Rusya Savaşı-İngiliz Donanması


Rehavetle tereddüt politikası 3. Selim devrinin özel halidir 1221/şaban/1806/ekim ayı başlarında İngiltere sefiri Arbut-not babıâliye Prusya, İsveç, Rusya, İngiltere'den meydana gelmiş, heyeti müttefikiyenin adına, Napolyon'un uğramış olduğu, hezimet dolaysıyla herhalde deviet-i âliyeye yardım edemeyeceğini bildirdi. Bu bildirimden üç gün sonra, babıâli Fransa elçisinin sıkıştırması yüzünden Buğdan ile Eftak'da, ibka etmiş bulunduğu beyleri yeniden azledip, bu gurubun istediği kimseleri göreve getirdi. Buna bağiı olarakda, elçi Sebastiyanİ; "bu hükümetin tarihi geçmişinde bundan daha fazla utanılacak bir olayın kayıtlı olamayacağı açıktır." de­miştir. Pek bilinen İpsilanti ile Moruzi, çok zengin kimseler ol­duklarından, devletin ileri geien kimselerini ve bilhassa reisül küttab efendiyi altunla ikna etmişlerdi.

Devlet, Sebastiyani'nin tarifiyle altunla veya tehdidle baş eğmekteydi bu iki hususun esiri oluyordu. Dış siyasette ise vakanın keyfiyetine göre yaşamağa alışmıştık. Bu dönemi yazan ecnebi tarihlerin özetlemesine göre Napolyonun çıkı­şından beri geçen şu bir kaç sene zarfında devlet:
1- Marango savaşından sonra Paris'e bir elçilik heyetini Şeydi Ali efendi riyasetinde yolladı.
2-  Fransız devleti aleyhine teşkil olunan 3. heyetin hayata geçmesinden sonra, Napolyon'un imparatorluk unvanın tanı­madı.
3-  Österlich savaşından sonra Muhib efendiyi fevkalâde eiçi sıfatıyla Paris'e gönderdi.
4-  4. heyetin kurulması esnasında Ruslara yanaşmayı ter­cih etti
5- Ayene savaşında birleşik devletlerin orduları yenik dü­şünce Napolyon tarafına dönmekten çekinmedi. Hattâ reis efendide, general Sebastiyani'yi bizzat davet ederek, İttifak yapmaya hazır bulunduğunu beyan etmekle beraber, ancak savaşın neticesine kadar beklemekte daha fazla fayda gör­düğünü hatırlatır tarzdaki rehavetini hissetirdi.

İşte bu işleri sürüncemede tutma politikası, hükümet işle­rini de sürüncemeye soktuğundandirki, bir Rus ordusu hudu­dumuzu tecavüz etti. Dinyester nehrini geçen bu ordunun, altıbin kişilik bir gurubu Prens Dolgorik'in komutasında ola­rak Hotin'e, onbin kişilik bir gurubu da, başkumandan Mikel-son'un emri altında kurşun atmadan Yaş'a girerek Bükreş üz-erine vede hâli isyanda bulunan Sırbistan taraflarına, diğer bir fırka da yirmibeşbin kişiyle, general Tomanski komuta­sında Bender üzerine yürüyüp, İsmaiyle sarkacaktı.

Hudud boyumuzda savaş tedariki için herhangi bir hazırlı­ğımız olmadığından Bender, daha Rusların ilk tehdidi karşı­sında teslim olma yolunu seçti. Çok geçmeden Hotin'in, Bender'de yapılan teslim olma harekatına iştirak ettiği haberi alındı. Kışın, bütün şiddetiyle hükmünü sürdürdüğü bu sırada hududda bulunan ahali Tuna kıyılarına dökülmeye başlamış­tı. Tirsinklioğlu'nun yerine Rusçuk ayanı olan Alemdar Mus­tafa Ağa (paşa) bu üzücü haberi işitir işitmez, Tuna sahilleri­nin muhafazasına seçilmiş bulunan hudud askeri heyetine durumu haber verdi.

