Fâzıl Ahmed Paşa Girid'de


3/kasım/l666'da Köprülüzâde Fâzıl Ahmed Paşa Girid'e bizzat gelerek, komutayı yed'ine aldı. Bu sırada Donanmayı hümayun ise karşısında hiç bir maniaya maruz kalmadan, gemilere aldığı kara askerini, Girid'e getirmeye muvaffak ol­muştu. Üstelik; lojistik faaliyetlere üs olarak da, Eğriböz, Go-los ve Selanik tahkim olunmuştu. Takvimler "16/ma-yıs/1667'yi gösterirken Osmanlı gücü Kandiye önündeki hamlelerini şiddetlendirmiş ve muhasaranın da sonunun gö­rülmesi yakınlaşmıştı.
Ne var ki; Suda limanının Venedik tarafınca kullanılması da, düşmanın takviye almasına açıkbir kapı olmuştu. Kandi­ye muhasarası bu takviye alabilme sayesinde, 2 sene, 4 ay, 11 gün daha devam etmiş ve 27/eylül/l 669'a kadar sür­müştür. Venedik tarafı 28/ağustos/1669'da sulh talebinde bulunmuştu İslâmi anlayışın emri olan sulh tekliflerine acık olma hâlide devleti âlî'yenin bidayetten beri şiarı olduğundan görüşmelere başlanmıştı. 5/eylül/1669'da imzalanan sulh antlaşması, yukarıda beyan ettiğimiz gibi Sancakı Osma-nî'nin, Kandiye burcuna çekilmesi 27/eylül/1669'da sağlan­mıştı.

Varılan antlaşma maddelerini dört kalemde zikre çalışa­lım.

A)  Kandiye Kalesi; içindeki bütün cephane ve silahlarıyla Venediklilerce Osmanlı yetkililerine teslim edilecektir.
B)  21 sene sonra Suda, Spinalonga ve Karabusa Kaleleri, Osmanlılara verilmek üzere, Girid Adasının bütün toprakları devleti âlî'ye ye hemen geçmiş olacak

C)  Venedikliler: savaş sırasında Dalmaçya kıyılarında işgal ettikleri Kilis Kalesini muhafaza edeceklerdi.
D)  Venedik Senatosu, savaşdan önce Osmanlı Devletine verdiği haracı ödemeğe devam edecekti. Sahifelerimizde Gi­rid fethinin teknik ve siyasal akışını verirken, deniz mevzu-unun mütehassısı olan zevattan, merhum amiral Afif Büyük-tuğrul'un aşağıya özetleyeceğimiz mütaalasınada temas et­meden geçemedik. "Girid savaşına ilişkin söz söylerken, tar­tışmalar yapılırken, yazılar yazarken akla gelen ilk soru, <sa-vaşm neden yirmi ikiyıl gibi çok uzun zaman sürmesi ve bu kadar yıllar içinde, ne Osmanlı Devletinin ne de Venedik Cumhuriyeti'nin kesin bir sonuca varamamasıdır! Alman tarihçi Ekkehard Eykof un dediği gibi, savaş sadece Ada'nın merkezi Kandiye Kalesini alıp, vermemek mücadelesiyle, toprak üstü ve altı mücadeleleriyle, sürdürülmüştür. Deniz de ise harekât stratejisi olarak ileri bir üs elde etmek gibi, ilkel bir strateji kuralı bile düşünülmemiştir. Her iki tarafın yaptığı, çok kısır bir abluka harekâtından bile ibaret kalmamıştır. Her iki tarafın ablukası da çok başarısızdır. Her iki tarafda da cid­di ve iyi düşünülmüş bir savaş plânı yoktur. Savaşın bütün hareketleri güncel olarak düşünülmüş ufak ufak ikmâl hare­ketlerinden ibarettir." Diyen, merhum amiral Büyüktuğrul yukarıya aldığımız görüşlerine şöyle devam etmektedir: "Bu soruya gerçeklere en yakın olarak yanıt vermek Osmanlı Devletinin; kuruluşuna kadar geriye gitmek, gerektir. Çünkü; Osmanlı Devleti denizlerdeki mücadelenin ve deniz ticareti­nin, korsan mücadelesi etkisinde yapıldığı bir dönemde ku­rulmuştur. Tarihçilerimiz; sadece Osmanlı Bizans ilişkilerini esas