12- CERH VE TA'DİL

Hakim, şahitlerden, gizli veya aşikar olarak, "davacı nastl bir adamdır.'* diye sorar.O'zemmedilen bir kimse rni, yoksa medhedilen bir kimse mi araştırır. Bu, İmam Ebû Yûsuf (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'in görüşüdür. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, hakim müs-lüman hakkında dış görüşüne göre iktisar eder. Hatta üzeine şahitlik yapılan davalı, yerilen birisi olsa bile, bu böyledir.

Ancak, kısas haddi almışsa, o zaman hakim, onu ister gizli, ister aleni tezkiye yapar. Bu hususta icma' vardır.

Hasım ister yerilsin, ister yerilmesin fark etmez.

Fetva ise, bu zamanda   İmameyn'in kavline göredir. Kâfi'de de böyledir.

Hasım şahitler tarafından ta'n (= yerilme, zem etme) edilmez ve şahitler,  onun adaletini söylerlerse (Şöyleki:  "O adildir. Biz, onun doğruluğuna şahitlik yaparız." veya "O adildir. Bizim ona karşı şeha-detimiz caizdir." derlerse) işte o zaman, hakim müddeinin davası üze­rine hükmünü verir.

Bundan sonra, şehidlerden bir şey sormaz. Çünkü, onlar ikrarlarını yapmışlardır.

Şahitler, yalnızca: "O adildir (= doğrudur, güvenilir) derler, fazla bir şey ilave etmezlerse; veya: "Onlar adildir." derler ve "bazan hata yapar" diye söylerlerse davalının âdil bir kimse olması hâlinde tez­kiyeye ihtiyaç kalmaz.

Duruma bakılır: Eğer davalının davasını, iddiacı inkar etmiyor, bilakis şahitler şehadette bulunana kadar susuyor; sonra da: "Şahitler adil kişilerdir." diyorsa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) göre hakim, bu şahitlerin şehadetleri sebebiyle, iddiacıya hükmeder. Ve onlardan bir şey sormaz. İster iddia edilen şey hak olsun, —şüphe ile birlikte— ister sabit olmasın müsavidir.

İmâm Muhammed (R. A.), şöyle buyurmuştur: Hakim onlardan iyice sormadan hükmeylemez.'

Şayet davalı, davayı inkar eder; ve o, şahitlere: "Bunlar adildirler; bazı sözlerinde..." derse, bu ihtilaflıdır. Ve daha önce bu mes'ele geçmiştir.

İmâmeyn'e göre hakim, sormadan hükmeder. Fakat, İmâm Muhammed (R, A.)'e göre başkalarından sormadan hükmeylemez.

Camii Sağir'de şöyle buyurulmuştur: Bu durumda, hasmın ta'dili sahih olmaz. İmameyn'e göre, onun tadili yok durumundadır.

Bazı rivayetlerde İmâm Muhammed (R.A.): "Bu durumda hakim, hasme: "Ne diyorsun?" Sen, şahitleri yalanlıyor musun, yoksa doğruluyor musun?" der ve eğer, davalı: "Doğru söylediler." ve "İddiacının iddiasını doğruladılar." derse hükmeder; yok eğer: "Yalan söylediler." derse; davayı erteler; hemen hüküm vermez. Akdiyye'de de böyledir.

Eğer müzekki fasık ise, onun ta'dili sahih-olmaz ve hakim, onunla hüküm vermez. Eğer fasık olurlarsa, davacının da, onlar hakkında: "adil." demesine itibar edilmez.

Hakim, davalıdan, "şahitlerin doğru veya yalan söyleyip söyleme­diklerini" sorar. Eğer davalı: "Doğru söylediler." derse; hakim, bu ikrar üzerine hükmünü verir. Eğer: "Yalan, söylediler." derse; hakim hüküm vermez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Eğer davacı, önce şahitlerin adaletlerini kabul eder; sonra da, üzerine şahitlik yapılınca,  onu ikrar ederse; hakim bu kadarhkla yetinmez. Ve adaletlerini araştırır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adamın üzerine, iki kişi şahitlik yaptıklarında, davacı:"Bunlardan birisi adildir, fakat, diğeri galat (= yanlış) konuştu." veya "... şüpheli konuştu." derse; hakim, ikinci şahitten sorar. Eğer o şahit," diğerinin de adil olduğunu" söylerse; onların şehadetiyle hükmeder. Çünkü, galat söylemek veya vehim, şehadeti cehr etmez. Fetâvâyi Kâdî-hân'da da böyledir.

