Osmanlı Ordusu Silahları
Viyana'nın muhasarasına girişildiği zaman, Osmanlı Ordusunda bulunan topların üç okkadan, dokuz okkaya kadar gülle atan toplar vardıki bunlara Kolonborna top ve bir miktar humbara havanı ve yüzyirmi adet kadar Zarbezen bulunmaktaydı. Düşmanın ise otuz tane kadar dörder okka gülle atan, yüzotuz adet balyemez ve bir miktarda kolonborna toplan vardı. Bu silah nakışlığını savaşın uzamasına sebeb faktör saymak gerekir. Ancak etraftaki bütün palanga ve kaleler alınıyor, fakat Viyana Kalesi dayanıp bir tarafı kanal olan Viyana batı cihetinden sarılmış orta kolun arasında serdarı ekrem bulunmaktaydı, Tunayla Kanal arasındaki ada kuşatmadan bir müddet sonra Tuna'dan yüzerek geçilebil-mek suretiyle alınmış ve muhasara yalnız kaleye yönelik olmuştu.
Erdel kralı Apafi Mihal, sadnazamın yanına geldiğinde Merzifonlu çok tatlı bir şekilde misafir etti. Hoşbeşten sonra sadrıazam Paşa, Erdel Kralı Apafi Mihal'e şu soruyu tevcih etti: Sana izin, yaptığımız işi beğendinmi yok beğenmedinse sebebini söylede anlayalım dediğinde, Apafi lâfı eğip bükmeden o da bir soru ile mukabele etdi: Sofraya pilav konsa, ortadanmı yemeğe başlarsın yoksa kenarındanmı? Merzifonlu Kara Mustafa Paşa tabiiki kenarından. Cevabını verince o zaman karşısındaki konuşmaya başladı: Cephane ve saysca kalabalığına ve silahlarınıza diyecek bir şey yok bütün avru-pa birleşsede ne böyle birgüç ne böyle intizam ortaya çıkaramaz. Fakat Beç Kalesi sarpça bir kaledir. Keşke önce Ya-nıkkale'yi alıp, buralara oradan kışı hep durmadan tacizlerle geçireydiniz ve topraklarının, bir bölümünü işgal etseydiniz belki imparator korkuya düşer aman'a getirirdiniz! Kış gelince büyük sıkıntı çekersiniz buna bağlı olarak Budin'e gidiniz ve kışı orada geçiriniz. Şeklinde İfadede bulununca veziriazam da: Sen; Nemçe'den korkarsın! Yanıkkale altında zevkine bak diyerek, Apafi Mihal'i Yanıkkale'ye yolladı.
Bütün bunlara zamimeten Veziriazam, Yanıkkale'den Viya-na üstüne yürürken, Eğri Beylerbeyi Abaza Kör Hüseyin Paşa altı bin askerle Tökeli İmre ile buluşup Macaristan'ın Kuzey bölümlerine saldırmalarını tenbih etmişlerdi. Ancak bu beraberliği teşkil edenler etraftaki kale ve palangaları onbe-şonaltı bin askerle sıkiştırmışlarsa da müdafiiler, Beç kimin olursa bizimde ondan olmamız iktiza eder, demek suretiyle haylice de umulmaz bir mukavemete hazır olduklarını ortaya koymuş oldular. Ayrıca biz size tâbi olsak ve siz Beç'i ala-mazsanız imparatorun bizi kırarken sizin haberiniz bile olmaz cevabını verdiler. Gerek TÖkeli gerekse Hüseyin Paşa, bu mütalaalara bir şey deyemediler ve oradan geçip gittiler. Oradan Pojon üzerine inmeye koyuldular. Bu sırada Tökeli-nin gönderdiği öncüler düşmanın otuzbin civarında bir kuvvetle, Pojon altında mevzilendiklerini bildirdi. Tökeli İmre; bu gücün kendilerinin iki misli olduğu idraki içinde olarak bunlara saldırmanın akıl işi olmadığını beyan etdi. Kör Hüseyin Paşa olsun, gerekse itimat ettiği ünsahibi ihtiyar silah arkadaşları: "Biz ne düşman kuvvetlerini, ne de kaleyi gördük. Veziriazam bizim padişahımızın vekilidir. Siz kaleyi ve düşmanı görmeden nasıl döndünüz derse ne cevap veririz." Dedikten sonra düşman üzerine doğru yol aldılar.
