11- HİBE KONUSUNDA MUHTELİF MES'ELELER

Mecmûıı'n-Nevazil'de söyle zikredilmiştir:

Bir kimse, diğer bir şahsa bir şey bağışlayıp mevhûbün leh de onu teslim aldıktan sonra, vahib (= bağış yapan şahıs) o şeyi alır ve zayi ederse, onun kıymetini bağış yaptığı zata tazmin eder. (= öder)

Bir adam, diğerine bir koyun bağışlar ve onu bağış yapılan zat teslim aldıktan sonra, onun izni olmaksızın, bağış yapan alıp boğazlarsa veya bir kimse, başka birine bir kumaş bağışladıktan sonra, onu bağış yapılanın emri olmaksızın, keser, parçalarsa, kesilmiş koyunu vahib = kendisine bağış yapılan şahıs) alır. Bu durumda vahib bir şey ödemez. Kumaş meselesine gelince, bağış yapılan onu öylece alır. Kesilmiş hali ile önceki hali arasındaki farkı da bağış yapan şahıs tazmin eder (= öder.) Muhıyt'te de böyledir.

Fetâvâti Ahû'da şöyle zikredilmiştir: Bir adamın, diğerinde yüz dirhemi hali hazırda ödenecek, elli dirhemi de va'deli olmak üzere, yüz elli dirhemi olduğunda, alacaklı, borçlusuna elli dirhemini bağışlarsa, bu bağış, hali hazıra mı, yoksa vadeliye mi ait olur? İmâm Bürhânü'd-dîn el-Mürğînânî: "Her ikisine de sarf eder." buyurmuş ve öyle fetva vermiştir.

Kâdî Bedîü'd-Din de, böyle fetva vermiştir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Hasta olan kadın: "Kocamın bende mehri yoktur." dese, bize göre koca mehirden kurtulmuş olmaz. Hızânetü'I-Müftîn'de de böyledir.

AUyyü's-Sağdfden soruldu:

— Bir adam, karısına: "Bütün emlâkini bana ver." der; karısı da: "Verdim. (= bağışladım.) derse; mehri buna dahil olur mu, olmaz mı?

imâm şu cevabı verdi:

— Hayır dahil olmaz. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, kendi kızını, kendi malıyla teçhiz edip, bu çeyizle kocasına yollar, kızı da ölür ve babası dava ederek, "bu çeyizi, kızına ariyeten verdiğini" söyler ve onun kendi malı olduğunu iddia eder; kocası ise, "onun kendisinin olduğunu" söylerse, alimler bu durumun halli hususunda ihtilaf eylediler: Bazıları: "Kocasının sözü geçerlidir." demişler; bazıları ise: "Babanın sözü geçerlidir." demişlerdir.

Kocasının sözü geçerli olunca, beyyine getirmek babaya aittir.
"Bu, Şeyhu'1-İmâm Ebû Bekir el-Fadl'm kavlidir." demişlerdir.

"Babanın sözü geçerlidir." diyenler; "Çünkü» o malı o verdi. Mülküyeti onundur." demişlerdir.

Radîyyü'd-dîn: "Uygun olan, tafsilatlı hareket etmekdir: Eğer baba eşraftan ve iyi bir insansa, babanın iddiası kabul edilmez. Zira, onun verdiği şey, —bu durumda— ariyet olmaz.

Eğer baba, orta halli biri ise, bu durumda babanın sözü geçerli olur. Çünkü, o verebilir ve sözü yalan olmaz. Fetâvâvi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, karısına, yanında giyinmesi için elbise almak üzere dinarlar verir; bu kadın da onu kendi ihtiyaçlarına harcarsa, kocasına nafaka ihtiyacı oldukça para veya başka bir şey vermek suretiyle aldığı şey kendisinin olur. Kocası da onu efrad-ı ailesine harcar. Bu durumda kadın, verdiği o şey için, kocasına müracaat edemez. Gınye'de de böyledir.