İki şahidin  şehadette bulunduğu zat,  kendi  üzerine şahitlik yapıldıktan sonra: "Filan şahit, hakkiyle şehadette bulundu." derse; hakim ikinci şahit hakkında bir şey sormaz.  Eğer bu şahıs  önce: "Filanca benim için doğruyu söyler." derse; şehadetten sonra, hakim , tekrar sorar; o zaman davalı hakime hitaben: "Sen şahitlere sor. Ben yalan söylediklerini zannetmiyorum; fakat senin de bir defa onlardan sormam istiyorum: Hakkımda geçersiz şey söylediler mi?" derse; hakim —onlar adil kişilerse— sorar ve şehadetlerini kabul eder. Eğer adil değillerse, sormaz. Edebü'I-Kâdî Şerhı'nde de böyledir.

Bu, Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Ebû'l-Leys'in Fetvâlan'nda şöyle zikredilmiştir:

İki şahit, hakimin huzurunda, şahitlik yaptığında, hakim onlardan birisinin adaletini tanır; diğerini tanımaz; bilinen şahit de adaleti ile ma'ruf ise; Nusayr: "Onun adaleti kabul edilmez." demiştir.

Ebû Seleme'den bu hususta iki rivayet vardır.

Fakıyh Ebû Bekir el-Belhî üç kişinin şehadeti hakkında, şöyle demiştir:

Şayet hakim, ikisini tanır da birisin tanımaz; o iki şahit de, üçüncü şahidin adaletine şahitlik yaparlarsa; bu şehadet de, caiz olmaz. Bu da Nusayr'in görüşüne uygundur ve bununla fetva verilir. Muhıyt'te de böyledir.

İyiliği belirli bir kişinin müzekkî tayin edilmesi ve hakimin mü-zekkiye elçi göndermesi; şahidin şehadetini tercüme ettirmesi İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre efdaldir.

Bunlar iki kişi olurlarsa, daha güzeldir. Bu, tezkiyenin gizli yapıldığı zamanda böyledir.
Fakat, tezkiye alenî yapılırsa, bi'1-icma' adet şarttır. KâfîMe de böyledir.
Şahidin adaleti, bülüğa erişmiş olması, hürriyeti, ve gözlerinin görür olması bi'1-İcma şarttır.

Aleni tezkiyecinin de böyle olması şarttır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Gizli tezkiye de, köleden, körden, sabiden kazf cezasına çarpılmış kimseden tezkiye yapmak, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre makbuldür. SerahsFnin Muhıytı'nde de böyledir.

Tercüman kör olursa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre tercümanlığı caiz olmaz. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise caizdir. Hulasa'da da böyledir.

Bir kadının, —eğer güvenilir ve hürre ise, İmâm Ebû Hanîfe (R. A.)'e ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre —tercümanlığı caizdir. Ve, o erkek gibidir.

Bu malla ilgili davalarda olur.

Yalnız başına, bir kadının şehadeti caiz değildir.

Ve, şahitlerin şehadetini tercüme etmesi de caiz değildir.

Babadan, oğuldan ve fasıktan gizli tezkiye yapmak şahindir.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm E&û Yûsuf (R.A.)'a göre böyledir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bunların her birinin diğerine şehadetleri caiz değildir. Hulasa'da da böyledir.

Bir kadının, kocasını ta'dili (= adaletlidir demesi) caizdir.

Eğer, o kadının, insanlar arasına girmesi teamül halinde ise, başkası hakkındaki ta'dili de makbuldür. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Üzerine şahitlik yapılacak olan, müslüman olursa müzekkînin müslüma nolması, bi'1-icma gereklidir. Hulasa'da da böyledir.

Aleni  tezkiyede,  şehadetin  telaffuzla olması  bi'I-icma  şart değildir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Hakime layık olan, bir mes'ele için, şahitlerin her birinden, adalet sahibi olmasını ve hiç bir yanı desteklememesini doğruluktan sapma­masını istemesidir.

Ayrıca şahidin
1) Tamahkâr olmaması;
2) tmân ölçüsünde, alim kişi olması
3) Cerh ve ta'dili bilmesi ve esbabını tanıması
4) İmkan ölçüsünde zengin olması gerekir.
5) Ancak bunlar, şahidin güvenilir ve sığa ehli olmaları halinde geçerlidir.
6) Alim şahıs, fakir olsa bile, onun şahit olmasının zararı yoktur. Güvenilir olan alim, halk arasına karışmayan kimsedir.

Siga olmayan alim ise, halk arasına dünyayı isteyerek karışan kimsedir.
7) Evla olan, müzekkînin gaflet ehli olmaması
8) Ve halk arasına karışmayan, münzevi hayat ehlide olmamasıdır. Muhıyt'te de böyledir,

Akdiyye'de şöyle zikredilmiştir:
Muaddil'e (= ta'dil ehline) layık olan aleniyettir. Bunu gizli yapmak da, bizim alimlerimizin kavlidir. Zehiyre'de de böyledir. [31]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..