Tökeli'nin sıkıntısı, karşısındaki düşmanla kendi askeri umumiyyetle aynı din ve ırkı paylaşıyordu. Pojon önlerinde kendilerini bekleyen sayısı da otuz binden hayli fazla adetâ kırk, aşmıştı. Tökeli düşman üzerine giden ve yanında altıbin kişiyi bulunduran Hüseyin Paşaya haber yolladı. Ben bunların üzerine gidersem askerim onlara iltihak eder, Bu kadar çok askerle savaşmaz dönerdim kumandan ben olsaydım demekteydi. Hüseyin Paşa Magravoğlu Gürcü Mehmed Paşayı ardçı yaparak geri döndü ve kenardan sıkıştırılmasına rağmen tecrübeli bir komutan olan Kör Hüseyin Paşa çekilişi tamamlayabildi.
Sadrıazama yolladığı bir haberde onbin Tatar ve bir o kadar, Osmanlı askeri göndermesini tâleb etdi. Eğer Hüseyin Paşa yenildiği takdirde kendisinin bir kıymeti olmadığını ancak beni aştıktan sonra ordugâhınıza yürüyüşe geçeceklerdir ve bilhassa, Bucaş Bozgununu bir türlü unutamayan Lehistan Kralı Jan Sobiyeski'nin atlı ve yaya otuzbeşbin kişilik bir kuvvetle Viyana'ya yardım niyetiyle yolada çıkmış olduğunu haber verdi. Sadrıazam bu ciddi uyanlara fazla kulak asmayıp, üç, beş bin Lehliyi, beşonbin Avusturyalıyı gözde büyütecek ne var! Viyana'ya kadar gel oradan Tunayı geç ve ordugâha gel emrini göndermekle birlikte, Tatar han'ına da on-bin süvarisini Hüseyin Paşa için yardıma göndermesini iste-eli. Ne varki; etrafdan aldıkları ganimetlerle kendilerini taşıyamayacak hale gelmiş tatar süvarilerinin bu emrin yerine getirilmesinde ancak üçyüz (300) kişisi yer aldı. Viyana önlerinde düşmanın saldırısına maruz kalan Kör Abaza Hüseyin Paşa burada muharebeyi kabul etdi. Yapılanın hesabada gelir tarafı yoktu. Avusturya askeri seksenbine yakın mevcuduyla, üçyüz tatarında dahil olduğu yedi bin kişiyi bulmayan os-manlı birlikleriyle çatışmaya girdi. Çok geçmedi ki Kırım'ın askeri zaten azdı ve kaçtı. Hüseyin Paşa Moravya Suyuna çekilebildiyse de, çarpışma esnasında aldığı yaralar hayli fazla olup, çok kan zayi etti. Köprü üzerinden geçerken suya yuvarlandı ve yetişilene kadar suya gark oldu böylece vefat etdi.
Böylece veziriazam kıymetli bir komutanını kaybetmiş oluyordu. Öte yandan Viyana önünde muhasara sürdüren Osmanlı askeri geçen iki ayın sonunda durumdan sıkılmış, sadrıazamın şehri ve ka.çyi hücumdan ziyade teslim olma yolu ile fethetme arzusunuaynı zamanda, yağma ve garete müsaade etmemek tarzında ele aldıklarından haylice de kızgındılar, hele tatarlar burnundan solumaktaydılar. Bir taraf-tanda erzak ve hayvanların yemi meselesi önemli bir hâle gelmeğede başladı. Ayrıca Osmanlı Ordusu bulunduğu yerlerde, menzil teşkilatları sayesinde iaşe ve ibate meselesini hallederken düşman topraklarında bu lojistik husus istenildiği gibi ikmal edilemediğinden düşman topraklarında kalınması, zaruri ihtiyaçları karşılamada hayli güç bir hâle geliyordu. Meselâ bu kimindi1- deyip de her hangi bir ürüne el koymayıp, peşin para vermek düstûru milletimizin vazgeçe-