Rusya ise, Kili ve Akkirmanı aynı tarz ve usulle zapta mu­vaffak oldu ve artık İsmaiyl üzerine yürümeğe başladı. An­cak İsmaiy! ve İbraiyl ile Akkirman kalelerinde müdafaa se-beblerinin hazırlığı başlatıldı.

Başkumandan Mikelson, yirmialtıbin kişilik bir kolorduyu İsmaiyl üzerine yolladı. Alemdar Mustafa Ağa ise, güç ve ce­sareti her yere nam salmış bulunan Pehlivan ibrahim Ağa isimli zatı, bir miktar asker ile bahse konu yere sevk etmişti. Ağa, bir Rus memurunun -Rusların Bender ve Hotin'de yap­tıkları gibi- ahaliyi tehdid ile ikna etmeye çalıştığını görünce, memuru oradan kovdu. Beş-altı yüz süvari ile Rusların bir kaç binden ibaret öncülerini perişan etti. Fakat Rusların bü­tün kuvvetleriyle gelmekte olduklarını gördüğünden İsmaiyl muhafızı Mirmiran Kasım Paşa ile beraber ahaliyi cesaretlen­direrek kaleden çıktı. Sayıca az bir askerle birlik olmasına rağmen, yedi saat süren çarpışmada Rusların fena şekilde mağlup olmasını sağlamıştır. Bu muhterem zat daha sonrala­rı ordu içinde, şanlı tarihimizde Babapaşa adıyla yâd edilen bir şöhretin sahibi olmuştur.

