi takdirde müddet ta'yîni geçersiz olur.
Şayet «Fülânın kölesiyle konuşmam», «Fülânm giysisini giymem», «Fülânm evine girmem», «Fülânm yemeğini yemem» veya «Fülânın hayvanına binmem» diye yemîn etse, meselâ: «Fularım şu kölesiyle konuşmam» demekle muzâfa işaret ederse ve -o fülân o şeyi mülkünden çıkarmakla fülânın şeye izafeti ortadan kalkarsa, yemininden dönmüş olmaz. Çünkü yemin' fülâna mülk izafeti ile bir ayn'a muzâf olarak akdedilmiş olur. Binâenaleyh, mülkün zevalinden sonra yemîn kalmaz. Nitekim işaret etmese hüküm budur. Çünkü bu ayn'larm, yâni; köle, giysi, ev, yemek ve binek hayvanının bizatihi terk edilmeleri maksûd değildir. Belki bunlar sâhibleri tarafından eziyet görüldüğü için terke-dilirler. Yemin' yemîn eden kimsenin maksadına göre yapılır. Sanki yemîn eden kimse: «Fülânm mülkü olduğu müddetçe» demiş gibi olur. Yenilenen gibidir. Yâni, o fülân bir başka köle veya başka giysi veya başka ev veya hayvan satın almakla, zikredilen şeylerde mülk yenilenirse yemin eden kimse icnıâen yeminini bozmuş olmaz. Eğer yemîn eden kimse işaret etmedi ise, yâni fülâna muzâf edip ve muzâfa işaret etmedi ise, izafetin ortadan kalkmasından sonra yeminini bozmuş, olmaz. Çünkü yemîn eden kimse yeminini fülâna muzâf bir mahalde vâki fiil üzere akd eylemiştir, o fiil ise mevcûd değildir. Binâenaleyh yeminini bozmuş olmaz.
Yenilenen şeyde mülk olduğu hâlde fiil ile yemin eden kimse yeminini bozmuş olur. Çünkü lâfz mutlaktır. Şu halde ıtlâkı üzere icra olunur.
Arkadaş ve zevce hakkında yemîn eden kimse işaret olunan şey ortadan kalktıkdan sonra dahî yeminini bozmuş olur. Yâni yemîn eden kimse, «Fülânm şu arkadaşı ile» veya «Fülâmn şu zevcesi ile konuşmam», diye yemîn etse ve arkadaşlık ve zevciyyetin ortadan kalkmasından sonra konuşsa, icmâen yeminini bozmuş olur. Çünkü hür kasden terkedilir. İmdi izafet sırf ta'rîf içindir ve muzâfun ileyhde bir ma'nâ-ya davet eden şey açık değildir. Çünkü o ta'yîn edilmemiştir. Yâni yemin eden kimse; «Ben fülâmn arkaüaşiyle konuşmam, çünkü fülân benim düşmammdır.» dememiştir. İmdi izafetin devamı şart kılınmamıştır. Fakat az önce yukarda geçen şey bunun hılâfınadır'. Çünkü zikredilen a'yan zâtları için terk edilmezler. Köleden başkasının terk edilmesi zahirdir. Keza köle dahî zahir rivayet üzere terk olunmaz, çünkü köle adiliği ve mertebesinin düşmesi için cemâdâta (cansız şeylere) katılmıştır.
İmdi izafeti mu'teber olup, yemîn eden kimse, onun ortadan kalkmasından sonra yeminini bozmuş olmaz. îşâret edilenden başkasında; meselâ, «Ben fülânın arkadaşiyle veya fülânın karısiyle konuşmam.» der de, sonra dostuna düşman olmak veya karısını bâînen boşaması suretiyle nisbet ortadan kalkar, da, konuşursa yeminini bozmuş olmaz. Çünkü hür kimse mücerred başkası için terk edilebilir. İşareti terk edince, ö terk, o muhtemele delâlet eder. Zira, ayn'ı için olsaydı ta'yin ederdi. Binâenaleyh, izafet ortadan kalktıktan sonra, bu ihtimâlle beraber yemininden dönmüş olmaz.
