logo logo

Yeni nesil güncel konularla ilgili sorular ve cevaplar!

Fetvalar.Com

Yeni Nesil Fetvalar

Sistemimize üye olarak sitemizi daha aktif olarak kullanabilirsiniz.

Üyelik için tıkla

Fetvalar.Com

Güncel sorular ve cevapları

Sultan Abdülaziz Han'ın Avrupa Seyahati


Padişah, 3. Napolyon'un vaki daveti üzerine ilk defa ol­mak üzere bir Osmanlı padişahı sıfatıyla avrupayı ziyaret et­ti. Bunu İngiltere sefirinin Londra'ya daveti takip etti. 18/se-fer/128422/haziran/1867 cuma selamlığından sonra, bera­berinde veliahdşehzade Sultan Murad, onun küçüğü şehzade Abdülhamid, büyükoğluşehzade Yusuf İzzeddin efendi ile ha­riciye nazın Dr. Büyük Mehmed Fuad paşa, padişah hocası Akşehirli Hasan efendi, diğer memurlar vardı.
Ayrıca Fransa sefiri ile İngiliz sefareti baştercümanıda yan­ların da bulunmaktaydı. Dersaadet'ten yola çıkılmış Âli pasa ise saltanat naibi olarak kalmıştı. Fransız donanması derhal karşılama için Seddülbahir açıklarında bulunuyordu. Padişa­hın içinde bulunduğu vapur, Malta, Napoli yolu ile 9. günü Tulon limanına varmıştı. Fransız donanması askeri törenle padişahı selamlamıştı. Parisde İmparator tarafından beklen­mesi gereken bölgede karşılanmış, Elize sarayı ikametine tahsis olunmuştur. Fransızlar padişaha büyük misafirperver­lik gösterdiler. Avusturya ve Prusya sefirleri, hükümdarlarının padişahı Berlin ve Viyana'ya teşrif dileklerini bildirdiler. Lon­dra'da Bukinham sarayında ikamet olundu. Koblenç'de Prusya kralı tarafından karşılanarak, Viyana'da hakkında fevkalade ikram ve izaz gösterildi. Seyahatin 30. günü Viyana'dan hareketle Varna yolu ile Istanbula dönüldü. Padişahın payitahta gelmesiyle üçgün üç gece şenlikler yapıldı. Seya­hatin tamamı 47 gün sürmüş oldu. Padişah bu münasebetle çıkarmış olduğu bir hattı hümayunda demektedirki:

<Hükümdaranece en tatlı mükafat, asayişin ilerlemesi ve ve umumi servet için masruf olan çalışmalara tebaları tara­fından kemal-i muhabbet ve sadakat ile mukabele görme anıdır. Binaenaleyh bu defa da bütün ahali tarafından şahid olduğumuz apaçık delille belli olan hulus ve sadakat indi­mizde makbuliyeti çok ve kıymettar olduğundan bütün te-bamızin gösterdikleri hamiyet ve koruyuculuklarının çoğal­ması mamuriyet ve rahatları vazifesi indimde bir kat daha teyid etti. Ve din ve icab-ı kaza hükmüne girdi..>

Panslavizm harekatından yalnız biz değil Avusturya da çok fazla mutazarrırdı. Rusya politikası bir kâbus gibi Avus­turya'nın üzerine çökmüştü. Çünkü panslavizm saklanacak hiç bir harekette bulunmuyordu. Doğrudan doğruya vaziyete tesir etmedeydi. Öyle bir halde ki , Avusturyanın iki tarafı,