Osmanlı'nın bu zaferi üzerine, mareşal Mikelson, evvelce Bender ahalisine vermiş olduğu doksan günlük mühleti geri­ye alarak, insanlık ve milletler arası hukuka mugayir ve ga­yette çirkin bir tarzı harekette bulundu. Burayı muhafızlanyla birlikte, çoluk çocuğun tamamının, esarete düşmesini ve Rusya'ya gönderilmelerini temin etmiş oldu ki, bu ayıp onun mareşalliğine ne kadar yakışır? İstanbul'da bulunan Rus elçi­si; hâla cahilane davranarak, yukarıdaki vaka'dan haberdar olmadığını bildirmekteydi. Mamafih, babıâli bir taraftan Rus­ya ve ingiltere elçilerinin öte taraftanda Fransa sefirinin ara­sında kalmıştı, ingilizlerin elçisi Arbutnot: hükümetinin Rus­lar ile ittifak etmiş bulunduğundan bahsederek Fransızlardan yüz çevrilmesini Fransızlar hücum edecek olursa kara tara­fından yüzbin kişilik bir Rus ordusu ve denizden de, İngiliz bahriyesi tarafından kovulacağım, aksi taktirde, Rus askerle­rin karadan, İngilterenin ise denizden hücuma geçecekleri, Rus sefirini yollayacak olurlarsa kendisinin de gitmeye hazır olduğunu ve otuz güne kadar İstanbul'da kıtlık olacağını, Mı­sır'ın da elden gideceğini bildirdi. Bunun yanında da Rus harp gemilerinin boğazlardan geçişi meselesi de bahis mevzu idi. Fakat, Sebastiyani'nin teşviki Rusların aniden tecavü­zü üzerine sadnazamın, peygamberin sancağı altında ilân~ı harb edilmesine karar verildi.
Rusların tecavüzüne sebeb, o zamanki postaların yavaşlı­ğıydı 122i/recep/1806eylül/29.cu günü Ruslar babıâliye Ef­lâk ve Buğdan beyleri hakkında bir oltimatom vermişlerdi. Çar 1. Aleksandra 29/ekim/1806'ya kadar bekledi. Babı­âli'nin, Rus taleblerini kabul ederek bahse konu beylerin, yerlerinde bırakılması haberini ancak kasım ayı başlarında aldı. Fakat bundan önce de mareşal Mikelson'a "Buğdan ve Eflâk'da Kaynarca ve muahedeyi takip eden hükümlere uy­mak, babıâli'yi emri altında bulunduran Fransız siyaset-i hâ-kimanesini durdurmak, Sebastiyani'nin çalışmasını gerilet­mek ve mecbur kalındığında Dalmaçya'da bulunmakta olan Fransız askerlerine karşılık vermek üzere, Buğdan'a girmesi­ni emretmişti. Ruslar, hiç bir sebeb yokken hücum etmiş ol­dukları gibi Rumeli içlerine de; Osmanlı devleti, ülke içine Fransız askeri sokacak ve nizam-ı cedidi zorla icra ettirecek­tir, tarzında fesat çıkarıcı yayımlarda bulunuyorlardı. Savaş İlanı sonrasında Rusya sefirinin Yedikule'de hapsedilmesi ka­dim (eski) adetlerden ise de, devletler arası hukuk gereğin­den ve ilk tatbiki münasebetiyle elçi İtalinskiyİ de bab-ı âliye çağırarak uygun bir lisanla: "Osmanlı devletinin istila olun­muş yerlerini Ruslar tahliye ettiklerinde yine İstanbul'a avdet edebilirsiniz" sözleriyle gerek kendisine gerek Rusyanın tüc­carlarına on gün müsaade*tanındı. İtalinski, çok geçmeden Bozcadaya kadar gelen üç Rus gemisine gitmek üzere İstan-buldan bir İngiliz gemisine bindi. Osmanlı devleti tedarik ve durumunu sağlam bir hale koymağa çabalıyordu. Hattâ Anadoludan pek çok asker getirtilmesi hususunda emirlerde verildi. Ne varki emirlerin yerine getirilmesi pek fena bir şe­kilde aksayacaktı. Buna bağlı olarak da, askerin İstanbul'a gelmesi tam üç ayı aldı. Bu halden anlaşılan, devlet ne bü­yük sahtelik ve asayişsizlik içinde, hayat sürmekte olduğunu anlamıştı. Gelecek içinde hiç tutunacak bir dalı olmadığı gö­rülmüştü.

Akdeniz adaları; Ruslara yardımcı Rumlarla dolu olduğun­dan Çanakkale'nin dahi savunmasının pek kolay olmayacağı anlaşılıyordu. Az asker, az para, zayıf savunma velhasıl her-şeyde bir yetersizlik hüküm ferma idi.

İşte; bu sırada Vahid efendi fevkalade elçilikle Napol-yon'un yanına yoiianmıştıkİ fakat bu göndermekten umulan netice elde edilemedi. Ancak; Ruslarda, İngüizlerde sanki iyi­liğimize çalışmaktaymış gibi davranıyorlardı. Ruslar, Fransız­ların istila yapacaklarını ileri sürüyor, Fransızlar da Rusların Buğdan ve Eflak'ı zapt etmek Sırbistan ve Karadağ ile Rum ahaliyi ayağa kaldırma azmini de taşıdığını haber veriyorlar­dı.
Özellikle Napolyon, 3. Selim hâna yazdığı nâmelerde, fev­kalâde teşvik ve koruma hisleri yer almaktaydı. Hattâ Al­manya'da bulunan Pojen'den yazmış bulunduğu mektubun bir yerinde: "Ruslar ile müttefik olan Prusya mahv oldu. Or­dularım; Vistül nehri üzerinde, Varşova ise hükmüm altına girmiştir. Prusya ve Rus politikası tekrar istiklâl kazanmayı temin iqin ordularını hazırlıyorlar. Sen de hazırlanıp, istiklâli­ni kazan. Zaman bu zamandır. Eğer bu ana kadar tedbirli davranmışsak, Rusyanın hatırını bu kadar saygıya değer bulmanız senin içinbir zaaf hükmüne girer. Devletini kayıb edersin!" Diyordu.