Yemîn eden kimse, yemininde niyyetsiz «Hîyn» ve «Zamana kelimelerini zikrederse murâd olunan yarım yıldır. Zira «Hîyn» kelimesiyle az zaman murâd olunur. Allah Teâ*â (C.C.) :
«Akşama girerken Allah'ı lesbîh edin.» [24] buyurmuştur. «Hîyn» ile bazan kırk yıl murâd olunur. Allah Teâlâ (C.C.) buyurdu ki:
«İnsanın üzerine zamandan öyle bir hîyn gelmiştir ki...» [25] Bazan da bu «hîyn» ile altı ay nıurâd olunur. Allah Teâlâ (C.C.) buyurdu ki:
«(O ağaç) her hîyn yemişini verir durur.» [26]
İbn Abbas (R.A.) bu âyette geçen «hîyn» ı altı ay, diye tefsir etmiştir. Bu tefsir orta (vasat) dır. Şu halde, altı aya yorumlanır. «Zaman» lâfzı da «Hıyn» ma'nâsında kullanılır. Niyyetle, niyyet olunan şey murâd olunur. Çünkü, niyyet ettiği şey sözünün hakikatidir.
«Dehr» lâfzı ile murâd malûm değildir. İmâm A'zam Ebû Hanîfe (Rh.A.): «Belirsiz olan dehrin zikriyle murâd nedir, bilmiyorum, yâni hangi şeyle takdir -olunur bilmiyorum» demiştir.
İmâmeyn' (Rh. Aleyhimâ) e göre, dehr; hîyn ve zaman gibi yanm yıldır.
Dehr lâfzı belirli olduğu halde, onunla sürekli zaman (ebed) murâd olunur.
«Eyyam» lâfzı İle, belirsiz olduğu halde üç gün murâd olunur. Zira lâfız cem-i münekker (belirsiz çoğul) dir. Belirsiz olarak zikredilmiştir. Şu halde çoğulun en azını kapsar. O da üçtür.
Çok günler, günler ve aylardan murâd on'dur. Yâni, yemîn eden kimse, şayet kölesine: «Eğer bana çok günlerde (eyyâm-ı kesîrede) hizmet edersen hürsün.» dese, bu eyyâm-ı kesîre, îmânı A'zanı' (Rh. A.) a göre, on gündür. Zira, bu lâfız eyyam isminin içine aldığı ma'nâ-nın en çoğudur. İmâmeyn <Rh. Aleyhimâ); «Yedi gündür» demişlerdir. Eğer yemin eden kimse günlerce konuşmamaya yemin etse, İmânı A'-zam' (Rh.A.) a göre, on gündür. İmâmeyn' (Rh, Aleyhimâ) e göre, bir hat tanın günleridir.
Eğer belirli olarak aylarca (şuhûrda) konuşmamaya yemin etse, İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, on aydır. İmâmeyn' (Rh. Aleyhimâ) e göre, oniki aydır. Zira, «Şuhûr» lâfzındaki «lam» belirliliği ta'rîf içindir. O da zikredilen oniki aydır. Çünkü, şuhûr lâfzı oniki üzerinde döner. İmâm A'zam' (Rh.A.) m delili şudur: Şuhûr lâfzı ma'rife cemi'dir. Bu lâfz, zikredilen şeyin en son haddine munsarıf olur. O da on'dur.
Yemin eden bir kimse: «Önce satın aldığım köle hürdür.» dese de, bir köle satın alsa, âzâd edilmiş olur. Zira, o kölenin önce satın alınması başka köle satın alınmasına muhtâc değildir. Eğer iki köleyi birden satın alıp, ondan sonra bir başka köle dahî satın alsa, onlardan biri asla âzâd edilmiş olmaz. Zira, ilk lâfzı ferddir, başkası ondan önceye geçmez. Onunla beraber de olamaz. Halbuki öncelik yoktur.
Eğer, yemîn eden kimse «Yalnız» sözcüğünü eklerse, üçüncü köle âzâd edilmiş olur. Yâni, «Yalnız satın aldığım köle hürdür.» demiş olsa, üçüncü köle âzâd edilmiş olur. Çünkü, burada öncelik vardır.
