6- İhtiyarlık:

Oruç tutmaya gücü yetmeyen çok yaşlı kimselere «Şeyhî fânî» denir. Bu durumda olanı kimseler oruçlarını yerler ve 'her günün orucu İçin —keffârette olduğu gibi— bir fidye verirler yâni her gü­nün orucu İçin bir fakirin karnını doyururlar, Hidâye'da de böyledir. Yaşlı kadınlar için de hüküm aynıdır

Şeyhi fânî, ölümüne kadar her gün kuvveti noksanlaşan kim­selerdir ki, 'bunlar tekrar kuvvet bulamadan vefat ederler. Bahrü'r-Râık'ta da böyledir.

Bu durumda olan kimseler, fidyelerini dilerlerse ramazanın başlarında, bir defada verirler; isterlerse bunu ramazanın sonuna bı­rakırlar. Nehrii'l – Fâık’ta da böyledir.

Fidye verdikten sonra, oruç tutmaya gücü yeter hâle -gelen yeşlı 'bir kimsenin verdiği fidyenin hükmü batıl olur. Bu kimsenin ön­ceden tutamamış olduğu oruçlarını kaza etmesi gerekir. Nihâye'ds de böyledir.

Bir kimsenin üzerinde yemin keffâreti orucu veya katil kef­fâreti orucu bulunsa ve bu kimse ihtiyarlığından dolayı oruç tutmak­tan âciz bir halde olsa; bu kimsenin, mezkûr 'keffâretlere bedel ola­rak, fakirlere yemek yedirmesi caiz olmaz. Çünkü, fidyede aslolan — başka bir şeye bedel olan oruçlarda değil— bizzat tutulamıyan oruçlar için Verilmektedir. Yani, ancak tutulamıyan oruçlar için ve oruç tutabilme ümidi kalmadığı zaman fidye verilebilir. Bu durumda ise, tutulması gereken oruç, başka bir şeyin bedelidir; asıl oruçtan değildir. Bu sebeple, bunun yerine yemek yedirmek —oruç tutabilme ümidi kalmamış olsa bile— caiz değildir. Keza, yemin keffâreti de böyledir. Çünkü, bu da başka bir şeyden bedeldir.

Fakat, üzerinde zıhar keffâreti veya ramazan keffâreti bulunan bir kimse, eğer fakir olmasından dolayı köle aza d etmekten ve yaş­lılığından dolayı da oruç tutmaktan âciz olursa; bu kimsenin bu du­rumda — bunlara bedel olarak— altmış fakiri doyurması caiz olur. Çünkü bunların oruçtan bedel olduğu nasla sabittir. Tahâvî Şerhi'nde de böyledir.

Hastalık veya yolculuk gibi bir özürden dolayı ramazan oru­cunu tutamayan bir kimsenin hastalığı veya yolculuğu ölünceye kadar devam etse; bu kimsenin —tutamadığı— bu oruçlarını kaza et­mesi gerekmez. Ancak, bu kimsenin tutamadığı oruçları yerine, fa­kirlere yemek yedirilmesini vssiyyet etmesi sahih olur. Bu vasiyyett, malının üçte birinden yerine getirilir. Yani, —malının üçte birin­den — fakirlere yemek yedirilir.

Fakat, 'bu kimse hastalıktan kurtulursa veya yolculuktan döner­se ve tutamadığı oruçlarını tutabilecek vakit de bulursa; bu şahsın, tutamadığı bu oruçlarının tamamını kaza etmesi gerekir. Ancak, bu oruçları tutmadan, ölüm gelirse, fidye verilmesini varislerine vasiy-yet eder. Bedâi'de da böyledir.

Bu durumda olan kimsenin velîsi, tutamadığı her oruç için, fakire yarım sa' buğday veya bir sa' hurma veya arpa verir. Bedâi'de de böyledir.

Bu durumda olan bir kimse, vesiyyet etmemiş olsa bile, va­rislerinin, —-bu fidyeler İçin— teberruda bulunmaları caiz olur. An­cak, vasiyyet yoksa, vârisler üzerine hiç bir şey lâzım gelmez. Yâni, varisler fidye vermeye zorlanmazlar. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bu durumda, ölen kimsenin yakınları, onun yerine oruç tut­mazlar. Tebyîn'de de böyledir.

İyileşen 'hastalar ve yolculukları sona eren yolcular, sıhhat veya İkâmetleri sırasında, daha önce tutamadıkları oruçları kaza ederler. Bunda ihtilaf yoktur; âlimlerin ekserisinin görüşü budur. Sa­hih olan da budur. Sirâcü'I - Vehhâc'da da böyledir-

Bir kimsenin birinci ramazandan kaza borcu olduğu halde ikinci bir ramazan girmiş olsa, o kimse edayı kaza üzerine takdim eder. Yani, önce yeni giren ramazanın oruçlarını edâ etmesi gerekir.

