logo logo

Yeni nesil güncel konularla ilgili sorular ve cevaplar!

Fetvalar.Com

Yeni Nesil Fetvalar

Sistemimize üye olarak sitemizi daha aktif olarak kullanabilirsiniz.

Üyelik için tıkla

Fetvalar.Com

Güncel sorular ve cevapları

Avusturya Seferine Girişin Hikâyesi


Fazıl Ahmed Paşanın darı bekaya intikalinden sonra Orta Macar Beyi'nin oğlu Tökeli İmre nasıl bir yol bulduysa, çeşitli hediyeleri hâmil olarak, gönderdiği rical ile sadrıazam Musta­fa Paşaya başvurmuştu. Bu başvuruyu değerlendiren sadrı­azam, Tökeli İmre'ye Orta Macar Kralı unvanı verecek, berat ve ahidnâmeyi padişah 4. Mehmed Han'dan istihsal eylemiş­ti. Girmiş olduğu, Osmanlı himayesinin verdiği lezzet ve ha­milerine olan itimat, bayrağına "Allah ve Vatan İçin" yazısını koydutturacak kadar sevince dalmasına sebeb olmuştu. Pe-şindende, Avusturya İmparatorluğuna ait topraklara tecavü­ze koyulduğu görüldü. TökeÜyi bu tecavüzlerde Osmanlı kuvvetlerini de beraberinde götürdüğü ileri sürülmeye baş­landı. Acaba bunun aslı hangi merkezdeydi. Acaba bu işi Tökeli, kendinden mi yapıyordu? Yoksa sadnazama sokuldu­ğunda Avusturya seferi ihdas etmek için mezkûr devleti de rahatsız edip bu tecavüzler hasebiyle Avusturya'nın kendisi­ne saldırı veya devleti âliye nezdinde şikâyet edip, bir Os­manlı Avusturya krizi çıkarmak veyahutda Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Kaanuni Sultan Süleyman Han Cennetmekâ-nın fetihe muvaffakiyet bulamadığı Beç'i, yâni Viyana'yı Os­manlı kılıcına ram etmek ve dönemini bu fethin fâtihi olarak şanlandırmak arzusunun getirdiği, uzun fakat hayli tehlikeli bir plânamı dayanıyordu Tökeli'nin, Osmanlı bahadırlarının da içinde bulunduğu taciz hareketleri yine çarpık bir mantık ile baktığımızda Tökeli, askeri birliklerinden birini, Osmanlı askeri birliği kıyafetindemi bu akınlarında bulunduruyor ve .düşmanı benim yanımda, Osmanlıda var diye kandırıyordu?

Bununda nazarı itibara alındığını târih kitaplarımızda, tet­kik ettiğim kadarı ile görememiş bulunmaktayım. Şimdi hâl böyleyken; Avusturya İmparatorluk başvekili devleti âliyeye müracaatla, Tökeli ile alakalı şikâyetler söylenmişsede ve buna en üst seviyede muhatap olarak sadnazamın olması ve "memleketlerini almak isteyen kimselere karışmayız" demiş olması ortadayken, bunları padişaha hiç bahsetmemesi, devleti âliyenin sadnazamına tanımış olduğu vâsi yâni geniş selahiyet içinde hareket sağlamış olmasının, kendine kazan­dırdığı bir anlayış olarak kabul etmemiz kabilse de, padişah­larında uçan kuştan haberdar olmaya matuf istihbarat siste­mi, vezirini bu cevapları vermiş bir kimse olarak bilmesi ge­rektiğini aklımıza getiriyor ve bu akıl bu ihtimali gayri kabil görmüyor! Nevar ki; sadrıazam Paşa, belki de padişahın üze­rinde hâsıl ettiği yüksek itimat sayesinde, durumu siyaseten izah ve kabule muvaffak olmuştur diye de düşünüp, kabul­lenmek olabilir!