Beri taraftan da Sebastiyaniye, Buğdan, Eflâk ve Sırbiye eyaletlerinin mülk-ü hakimiyetlerine bir zarar gelmemek şar­tıyla, dev!et-i âliye ile saldırı ve savunma paktı imzalamasına izin veriyordu. Napolyon, İran taraflarından da Rusları meşgul ediyordu. Seksenbin İranlı, Fettah Ali şah'ın emriyle yü­rüyüşe geçmişti. Lâkin Rusların Buğdan üzerine inmeleri İn-niltere içinde hoşlanılacak şey değildi. Hattâ donanmasını da Çanakkale taraflarına getirdi. Bu sıralardaysa Pasbanoğlu öl­müştü.

Rusçuk ayanı Alemdar Mustafa Ağa'nın vezirlik rütbesi iie taltifi beraberinde, Silistre eyaletine tayini çıkdı. Paşa, Eflâk tarafına geçmişti. Bükreş yakınlarında karşılaştığı bîr gurup Rus birliklerini fena hâlde bozdu.

Öte taraftan da Pehlivan Ağa da, dörtbinden çok Rusya askerini tsmaiyl'e yakın Sahib adlı bir köy civarında, pusuya düşürerek perişan etti. Eline geçirebildiği kadar Rus asker el­bisesini, kendi askerlerine giydirip, yukarıda adı geçen kö­yün önünde, Rus askerlerinin tarzında saf bağladı. Gelmekte olanlar Rus birliği idi. Karşılarında saf tutmuş kuvvetin kendi askeri olduğunu sandıkları için buraya gelişleri, gayri munta­zam birtarzda vukubuldu.
Ancak; kıyafet değiştirmiş askerimiz ani bir saldırıyla bir çoğunu katledip bir kısmını da esir almayı başarabildi. Buna tam sevinmek üzereykendi; İngiliz donanmasının Çanakkale boğazını geçmiş olduğu haberi büyük endişeye sebeb oldu. İngilizlerin elçisi Arbutnot, devletinden almış olduğu kati tali­mat üzerine: "1213/1798 ingiltere-Osmanlı ittifakının yeni­lenmesi, Sebastiyani'nin kovulması, Osmanlı gemileri ile bo­ğaz istihkâmlarının İngiliz donanmasına teslimi, genel sulha kadar Buğdan'ın Rusya'ya teslimi," talebinde bulunmakla, kabul edilmediği taktirde de, İngiliz donanmasının İstanbul'a geleceğini hatırlatmıştı. Sebastiyani; işe karışarak bu istekle­rin tamamını red ettirdi. Bu vaziyet karşısında İngiliz elçisi daha önce İstanbul'a gelmiş olan iki harb gemisinden, amiral Sir Tomas Levis 'in binmiş olduğu Endimon isimli gemiye bi­nerek İstanbul'dan gitti. Geminin Çanakkaleden çıkışı esnasinda, kale memurları içinde elçi bulunduğundan habersiz ol­dukları için durdurmadılar.
İngilizler, Osmanlı devletinin tatbik etmekte olduğu yeni siyasi sistemi Sebastiyani'nin teşviklerine bağlıyorlardı. Bun­da da oldukça haklıydılar. Hele bu son bir kaç hafta içinde 3. Selim'in en has müşaviri kesilmişti. Arbutnot binmiş olduğu gemide ziyafet verilmesi bahanesi ile davetli olarak gelmiş bulunmakta olan İngiliz tüccarlarının protestolarını dinleme­yerek, sıvıştığını haklı göstermek için hareket vakasını ke­mâli emniyetle müzakereye girişecek bir yer aramış olma­sıyla tevil ediyor ise de, babıâlİ vazifesini terk ederek giden bir elçi ile de müzakerelere girişemeyeceğini vereceği izahatı doğrudan doğruya Londra'ya göndereceklerini beyan etti.