aldıkları için, kursan savaşlarının etkisini düşüneme­mişlerdir bile. Halbuki yabancı tarihçiler; korsan savaşlarının etkisine büyük önem vermişler ve bundan ötürü, evvelce be­lirttiğimiz gibi Osmanlı Târihini, deniz olaylarını temel alarak yazmışlardır. Akdenizdeki korsan mücadeleleri, daha Os­manlı Devletinin kurulmasından çok önce, denizci İtalyan cumhuriyetleri tarafından Bati Akdeniz'de başlamış; Venedik, Cenova ve Piza cumhuriyeti korsanları öteki cumhuriyetleri denizcilerini ekarte ederek Doğu Akdeniz'e geçmişler; bura-dada Venedik ve Cenova, Piza denizcilerini ekarte ederek, haçlı seferleri çerçevesinde, biribirlerinin üstüne düşmüşler, mücadeleler vermişler ve biribirlerine karşı savaşlar yapıp, bu savaşlar çerçevesinde yaptıkları ada mücadelelerindede ilk önce Aydınoğlu umur Bey sonra da, Sultan Orhan'ın kara kuvvetlerinden yardım almışlardır. Profesör Kamillo Manfro-ni'in belirttiği gibi bu mücadelede Osmanlı Devletinin tek şansı, ne Venedik nede, Cenevizlilerin <birgün gelip Osmanlı Devletinin korsan mücadelesine rakip olarak karşılarına diki-lebileceğini tahmin edememeleridir. Ne Venedik ne de Cene­vizlilerde, büyük topraklar istila etmek hevesi yoktur. Onların biribirlerine karşı mücadeleleri, küçük kara devletleriyle, de­niz ticaretini Ötekine kaptırmayıp kendisi almak için, ticari mukaveleleri yapmak, deniz ticaret yollarına hükmedecek ada ve limanlara yerleşmekten ibarettir. Bizim târih otoritele­rimiz; bu döneme ilişkin deniz mücadelelerinde <Osmanlılar Ege Denizine egemen oldu>, <Osmanhlar Akdenize egemen oldu> gibi deyimler kullanacaklardır. Ama korsan dönemi deniz mücadelelerinde egemenlik söz konusu olamamakta­dır. Çünkü denizde zayıf olan taraf da, kuvvetlinin kıyı ve de­nizyollarına akınlar tertipleyebilmektedirler. Korsan savaşla­rının Osmanlı Târihi üzerindeki en kuvvetli etkisi şöyle gö­rünmektedir: <Anadodolu kıyılarına vaki olan, hristiyan kor­san saldırılarına hedef olmamak için Osmanlı Devletinin Türk unsuru, dağlara yerleşirken, Rum unsuru, kıyılarda ve adalarda kalmış, dolayısıyla Osmanlı Devletinin ziraat, tica­ret sanayii ve ticaret merkezlerini tutmuştur. Devletde bunları silah altına almayıp kara savaşlarım, Türk unsuruyla yaptık­ça ve zamanın kara savaşı gereği olarak en atik ve cevval fürk unsurunu kullandıkça, birinci sınıf Türkleri, Avrupa ve /Asya'nın en uzaklarına dağıtmış ve istilâ dönemi kapanınca da yâni birinci sınıf Türkler orada kalmış ve ikinci, üçüncü derecedeki Türkler de, Anayurt olan Anadolu'da kalmışlardı. Durum değişmesinin baş sorumlusu Derya Kaptanlığı maka­mına göz diken saraylı vezirlerdir. Onların; deniz sorunlarının devlet ekonomisi, silahlı kuvvet ve sosyal hayatı üzerindeki etkilerini ölçmeye ve incelemeye lüzum görmemeleri kıyılar­da olduğu gibi devlet ekonomi ve donanmasını da değerli Türk unsurundan yoksun bırakmıştır. Ege Adalarında da Ve­nedik taraflısı Rum unsuru, Türk unsurundan çok fazladır. Yurt İçindede deniz ticaretine Rum unsurun hükmetmiş oldu­ğunu ileri süren merhum amiral Büyüktuğrul, İsmail Hakkı üzunçarşılı'nin vefatından sonra, TTK (Türk Târih