Râzî, arkadaşlarımızın :  «Nafile olan  oruçlarda da, özürsüz olarak iftar etmek helâl olmaz.» dediklerini nakletmiştir. Kâfî'de de böyledir. Bu görüş sahihtir. Zahir-i rivayet de budur.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'den ge­len rivayetlere göre, — nafile oruçlar hakkında — ziyafet de bir özür­dür. Zahir olan budur. «Bu -hususta takip edilmesi uygun oian yol şu­dur: Eğer, ziyafet sahibi bir kimsenin —ziyafette— hazır bulunmasrndan memnun olacak ve f3kat iftar etmemesinden üzüimeyeeekse, bu kimse iftar etmez. Ancak, iftar etmemesi hâlinde davet sahibi olan şahsın üzüleceğini bilirse, bu durumda iftar eder. Sonra daa bu orucu kaza eder.» demişlerdir.

Büyük âlim Şemsü'l - Eimme Halvânî: «Bu hususta söylenilen-İerin en güzeii : «Eğer o kimse, ileride bu orucu kaza edeceğinden emin olursa, din kardeşinden eziyyeti kaldırmak için iftar eder. Ve eğer, bu orucu kaza etme hususunda nefsinden emin olmazsa —iftar etmemesi ziyafet sahibine eza olsa bile—  iftar etmez.» demiştir.

Bu hal, iftarın zevalden önce olacağına göredir. Eğer ziyafet ze­valden sonra ise, —nafile oruç tutan kimse, bu ziyafet sebebi— ile 'İftar etmez. Ancak, bu durumda iftar etmemesi, ana ve babaya karşı gelmek şeklinde tezahür ederse, o kimse yine iftar eder. Muhiyt'te de böyledir.

Nafile oruçlarda —bir zıyafetde— misafir otmak özür sa­yıldığı 'gibi, ev sahibi olmak da özür sayılır. Vikâye'de de böyledir.

Ziyafet., vacip olan oruçlarda özür   sayılmaz,  Nihâye'de de böyledir.

Ramazan ayının   'bazı günlerinde   iyileşen   bir   mecnûnun, — bu ramazanda, cinnetinden doiayi— tutmadığı oruçlarını kaza et­mesi lâzım gelir. Ancak, cinnet hâli ramazan ayının tamamını kap­sarsa, —-daha sonra iyileşse bile— bu kimsenin o oruçları kaza et­mesi gerekmez. Cinnetin bulûğa ermiş veya bulûğ çağına yaklaşmış olan kimselere gelmesi arasında, zâhîr-i rivâyet'e göre bir fark yok­tur,

Bîr mecnûn, Ramazan ayının son günü zevalden önce, iyileş­miş olsa da, kendisine kaza lâzım gelmez. Sahih olan görüş budur, Kifâye'de ve Nihaye'de de böyledir.
Ramazanın tamamını baygın geçiren kimse —daha sonra — onu kaza eder. Bu, bil - icmâ1-böyledir. Mî'râcü'tj - Dirâys'de de-böyİe-dir.

Bir kimse, güneş battıktan sonra bayılmış veya tecennî et­miş olsa ve hu hali de günlerce devam etse; bu şahsın, o gecenin gündüzüne ait oian orucu kaza etmosi gerekmez. Çünkü, eğer o craca niyyet etmiş olduğunu bilseydi, —durumu— açıktı. Bunu bilmi­yorsa, açık olan hâli niyyettir; ve amel halin zahiridir. Meselâ : Bu kimse, ramazanda yolculuğa çıkmış olsaydı, iftar eder ve sonra da — bu orucunu— kaza ederdi. Çünkü, o şahsın hâlinin zahiri, niyyet edip etmediğine delâlet etmemektedir. Zâhidî'de de böyledir.

Ramazanda düşmanla savaşacağını bilen ve bu sebeple za­yıf düşeceğinden korkan bir gazi, iftar edebilir. Serahsî'nin Muhryt'-İnde de böyledir.

Harbin olacağı kesin olarak belli olmasa bile, yine bu gâzi-ye  keffâret gerekmez. Çünkü, savaşta kuvvetli bulunmak için iftarı öne almaya ihtiyaç vardır. Halbuki, hastalık böyle değildir. Zâhîriy-ye'de de böyledir.
Nafakasını   — san'ati ile —   kazanmrya   muhtaç    olan   bir san'atkâr; oruçlu iken san'atı ile uğraşınca, zarara uğrayacağını bi­lirse, bu şahsın iftar etmesi de mubahtır. Kunye'de de böyledir. [31]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..