Bir kadın: "Benim, kocamın üzerinde bir şeyim yoktur." derse, kocası, onun mehrinden beri olur. Kadın kocasına helal edince, kocası ondan kurtulmuş olur. Hızânetü'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Bir koca, arabca bilmeyen karısına: "Mehrini bana bağışla." der; o da: "Vehebtü bağışladım." derse, —talâk ve ıtağın hilafına— bu hibe sahih olmaz.

Bunun için hibe de ikrah (= cebir zor) yapılır ve cebredilen de bağış yaparsa o bağış sahih olmaz. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir kadın, kocasına bir şey bağışlar ve bu bağışın cebren olduğunu söylerse, davası kabul edilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kadın, mehrini bağışlamak ister, sonra da kocasıyle inci veya elbise karşılığında anlaşma yapar ve onu da görmez, sonradan görürse görme muhayyerliğinden dolayı, mehir kocanın üzerine avdet eder.

Şayet kadın ölürse sözleşme geçerli, görme muhayyerliği batıl olur. Hızânetü'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Bir kadın, mehrini kocasına bağışlamak dilediğinde, bu kadın ölsün veya ölmesin, mehir kocanın zimmetinde kalır.

Bu kadının, bu bağışı gerçekleştirebilmesi için uygun olan, mehrine karşılık, kocasından bir mendil satın almasıdır.

Eğer kadın ölürse, —bu alış-veriş hususundaki— muhayyerlik hakkı batıl olur. Şayet yaşarsa, görme muhayyerliğinden dolayı mendili geri verebilir. Hasebü'l-Müftî'de de böyledir.

Ölmüş    kocaya,    mehir    bağışlamak,    istihsanen    sahihtir. Siraciyye'de de böyledir.

Bir kız, mehrini babasına bağışladığında, eğer "teslim almasını" söylerse, bu hibe sahih olur. Hulâsa'da da böyledir.

el-Asl kitabında şöyle zikredilmiştir:

Hibe babında vekil, elçi manasınadır. Akid vekil ile değil de, onu vekil edenle (= müvekkile) yapılır.

Bakkalı'de ise: Hibeye (= bağışa) vekil yapmak, bağışı teslim için vekil yapmak demektir.

Teslim etmeye vekil olan zat, başka bir şahsı da, kendisine vekil yapabilir.

Teslim almaya vekil tayin edilen ise, böyle değildir. Muhıyt'te de böyledir.

Fetâvâyi Attabiyye'de şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, bağışı teslim için birini vekil tayin eder; kendisine bağış yapılan şahıs da, birisini, hibeyi teslim almaya vekil eder ve her ikisi de kaybolurlarsa, bu durumda bağış yapanın vekilinin teslim eyiemesî sahih olur.

Şayet bağış yapanın vekili teslimden imtina ederse, kendisine bağış yapılan şahsın vekili, onu mahkemeye verebilir.

Kendisine hibe yapılanın vekili ve bağışı teslim etme vekili ayrı ayrıdırlar. Teslim alma vekilleri ise bunun hilafmadır. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir kimse, —iddet bekleyenin haricinde—   nikahlamak tamaı ile, iddet bitmeden önce, bir başka kadına harcama yapar; sonra da onu nikahlamaktan kaçınsa, eğer nikahı, harcaması için şart koşmuşsa, harcadığı şeyi almaya rücu eder. Esahh olanı, müracaat edememesidir.

Sadru'ş-Şehîd de böyle buyurmuştur.

Kâdîhân'da: "Esahh ' olan, ona müracaat eylemektir." buyurmuştur.

Nefsini nikahlasın veya nikahlamasın müsavidir. Çünkü o rüşvettir. Şayet beraber yerlerse, bir şey için müracaat edemez. Gınye'de de böyledir.

Ebû'l-Kâsım'dan sorulmuş:

— Bir ortak, malını hibe yönüyle kendi oğluna vermek üzere, diğer ortağına mektup yazar; ortağı da ona razı olmayıp, kaçınırsa; oğlanın o ortağı mahkemeye verme hakkı var mıdır?

İmâm şu cevabı vermiş:

—  Bu bir şey değildir; teslim almadan önce bir şey gerekmez ve oğlanın dava hakkı yoktur.