Yemîn eden bir kimse, «Son olarak satın alacağım köle hürdür.» dese, bir köle satın aldıktan sonra Ölse, o köle âzâd edilmiş olmaz. Çünkü, âhir için evvel lâzımdır. Halbuki bundan önce köle satın almak yoktur. Eğer, bir diğer köle satın aldıktan sonra Ölse, itüfâken o diğer köle, İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, m^Iın hepsinden, satın aldığı günden itibaren âzâd edilmiş olur. İmâmeyn' (Rh. Aleyhimâ) e göre, öldüğü günden itibaren malının üçte birinden âzâd edilmiş olur. Çünkü son-ralık yemîn edenin ölümü ile gerçekleşmiştir. Şu halde ölürken, üçte birden âzâd edilmiş olur.
İmâm A'zam' (Rh.A.) m delili şudur: O kölenin, satın alma vaktinde sonuncu olduğu, ölüm ile belli olur. Şu halde satın alma vaktinden itibaren âzâd edilmiş olur.
Yemîn eden kimsenin: «Beni şöyle bir haber ile müjdeleyen köle hürdür» demesiyle, üç köle ayrı ayrı oldukları halde müjdeleseler, üç kölenin ilk müjdeleyeni âzâd edilmiş olur. Çünkü müjde (bişâret), yüzün derisini (beşeresini) değiştiren haberin adıdır. Şu halde o haberin sevindirici olması örfde şart kılınmıştır. Bu ise ancak, birinci köleden gerçekleşmiş olur.
Eğer üçü beraber gelip müjdelerse, hepsi âzâd edilmiş olur. Çünkü müjde hepsinden tahakkuk etmiştir.
yemin eden kimsenin babasını keffâret için satın alması sahilidir.
Yâni, yemin eden kimsenin babasını yemîn keffâreti için niyyet edip satın alması caiz görülmüştür. Keza oğlunu yemîn keffâreti niyyeti île satın alması caizdir. İmâm Züfer ve İmâm Şafiî (Rh. Aleyhimâ) ayrı görüştedirler.
Azadına yemîn ettiği köleyi keffâret-i yemîn niyyeti ile satın alması caiz değildir. Yâni, yemîn eden kimse: «Eğer şu köleyi satın alırsam hürdür.» deyip, köleyi satın aldıkda, yemîn keffâreti için niyyet etse caiz olmaz. Zira, keffâretin sıhhatinin şartı, niyyetin, âzâdın illetine bitişik olmasıdır. Âzâdın illeti ise yemindir. Burada âzâdın illeti «Eğer satın alırsam» sözüdür. Satın almak ise âzâdın şartıdır. Zira, âzâd satın alma sırasında, ancak geçmiş yemine muzâf olur. Şu halde »yemîn vaktinde keffâret niyyeti yoktur. Yemîn eden kimse nikâhla ; çocuk doğuran cariyeye «Eğer ben mâlikinden satın alırsam, yemîn keffâretîm için hürsün.» deyip, ondan sonra satın alsa, o câriye şart bulunduğu için âzâd edilmiş olur. Lâkin keffâret için çâiz olmaz. Zira onun hürriyeti çocuk doğurmakla hak edilmiştir. Her iıakımdan yemine muzâf olmaz. Şayet yemîn-eden kimse bir kınnâya (kaaın köleye), «E-ğer ben seni satın alırsam yemîn keffâretim için hürsün» dese, bu birinci mes'elenin hılâfmadır. Burada eğer bu kadın köleyi satın alırsa keffâret için caiz olur. Çünkü bunun hürriyeti başka bir, işe dayanmış değildir. Yemîn eden kimse onun hürriyetini niyyete bitiştirmiştir.
Yemîn eden kimsenin: «Eğer bir câriye odalık edinirsem hürdür.» demesi ile odalık edindiği câriye âzâd edilmiş olur. Halbuki bu takdirde o câriye mülküdür. Zira onun hakkında yemîn mülke tesadüf etmesi ile yemîn mün'akit olmuştur. Lâkin satın alıp döşeğine aldığı câriye değil. Zira bu câriye âzâd edilmiş olmaz. İmâm Züfer (Rh.A<), «Âzâd edilmiş olur, çünkü satın almak ancak mülkte olur, imdi odalık edinmenin zikri delâlet veya zamir yönünden mülkün zikridir.» demiştir. Zira İmâm Züfer (Rh.A.) iktizâya kail değildir.