Avusturya/Macaristan bölümü bu tesirin altında kalmaktay-a Slav ırkına men-sup olan Çekler, Viyanadaki Rayşart'a mebuslarını göndermediler. İmparator Fransuva Jozef ta Prakadar giderek Çeklerin gayrımemnunlarını itidale davete mecbur oldu.
Aynı zamanda Galiçya eyaletide Macarlar gibi bir heyet, vükela, parlementolu bir muhtariyet idaresi talebinde bulun­mağa başladılar. Bohemya'dakilerde aynı sazı çalmaya baş­ladılar. Liyabah'da, fliryalılarda, Karniyol, İstirya, Karati, hat­ta Dalmaçya da içlerinde olmak üzere bir Eskolavan krallığı kurmak fikrini ileri sürmeye başladılar. Etrafa serpilmiş olan bu çeşit tahrik unsurlarından tabiatıyla bizde hariç kalamaz­dık. Sırbistanda Karayorgiviç ve Obronoviç hanedanları ara­sındaki mücadele bu sıralarda en üst seviye ve had safhaya gelmişti. Kara Yorgi.yeviçin taraftarları prens Mihal bey'i, 1868 senesi haziran ayının içinde öldürdüler. Yeğeni olup, 14 yaşlarında bulunan prens Milan henüz, Paris'de Lui lögaran lisesinde tahsildeydi. Mihal beyin yerine geçti. Hariciye mek-tupçumuz Kâmil bey, menşurunu götürüp, teslim etti. Diğer taraftan panslavizmin reisi bu sırada jstanbulda bulunmak­taydı.
Bu zat slav ittihadının, panslavizm görüş ve düşüncesinin en kurnaz ve ehliyet sahibi reisiydi. 1285/1868'de bu ittihad, bu bir araya gelme hareketlerinin başında general İgnatiyef vardı. Ve bu zat bu sıralarda f^usyanın babıali nezdindeki bü­yük elçisiydi. Slavlar bu adama ve Ruslara büyük güven i-çindeydiler. Hatta Eflak'ta bulunan Bulgar komitesi, doksan kişilik bir haydut gurubu sevk ederek, Tuna vilayetinin asayi­şini bozmaya teşebbüs ettirdi. Aynı zaman dilimi içinde de Romanyada dahi, bazı hususi şekilde hazırlanmış hareketlere  olundu. Romanya prensliği Bulgar fesat ve iğfal ha-rekatını himayeden geri durmuyordu.
Reis-i müdiran Bratyano ordunun halihazırda 78 bin, harb halinde ise 174 bin kişiye çıkartılmasına dair her iki meclise de birer layiha verdi. Babıâli bu teşebbüsve müracaat cesa­retinden irkildi . Sadrazam Âiî paşa bu davranış aleyhinde Romanya'ya tebligatta bulunmak zorunda kaldı. Fakat Brat­yano gayetle hükmedici bir tavırla cevap verdi. Prens; Prus­ya ve Fransa'nın göstermekte oldukları teveccüh dolu haller­den dolayı, kendilerini müstakil bir devletin .sahibi olarak görmeğe başlamışlardı. Bu sırada Dr. Büyük Mehmed Fuad paşa , sıhhati bozulmuş olduğundan dolayı, avrupaya tedavi­ye gitmek mecburiyetinde kalmıştı. Ancak fazla bir vakit geçmemiştiki; nefes sayısı tükendi, emaneti sahibine iade et­ti .

Naşı İstanbul'a getirtildi. O gün memurlar resmi devairi ta­tile sokarak merhuma hürmetlerini gösterme fırsatı bulurlar­ken, makamı hükümet mesulleri bu tatile girişe isabet dolu ve kadir bilme gözü ile bakmayı bildiler. <Fuad paşanın vefa­tı, osmanlı devleti için bir vilayet kaybından daha üzücüydü. Alî paşa bu kayıpla sanki gücünün yarısını zayi etmişti. Bu iki işbilir vezir biribirlerinin noksanlarını tamamlamaktaydılar. Fuad paşa; iktidar sahibi arkadaşının pek başarılı olamadığı faaliyetten olan fikri teşebbüsata malikti. Batıl itikatlardan tamamen kurtulmuş, tedbir almak ve icraata teşebbüsde pek seri idi. Kırım savaşından beri, ülkeye faydalı olarak ne yapılmışsa bu müstesna zekanın yardım ve delaletiyle husu­le gelmiştir. Velhasıl ıslahat ve tarafdarlarını bu kayıp adam akıllı üzmüş, çünkü güç odaklarının uç noktasınıkaybetmiş-lerdi.>
Hüseyin Avni paşanın seraskerliğe, Şirvanizade Rüşdü pa­şayı hazine-i hassa nezareti üzerinde kalma şartıyla yeniden tanzim olunan dahiliye nezaretine, şura-ı devlet reisi Midhat asanın Bağdad vilayetine tayini de bu, sene meydana gelen değişikliklerdendir. 1285/1868
Midhat paşa hatıratında diyorki: <Nizamat ve inşaata ait islerin tamamı şura'nın esas işi hükmündeydi. Tedkik ve mü­zakerelerin burada yapılması lazım gelirken demiryollarının, diderlerinin şura-i devlet toplantılarından hariç yerlerde ya­pılması gerek üyeler gerekse Midhat paşa da üzüntüye vesile olmuştu. O sırada boşalan Bağdad valiliğine sıcak bakan Midhat paşa, Âlî paşanın da müsaid karşılaması neticesinde 6. ordunun nezaretide emrinde olmak kaydıyla Bağdad'a vali tayini yapılmıştır.> Midhat paşa Bağdad'a vardığında yakın yerlerdeki arazi ve bahçelerden elde edilen mahsulattan şer'i olan öşürü almak istedi. Zaten burada yeni vilayet idaresi usulünü yerleştirmeye kararlıydı.