Kurumu­nun) neşrettiği, Osmanlı Târihini devam ettirip, ikmâl eden Enver Ziya Karal'inda ileriye sürdüğü şu tesbiti yapıyor: Napolyon'un Venedik Cumhuriyetini târihden silmesinden sonra Osmanlı Devletindeki Rum asıllı armatörler, bütün dünyada Venedik ticaret kolonilerini değiştirmişlerdir. Kuru­luşu sırasında Osmanlı Devleti nasıl italyan denizcilerden yararlanarak kuvvet bulmuş ise, Yunan istiklâlindede do­nanmadaki Rum denizciler kaçtıkları için Osmanlı Devleti birden denizlerde zayıflamıştır. Buna mukabil Osmanlı Dev­letinde; kara kuvveti, donanma yerine deniz sorunlarını da harelendirir fikri doğmuştur. 1897 Osmanlı Yunan savaşın­dan sonra, Osmanlı Devletinde, donanma yerine, demiryolu yapmak fikrinin doğması gibi.. istikametinde açıklamalar yapmışlardır. Bu nazariyeleri ileri sürenlerin ifadelerine katı­lıp katılmadığımız yerler vardır. Bizim bu İfadeleri buraya al-rnamız, aykırı görüşlerinde mütalaa edildiğin de,  istifade edilmesi imkânının kabil olduğunu ortaya koymaktır. Şüp­heyi, araştırmacının enyakın arkadaşı görmek icâb eder. Tâ ki; insaf ve adalet, şüpheyi denetleyen birer murakabe sem­bolü olarak, dâima kendini hatırlattığı takdirde. Bu bahse dâir görüşlerimize geçmeden merhum Amiral Büyüktuğ-rul'un bir hüküm mesabesinde olan şu satırlarına yer vere­lim: "..Osmanlı Devletinin kazandığı zaferlerin bile, Türk kanının fazla dökülmesine, Türkiyenin teknikte geri kalma­sına ve barışta da savaşta da fazla harcamalar yapmasına neden olmuştur. Girid savaşı da, böylece hem uzamış, fazla harcamalara neden olmuş ve bundan sonra da Osmanlı Devleti bu adayı kendisine katmanın yararını elde etmesini bilememiştir." Demektedir.
Şimdi yukarıdan beri merhum amiral Afif Büyüktuğrul'un işin mütehassısı olarak tenkid ve tahlillerine teknik olarak, savaş iimi görmüş, muharip bir denizci olarak karşı çıkmak haddimiz değilse de, Osmanlı Devletinin varoluş sebebi olan hususa aid söyleyeceklerimiz vardır. Merhum amiral; Os­manlı Devletinin 17. asır ile birlikte deniz hâkimiyetinin ya­vaş yavaş elden gittiği gibi, kara savaşlarında da, bir gerile­me yaşandığını pek hesaba katmamakta. Osmanlı Devleti; bir süngü ucu gibi, avrupanin orta kapısına kadar dayandı­ğından avrupa devletleri her ne kadar kendi aralarında da di-dişselerde, hristiyan Papasının Öncülüğüyle müslümanlara karşı birleşiyorlar, kalabalık ve güçlü ordularla, donanmalar­la vede 5. kol denilen içten çökertme faaliyetlerine başvuru­yorlardı. Hududları içinde çeşitli prensliklerin, mümtaz eya­letlerin yer aldığı ve hayli gayri müslim bulunduran devletin, 5. kol harekâtından gördüğü zararı hiç kaale almıyor vede 20. asır araç ve gereçleriyle, eğitim metodu, yakın ve uzak muharebe silahlan, haberleşme imkânları demir tekneler ve bilhassa denizaltılar, güçlü dizel motorlu gemilerle yetişerek, yelken ve kürek dönemini tenkit ne dereceye kadar ciddiyet arzeder. Büyüktuğrul amiral, gerek Venediklileri gerekse de Osmanlı Devletini başarısızlıkla suçlamak suretiyle işe zâten eski devire, bulunduğu dönemden bakmış olduğunu dik­katli bir okuyucunun anlayacağını düşünmüştür elbette.

