Fakir Kimdir?

Bu hususta fakir: "Zekat verilmesi konusunda fakir sayılan kim­sedir.

Meşhur olan kavil budur. Hâvî'de de böyledir.

Evi olup, başka bir şeyi olmayan kimse fakir olduğu gibi; evi ve bir de hizmetçisi olan kimse de fakirdir.'

Zekât hususunda fakir olan, vakıf hususunda da fakirdir. Kifayet miktarı —fazla değil— elbisesi ve evinin bazı eşyaları bulunan kimse de, zengin değildir. Zehıyre'de de böyledir.

İkij- iz dirhenr' veya yirmi miskâl altını olan kimse, —fakirlere tahsis edilen— bu vakıftan hisse alamaz. Muhıyt'te de böyledir..

Fazla ev eşyası ve fazla elbisesi bulunan kimse; bunların bedelinin iki yüz dirheme ulaşması halinde, zengin sayılır.

Bu şahsın, zekat alması helâl olmadığı gibi, böyle bir vakıftan hisse alması da helâl olmaz. Fetâvâyi K adî hân'da da böyledir.

iki evi ile iki hizmetçisi bulunan kimsenin, bu fazla evi ile köle­sinin kıymeti iki yüz dirheme ulaşırsa, bu şahıs da zengin sayılır. Zekât ve bu gibi bir vakıftan hisse alması haram olur.

Bu şahıs, zekât vermek hususunda, zengin sayılmasa da, vakıfla ilgili hüküm budur. Ve bu hüküm, bizim mezhebimize göredir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, elbise, ev eşyası, ev gibi her sınıftan fazla bulunan eşyanın toplamı iki yüz dirhem (veya daha fazla) olmazsa, zengin sayılmaz. Fazlalıkların toplamı, bu miktara baliğ olursa, o şahıs zengin olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimsenin, iki yüz dirhem değerinde bir yeri olursa; buranın kifayet miktarı geliri bulunmazsa bile, sahibi, muhtar olan kavle göre, zengin sayılır. Hızânetü'l-Müftfn'de de böyledir.

Bir kimsenin malı çok olduğu halde, bunlar gaip olursa veya başkalarının üzerinde alacağı bulunduğu halde, bunu almaya gücü yet­mezse, bu şahsa, hem zekât, hem de, bu gibi vakfın geliri verilebilir.

Çünkü, bu şahıs, ibn-i sebîl (= yulcu) menzilindedir.

Bu durumda olan bir kimse, borç alabiliyorsa; borçlanması, sadaka kabul etmesinden daha efdâldır.

Ancak, bu şahıs borç da alamıyorsa; zekât almasında bir beis yoktur. Vakfın geliri, çalışıp kazanmakta olan fakire -verilebilir.

Böyle bir fakirin, zekât alması ise mekruhtur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bu kimsenin alacağı, iflâs etmiş bir şahısta ise, fakir sayılır.

Bu kimsenin alacağı, kendisine borçlu olduğunu ikrar eden bir kimsede ise, bu alacaklı kimse, zengindir.

Borçlu borcunu inkar etmesine rağmen, bu alacaklının, alacaklı olduğuna dâir beyyinesi varsa; alacaklı bu şahıs, zengindir. Fakat, beyyinesi (= senedi, şahidi) yoksa, bu kimse, fakir sayılır. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, bir akarını, torunlarının fakirlerine vakfeder; torun­larından birinin de şeref için beslediği, iki yüz dirhem kıymetinde bir atı bulunursa; bu toruna, o vakfın gelirinden hisse verilmez.

Ancak, bu torun, o atı, cihâd ve binmek için besliyorsa,bu vakıf­tan, ona da hisse verilir. Muzmarât'ta da böyledir.                

Nafakası, bir kimsenin malından vacip olan (yani, kendilerinin yiyip, içip, geçinmesi, bir şahsın üzerine olan) kişilerden her biri, hakimin hükmü veya mal sahibi olan kimsenin rızâsı olmadan, o şahsın malından alma hakkına sahiptirler.