Bütün yabancı elçiliğe bu hususta tebliğ eylediği bir no-ta'da ne elçi, ne de İngilizler hakkında hiçbir kötü muamele­de bulunulmadığı halde ani gidişinden dolayı şikâyetini be­lirtti. Hakikaten; Arbutnot'un, ortadan çekildiği dönemdeki, İngiliz menfaatlerini, sefaretin mal ve eşyalarını emanet etti­ği, vekil kıldığı Danimarka elçisi Baron dö Hubeş, İngiliz se­faretinin mallarını ve eşyalarını teslim aldığı gibi İngiliz tebası hakkında koruyucu işlemleri de yapmaya başladı.

Velhasıl, elçininde firarı büyük çirkinlik olarak görülmüştü, ingiliz donanması başamirali Dukvarth'da müzakerelere baş­ladı. İngiliz elçisinin talimatında, dev!et-i âliye'yi tehdit etmek var idiysede, ilân-ı harp selahiyeti asla mevcut değildi.
Sebastiyani, yaveri Lakor'u önce Erzuruma yollamişsa da, boğazın savunmasını tamamlamak için Çanakkafeye gönde­riyor, Rumlara ise, 3. Selim'e tam olarak itaat etmelerini tav­siye ediyordu bir taraftan da babıâlinin müdafaya kudreti ol­madığını bildiği için telâşa düşüyor, Fransızların Varşova ta­raflarında mağlubiyeti hakkında çıkan haberlerden dolayı, Osmanlı devletinin bu tarz davranışı terk edeceğini zan ediyordu. Fakat, İngiltereye aid gemilerde Bozcaada önünde toplanmaya devam ediyorlardı. Bu sırada İngiliz sefareti ter­cümanı Pizani aracılığıyla konuşmalara başlandı. Kaptanpa-şanın; Bozcaadaya gelmesini ve geldiği takdirde ingiliz do­nanmasının harekete hazır olduğunu yazdı 8/şubat'da "ami­raller hareket edecekler. Çanakkale istihkâmlarından top atışı yapılmasın. İstanbul'da katliam olacaktır. Bizim mak­sadımız sulhdür. Eğer top atılmaz ise, Kaptanpaşayı selam­layacağız.
Sir Sidney Esmit, bombardımana memur edilmiştir, do­nanmamızda üç amiral bulunduğunu düşünmek yeterlidir! Artık, Türkler bizim ciddiyetimizden emin olsunlar." dediği gibi, 9/Şubat'ta: "İngiltere hükümeti Rusya'ya karşı düşman­lığı terk etme hakkında emir verirse kâfi sayacaktır. Fakat bu emir yarın akşam'dan evvel verilmelidir. Me olursa olsun İn­giliz donanması, İstanbul'a gidecektir. Bu gidişin dostça ve düşmanca olmasını Türkler tayin edecektir ve bu fırsat onla­rın elindedir." Diyordu. Hakikaten 13/şubat'ta Kaptanpaşa ile elçi arasında bir mükâleme husule geldi. Ancak işler keş­mekeşe düşmüştü. İngilizlerde Osmanlılarla münasebetleri, birden bire kesmeyi göze alamıyorlardı. Ayrıca rüzgârın mu­halif esmesi de gemilerini boğaz üstüne salmalarına müsa­ade etmemekteydi.
19/Şubat sabahı saat sekizinde lodos esmeğe başladı. Do­nanmamız Karadeniz boğamı dışında idi. 2 tane; üçanbarlı, yedi kalyon, altı firkateyn, altı korvet, iki şalopeden ibaretti başlamış olduğundan amiral Dokvorth Çanakkale boğazı gi­rişine iki gemi bırakarak, boğaza iki tane üçanbarlı altı tane harp gemisi, üç firkateyn, iki briykle girdi. İki tarafada gülle ve salkım saçarak, hızla kaleler arasından geçti. Bu donan­ma; Naraburnu'nun üst tarafındaki donanmamıza hücum et­ti. Askerin çoğu bayram münasebetiyle, karada olduğundan demir almaya, yelken açmaya vakit müsaid değildi. İçlerin­den birinin, bir firkateyn, şiddetli bir savunmada bulunmuş ise de, yinede İngilizler hepsini karaya oturttular. Dördünü yaktılar. İkisini zapt ettiler. Bu gemilerin içinden; Tonbik kap-tanzâde'nin idare ettiği briyk kurtularak pupa yelken İstan-bula, doğru firara başladı. İngiliz askerleri, karaya çıkarak Nara istihkâmındaki topları çivilediler. Topçular kaçmış ve Fransız subayları iş göremez hâle gelmişlerdi. Tonbikzâde; bayramın 3. günü İstanbul'a gelip vaziyeti haber verdi. Bu haberin meydana getirdiği heyecanının büyüklüğünü anlat­mak kabil değildir.