Fakıyh: "Şayet hibe yönüyle olmaz da başka yönden böyle yaparsa, o zaman oğlanın dava hakkı olur; baba, malı ve vekaleti ikrar ederse, böyledir. Hâvî'de de böyledir.

Bir emir, bir cariyeyi, bir adama bağışladığında, bu cariye, bağışlandığı   adama,   "kendisinin,   bir   tüccarı,   bir   kafilede   iken öldürdüğünü" haber verir; bu mevhûbün leh de, ölenin varislerini tanı­maz ve "bu cariyeyi başıboş (serbest) bırakması halinde zayi olacağını, yanında ahkoması halinde ise fitne çıkacağını" bilirse, bu durumda, "onu satması ve sahibi ortaya çıkınca parasını ona vermesi için" bu hakime arzeder. Cevâhirü'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Ebû'l-Fadl'ın Fetvâları'nda şöyle denilmiştir:

Bir adam, diğer birine, bir yer bağışlar, o yer de babasının elinde bulunup, bir müddet onun yanında kalacak, sonra da bağışlanın olacak olsa ve bir iddiacı gelerek, onu dava etse, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ile İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): "Bu iddiacı, bağış yapanla değil de, bağış yapılan zatla mahkeme olur." buyurmuşlardır.

İmâm Muhammed (R.A.) de: "Eğer o yeri alacaksa, durum böyledir. Şayet kıymetini alacaksa, bağış yapmak suretiyle onu zayi eden bağışlayıcı şahıs dava eder." buyurmuştur. Havı'de de böyledir.

Bir hakim veya başka bir şahıs, ıslah etmesi için, bir sahayı birine verir; o da, bu yeri ıslah ettikten sonra, nadim olarak, onu, iki kişiye verir; onlardan her birisi de sahibine bir şeyler verirlerse, işte bu rüşvet olur. Bu durumda mülk onların olmaz; o yeri veren şahıs, tekrar geri alır.

Bir kadın, kardeşinin evinde nikahlanır ve bu kardeşi kendisine bir kaç dirhem verilmedikçe, onu vermekden kaçınır, karşı taraf ise, isteni­leni vererek, bu kadını nikahlasa, kardeşine verdiğini geri alır. Çünkü o rüşvettir. Gınye'de de böyledir.

Bir adam, kendi nefsinden veya aile efradının birinden zulmü kaldırmak için, o zulmü yapana rüşvet verse, günahkar olmaz.

Dâr-i harb hükümdarı, dâr-i İslam hükümdarının elçisine bir cariye verse; bu cariye elçinin olur. Şayet düşman emiri (komutanı), karşı tarafın asker emirine (= komutanına) bir şeyler hediye eylese, bu hediye bütün askerlerin olur. Sirâciyye'de de böyledir.

İbnü Mukatil'den sorulmuş:

— Küçük bir çocuğun (= sabinin) babası, onun Öğretmenine veya onun mürebbisine, nevruz ve mehrican günlerinde bir hediye verse ne olur?

İmâm şöyle buyurmuştur:

—  Şayet, onlar tarafından istenilmedi ise, verilmesinde bir beis yoktur. HavîMe de böyledir.

Halvânî'den soruldu:

—   Bir adam,  evinin üzerine testiden bir ibrik bırakır;  yağan yağmurla da bu ibrik dolar; başka bir adam da gelerek, o ibriği suyu ile birlikte alırsa, bu ibriğin sahibi suyu ile birlikte onu geri siteyebilir mi?

İmâm şu cevabı verdi:

— Evet isteyebilir. Bir başka cevapta ise:

—  "İbrik hakkında, denilecek bir şey yok; fakat, suya gelince, bakılır: Şayet ibriğin sahibi, onu kendisi için hazırlamış ise, suyu ile bir­likte ibriğim geri ister ve alır; değilse suyu isteyemez." denilmiştir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bağış ve sadakanın kabulü hususunda, atılan bir şeyi almak caizdir; bu istihsanen böyledir. Yani, atılmış (terk edilmiş) bir şeyi, biri­sinin alıp, diğerine bağış yapması veya sadaka vermesi, onun da bunu kabul etmesi caizdir. Mültekıt'ta da böyledir.