Akıl mektebinin müdavimi, diğer birtâbirle, hiç bir kayida tâbi olmayan anlayışında sahibi olarak gayri müslim avrupa, qeçerli bütün silahlan gayesine varmak için kullanırken, kor­sanları organize ederken ve el altından, desteklerken, Kur'anı Kerim buyruklarına, ehadisi şerife hüküm ve açıkla­malarına bağlı Osmanlı Devleti de, şüphesiz ki dünyevî bir anlayışın zebunu olmayıp, Rızai ilâhiyi tahsil, Mevlânın adını ve nizamını dünya'ya yayma ve duyurma göreviyle mütehai-İi olduğundan, her şeyi ince derinlemesine hesaplama', ve tatbike yükümlüydü. İstilâ etdiği ülke insanlarını katliam et­seydi, belki avrupa da hristiyan kalmazdı, amma Mevtamız zulme asla müsaade etmediğinden, bizi altından kalkamaya­cağımız mağlubiyetlere duçar ederek, perişanlığa düşürecek haller musallat ederdi.
Ayrıca devlet ricali, Osmanlı Devletinde her şeyin bile zap­tı tutulan devlet anlayışı taşıdığından hareketle, meydana gelmiş her harakâttan haberdar olup, atacakları adimlarıda pek dikkatli atarlardı. Nitekim Girid'in; çok uzun yıllar, so­nunda ele geçirilmesi ne ihmaldir ne de kasta bağlıdır. Çeşitli coğrafî alanlara yapılan saldırıları önlemek için Girid üzerin­deki baskılı muhasarayı zaman zaman gevşetmesi icâbı hal­den sayılmalıdır. Merhum amiralin asla iştirak edilmeyecek görüşü kesinlikle Türklük unsurunu, bir ümmet devleti olan Osmanlı Devletinde öne çıkarma bakışıdır. Güya avrupalılar bir izaha göre müslümanlara Türk derler, onların Türk deme­leri müslüman demek istemeleri şeklinde telâkki edilmişse de, batılılar islâmda ırkçılığında şiddetle yasaklanmış olduğunu, islâm ittihadının bundan dolayı pek güzel gerçekleşti­ğini görmüş olmalarından dolayı, Osmanlı Padişahlarının, bir Türk boyu olan, Kayı aşiretine mensubiyetini dikkate alarak, Türkler demek suretiyle, zamanla ırkçılık empoze edebilmek için ısrarla bilhassa tarihçi vede şarkiyatçıları, Türklük üze­rinde durmuşlardır. 19. yüzyılın başlarında da, ırkçılığı Os­manlı İslâm devletine, bulaştırmışlardır. Ondan sonra ise ırk­çı anlayış başını alıp gitmiştir. Venedik ve italyan denizcileri­nin ardından Yunanlıların istiklâliyeti sonrasında denizcilikte adı geçen devletlerin dahi önüne geçtiğini ileri sürmesi, üze­rinde kafa patlatılması gereken husustandır. 4. Mehmed dö­neminin aslında savaş yapma açısından babası Sultan İbra­him tarafından açılmış bulunan, Girid Fethi dolayısıyla başla­mış olan ve genellikle Venedik ile gerek karada gerek deniz­lerde tevali eden seri savaşlara inzimamen, 1672'de uç ve­ren Lehistan Savaşı, iki safhada gerçekleşti. İlk safhası baş­ladığında sebeb olarak Ukrayna'nın kazaklarının, gerek Le­histan, gerekse Rus tecavüzlerine karşı, devleti âliyeden is­timdatta bulunmasından ve bu yardım isteğine, Osmanlı Devletinin icabet etmesi hasebiyle devleti âliye tarafından açılmıştır. Ukrayna Kazakları riyasetini üzerinde taşıyan Do-rozenko, kendilerini bir sancak beyliği statüsünde Osmanlı Devletine bağlanmasını tâleb etmişlerdi.