meyeceği bir yaşayış tarzı olduğundan, civardaki satıcılarda fiyatları yükseltmek suretiyle, ihtiyaçların karşılanmasında zorluklar çıkarma işinde belki de, sinsi sinsi vazife alarak topraklarını bizim askerimizin eline geçmesin diye korumaktaydı. Di! dedikleri; esir alma faaliyetleri içinde olan çalışmalarda ele geçen bazıları, Lehistan askerinin otuzbeşbin kişilik bir kuvvetle muhasara dış alanına yürürken yine Avusturya, Saksonya Bavyera ve Frankonya beldeleri askeri ceman yüzyirmibin kişiiik mevcuduyla muhasara dış hattında buluşup, Osmanlı muhasara kuvvetlerini kuşatarak, ani bir hücumla imha muharebesi yapacaklarını dillendirmişlerdİ. Bu arada da hemen belirtelim ki; bahse konu savaştada bilfiil bulunmuş olan, Defterdar Sarı Mehmed Paşa değerli eseri Zübdet'ül Vekaayide; yaya ve süvari olarak yirmidörtbin Leh, otuzbeşbin Alman ve kırkbin Avusturyalı ve bazı kavimlerden vede milletlerden mürekkep düşman kuvvetinin, yüzbin kişiden ziyade olduğunu beyan ettiğinide hemen ilâve ede-
Bu haberin alınmasını müteakip, sadnazam Budin Valisi üzün İbrahim Paşanın yerine, Silistre Valisi Mustafa Paşayı bırakarak, acele orduya iltihak etmesi hakkında emir gönderdi. Ramazanın onbeşinde, bu gelme işini tamamlayan İbrahim Paşa, ordu yakınında karargâhını kurdu. Serdarı Ekrem Merzifonlu Kara Mustafa Paşa; Kör Hüseyin Paşanın şe-hadet haberinden sonra, işin varacağı zorluğu hissetmeğe başladı. Tabiiki hep Osmanlı ordusunun durumunu gözetlemek yerine Viyana müdafiileri cephesinde neler olmakta, önada bir göz atmalıyız.
Bilhassa Osmanlı kuvvetleri 26/ağustos da, yaptığı kuvvetli bir saldırıda haylice tabyaları çökekti ve haylide düşman askerini öldürmüşlerdi. Bu arada da Viyana şehrinde er-zak'ın haceti gideremeyecek seviyeye düştüğü haber verilirken hastalıklarında kendini yavaş yavaş göstermeye başladığı öğrenilmekteydi. Kale savunmasının komutamda her mevzuda taleplerini arttırmaktaydı ki bu hâl onun mukavemetinin tükenmekte olduğunu gösteriyordu. İşte bu talepler sonunda neticeverdi. Biz; bunu anlatan satırları Defterdar Sarı Mehmed Paşanın Zübde't ül Vekaiyat, yâni olayların özü diyebileceğimiz eserinin sahifelerinden okuyalım: <..Sözün kısası, akıbeti kötü Avusturya kralı, korkusundan sair hristi-yan devletlerinin krallarına, elçiler gönderip batıl dinlerinin korunması içinde her tarafdan yardım istemiştir. Bu dünyada sığınakları cehennem olan Roma Papalarının azdirmasiyla küfür bir tek millettir sözünede mutabık olarak çeşitli milletlerin ittihadından teşekkül eden, küffar ordusuna ilk koşan Leh kralı olmuştu ki, daha Önce zorla bin can ile İstanbul'a müracaat ederek antlaşma imzalamıştı. Yani sureten dost olmuştu. Fakat padişahın gayretiyle daha evvel elinden alman Kamaniçe Kalesi, Podolya ve Ukrayna vifayetlerinin zaptı hususu, pislikle dolu olan yüreğinde, yerleşip ve içine dert olup daima fırsat gözettiğinden Osmanlı Devleti ile olan barışı bozmuştu.