Atılmış bir şeyi birisi alıp, küçük yaşta bir çocuğa bağışlarsa, bu küçük, binefsihî teslim almaya ehil bir kimse ise, bunu yabancı birinin ondan teslim alması caiz olur.

Bir yabancının, öğretmek maksadıyla diğerine teslim eylediği şeyi, onun başka birisine vermesi doğru olmaz. Seralısî hibe kitabında böylece açıklamıştır. Suğrâ'da da böyledir.

İbnü Ahmed'den sorulmuş:

— Bir adam hamama girerek hamam sahibine ücretini verir ve bel­demizde adet olduğu üzere, kendi kabına su korsa, bu su, hamama giren şahsın mıdır, yoksa hamamcının mıdır?

İmâm şu cevabı vermiş:

— O su, kabına su dolduranın malı olmaz; fakat, bu şahıs onu kul­lanmaya başkalarından daha çok hak sahibi olur, Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, yabancı bir kadına zina yapmak için belirli bir mal verse, eğer: "Bunu sana, senin benimle zina yapman için verdim." derse, onu geri isteme hakkı vardır.

Şayet zina etmek arzusu ile o şeyi bağış yapmışsa, kadın da mevcutsa yine geri alma hakkı vardır; mevcut değilse bu hakkı yoktur. Gınye'de de böyledir.

Şemsü'l-İslâm'ın Fevâidi'nde şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, sopa ile karısını korkutur ve bu kadın, mehrini korku­sundan kocasına hibe ederse, adamın dövme gücüne sahip olması halinde bu bağış sahih olmaz. Hulâsa'da da böyledir.

Babamdan sordular:

—  Bir adam karısını dava ediyor ve ona sövüp döverek, mehrini bağışlaması ve ona bir karşılık talep etmemesi için eza ediyor; bu durumda kadının, hibesinden dönme hakkı var mıdır? Babam:

—   Bu   şekildeki  ibra  batıldır."   demiştir.   Tatarhâniyye'de  de böyledir.

Nesefî'nin Fetvâlan'nda şöyle zikredilmiştir: Necmü'd-dîn'den soruldu:

— Bir kadın, kocasının, hayatlarında bir genişlik olması isteği üze­rine, ona bir mikdar mal verir; kocanın da alacaklıları olur ve o malı onlara verirse, bu kadının verilen o malı geri almaya hakkı var mıdır?

tmâm şu cevabı verdi:

—  Şayet kadın kocasına malım bağışlamış veya borç vermişse, dönüş hakkı yoktur. Eğer kendi mülküne harcaması için vermişse o mal onundur. Muhıyt'te de böyledir.

Yeri hariç olmak üzere, bir binayı bağışlamak caizdir. Zehıyre'de de böyledir.

Satışta olduğu gibi, bağışta da bir yer bağışlanınca söylenmese bile, o yerde bulunan binalar ve ağaçlar, bağışa dahil olurlar.

Bir yer hakkında yapılan anlaşma da böyledir.

Yalnız anlaşma yapılan yerin mezrûatı, —bu söylenmemişse— sulha dahil olmaz.

Rüknü'l-İslâm es-Sabbağî şöyle buyurmuştur:

Rehinde, ikrarda, fey'de söylemese bile, mezruat dahil olur.

Söylenmeksizin yapılan satımda, taksimde, vasiyyette, icarlamada, nikahda, vakıfda, bağışda, sadakada mutlak mülkde ağaçların meyvesi, yaprağı —kendilerinden bahsedilmezse— dahil olmaz.

Bağışda da böyledir. Yani söylenmez ise, bağış fasid olur. Çünkü, tam teslime bu hal manidir. Gmye'de de böyledir.

Yetîme'de şöyle zikredilmiştir: Babama şunu sordular.