Zâten târih okuru, bir papağandan ziyade artı eksi mütala­alar yürütmek suretiyle iştigâli târih olursa iyi bir sentezci ol­ma kabiliyeti kazanabilir. Nitekim çok geçmeden; Tökeli İm­re, sadnazama başvurup, Avusturya işgalindeki, Fülek ve Honad, Kaşav veya Kassa'nın istirdatı için yardım istedi. Bil­hassa Kaşav, Orta Macar krallığınında merkezi idi. Bu baş­vuruyu sadrıazam, Vasvar Antlaşmasının müddetinin dolma­sına iki sene gibi önemli bir zaman dilimi variken Tökeli'nin elçisini, elinden tuttuğu gibi, huzuru padİşahiye çıkardı. Padi­şah ise burada yardım vaadini elçiye ifade etdi.
Sadrıazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa bu vaadin arka­sından Avusturya ile Orta Macar krallığı arasındaki ihtilafa, müdehale etti. 1092/şabanl681 ağustos ayı içinde Varat Beylerbeyi, Hasan Paşa, serasker tâyin olunup Eğri ve Ta-nnışvar Beylerbeyleri, Erdel kralı ve birer miktar da Eflâk ve Boğdan kuvvetleriile beraber, onbeşbin kişilik kuvveti olan Tökeli İmre'de birlikte olduğu halde hareketi başlattılar. Avusturyanın elinden bazı beldeleri alıp Tökeli'ye verdiler. Askerler ise, her biri üslerine döndüler. Avusturya imparato­ru Leopold, olanları haber alınca ve askerlerin üslerine dön­müş olmasından da müstefid olarak, harekete geçti. Sonun­da da hayli yeri Tökeli'nin elinden geri alma başarısını sağla­dı. Bunun sonucunda da, Avusturya Osmanlı savaşı kaçınıl­maz hâle geldi. Nitekim;1 Macarların başlayan feryadı, Os­manlı devletini padişah katında vaad ettiği yardımın gereğini yerine getirme merkezine oturttu.
Bunun da neticesinden olduğunu gözleyebildiğimiz seras­ker tâyini yapıldı. Bu sefer görev Budin Beylerbeyi İbrahim Paşa'ya tevcih edildiğine şâhid olundu. Yeni serasker ilk iş olarak eşkiya yatağı hâline gelmiş bulunan Honad Kalesini önce istila ondan sonra da berhava ettirerek hâk ile yeksan eyledi. Oradan hareketlede Kaşav üzerine yürüdüğü görüldü, Imre bundan pekde menun olarak onbin kişilik bir kuvvetle seraskerin yanında yer aldı. Böyle bir güç karşısında Kaşav iki günde dayanma gücünü tüketti. Böylece teslim oldu. Ya­pılan icraatın en mühimi, Kaşav'da Orta Macar Kralı unvanı­nı burada başına tac giyerek, Tökeli İmre'nin tatması oldu. Serasker Paşa, Osmanlı Devletinin olup, Leopold'un askerle­rince işgal edilmiş bulunan Füiek Kalesi üzerine gitdi ve on-beş gün sonunda Osmanlı kılıcı eski kalesini istirdat etmeye muvaffak oldu. Ancak serasker Paşa, burayı da yıkıp, düzle-mek yolunu seçti. 3/şubat/1682'de Avusturya İmparatoru Leopold, Kont Aiber dö Kaprara'yı elçi olarak Osmanlı Padi­şahının nezdine gönderdiği görüldü. Padişah; elçiyi hükümet­le görüşün diye sadnazama sevketdi. Bu sırada ise takvim­ler, 4/c. ahiri O/haziran/l 682'yi gösteriyordu. Bu sırada ise; Yeniçeri Ağası Bekri Mustafa Paşa'nın dilinde yeniçeriler; "Padişah bizi neye besler, oturmaktan bıktık, kötürüm ol­duk! Cenk isteriz. Sen Gotarda kalan elbiselerimizi varıp düşmandan atalım" dedikleri görülmeğe başlanmıştı. Yeniçerjlere söylettirdiği düşünülen bu sözler padişahın kulağına erişdiğinde, 4. Mehmed sulhun terkine izin vermedi. Sadn-azam, bu vaveylalara padişahın otuziki yaşına gelmiş olma­sının ve çeyrek asırdır tahtda, olmasının getirdiği tecrübe ha­sebiyle ehemmiyet vermemesi üzunçarşılı İsmail Hakkı Bey'in TTK'ca yayımlanmış değerli târihinin 3. cilt 1. kısmın­da sahife 427'de aynen şöyle bir ifade ile yorumlanmakta: ".veziriazam bu sefer hiyleye başvurdu. Serhad Beylerine ve Valilere yazarak oralardan, Avusturyalıların taarruzlarına dâ­ir, sahte feryatnâmeler getirterek padişaha arz etdi. bununla beraber sulhu bozmamakta ısrar eden padişah] harekete ge­çirmek için, kürsülerde vaizlere ve hâttâ, padişahın hocası Vâni Efendiye vaazlar, yaptırdı ve böylece muharebeden çe­kinen 4. Mehmed'i kandırıp, hazırlığa başladı." Muhterem okurlarım; merhum Gzunçarşıh'nın bu hususda verdiği malu­mat hiçde yabana atılacak tiplerden bir malumat olmadığı gibi insan tabiatına da mugayir bir hâlden değildir, umumi­yetle bir görevliyi yerine gelmek suretiyle takip eden yenile­rin köklü değişiklik adına hayli güzel ve nâfi yâni faydalıları da ortadan kaldırdığı geçmişte ve gelecekde şahit olunan hakikatlerdendir. Bu hususda şanlı târihimizde nice misâller vardır. Hele hele, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa; çocuk ya­şından beri bir evlâdı manevî olarak aralarında büyüdüğü Köprülüler ailesi içinde babası yerine koyduğu Mehmed Paşa ve onun hayırlı oğlu Fâzıl Ahmed Paşanın başarılı sadaretle­rinde, Osmanlı Devletini izmihlal çukurundan, zirvelere yü­celten neticesinin ardından, bu Köprülüler ailesinin bir dama­dı makamına erişmişliği ve Fâzıl Ahmed Paşanın uzun süren sadaretinde kendisine müşavirlik, serdarlığında kaimma-kamhk yapmış ve vazifelerde gösterdiği muvaffakiyet netice­sinde kaimbiraberinin darı bekaya intikalinden sonra vezareti  makamına irtika etmesi Merzifonlu Kara Mustafa Paşada seleflerinin başarılarına başarı eklemek niyyet ve gayreti olduğu gibi onları tanzir etmek, onları aşmak arzusu ile ya­nıp tutuşduğu ileri sürülse pekde yalan sayılmaz.