Bizim delilimiz şudur: Mülk teserrî zaruretinden dolayı zikredilmiş sayılır. İmdi teserrî zaruretin miktarı ile takdir olunur. Cezanın sıhhati hakkında zahir olmaz. O da hürriyettir.
Yemin eden kimsenin «Her memlûküm hürdür» demesi ile ümmü veled ve müdebber cariyeleri ile köleleri âzâd edilmiş olur. Çünkü ra-kabeten ve'yed'en onlarda mülkün sabit olması ile onlarda mutlak izafet vardır. Lâkin mükâtebleri ancak eğer onlara da .niyyet ederse âzâd edilmiş olur. Zira yed'en mülk sabit değildir. Bu bakımdan mükâtebin iktisabına mâlik olmaz. Ve mükâtebesi ile cimâı helâl olmaz.
Yemîn eden kimsenin üç kölesine: «Şu, yâhûd şu, yâhûd şu hürdür» demesi ile, hemen üçüncü köle âzâd edilmiş olur. İki öncekilerin âzâd edilmesinde yemîn eden kimse muhayyerdir. Çünkü yemîn eden kimsenin sözünün gelişi iki öncekinin birinde âzâdı gerektirmektir. Bundan dolayı yukarıda geçen sözünde üçüncüyü ortak kılması; ikisinden biri hürdür ve bu dâhi hürdür, demek gibidir. Matufun aleyh, sözün başından alınmış olandır. Ta'yinle zikredilen ikiden biri değildir. Bu konuda değerli araştırmalar vardır. Biz onu Mirkât'ul-Usûl'de zikrettik.
Talâk gibidir. Yâni, §âyet üç karısı olan kimse «Bu kadın boştur» veya «Bu kadın ve bu kadın» dese idi, sonuncu kadın boşanılmış olur ve iki önceki kadınlarda koca muhayyer kalırdı.
Bir de ikrar gibidir: Yâni, şayet bir kimse «Benim üzerimde fülân kimsenin veya fülân kimsenin ve fülân kimsenin bin dirhemi vardır.» diye ikrar etse, beşyüz dirhemi son olarak zikrettiği füiânın olup, beş yüzü iki Önceki tülün I a tül ânın arasında olur.
Lam harfi; başkasının niyabetini kabul eden bir fiile müteallik olsa, satmak, satın almak, kiralamak, terzilik, boyacılık ve kalfalık gibi, sözü söyleyen için, o başkasına emri gerektirir. Tâ ki (lam) harfi, başkasına o fiilin ihtisasını ifâde etsin. Zira (lâm) in ma'nâsı ihtisas içindir. İhtisas ise burada ancak tevkili ifâde eden iş ile gerçekleşmiş olur.
Yemîn eden kimse: «Eğer ben senin için bir giysi satıverirsem» diye yemîn etse, eğer muhatabın emri olmaksızın giysiyi satarsa, yeminini bozmuş olmaz. Zira tevkil yoktur.
Gerek muhâtab o giysiye mâlik olsun, gerekse olmasın müsavidir. Şayet yemîn eden kimse, «Senin elbiseni» derse, bunun hılâfınadır.
Çünkü bu söz, giysinin onun mülkü olmasını iktizâ eder. Nitekim, yakında açıklaması gelecektir.
Eğer «lâm» bir ayn'a veya niyabet kabul etmeyen bir fiile mukârin olursa, yemek, içmek, giymek ve çocuğunu dövmek gibi; Çocuğunu dövmek sözü, köleyi dövmekten ihtirazdır. Çünkü, köleyi dövmek başkasının niyabetini kabul eder. muhatabın mülkü olmasını gerektirir. Zira bu, ihtisasın kemâlidir.