Hemen sahilin muhafaza altına alınması, tabyaların inşası için lâzım gelenlere vazifeler verildiysede, İstanbul her şekil­de savunmadan mahrum idi. Tarih-i Cevdet; bu sırada İstan­bul'un manzarasını şöyle tasvir ediyor: "İstanbul'da acıyı tatmamış, sert rüzgarı tecrübe etmemiş çelebiler, habbeyi kubbe ve katreyİ derya ederek işi büyütme ve mübalağacı, birbirlerine aykırı ve zıd, çeşit çeşit fikirlere inanmış lafa­zanlar pek çok olduğundan boyleleri köşe başlarında topla­nıp, ağızağiza verip bir takım karışık rivayetlere benzer ev­ham ve hayaller ile birbirlerini kuşkulara düşürerek, öylesi acaip ve dehşet hale düştülerki İstanbul'un hâli kıyamet gü­nü için bir numune olmuştu. Bu sırada bazıları da, cifir he­sapları yapmaya başladı. <Be canım, ahir zaman olduğu şüphesizdir. Ben-i asferin galebesi, mehdi'nin çıkması pek açıktır. Galiba beklenmekte olan vakit geldi. Bazılanda, bu son günümüz işareti olduğu muhakkaktır. Hayfaki kıyamet başımızda koptu, derlerdi.>

Neyse askerler tayfası cûşu hûruşa geldi. Topçular topları­nın başına geçti. Yeniçeriler; yatağanlarını takıp, tüfenklerini aldılar. Talebe-i ulum dahi sokaklara fırlayıp ahaliye gayret vermeğe çalıştılar. İngiliz donanmasının boğazdan geçmesi padişahı korkuttu. Hele Baruthane açıklarında görüntüsü en çok tehlikeye açık olan saray halkını titretti. Kadınlar ve ha­rem ağalan bütün geceyi feryadı figanla geçirdiler.

Donanma Kızıl adalar önüne demir attıktan azsonra babı-âliye İngiliz elçisinin bir yazısı geldi. Bu yazı da padişahın do­nanmasının emaneten teslimi, Rusya ile sulh imzalanması, İngiltere ile ittifakın yenilenmesi, hakkında bir senet verilme­si bunun cevabının, bir gün içinde ulaşması istenmişti. Babı­âli ile ingiliz elçiliği arasında bir kaç defa haberleşme olunca, İngilizler verdikleri müddeti üç saate indirdiler. Sebastiya-ni'nin kovulmasının müddeti için vakit uzatması yaptılar. Devletin ileri gelenleriyle yapılan müşavere sonunda İngii'z tekliflerinin kabul edilmesinde ittifak ettiler. Hattâ Sebastiyâ-ni'nin İstanbul'dan çekilip gitmesi için sarayın memurların­dan İshak beyi yolladılar. Vaziyet elçiye nezaketle anlatıldı.