Hâkimin, o şahsın gaybubeti hâlinde, malından almasına hüküm vereceği kimseler, mülkünün menfaatine ortak ve birinin şehâdeti, diğeri hakkında kabul edilmeyecek bir durumda iseler, vakıf hükmü bakımından zengin sayılırlar.

Bir kimsenin anası, babası, evlâdı ve dedeleri gibi...

Bunlardan her birinin nafakası diğerinin üzerine vaciptir.

Ancak bu kimseler, hâkimin hükmü veya karşı tarafın rızası olmadan, birbirlerinin malından nafaka alamazlar.

Bu gibi şahıslardan biri bulunmadığı zaman, hakim onun malından nafaka hükmetmez; mülkleri de, birbirlerinden ayrı bulunur ve birinin şahitliği, diğeri hakkında kabul edilirse; bu durumda infâk edenin (= nafakayı verenin) zengin olması ile diğeri de zengin sayılmaz..

Bu, vakıf hükmünde böyledir.

Kardeşler, bacılar ve diğer mahremler gibi...

Mes'eleler, bu esasa göre devreder. Muhıyt'te de böyledir.

Bir akarını, akrabasından fakir olanlara vakfeden bir şahsın, zengin bir akrabası, bu akrabanın da, fakir evlâdı bulunur ve bunlar küçük erkek veya kız olur veya büyük olduğu halde  evli olmayan bir kadın; kötürüm olan bir erkek veya bir mecnûn olursa; bu vakfın geli-. rinden, bunlara nasip yoktur.

Ancak bu zengin şahsın, erkek veya kız kardeşi, büyük oğlu bulunur ve bunlar da fakir olurlarsa; bu vakfın gelirinden hisselerini alırlar.

Çünkü, bunların nafakası, o zengin şahsın üzerine vacip değildir. Öncekilerin nafakaları ise, bu şahsın üzerine vacipti. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Fakir olan kadının kocası zengin ise, ona da, bu vakıftan hisse verilmez.

Ancak, koca fakirse, —karısı zengin olsa bile— ona, bu vakıftan hisse verilir. Kunye'de de böyledir.

Vâkıfın bu akrabasının kötürüm olmayan,büyük ve fakir bir oğlu ve bunun da, üçük fak'r çocukları bulunursa; bunlara, bu vakfın geli­rinden bir şey verilmez.

Çünkü, bunların nafakaları, dedelerinin üzerine vaciptir. Bu çocukların babalarına gelince, o, sulbünden olan bir yakınının oğludur ve bu vakfın gelirinden ona hisse verilir.

Çünkü, onun nafakası, babasının üzerine vacip değildir.

Zira, bu oğul, hem büyüktür; hem de kötürüm değildir.

Şayet, bu adamın oğlu zengin, kendisi ise fakir olursa; buna da, bu vakıftan hisse verilmez.

Çünkü, bu şahsın nafakası, zengin olan oğlunun üzerine vaciptir. ZehıyreMe de böyledir.

Bir kimse: "Şu akarım, akrabamın fakirlerine vakfedilmiş bir sadakadır." der ve bu akrabalarından biri, vakfın gelir zamanında fakir olduğu halde, bu geliri teslim almadan zenginleşirse; bu kimse, yine de, bu gelirdeki hissesini alır.

Vakfın gelir gününden sonra, vâkıfın yakınlarından bir kadın, —altı aylıktan aşağı— bir doğum yaparsa, bu vakfın gelirinden, o çocuğa bir hisse verilmez. Muhıyt'te de böyledir.

Ancak, bu çocuk, gelecek olan gaileye (= gelire) hak sahibi olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse: "Şu yerim, filan adamın nesline..." veya "...Filan adamın âTinden olan fakirlere, vakfedilmiş bir sadakadır." der; onun neslinden veya âlinden de sadece, bir fakir bulunursa; vakfın gelirinin tamamı, —hilafsız olarak— bu fakirin olur.