Yemîn eden kimse: «Eğer senin giysini satarsam.» diye yemininde» eğer muhatabın giysisini emir olmaksızın satarsa, yeminini bozmuş olur. Satanın bunu bilip bilmemesi müsavidir. Meselâ, üzerine yemîn edilen kimse elbisesini yemîn edenin elbisesi içine saklar, yemîn eden de bilmeyerek onu satar. Bu mes'ele (Lâm) in ayn'a mukârin olmasının benzeridir. (Lâm) m niyabet k&bûl etmeyen fiile ımıkârin olmasının benzerine gelince; «Eğer senin yemeğini yersem» veya «Senin meşrubatını içersem.» demek gibi ki, yiyeceğin, içeceğin muhatabın mülkü olmasını gerektirir. (Lâm) her ne kadar sûreten yemeğe taallûk etse de, ma'nen yiyeceğe mütealliktir.
Çocuğu dövmekte ise, mülkün hakikati tasavvur olunamaz. Belki, ihtisas murâd olunur.
Bir kadın kocasına: «Benim üzerime bir kadın nikâh ettin.» dedikte, koca: «Benim her karım boştur!» derse, söz söyleyen kadın dahî bo-şanılmış olur. Zira, «Her karım» sözünde dâhildir.
Konuşan kadından başkasına niyyeti dahî sahîhdir. Çünkü, koca bu sözü o konuşan kadını razı etmek için söylemiştir. Onun muradı konuşan kadından başkasıdır. Lâkin bu zahirin hilafıdır. Şu halde, diyanet yönünden koca tasdik olunur, kazaen tasdik olunmaz. [27]
[1] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 317-318.
[2] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 319-323.
[3] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 324-326.
[4] İhtilâli: istîlâd, lûgatla mutlaka çocuk istemektir. Şeriatta ise, cârijeyi üramii yapmaktır. Bu d;t iki şey ile olur. Ya çocuğu iddia etmekle, yâni «cariyenin çocuğu , bendendir» demekle olur, ya da cariyeyi temellük ile olur. (Keşşaf, C. II)
[5] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 327-330.
[6] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 331-335.
[7] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 336-343.
[8] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 344-346.
[9] Bakara sûresi, âyet: 230
[10] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 347-351.
[11] Mevlel muvâlât: Bizdeki âhîret kardeşi tutunma gibi bir şeydir. Ancak bunda birbirlerinin cinâyel diyetlerini Ödemek ve birbirlerine mîrâscı olmak gibi hususiyetler vardır.
[12] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 352-360.
[13] Bakara sûresi, âyet ; .225
[14] Mâide sûresi, âyet: 89
[15] Nûr sûresi, âyet: 25
[16] Nahl sûresi, âyet: 91
[17] Mâide sûresi, âyet: 89
[18] Tahrîm sûresi, âyet: 1
[19] Tahrîm sûresi, âyet: 2
[20] Kehf sûresi, âyet: 24
[21] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 361-375.
[22] Cin sûresi (28), âyet: 8
[23] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 376-393.
[24] Rûm sûresi (60), âyet: 17
[25] El-Jnsan sûresi (31). âyet; 1
[26] İbrahim sûresi (52), âyet: 25
[27] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 2, Eser Neşriyat: 394-402.
Konular
- (Kölelikten Kurtulma)
- Kölenin Bir Kısmının Âzâdı Babı
- Âzâda Yemîn Etmek Babı
- Ücrete Karşılık Âzâd Babı
- Tedbir Babı (Kölenin Azadını Ölüme Bağlama)
- İstîlâd Babı (Cariyeye Çocuk Doğurtmak)
- Kitabet Bölümü
- Mükâtebin Tasarrufları Hakkında Bir Fasıl
- Ortak Kölenin Kitabeti Babı
- Ölüm Ve Acz Babı
- Velâ Bölümü
- (Âzâd Bağlılığı)
- Yeminler Bölümü (Eymân)
- Fiil Üzere Yemin Babı
- Söze Yemin Babı
- Cezalar Bölümü
- Haddi Gerektiren Veya Gerektirmeyen Cima Babı
- Zinâ'ya Şahadet Ve Ondan Dönmek Babı
- İçki İçmenin Cezası Bâbı
- Kazfin Cezası Babı
- Ta'zîr Faslı
- Hırsızlık Bölümü
- Hırsızın Sağ Elinin Kesileceğine Dâir Bir Fasıl
- Yol Kesme Babı
- İçkiler Bölümü (Eşrîbe)
- Haram Olan İçkiler :
- Helâl Olan İçecekler :
- Suçlar Bölümü (Cinayetler)