—  Bir adam, diğerine:"Ahırım bana ver de içine hayvanlarımı koyayım." der; o da verirse, bu hayvanların gübresi kimin olur?

Babam, şu cevabı verdi:

— Hayvan sahibinin olur.

Ali bin Hüseyİ» es-Sağdî de böyle söylemiştir. İkinci bir soru karşısında da:

— "O hayvanlara ot yediren şahsın olur." buyurdu.

Şayet ahır sahibi, hayvan sahibine: "Hayvanları bana bırak da, ahırımda gecelesinler." derse, bu takdirde hayvanların gübresi ahır sahibinin olur.

Nesefî'nin Fetvâlan'nda şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, karısına, şahitlerin huzurunda: "Üzerimde olan mehrini bana bağışlarsan, her nerde olursan ol, Hz.Allah seni bağışlasın." der; karısı da: "Bağışladım." karşılığını verir; şahitler de: "Bağışına, bizler şahid olalım mı? derler; kadın da: "Bin kişi şahit olunuz." derse; İmâm: "Kadının konuşması sırasında, ret veya kabul ettiğine göre hareket edilir." demiştir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, kızını bir başka adama bağışlasa, bu —bağış değil— nikah olur.

Bir kimse, karısını, kendi nefsine bağışlasa, bu da talak (= boşama) olur.

Bir kimse, kölesini, kendi nefsine bağışlasa, o da ıtak (= azad etme) olur. Hızânetü'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Camiu'l-Fetâvâ'da şöyle zikredilmiştir:

Borçlu bir köle bağışlanır; alacaklıları da bu bağışi bozmak ister­lerse, buna haklan vardır. Şayet bağışlayan veya kendisine bağış yapılan şahıs, bağış bozulmadan önce, onu fidye olarak verirlerse, o geçerli olur.

Sadakada böyle; efendisinin onu satması da böyledir.

Şayet köle de alacakları olanlar onun bağışlanmasına izin verirlerse, haklan batıl olur. Ancak köle azad edilirse, o müstesnadır.

Bir adam, bir köleyi, başka birine vasiyet ettikten sonra ölürse, bu durumda alacaklıları o vasiyeti bozduramazlar. Bilakis, bu köle satılır. Şayet bedeli borcundan fazla gelirse, işte bu fazlalık, kendisine vasiyet yapılan zatın olur.

Sadakada ve bağışta fazlalık,, bağış yapılanın veya kendisine tasadduk edilenin olmaz. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Ebü Bekir'den soruldu:

— Bir köle, efendisinin kendisine verdiği veya kendisinin kazandığı bir maldan bağış yapsa ne olur?

İmâm şu cevabı verdi:

—  Şayet, onun yaptığı bağış efendisine haber verilince, onun hoşuna gitmeyeceği, bilinirse, bu kölenin bağışı helâl olmaz; değilse, bir sakıncası yoktur. Hâvî'de de böyledir.

Bir adam, mükâtebine: "Kitabet bedelim sana bağışladım." der; mükâteb de: "Ben kabul etmiyorum." derse, bu durumda, bu mükâtep azad edilmiş olur; borç ise üzerinde borçtur. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Bir adam, bir evi bağışladığını ikrar ederse, bu ikrarı sahih olur. Gıyasiyye'de ise: "Bağışı ikrar, teslimi ikrar değildir. Sahih olan da budur." denilmiştir. Cevâhirü'l-Ahlâtî'de de böyledir.

Camiu'l-Asğâr'da şöyle zikredilmiştir: İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Bir adam, diğerine mevcut (dikili) bir hurma ağacını bağışlasa, bu bağışlayan, o ağacı kesip teslim etmedikçe teslim-teslim alma sayılmaz. Satımda ise bu teslim alma olur. Zehıyre'de de böyledir.

Bağış yapma hususunda zimmet ehli, müslüman menzilindedir. Çünkü onlar, İslam ahkamını iltizam eylemişlerdir.

Ancak, bağışta karşılık olarak şarap caiz değildir. Karşılık olarak şarabı verecek olan, ister müslüman olsun, isterse zimmî olsun fark etmez.