Vâkıfın: "... filanın âl'inin fakirlerine vakfedilmiş bir sadakadır." demesi halinde de hüküm aynıdır. Zahîriyye'de de böyledir.

Ana-baba bir iki kardeş, yakınlarına karşı,, bir yerlerini vakfet­tikten sonra, akrabalarından bir fakir gelirse, duruma bakılır: Eğer, bu iki kardeş, ortak bulundukları bir yeri vakfetmişlerse,bu fakire, bu vakıftan bir kût verilir.

Fakat, bu kardeşler, ayrı ayrı birer yer vakfetmişi erse, herbirinden ayrı ayrı, birer kût verilir.

Bu gibi mes'elelerde kût: Bir kimsenin ihtiyacını giderecek kadar yiyecek (vermek) demektir.

Şayet vakfedilen şey, az ise, israfa kaçmadan ve fazla da noksanlaştırmadan,  fakire senelik  kût'u  (=   taamı, yiyeceği,  azığı) verilir.

Vakfedilen şey, bir dükkan ise, bu fakire, kutu, her ay verilir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, bir yerini, fakir olan akrabalarına vakfeder; başka bir şahıs  da,  kendisinin   fakir   olduğunu   iddia   ederse;   hem   vâkıfa yakınlığını, hem de, fakir bulunduğunu isbât etmesi gerekir.

Bu durum, asıl ve sahih olarak sabit ise de, bu şahsın hücceti ( = delili, belgesi, şahidi), bu vakıftan kendisine bir şey verilmesi hususunda geçerlidir. Bunlar, hak sahibi olması bakımından aranmaz.

Bu şahıs, vâkıfın akrabası olduğu hususunda belge getirir, ancak, bu belgesinin doğruluğuna şahitler şehâdet etmezse; bu belge kabul edilmez.

Bu şahıs, fakir olduğuna hüccet getirirse, şahitlerin bunu açıklaması mümkün olur.

Neticede, hâkim, bu şahsın hem fakir hem de vâkıfın akrabası olduğuna hükmederse; bu vakfın gelirinden, bu şahsa da verilir. Aksi takdirde verilmez. Hilâl de böyle söylemiştir.

Fakıyh Ebû Ca'fer: "Bunlarla beraber, bu kimsenin, nafakasının üzerine vacip olduğu bir kimsenin bulunmadığını da isbat etmesi gerekir. Çünkü, bunu isbat etmemesi hâlinde, fakir hükmüne dâhil olmaz. Vakfın gelirine hak sahibi olabilmesi için bu şahsın, bu durumu da isbat etmesi lâzımdır." demiştir. Serahsî'nin Muhıyü'nde de böyledir.

Bir kimse, fakir olduğunu, nafakasının hiç kimse üzerine vacip olmadığım isbat eder; hâkim de, vakfa dâhil olmasına hükmederse; Hilâl: "Hâkimin, hakkında, gizlice soruşturma yapmadan, bu şahsı vakfa dâhil etmesi güzel olmaz demiştir. Âlimlerimiz de: "Müstahsen olan budur." demişlerdir.

Yine Hilâl: "O şahıs, söylediğimiz gibi, isbatını yapınca, hâkim, durumu gizlice soruşturur; bu soruşturmanın neticesi de, adamın belge­lerine uygun düşer ve: "Bu şahıs fakirdir, nafakasını karşılayacak kimse yoktur, vâkıfın akrabasıdır." denilirse; bu durum- da da, hâkim, bu şahsı „ "malının olmadığı, fakir olduğu" hususunda, Allah adına yemin ettirmedikçe, vakfa dâhil etmez." demiştir. Âlimlerimiz: "Müstahsen olan budur." demişlerdir.

Hilâl: "Bu şahsa, nafakası hususunda da yemin verilir." demiştir. Zehıyre'de de böyledir.