Gücü yettiği kadar topladığı askerlerle Avusturya askerinin imdadına koşmuş, öteki kâfirlerin dahi, kimi de mal ile kimi asker ile yardıma geldiği haberi herkesin malumu olmuştur. Karşı konuşması için meşveret yapılmış, bütün si-perlerdeki askerleri dışarı çıkarmak ve toplan çekmek ve oraya yakın ve muharebe edilmeye uygun bir yerde toplamak ve küffar askeri gelinceye kadarda bu şekilde mukabelede bulunmak üzere kara verilmiştir. Fakat serasker, herkesin ittifak ettiği bu görüşü beğenmeyip, hiç kimsenin sözünü dinlememiş ve hemen asker'in bir miktarını muhasara altında bulunan kaledeki düşmanlar ile çarpışmak üzere balyemez toplarla siperlerde alıkoymuştur. Ancak alay toplarıyla, öteki askerleri savaş tertibi üzere diğer askerleri karşılamak için siperlerden dışarı çıkarmıştır, düşman ordusu Viyanadan, oniki saat uzakda bulunan taşköprüye gelinceye, Avusturya kralı orada kalmış ve rütbesi itibarıyla Leh Kralı bütün kefere üzerine başkumandan olmuştur. Atlı ve Piyade yirmi-bin Leh askeri toplam, yüzbinden fazla alçak ve rezil ramazan ayının yirminci, 12/eylül/pazar günkİ kale muhasarasının altmışıncı tepede piyadesini görünce, atlısını ardına almış ve bir kaç yerden kısım kısım yürümüşlerdir. Her iki tarafdan, bir iki saat kadar süren muharebeden sonra askerin çoğu savaştan kaçmış ve böylece de, ordunun nizamı bozulup daha sonra serdar da çadırına dönünce müşrikler kaleye girmeğe yol bulmuşlardır. İslâm askerleri de bu hâli görünce toptan oradan kalkıp Yanıkkale önüne gelmişlerdir. "Defterdar Mehmed Paşanın, bu özet fakat pek tatmin edici olmayan malumattan sonra bizde, bir miktar daha dünya târihinde hayli tesiri olan bu savaşın tafsilatına biraz daha sayfalarımızda yer verelim ki, mektep târihlerinin perde arkası olaylara önem vermemesi hasebiyle, olayların esrarını muhafaza ettiği, milletçe bilinmediği dolaysıyla da, târihden gerektiği kadar istifade etmesi böylece muhal olmaktadır.
İşte buna bağlı olarak çalışmamız gibi diğer kitaplarında bu hususları ihtiva etmesi nesillerimizin bu bilgilerle mücehhez olması büyük milletimize hizmet etme şansı bakımından, bir çerağ olarak istikbali aydınlatmaya fayda sağlayacaktır.
Erdel kralı Apafi Mihal, sadnazamın yanına geldiğinde Merzifonlu çok tatlı bir şekilde misafir etti. Hoşbeşten sonra sadrıazam Paşa, Erdel Kralı Apafi Mihal'e şu soruyu tevcih etti: Sana izin, yaptığımız işi beğendinmi yok beğenmedinse sebebini söylede anlayalım dediğinde, Apafi lâfı eğip bükmeden o da bir soru ile mukabele etdi: Sofraya pilav konsa, ortadanmı yemeğe başlarsın yoksa kenarındanmı? Merzifonlu Kara Mustafa Paşa tabiiki kenarından. Cevabını verince o zaman karşısındaki konuşmaya başladı: Cephane ve saysca kalabalığına ve silahlarınıza diyecek bir şey yok bütün avru-pa birleşsede ne böyle birgüç ne böyle intizam ortaya çıkaramaz. Fakat Beç Kalesi sarpça bir kaledir. Keşke önce Ya-nıkkale'yi alıp, buralara oradan kışı hep durmadan tacizlerle geçireydiniz ve topraklarının, bir bölümünü işgal etseydiniz belki imparator korkuya düşer aman'a getirirdiniz! Kış gelince büyük sıkıntı çekersiniz buna bağlı olarak Budin'e gidiniz ve kışı orada geçiriniz. Şeklinde İfadede bulununca veziriazam da: Sen; Nemçe'den korkarsın! Yanıkkale altında zevkine bak diyerek, Apafi Mihal'i Yanıkkale'ye yolladı.