Şarap teslim alanın yanında sirke olsa bile, yine bedel olmaz. Sahi­bine iade edilir.

İki zimmî arasında domuz ve şarap, bağış karşılığı olur. Alım-satımda olduğu gibi...

Lâşeyi ve kanı bağış yapmak caiz olmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Bir mürted bir nasraniyi veya bir nasrânî bir mürtede, karşılığı şarab olmak üzere bağış yapsa, bu hibe de batıldır. (= geçersizdir.) Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir müslüman, bir mürtede bağış yapar ve mürtedden karşılık alır; sonra da bu mürted ölür veya dar-i harbe iltihak ederse, bağış caiz olur; karşılığı ise caiz olmaz.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir.

tmâmeyn'in kavline göre ise karşılık da —diğer tasarrufatı gibi— sahihtir. Ancak, tmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre malının tamamında tasarruf eder.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise malının üçte birinde tasarruf hakkı vardır.

Şayet mürted bağış yapan olur ve kendisine bağış yapılan şahıs, onun bağışından dolayı karşılık verir ve sonra bu mürted öldürülür veya dar-i harbe iltihak ederse, onun bağışı onun veresesine geri verilir; karşılık da —duruyorsa— sahibine iade edilir. Eğer zayi olmuşsa, mür-tedin malında borç olarak kalır. Karşıdaki adam onun irtidadını bilsin veya bilmesin müsavidir.

Güvenceli bir harbî, bir müslümana bağış yapar veya müslüman, ona bağış yapar, o da yapılan bağışı teslim aldıktan sonra, dar-i harbe döner; bilahare yine güvenceli olarak, dâr-i İslâm'a girerse, bu durumda onlardan her birisi, bağışlarından geri dönebilirler.

Eğer bağış verdiği kimse, esir olursa, bu durumda bağış yapan şahıs, hibesine —her ne kadar, taksimden önce hazır bulunsa bile— dönemez. Mebsût'ta da böyledir.

Bir nasranî, bir müslümana bir şey bağışlar ve bu müslüman da, ona karşılık olarak şarap verirse; bu durumda nasranî hibesinden döne­bilir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir harbî, diğer bir harbiye bir şey bağışladıktan sonra müslüman olur veya ikisi de müslüman olurlar ve dar-i İslam'a gelirlerse, bu durumda bağış yapan, bağışından dönebilir.

Şayet o bağışa bir karşılık verilmişse, bu durumda bağış sahibi, ona dönemez. Mebsût'ta da böyledir.

Yetime isimli kitapta zikredildiğine göre, Ömer Nesefi (R.A.)'den sorulmuş:

— Bir kimse, şöyle bir yerde olan arazisinin taksimini çocuklarına emreder ve onlara temlik eylemeyi murad eder; onlar da bölüşürler ve bu hale hapsi de razı olursa, mülküyet sabit olur mu? Yoksa, babanın onlara: "Bu yeri size temlik ettim." demesine ihtiyaç var mı? Veya onlardan her birine: "Sana şu kadar hisseyi temlik eyledim." demesi mi gerekir?

İmâm:

—"Hayır gerekmez." buyurmuş.

Hasan (R.A.)'dan aynı mesele sorulmuş; o da: "Taksim ile mül­küyet sabit olmaz." buyurmuştur. Tatarnâniyye'de de böyledir.

Soruldu ki:

— Bir kadın, kocasına —iyilik olsun diye— bez satar; onun bedelini de küçük oğluna havale eder; o çocukda ölürse, o bedel miras olur mu?

İmâm: "Hayır olmaz; tamamı kadınındır." buyurdu. Fetâvâyi Ebû'l-Feth'te de böyledir.

Baba ile oğul bir sahrada olurlar, yanlarında da birisine-yetecek kadar su bulunursa, o suya, onlardan en haklı olanı kimdir?

İmâm şöyle buyurmuştur:

Haklı olan oğuldur. Çünkü baba daha haklı olsa, babanın oğluna o suyu içirmesi gerekir. Onu da içirince, kendisi susuzluktan ölür. Bu da kendi ölümüne yardım etmek olurdu.