Bu şahıs, durumunu söylediğimiz şekilde isbat ettiği halde, âdil iki şahıs, "bu şahsın, âdil olduğunu" haber verirse, bu şahıs, vakfın gelirine iştirak edemez.

Hilâl: "Bu babda, haber ve şehâdet müsavidir. Çünkü, şehâdet, hakîki şehâdet değildir; o da, bir haberdir." demiştir.

Keza, iki âdil kimse: "Biz, bu şahsın nafakasının üzerine vacip olduğu bir kimsenin bulunup bulunmadığını bilmiyoruz." derlerse, bu da kifayet eder ve o şahsa, bu vakıftan bir şey verilmez. Vecîz'de de böyledir.

Bir şahıs, vâkıfın yakınının oğlu olduğunu ve vakfın gelirinden alabilmek  için, fakir  bulunduğunu,  isbat  etmek  isterse,  yukarıda söylediğimiz şeyleri yapar.

Ancak, bu şahıs küçükse, durumu, büyüğün durumunun hilâfı-nadır: Bunun fakirliğini, kendi nefsi isbat etmiştir.

Bu hususta, vasî, baba menzilindedir.

Eğer, bu durumdaki küçüklerin vasîsi ve babası olmaz, fakat ana, kardeş, dayı veya amcaları bulunur ve bu küçük onlardan birinin yanında kalmakta olursa, bu durum, yakınlığın isbâtıdır.

Bu, istihsânen böyledir.

Bu durumda, ana, kardeş, amca veya dayı, bu çocuğun vakıftaki hissesini alıp, ona harcarlar.

Şayet, bu çocuğun böyle bir yakını yoksa, onun da vakfın gelirin­deki hissesi, güvenilir bir şahsa verilir ve bu şahıs, bu geliri, o çocuğa harcar. Muhıyt'te de böyledir.

Bir yeri, fakir olan akrabalarına vakfeden şahsın akrabalarından bir kısmı, diğerlerinin fakir olmadıklarını söyler ve bunu dâva ederlerse; bu dâvaları sahih olur. Ancak, yemin etmeleri gerekir.

Eğer, mütevelli bunlara meylederse, yemin etmelerini ister.

Bu şahıslar, mütevellinin karşı tarafa meylettiğini görürlerse, onların zengin olup olmadıkları hususunda'' mütevellinin yemin etmesini isterler. Vâkiât'ta da böyledir.

Hem yakınlığını hem de fakirliğini hâkim huzurunda isbat eden bir şahıs, bilâhare, başka bir vakıftan daha talepte bulunursa, yeniden beyyine getirmesine ihtiyaç yoktur.

Çünkü, bir vakıf hakkında fakir olan şahıs, diğer vakıf hakkında da fakirdir.

Keza, bir vâkıfa yakınlığım isbat edip, bu hususta hüküm alan kimse, bilâhare, bu vâkıfın ana-baba bir kardeşinin, akrabalarına vakfettiği vakfın gelirinden talepte bulunursa, yeniden beyyineye ihtiyaç olmaz.

Hüküm alan şahsın ana-baba bir kardeşinin de, ayrı dâva açmasına ihtiyaç yoktur. Vecîz'de de böyledir.

Bir  kimse, vâkıfın yakını olduğunu ve fakir bulunduğunu, hâkimin huzurunda belgeler ve vakfın gelir gününden önce , hükmü alırsa, o gelire hak sahibi olur.

Şayet, vakit uzarsa, hâkim yeniden fakir olduğuna dair belge ister. Çünkü, her sene, vakfın gelirinin dağıtılacağı zamandaki fakirliğe

rine dâhil edilmez. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bu vakfın gelirine, —vâkıfın komşusu olan kardeşi, amcası, dayısı dâhil edilirler. Muhıyt'te de böyledir.