Bütün bunlara zamimeten Veziriazam, Yanıkkale'den Viya-na üstüne yürürken, Eğri Beylerbeyi Abaza Kör Hüseyin Paşa altı bin askerle Tökeli İmre ile buluşup Macaristan'ın Kuzey bölümlerine saldırmalarını tenbih etmişlerdi. Ancak bu beraberliği teşkil edenler etraftaki kale ve palangaları onbe-şonaltı bin askerle sıkiştırmışlarsa da müdafiiler, Beç kimin olursa bizimde ondan olmamız iktiza eder, demek suretiyle haylice de umulmaz bir mukavemete hazır olduklarını ortaya koymuş oldular. Ayrıca biz size tâbi olsak ve siz Beç'i ala-mazsanız imparatorun bizi kırarken sizin haberiniz bile olmaz cevabını verdiler. Gerek TÖkeli gerekse Hüseyin Paşa, bu mütalaalara bir şey deyemediler ve oradan geçip gittiler. Oradan Pojon üzerine inmeye koyuldular. Bu sırada Tökeli-nin gönderdiği öncüler düşmanın otuzbin civarında bir kuvvetle, Pojon altında mevzilendiklerini bildirdi. Tökeli İmre; bu gücün kendilerinin iki misli olduğu idraki içinde olarak bunlara saldırmanın akıl işi olmadığını beyan etdi. Kör Hüseyin Paşa olsun, gerekse itimat ettiği ünsahibi ihtiyar silah arkadaşları: "Biz ne düşman kuvvetlerini, ne de kaleyi gördük. Veziriazam bizim padişahımızın vekilidir. Siz kaleyi ve düşmanı görmeden nasıl döndünüz derse ne cevap veririz." Dedikten sonra düşman üzerine doğru yol aldılar.
Tökeli'nin sıkıntısı, karşısındaki düşmanla kendi askeri umumiyyetle aynı din ve ırkı paylaşıyordu. Pojon önlerinde kendilerini bekleyen sayısı da otuz binden hayli fazla adetâ kırk, aşmıştı. Tökeli düşman üzerine giden ve yanında altıbin kişiyi bulunduran Hüseyin Paşaya haber yolladı. Ben bunların üzerine gidersem askerim onlara iltihak eder, Bu kadar çok askerle savaşmaz dönerdim kumandan ben olsaydım demekteydi. Hüseyin Paşa Magravoğlu Gürcü Mehmed Paşayı ardçı yaparak geri döndü ve kenardan sıkıştırılmasına rağmen tecrübeli bir komutan olan Kör Hüseyin Paşa çekilişi tamamlayabildi.
Sadrıazama yolladığı bir haberde onbin Tatar ve bir o kadar, Osmanlı askeri göndermesini tâleb etdi. Eğer Hüseyin Paşa yenildiği takdirde kendisinin bir kıymeti olmadığını ancak beni aştıktan sonra ordugâhınıza yürüyüşe geçeceklerdir ve bilhassa, Bucaş Bozgununu bir türlü unutamayan Lehistan Kralı Jan Sobiyeski'nin atlı ve yaya otuzbeşbin kişilik bir kuvvetle Viyana'ya yardım niyetiyle yolada çıkmış olduğunu haber verdi. Sadrıazam bu ciddi uyanlara fazla kulak asmayıp, üç, beş bin Lehliyi, beşonbin Avusturyalıyı gözde büyütecek ne var! Viyana'ya kadar gel oradan Tunayı geç ve ordugâha gel emrini göndermekle birlikte, Tatar han'ına da on-bin süvarisini Hüseyin Paşa için yardıma göndermesini iste-eli. Ne varki; etrafdan aldıkları ganimetlerle kendilerini taşıyamayacak hale gelmiş tatar süvarilerinin bu emrin yerine getirilmesinde ancak üçyüz (300) kişisi yer aldı. Viyana önlerinde düşmanın saldırısına maruz kalan Kör Abaza Hüseyin Paşa burada muharebeyi kabul etdi. Yapılanın hesabada gelir tarafı yoktu. Avusturya askeri seksenbine yakın mevcuduyla, üçyüz tatarında dahil olduğu yedi bin kişiyi bulmayan os-manlı birlikleriyle çatışmaya girdi. Çok geçmedi ki Kırım'ın askeri zaten azdı ve kaçtı. Hüseyin Paşa Moravya Suyuna çekilebildiyse de, çarpışma esnasında aldığı yaralar hayli fazla olup, çok kan zayi etti. Köprü üzerinden geçerken suya yuvarlandı ve yetişilene kadar suya gark oldu böylece vefat etdi.