Bunu temin içinde başvurduğunu yukarıda İsmail Hakkı merhumun satırları arasında gördüğümüz hiyleye hak ver­memekle birlikte yaptığını iyi niyete vermekten başka bir şe­ye de hamledemeyiz. Amma neticede Beçi alamamış olan Koca Kaanuni'ye sebkat etmesi, ona Viyana fethi ile üstün gelme arzusu taşımış da olsa nihayet bu devlete bir hizmet düşüncesine dayanmaktadır. Diye bir mütalaa ile burada be­yanda bulunmaya cesaret ettikki belki düşünce dünyamıza bir fayda sağlarız.

Evet! Şimdi veziriazamın arzu ettiği Avusturya savaşının temini babında neler yaptığından da bazı çarpıcı vakalar na­kile geçelim. Osmanlı Devlet yönetiminde reisülküttaplığın bu günkü dışişleri bakanlığı mesabesinde bulunduğunu hatır­latma lüzumunu görmüyoruz ancak sadnazamların bu vazi­fede bulunanlara günümüzde olduğu gibi tesiratının da oldu­ğunu hatırlatmadan geçmeyelim dedik, çünkü veziriazam bu hususda Reisülküttabı İstanbula gelmiş bulunan elçiyle gö­rüşmek üzere, vazifelendirirken asıl maksadıysa, savaşmak olduğundan işi yokuşa sürmek için, eski antlaşmayı teced­düt yâni yenilemek içinde Yanıkkale'nin Osmanlıya terkini, sefer hazırlıklarının masrafının tazminini istemesini teklif et­tirdi. Avusturya elçisi, bunun ne maksada geldiğini anlama-, yacak kadar aptal olmadığından, reis efendiye: "Benim im­paratorum, bana vakti dolmak üzere olan bir antlaşmanın yenilenmesi için talimat verdi. Yoksa mal ve memleket ver diye göndermedi. Cevabı verdi. Yine: Silahtar Fındıklı'lı Meh-med Ağanın târihinde, şöyle bir bilgi görüyoruz: ".İslâm şeri­atı üzere boğazına bez bağlayıp aman diyene kılıç olurmu? Üzerine sefer câizmidir? diye bir vasıta ile Şeyhülislâm Efendiden fetva istedi ve bu suretle sefer caiz olmadığına dâir fetva aldı ve gösterdi ise de, Kara Mustafa Paşa aldırış etmedi ve elçiyi göz hapsine aldırdı" der.
Yine 4. Mehmed ve maiyeti kışı geçirmek üzere Edirne'ye gittiklerinde gerek Avusturya'nın dâimi elçisi gerekse de, özel elçisi Edirne'de mülâki oldukları padişahın bulunduğu şehirdeki temaslardan bir şey çıkaramadılar.  1093/aralık
1683'ü gösteriyordu.