Şayet kendisi içse, baba kendi nefsinin ölümüne yardımcı olmuş olmazdı. Bu, şu iki kimse gibidir ki, bunlardan birisi kendi kendisini Öldürdü, diğeri ise bir başkasını öldürdü... Kendi nefsini öldüren günâh yönünden daha fazla günahkardır. Zira Peygamber (S.A.V.) Efendimiz: "Bir kimse keskin bir şeyle kendi nefsini öldürürse, kıyamet gününde elinde o keskin demir olarak gelir ve kendi nefsinin karnına onu saplar." buyurmuştur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, halini hükümdara arz ederek, ondan hudutlu bir ara­zinin verilmesini ister; hükümdar da katibine emrederek, onun dilekçe­sinin arka tarafına: "Ben, o yeri ona mülk eyledim." diye yazmasını söylerse, bu yer, onun mülkü olur mu? Yoksa, hükümdarın bir toplum içinde, onu kabul etmesine ihtiyaç var mı? Çünkü temlik, bir mecliste kabule muhtacdır. Bu kıyasdır. Fakat, vüsûl (= kavuşmak, bir arada olmak) zorsa, dilekçe ile istemek aynı mecliste isteme yerine kaimdir.

Hükümdar böylece emreder, o da o yeri alırsa, mülküyet sabit olur. Cevâhirü'l-Fetâvâ'da da böyledir.

İmam Muhammed (R.A.), Siyer-i Kebîr'de şöyle buyurmuştur: Hükümdar ganimet olarak alman harb arazisini ganimet ehli arasında taksim eder veya ganimet malını bir takım tüccarlara satar; sonra da oraya düşman gelir ve bu sebeple, o malları dar-i İslam'a çıkarmadan aciz kalırlar ve bu durumda, bu mallar sehimlerine düşenlerle, onları satın alanlar, bu eşyalarını yansm diye bir yere atarak "kim alırsa, onun olsun." derler de bunları, bazı müslümanlar alırlarsa bu mallar aldıkları an, onların olur. İster İslam yurduna çıkarsınlar, isterse çıkarmasınlar farketmez. Çünkü bu bir bağış gibidir. Zehıyre'de de böyledir.

Kitâbü's-Sayd'da zikredilmiş bulunan bir hadis, hediyenin orada oturanlarla, muhdiyyi ileyh arasında müşterek olduğuna delalet ediyor.

Tahâvî şöyle buyurmuştur:

Şayet bu hediyye, taksimi mümkün olmayan, bir kat elbise veya hal-i hazırda yenilemiyen bir et, veya benzerleri gibi bir şey olursa, orada oturanlara, bu hediyeden bir şey verilmez.

Şayet hediye kolay taksim edilebiliyor ise, (hali hazırda yenilecek bir şey gibi...) mevcut olanlara hisseleri verilir. Almayanların hisseleri ise geride bırakılır. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam öldüğü zaman, başka bir adam, ölenin oğluna, ölene kefen  olsun diye,  bez yollarsa,  —başka birinin  öleni kefenlemesi halinde— oğlu ona sahib olabilir mi?

— Şayet ölen zat, ilmi veya zühdü, verası (= haramdan sakınması) yönüyle, onu kefenlemekte bereket olan biriyse, bu durumda oğlu o kefenliğe sahib olamaz. Şayet babasını, bir başkası kefenlerse, diğerinin kefenliğini sahibine geri verir.

Eğer ölen zat böyle birisi değilse, oğlunun o kefenliği istediği gibi harcamaya hakkı vardır ve bu caizdir. Siracü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bir baba, küçük oğluna bir yer bağışladığı halde o yerin hududunu açıklamazsa; bu yerde de o yeri emanet eylediği zat, bağış vaktinde oturmakta bulunuyorsa, küçük oğlu sözleşme ve sadaka olarak o yere sahib olur. Cevâhirü'J-Ahîâtî'de de böyledir.
En doğrusunu bilen Allah'u Teâlâ'dır. [31]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..