Böylece veziriazam kıymetli bir komutanını kaybetmiş oluyordu. Öte yandan Viyana önünde muhasara sürdüren Osmanlı askeri geçen iki ayın sonunda durumdan sıkılmış, sadrıazamın şehri ve ka.çyi hücumdan ziyade teslim olma yolu ile fethetme arzusunuaynı zamanda, yağma ve garete müsaade etmemek tarzında ele aldıklarından haylice de kızgındılar, hele tatarlar burnundan solumaktaydılar. Bir taraf-tanda erzak ve hayvanların yemi meselesi önemli bir hâle gelmeğede başladı. Ayrıca Osmanlı Ordusu bulunduğu yerlerde, menzil teşkilatları sayesinde iaşe ve ibate meselesini hallederken düşman topraklarında bu lojistik husus istenildiği gibi ikmal edilemediğinden düşman topraklarında kalınması, zaruri ihtiyaçları karşılamada hayli güç bir hâle geliyordu. Meselâ bu kimindi1- deyip de her hangi bir ürüne el koymayıp, peşin para vermek düstûru milletimizin vazgeçe-
meyeceği bir yaşayış tarzı olduğundan, civardaki satıcılarda fiyatları yükseltmek suretiyle, ihtiyaçların karşılanmasında zorluklar çıkarma işinde belki de, sinsi sinsi vazife alarak topraklarını bizim askerimizin eline geçmesin diye korumaktaydı. Di! dedikleri; esir alma faaliyetleri içinde olan çalışmalarda ele geçen bazıları, Lehistan askerinin otuzbeşbin kişilik bir kuvvetle muhasara dış alanına yürürken yine Avusturya, Saksonya Bavyera ve Frankonya beldeleri askeri ceman yüzyirmibin kişiiik mevcuduyla muhasara dış hattında buluşup, Osmanlı muhasara kuvvetlerini kuşatarak, ani bir hücumla imha muharebesi yapacaklarını dillendirmişlerdİ. Bu arada da hemen belirtelim ki; bahse konu savaştada bilfiil bulunmuş olan, Defterdar Sarı Mehmed Paşa değerli eseri Zübdet'ül Vekaayide; yaya ve süvari olarak yirmidörtbin Leh, otuzbeşbin Alman ve kırkbin Avusturyalı ve bazı kavimlerden vede milletlerden mürekkep düşman kuvvetinin, yüzbin kişiden ziyade olduğunu beyan ettiğinide hemen ilâve ede-
Bu haberin alınmasını müteakip, sadnazam Budin Valisi üzün İbrahim Paşanın yerine, Silistre Valisi Mustafa Paşayı bırakarak, acele orduya iltihak etmesi hakkında emir gönderdi. Ramazanın onbeşinde, bu gelme işini tamamlayan İbrahim Paşa, ordu yakınında karargâhını kurdu. Serdarı Ekrem Merzifonlu Kara Mustafa Paşa; Kör Hüseyin Paşanın şe-hadet haberinden sonra, işin varacağı zorluğu hissetmeğe başladı. Tabiiki hep Osmanlı ordusunun durumunu gözetlemek yerine Viyana müdafiileri cephesinde neler olmakta, önada bir göz atmalıyız.
Bilhassa Osmanlı kuvvetleri 26/ağustos da, yaptığı kuvvetli bir saldırıda haylice tabyaları çökekti ve haylide düşman askerini öldürmüşlerdi. Bu arada da Viyana şehrinde er-zak'ın haceti gideremeyecek seviyeye düştüğü haber verilirken hastalıklarında kendini yavaş yavaş göstermeye başladığı öğrenilmekteydi. Kale savunmasının komutamda her mevzuda taleplerini arttırmaktaydı ki bu hâl onun mukavemetinin tükenmekte olduğunu gösteriyordu. İşte bu talepler sonunda neticeverdi. Biz; bunu anlatan satırları Defterdar Sarı Mehmed Paşanın Zübde't ül Vekaiyat, yâni olayların özü diyebileceğimiz eserinin sahifelerinden okuyalım: <..Sözün kısası, akıbeti kötü Avusturya kralı, korkusundan sair hristi-yan devletlerinin krallarına, elçiler gönderip batıl dinlerinin korunması içinde her tarafdan yardım istemiştir. Bu dünyada sığınakları cehennem olan Roma Papalarının azdirmasiyla küfür bir tek millettir sözünede mutabık olarak çeşitli milletlerin ittihadından teşekkül eden, küffar ordusuna ilk koşan Leh kralı olmuştu ki, daha Önce zorla bin can ile İstanbul'a müracaat ederek antlaşma imzalamıştı. Yani sureten dost olmuştu. Fakat padişahın gayretiyle daha evvel elinden alman Kamaniçe Kalesi, Podolya ve Ukrayna vifayetlerinin zaptı hususu, pislikle dolu olan yüreğinde, yerleşip ve içine dert olup daima fırsat gözettiğinden Osmanlı Devleti ile olan barışı bozmuştu.