Gerek Rusya gerekse Lehistan burnu dibindeki Ukray­na'yı, Osmanlı Devletinin himayesi mânasına gelen talebi yüzünden cezalandırma mânasına işaret eden tacizlerine başladılar. Ancak bir Osmanlı müdehalesinin karşısında bil­hassa Lehistan karşı koyabilecek ne güç ne de taktiğe sahip­ti. Buna bağlı olarak padişahın adamlarını politik yaklaşımla­rı kullanarak oyalama yoluna gittiler ve hesaplarını da ani­den Ukrayna üzerine çullanma hesabına raptettiler. Hatayı da Osmanlı serhaddine yakın olan Komaniçe Kalesini tahki- kalkıştıkları esnada yapılanlar padişahın kulağı ona eriştiğinden 4. Mehmed'i Lehistan'a savaş açmış olarak görüver-clik. İstanbuldan Komaniçe Kalesi üzerine yürümek üzere yo­la çıkarken, Kırım Han'ı ve Ukraynalıların Dorozenko'ya ka­leyi adres gösterip, orada buluşup Lehistan'ın cezasını vere­lim düşüncesini, kuvveden fiile çıkarmak suretiyle ve niye­tiyle, sadrıazam Fâzıl Ahmed Paşa ile Komaniçe önüne gitti­ler. Takvimler, 27/ağustos/1672'yi gösteriyordu ki, Lehis­tan'ın etekleri tutuştu. Çünkü Komaniçe Muhasarası fiilen başladı. Sekizinci gün ise kale Osmanlıya ram oldu. Hareke­tin devamının Lehistan'ın işgali mânasına geldiğini akleden Lehliler, savaş çubuğunu, barış çubuğuna tahvil için hemen müracaatda bulundular. 18/eylül/1672'de Puçaş şehrinde müzakereler nihayetlenip, imzalar atıldı. Lehistanin yâni Po­lonya'nın Podolya eyaleti de Osmanlıya verildi. Ancak; Le­histan kralı kabul ettiği şartlan hâvi barış antlaşmasını Diyet Meclisi tâbir edilen yetkili kuruldan geçİremeyince, vaziyet İstanbul'a dönmüş bulunan sadrıazam Fâzıl Ahmed Paşaya bildirildi. Aynı zamanda düşman kuvvetleri, Osmanlı hudu­duna dalmak suretiyle bir iki kaleyi de işgale muvaffak oldu­lar. Savaşın ikinci safhası böylece başlamış oldu. Hayret uyandıran bir şey olarak Lehistan'ın bu cesareti üzerinde durmak icâb eder, tetkikte karşımıza başta Papalık olmak üzere, bir çok ülke Lehistan'ı Doğu Avrupa üstünde söz sahi­bi olmak isteyen Osmanlıya engel olmaya çalıştığını görüyo­ruz. Bu karşı koyuş hareketine Eflak ve Boğdan'a iştirak et­mesi zorlanmaya başladı. Padişah bu tedbiri hissettiği için her iki Voyvoda'yı tâyin hakkını kullanarak, kişileri değiştirdi, bunun sonucunda bu topraklarda aleyhine hareketi önleme-Ve muvaffak oldu. Ukrayna'nın bu Osmanlıya iltihak talebi Rusya'yı harekete geçirmiş ve ani bir saldın ila Kazak'ların üstüne çullanmış ve bilfiil işgal başlatmıştı.