Sebastiyani ise; zaten böyle bir teklifle karşılaşacağını tah­min etmiş bulunduğundan kendini hazırlamış. Hiç bir hayret ve kızgınlığa giriftar olmadan nezdine gelen İshak bey'e "bağlısı olduğum devletimin bana vermiş olduğu bu yüksek vazifeyi bana hiç bir şey terkettiremez. Bir Fransız sefiri, çok büyük ve muazzam devlete mensup olduğundan, ava­mın patırdılarını andıran hareketlerden korkacak olursa, hakkında tatbik edilebilecek ceza olacağından emindir. Zât-ı şahaneye söyleyin. Bu hâl yalnız devlet-i Osmaniye'nin şe­ref ve sânını zail etmez, İr^gilterenin cebren kabul ettirmek istediği şartlara muvafakat ederler ise bütün Avrupa Osma-ni'sini terk etmek tehlikesi de vardır. Otuz milyonluk nüfusu olan bir devleti muazzamayı İngilizlere terketmektense bu payitahtı terk edipde, meselâ Edirne'ye çekilmek daha evlâ­dır. Bundan başka babıâli şayed mösyö Arbutnot'un teklif ettiği antlaşmaya muvafakat edecek olursa, yalnız haşmet-meab-ı imparatoriyenin dostluğunu gaib etmeyip, belkide bütün bütün hiddet ve kızgınlığına maruz kalacağımda bil­mez değillerdir. Sebastiyani; babıali nezdinde, kendisinin, muteber bir sefir olduğunu söyleyerek, apaçık tarzda kendi­sine bir tebligat yapılmadığı takdirde asla İstanbuldan çık­mayacağını açıklamıştı. Kalkıp; reisülküttap efendiye gide­rek: "böyle beş-on gemiye bir payitahtı teslim etmek ne de­mektir? Bundan sonra artık devleti âliye istiklâliyyet ve ta-mamiyyet-i, mülk sözünü hangi yüzle, dile getirebilir? Bu İngiliz donanmasında asker yok ki, karaya döküp de, İstan­bul'u zaptetsin. Yalnız; Sarayburnuna yeterli sayıda top koysanız, onları harab edebilirsiniz. Onlar, size nazaran çok daha büyük tehlike karşısında. Hem sizin ateşinizden çeki­nirler, hemde su ve rüzgârdan dolayı karaya düşmekten sa­kınırlar. Bütün bunlar kendilerine müsaid olupda, sizin ate­şinize galebe çalsalar dahi ne yapabilirler? Sonun da; İstan­bul'un ancak bir kaç mahallesini yakıp giderler. İstanbul bu kadar yangına maruz kalıyor. Farz ediniz ki; bu defa da bü­yük bir harik <yangm> oldu. Yanan yerler yine yapılabilir. Lâkin devletin namusu esasından yıkılırsa daha sonra yapı­lamaz." şeklinde sözleri söyleyerekten reisefendiyi susturup, düşüncelere sevk etti. Ve "Zâtı şahaneleri kendilerine her bir vasıta ile yardım edeceğimden emin olabilirler. Rus kuvvet­leri kaçmağa devam etmektedir. Osmanlı devletini kuvvet­lendirmek için takviye etme zamanı gelmiştir. Fakat padi­şah hazretlerinin müşterek düşmanımıza bir an bile rahat vermemek için ahalinin sadakati icab ettiği her türlü tesir edici tedbiri almaları elzemdir." Sebastiyani'nin telkinleriyle ahalinin ve askerin müdafaada gösterdiği koruyuculuk, ve­killer heyetine ilk verilen kararın kaldırılmasını temin ettirdi. Hattâ savunma idaresinde Sebastiyani görevli kılındı.


Eser: Büyük Osmanlı Tarihi

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Büyük Osmanlı Tarihi

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..