Gücü yettiği kadar topladığı askerlerle Avusturya askerinin imdadına koşmuş, öteki kâfirlerin dahi, kimi de mal ile kimi asker ile yardıma geldiği haberi herkesin malumu olmuştur. Karşı konuşması için meşveret yapılmış, bütün si-perlerdeki askerleri dışarı çıkarmak ve toplan çekmek ve oraya yakın ve muharebe edilmeye uygun bir yerde toplamak ve küffar askeri gelinceye kadarda bu şekilde mukabelede bulunmak üzere kara verilmiştir. Fakat serasker, herkesin ittifak ettiği bu görüşü beğenmeyip, hiç kimsenin sözünü dinlememiş ve hemen asker'in bir miktarını muhasara altında bulunan kaledeki düşmanlar ile çarpışmak üzere balyemez toplarla siperlerde alıkoymuştur. Ancak alay toplarıyla, öteki askerleri savaş tertibi üzere diğer askerleri karşılamak için siperlerden dışarı çıkarmıştır, düşman ordusu Viyanadan, oniki saat uzakda bulunan taşköprüye gelinceye, Avusturya kralı orada kalmış ve rütbesi itibarıyla Leh Kralı bütün kefere üzerine başkumandan olmuştur. Atlı ve Piyade yirmi-bin Leh askeri toplam, yüzbinden fazla alçak ve rezil ramazan ayının yirminci, 12/eylül/pazar günkİ kale muhasarasının altmışıncı tepede piyadesini görünce, atlısını ardına almış ve bir kaç yerden kısım kısım yürümüşlerdir. Her iki tarafdan, bir iki saat kadar süren muharebeden sonra askerin çoğu savaştan kaçmış ve böylece de, ordunun nizamı bozulup daha sonra serdar da çadırına dönünce müşrikler kaleye girmeğe yol bulmuşlardır. İslâm askerleri de bu hâli görünce toptan oradan kalkıp Yanıkkale önüne gelmişlerdir. "Defterdar Mehmed Paşanın, bu özet fakat pek tatmin edici olmayan malumattan sonra bizde, bir miktar daha dünya târihinde hayli tesiri olan bu savaşın tafsilatına biraz daha sayfalarımızda yer verelim ki, mektep târihlerinin perde arkası olaylara önem vermemesi hasebiyle, olayların esrarını muhafaza ettiği, milletçe bilinmediği dolaysıyla da, târihden gerektiği kadar istifade etmesi böylece muhal olmaktadır.
İşte buna bağlı olarak çalışmamız gibi diğer kitaplarında bu hususları ihtiva etmesi nesillerimizin bu bilgilerle mücehhez olması büyük milletimize hizmet etme şansı bakımından, bir çerağ olarak istikbali aydınlatmaya fayda sağlayacaktır.
Konular
- Seyfiye İlmiye'nin İhanetine Uğruyor
- Sancakı Şerif Açılıyor
- Ululemre İtaat Talebi
- Tercih Paraya Değil Sancağa
- Saraya Dönenlerin Karşılanışı
- Ağaların Şefaat Talebi
- Cezalandırmada İki Anlayış
- Anadolu Kıyamları
- Saçlı Şeyh
- Köprülüler Devri
- Fâzıl Ahmed Paşa Girid'de
- Sarıkamış Kazakları Hatmanı
- Avusturya Seferine Girişin Hikâyesi
- Viyana Seferi Savaşa Kitlendi
- Sefer Müşaveresi
- Osmanlı Ordusu Silahları
- Düşman Taarruzu
- Çarpışma Vükü Bülüyor
- Bizim Tahlilimiz!
- Mağlûbiyetin Şahıslara Tesiri
- Ciğerdelenin Kaybı
- Kırım Hân'ının Azledilmesi
- Belgrad Ve Ölüm!
- Sadrıazam'ın Katli
- Bir Devir Kapanıyor!
- Kahraman Paşalar
- Kara İbrahim Paşa Düşerken!
- Sadrıazamla Beraber Değişim
- Süleyman Paşa Ve Budın'ın Düşmesi