Hükümet iltizam şekliyle maktu olarak havale edilmiş olan aracıyı mukattaindan çıkararak sancakların kaidesine uygun halde kurdu. O zamana kadar da Irak ahalisinden askere kimse alınmamaktaydı. İlk Önce kura usulünü, Bağdatta uy­gulamaya kalktı. Ancak ahalinin tepkileri bir ihtilal alâmetleri gösterme şeklini aldı. Yeni bir Şam vakası husul bulmasın di­ye, derhal tesirli tedbirlere başvuruldu.

Tedbirlerin alınmasından sonra da, kura usulü ahalisi ko­nar geçer olan Mümtefik, Deliym, Ammara gibi yerler hariç , her tarafta tatbike kondu. Bütün İrak'a yaymak kabil oldu. Değara hadisesi adı ile anılan (bedevilerden vergi toplanmak maksadıyla yapılan askeri sevkiyata karşılık bunların kala­balık bir halde hücum ve çatışmasından ibaret büyük olay, alınan özel tertibatlar sayesinde iyi bir netice verdi. Reisler­den bazılarının idamını yerine getirmekle beraber, oralarda da hükümetin kuvveti gösterilip, devletin nüfuzu kabul ettiril­di. Mithad paşa bu vakada işi tatlıya vardırınca gözünü arazii hariciyeden olan tasarruf-u hukukiyesi adeta emlak-i saire ve miri çiftlikleri gibi devlete aid ve içinde bulunan ziraatci aileler, çiftlik hademesi, ortalıkçı, yarıcı kabilinden olan der­vişlerin ıslahına çevirdi. Çünkü buranın ziraat yapmaya uy­gun olan arazisi mukattaat adıyla değişik kıtalara bölünmüş­tü.
Miri (devlet) yalnız tohumu verip, ahaliye ektirir mahsûlün 3 de 2sini alır, üçde biri fellahlara kalırdı. Anlaşılıyorki, ahali burada bir karış yere sahip olmayıp, mültezimlerle, şeyhlerin zulmü altında inlemekteydi. Bu bakımdan ev yapmak, hay­van beslemek, ağaç dikip yetiştirmek işi onları hiç enterese etmiyordu. Bu sebebden de, sefil ve avare olan bu insanlar her türlü ifsad ve iğfalata açık bir haldeydiler.
Mithad paşa, bir memleket ahalisinin o memleketin sahibi ve bütün medeni hukukundan istifadesi ve tasarrufu elinde olursamemleketin menfaatlerini ve ileriye gitmesini temin ve muhafaza gayretinde olur kaidesine uygun olarak, mevcud miri araziyi tapu vererek dağıtma usulünü bütün teferruatıyla tatbik etti. İlk senesinde 100 bin liradan fazla bir gelir elde etti. Diğer tarafdan ahali arazi sahibi olarak, elindekini imara çalıştığı gibi diğer taraftanda, memlekette asayiş düzelmeye başladı. Eskiden 8-10 bin kese gelir ile mültezimlere verilen mukattaa hindiyye rnukattaasi meselesini de hazine hissesini %50'ye (evvelce %66 idi) düşürerek bir takım aidatlarla masrafı kaldırarak, değiştirmek suretiyle, hal yoluna koydu. Değare meselesinde en çok hindiyelilerden korkulurken, bunlar 15 bin eli silah tutan kimseler olmasına rağmen yerle­rinden kımıldamadılar. O sene en verimli senelere kıyasla 6 milyon kıyye pirinç (7. 680. 000 kg.) hasılatı elde edildi. Dicle'de 8 vapurdan meydana gelen bir vapur işletmesi ku­rulduğu gibi, Süveyş kanalının açılması münasebetiyle, Bas­ra körfezi ile CImman ve Necid sahillerinde ve Kızıl denizde islemek üzere Babil, Ninova, Necid, Asur isimlerinde büyük­lü küçüklü 4 vapurdan meydana gelen bir Osmanlı vapur kumpanyası da kuruldu.