Vâkıfın komşularından bazıları, evlerini satıp başka mahallelere gitseler ve bu —satılan— evlere, vakfın gelir gününden önce, başkaları taşınsa; bu durumda, vakfın gelirinin taksim edildiği gündeki komşuluğa itibar edilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Komşuları nâmına vakıfta bulunan şahsın, bir komşusu bulunsa ve bu da, başka bir eve taşınarak, Ölene kadar, o evde, ücretle otursa; bu vakfın geliri, o şahsa verilir. Muhıyt'te de böyledir.

bir kimse   komşuları   nâmına   vakıfta   bulunduktan   sonra, Mekke'ye gidip orada ölse; bu şahıs Mekke'de ev edinmişse, vakfının geliri Mekke'deki komşularına verilir.

Ancak bu şahıs, hac veya umre için gitmişse; vakfının geliri.belde-sindeki komşularına verilir. Zahîriyye'de de böyledir.

Bu şekilde vakıfta bulunan şahsın komşusu olarak iki ev bulunsa, fakat bu evlerin birinde oturan kimse olmasa; bu durumda, bu vakfın bütün geliri evde oturan komşuya verilir. Boş eve bir şey verilmez. Muhıyt'te de böyledir.

Bu vâkıfın iki evi bulunur ve ikisinde de kanlan olursa; vakfının geliri, bu iki evin komşularına verilir. Vâkıf hangi evde ölürse ölsün, bu hüküm değişmez. Hâvî'de de böyledir.

Keza, bu vâkıfın iki evinden birisi Kûfe'de diğeri de Basra'da olsa; bıı şahsın her iki evde de karısı bulunursa, vakfının geliri her iki evinin komşularına verilir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse.komşularımn fakirleri nâmına vakıfta bulunup, kendisi ölse; vârisleri ise o evi satıp başka bir beldeye nakletseler; bu vakfın geliri öldüğü günkü fakir komşularına verilir.  Vârislerinin bu.evi satmış olmasına itibar edilmez. Hızânetü'I-Müftîn'de de böyledir.

Komşuların fakirleri nâmına vakıfta bulunan bir kimse, bunu kendi nefsine izafe etmese (yani "komşularımın fakirlerine..." demese); bu durumda, hiç bir şey değişmez; müsâvîdir. Zahîriyye'de de böyledir.

Böyle bir vâkıf hastalanır ve oğlu onu başka yere nakleder ve vâkıf orada   ölürse;   vakfının   geliri   önceki   komşularinmdır.   Sonradan götürüldüğü yerdeki komşularının değildir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kadın, oturduğu yerdeki komşularına vakıfta bulunduktan sonra  evlenip  kocasının  evine  gider  ve  orada  ölürse;   bu  kadının komşuları, kocasının komşularıdır.

Keza, bu kadının kocası ölür, onu başka bir şahıs alarak eski yerine getirirse, vakfının geliri de buraya intikal eder. Zahîriyye'de de böyledir.

Âlimler: "Adamın eşyaları önceki evde ise, vakfın geliri de, bu önceki evin komşularına verilir '' demişlerdir. Muhıyt'te de böyledir.

Vâkıf, bir kadınla evlendiği halde, onun bulunduğu eve gitmese, vakfının geliri, karısının, oturduğu evin değil, kendi evinin komşularına verilir. Hâvî'de de böyledir.

Bir kimse komşularının fakirleri nâmına vakıfta bulununca, dul olan kadın komşuları bu vakfın gelirine dâhil olurlar; kocası olan kadınlar ise dâhil olmazlar. Zahîriyye'de de böyledir.

Komşu olduğu bilinmeyen bir kimseye, —şahitler onun komşu olduğuna şehâdet etmedikçe— bu gibi bir vakfın gelirinden verilmez.

Komşulardan, fakir olduğunu iddia eden şahsa, fakirliğini belge­lemesi teklif edilir.

Vâkıf veya vâsî "vakfın gelirini, şu fakire verdim." dediği halde, öfakir bunu inkar ederse;"verdim."diyen şahsın yeminle söylediği söz, kabul edilir. Hâvî'de de böyledir.


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..