Sultan 4. Mehmed soğukkanlılığını hiç kaybetmemiş, bu Rus taarruzuna karşı bizzat yanındaki birliklerle yürüyüşe geçmiş öte yandan da, Rusları her sene bir defa olsun atları­nın nallan altında çiğneyen Kırım Hân'ına haber gönderip Rusların üstüne gitmesini emrederek Rusların üzerine gidip, Dorozenko'yu muhasaraya almış Rusu, bahadır askerlerinin güçlü kolları cesaretle çarpan yürekleri ve bir yardım talebi­ne cevap vermenin Mevlânın yardımını yanıbaşında bilen in­sanların rahatlığıyla düşmanı, çok kısa zamanda paraladılar. Çok geçmeden Kırım Hân'ının gelmekte olduğunu da haber alan Ruslar'ın yapacakları tek iş ülkelerine kaçmak idi ve onlarda öyle yaptılar.
Kış mevsiminin gelmesi, Lehistan cephesinin Halep Valisi İbrahim Paşaya bırakılmasının kararı alınıp, 4. Mehmed'in İs­tanbul'a dönüşü gerçekleşti. İbrahim Paşa da tempoyu biraz düşürmekle birlikte, Lehistan toprakları üstüne yürümeye devam etmekteydi. Nitekim kirsekiz tane kale burcuna, Os­manlı sancağı toka edildi. Tatarlar cepheyi terk edip gitme­miş olsalardı, belki de bütün Lehistan toprağı hakimiyeti Os­maniye'ye girecekti. Ancak Kırım Hânlarının bu davranışı, yine her zamanki alışkanlıkları diye geçiştirilirken takriben onsene sonra Viyana'da sergilenecek İhanetin habercisiymiş de bundan bir ders almayı düşünememişiz.
Lehistan ile sulhun sağlanışı taa 1676'da vefat eden Fâzıl Ahmed Paşanın yerine getirilecek olan Merzifonlu Kara Mus­tafa Paşaya kaldı ki, bu sadrıazam Podolya ve Ukrayna'nın biz de kalması şartıyla barışı yapmağa mecbur oldu. Yoksa Halep Valisi İbrahim Paşanın fütuhatına Kırım hânı yanında kalıp yardımlarını yapsaydı, karşımızda ülkesi elinden alın­mış toprağı olmayıp, sadece adı olan bir devlet olacaktı ki, böyle bir idare ile barış antlaşması yapılmaz ona statüsü belli edilmiş bazı görevler verilirdi. Ne varki, Tatar böyle bir fırsatı ortadan kaldırıcı davranışı yaparken, başlarında Selim Giray bulunmaktaydı.

Kırım Hanlığının dâima ihtilafa müsaid zeminde birbirlerini çekemeyen han'larla, yürütüldüğünü söylerken umumiyetle hânlar karşılarında ya eski bir hânile yahut da müstakbel bir han ile İç mücadele vermişlerdir. Tabiiki bu barış antlaşması­nın tasdikini, Diyet Meclisinden geçirmeye muvaffak olama­yan Lehistanlı barış taraftan kralları ve onu destekleyenler, Osmanlı ile savaşın yeniden başlamasıyla karşılaşmışlardı.
2. Lehistan savaşında donanmamıza da iş düşmüştü. Çün­kü bu safhada Rusya'da savaşa müdahil olmuş donanması­nın Karadeniz'de sıkıntılara sebeb olacağı uzakça ihtimal de­ğildi. Savaşa müdahil olan Rusların Karadeniz'e sahili y.-maktan dolayı donanmasının önüne, Osmanlı Donanmasının çıkarılması iktiza ettiğinden Mora Sancak Bey'i Köse Ali Pa­şa, uhdesine Cezayir Beylerbeyliği verilmek suretiyle, Kap-dam Deryalıkla vazifelendirilmişti. Vazifei asliyesi evvelâ Ka­radeniz üzerine gidecek oradaki Rus hücumuna açık sahille­rimizi bu tecavüzden men etmeye çalışmak, ayrıca cepheye her çeşit savaş malzemesini ve takviye asker götürmekti. Köse Ali Paşa Baba Hasan Beyin komutasında bir miktar ge­miyi Azak denizi kıyılarını muhafazaya yollaması iyi bir ted­birdi. Kendisi de üstüne düşeni yaptı.