Bunlardan başka, bir emniyet sandığı, hastane, islahhane, memleket bahçesi, su makinesi, pirinç fabrikası, Kâzimiye tramvayını kurduğu gibi gaz madeni açılışı (petrol kuyusu olacak herhalde) teşebbüsünde bulunarak, Müntefik'te Önce iskan yeri olmak üzere Iİasıriye isimli bir kasaba kurdu. Şim­diki halde, İngiltere ile kavgalı olan Kuveyt'i, devlet-i âlîye adına düzeltip sancağ-ı Osmanî'yi çektirdi.

Velhasıl; Arab yarımadasını istila eden Şimar aşireti reis ve şeyhilmeşayihi Abdülkerim'i Diyanbekir valisi Kurt İsmail paşa ve Müntefik mutasarrıfı Nasır paşanın yardımlarıyla so­nu gelmez sanılan mücadelede, yaralı olarak yakalamaya muvaffak olarak nihayete erdirdi. Adı geçeni istanbul'a sev-ketmişse de, Musul'da idam edilmiştir. Bundan sonrada Ne-cid'in ıslahına başladı. Necid seyahati esnasında ise, Suud'u tenkil ettirip, İhsa livasını kurup, bunu da Katar topraklarını kattı. Lübnan ve İskenderiye korvetlerine binerek Bahreyne kadar gitti. Midhat paşanın bu seyahatinde İngilizlerin bir bahriye müfrezesi takipetmişse de, paşa Bahreyn hakimi şeyh Isa ile görüşerek, mülakat neticesinde şeyh, limanda kömür mağazası ve teferruatı için istenilen yeri hiç bir bedel almadan vermiştir. Paşanın Necid'de gösterdiği bu başarı ba-bıâli tarafından takdir olunarak kendisine gayet kıymetli taş­larla tezyin olunmuş bir kılıç hediyeolundu.
Tunus: Vilayetlerin iç ve dış borçlarının birleştirilerek %5 faiz verilmesine karar alınması, fakat faiz ile ödeme dine gö­re, seçilecek tedbir ve teşebbüslerin Tunusda bulunan ecnebi devletler konsoloslarının kontrolü altında olarak yapmak yönü kararlaştırıldı. Fransa, İngiltere, Avusturya devletleriyle anlaşılarak Tunus ve Fransız memurlarından meydana gelen bir komisyon kuruldu. Fransa kraliçesi Ojeni Süveyş kanalı­nın açılışını müteakip, İstanbul'a geldi. Avusturya imparatoru Fransuva Jozef de iadei ziyaret münasebetiyle gelmişti.
Mecelle cemiyeti bu sene faaliyete geçti. Bu cemiyet top­lantılarını babıâlide yapmaktaydı. Ne varki; şeyhülislam Ha­san Efendi (Kezubi Hasan efendi) itirazlarda bulunmuş ve cemiyetin reisi Cevded paşa, anadolu ve rumelideki çeşitli vilayetlere gönderildi. Tabii bu görevlere gönderilirken, me­celle heyeti reisliğinden azledilmişti. Yine bu sıralardaydı ki, Âlî paşa Mısır Hıdivi İsmail paşanın imtiyazlarından kaynak­lanan israflarına ve dışa dönük gösterişlerine son vermek için ferman almasının gerektiği- kanaatine varıp, tatbik etme ameliyesine başladı. Sururi efendi isimli bir memurla düşün­celerini duyurdu. Bu fermanda yazılanlar, Hıdiv İsmail paşa­ya yazılmış bir ültimatomu andırmaktaydı. Şiddetle ihtiyaç olmadıkça yeni bir vergi alınmaması, babıâli müsaade etme­dikçe avrupadan borç alınmaması, anlatıldı. Mısır hidivliğide kendine almış olduğu İbrahimiye, Muzafferiye, Hayriye isim­leri verilmiş zırhlı harp gemilerini padişaha terke mecbur kal­dı. Hidivin bu tarz harekat ve davranışını bir kayıt altına al­mış bulunan Âlî paşaya sultan Aziz 20 binlira mükafat verdi. Ertesi sene yani  1285/1868 senesinde mahkemelerin usullerini tanzim meselesi ortaya çıktı. Devletler arası müza­kereler yapıldı. Bunların neticesinde anılan mahkemeler baş-kanlıklarıyla yarı azasının mahalli ahaliden ve diğer yarısının ecnebilerden tayin edilmesi kararlaştırıldı. Mısır hattının se­nelik geliri 7 milyon 347 bin liraya yükselmişti. 5miİyon 899 bin 55 lira masrafı düşülüp  1  milyon 500 bin liraya yakın fazlalıkta gelir bulunmuştu.