Yalnız sunuda asla unutmamak lâzım gelirki dini mübini İslâm indinde en makbul ibadetlerin başında cihad gelir ve devleti âliye bu hususda bilhassa hristiyan dünyasına karşı gerek tebliğci olarak gerekse de onların, islâm dini üzerine garaz ve kinlerine düşmanca saldırılarına, imân dolu göğsü­nü siper etmiş nice evlâdını, güzide kahramanlarını feda et­mek gibi şahikalar meydana getirmeye muvaffak olmuştur.

Tabiiki bu tebliğ işi zaman zaman düşman üstüne gitmek­le, vakit vakit de, onların taarruzlarına karşı koymakla ola gelmiştir. İşte harp sanatı, devlet yönetiminin tecrübe didele ri, mümkün mertebe herçeşit şartı göz önüne almış olarak meselelere strateji ve taktiksel açıdan yaklaşırlar. Meseleye yukarıdaki kritiğimiz içinde baktığımız takdirde, aslında Mer-zifonlu Nemçe'yi yâni Avusturya'yı pek uygun zamanda ya­kalamıştı.

Çünkü Avusturyayı otuz sene savaşlarının akabinde yaka­lamış idi. Belki de, sadrıazamın niyetini çoktan anlamasına rağmen yinede sulh içinde devam etmeye arzu etmesi, pek sulh severlikten değil, tam tersine savaşmak için hâli ve or­tağı olmamasından kaynaklanıyordu. Sadnazam; tesbitinde isabet etmiş olabilirdi fakat Avrupayı bu tarz tehditin zaman kaybına vakti yoktur. Çünkü Viyana Avrupaya açılan mühim bir kapı sayıldığından savunmaya ortak temini mutlaktı. Ni­tekim de; kendinden emin olarak yerinde politika üretmeye
uğraşan Osmanlı entelijansıyası farkında olmadan, Papa 11. İnnosan'ın teşebbüsü ile batı hristiyan dünyasını birliğe doğ­ru itmiş olduğunun akıbetini hesaba katmaz bir anlayışı ser­gilediğini söylemekten kendimizi alamıyoruz.

Daha önce vukubulan Osmanlı Lehistan savaşında, Jan Sobiyeski'nin feryadına kulak tıkayan Avusturya'ya gücenik Prens Sobiyeski, birliğe katılınca Papanın etekleri zil çalma­ya başladı çünkü gücenik olan bir devletin ve reisinin maziyi bırakıp ati'ye yâni gelececeğe bakması, İnnosan'ın çalışma­larına şevk, davetlerine cevabı müsbet verenlerin çoğalması­nı sağladığı görüldü.
Halbuki Merzifonlu yıldırım hızıyla Beç'in yâni Viyananın üstüne düşmeli darbesini vurmalıydı ve böyle yapmayınca da, faturası hayli pahalıya mâl oldu. 31/mart/1683'de Avus­turya Lehistan arasında savunma antlaşması imzalandı. Şartlar ise; Lehistan, savaşın sonuna kadar Avusturya ile be­raber hareket edecek, vereceği kırkbine yakın askerin ko­mutası Leh kralında olması şeklinde karara bağlanmıştı. Os­manlı Devleti mağlubiyete duçar edilirse, Bucaş muahedesi gereği, Osmanlının eline geçmiş bulunan yerlere ilâveten Ef­lâk ve Boğdan dahi Lehistana verilecekti.