Dönüşte ise; Karadeniz Ereğlisi civarında, bir fırtınaya ya­kalandılar ki büyük kayıplar verdiler. Ali Paşa derlediği gemi­leriyle İstanbul'a döndü ve evine kapandı. Az sonrada kede­rinden vefat etdi. Bu zâtın yerine 1675 yılında Seydioğlu Mehmed Paşa Kapdanı Deryalık görevine getirildi. Bu zâtın da donanması, Karadeniz'de görülen fırtınalardan birine ya­balandı. Akıbeti Ali Paşa gibi oldu büyük zayiat verdiğinden, bunun yerine de 13/kasım/ 1677'de Kara İbrahim Paşa gö­reve getirildi. İbrahim Paşa, geçmişten ders alan akil bir adam olarak, kendinden önceki iki kapdanı deryaninde başına gelenleri teemmül ettiğinden, görevli olarak Abdülkadir Paşayı yerine vekil olarak donanmaya gönderip, ayağı kara­da olarak padişahın yanında bulunmayı tercihe baktı.
Sevgili okurlarımız; 1075/1665'de imzalanan Sen Gotard savaş neticesi olan antlaşmayı, Avusturya İmparatoru Le-opold'a imzalatan serdarı ekrem Fâzıl Ahmed Paşa, bir tesa­düf eseri yenilmiş sayanların da bulunduğu savaşa rağmen öyle bir antlaşmaya imza atmıştı ki, sanki mağlup olan gâlib, gâlib olan mağluptu Müdekkik tarihçi İsmail Hakkı Üzunçar-şılı, târihinin 3. cildindeki dip notunda Askeri Müze_ Müdürü Ferik Ahmed Muhtar Paşaca kaleme alınmış olan "Sen Go-tarda Osmanlı Ordusu" adlı eserdende istifade edildiğini kaydetmiş. Biz de; bahse konu kitabı ilk defa lâtinize edip, bu çalışmamızın 4. Mehmed bölümünün son tarafına okuma parçası olarak koymağa böylece de savaşın arka plânını tam manasıyla öğrenilmesini temin bu tarzı seçtiğimizden bu bö­lümde bahse konu etmeyip bu izahat ile yetinelim dedik.
Sadnazam Fâzıl Ahmed Paşa 1087 senesi şabanının 26. günü 1676/4/kasım salı günü darı beka eyledi Çorlu ile Ka­rıştıran isimli mevkıide bulunan Karabiber Çiftliğinde ve ölü­münde yaş henüz 42 idi. Arabaya koydular İstanbul'a getirip, Çenberlitaş karşısında Köprülüler Camii yanındaki üstü açık türbede pederi Köprülü Mehmed Paşanın yanına defnolundu. Yerine de senelerce kendisine kaimmakamhk yapan, eniştesi Merzifonlu Kara Mustafa Paşa getirildi.
Ancak Köprülüler ailesinin içinde yetişmiş olmasına rağ­men kibirli, azametli inatçı ve asla mülayemet sahibi olma­yan bu Merzifonlu idi. Böylece de, âkil, mütevazi, güleryüzlü, yüksek karakter sahibi Fâzıl Ahmed Paşaya alışanlar Merzi­fonlu ile yapamaz hâle geldiler. Merzifonlu Kara Mustafa Pa­şanın sadareti iki gün sonra gerçekleşen tâyinle yâni 28/ka-sım/1676'da başladı.


Eser: Büyük Osmanlı Tarihi

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Büyük Osmanlı Tarihi

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..