1- Kölenin Cinayeti Ve Efendisinin Onun Fidyesini Verip Vermemekte Muhayyer Olması

İmâm Muhammed (R. A.), el-Asi'da şöyle buyurmuştur:

Bir köle, bir adama karşı malı gerektiren bir cinayet işlerse; o tak­dirde efendisi muhayyerdir. İster, o köleyi verir; İsterse, diyetini (~ ersini) verir.

Bu bizim yolumuzdur.

Aslında onu vermek gerekir; fidye veya erş ile de onu kurtarmış olur. Bu muhayyerlik, hâlde olur; te*cil edilince olmaz.

Kendisine karşı suç işlenen kimse, vazgeçerse; kölenin -can hariş-kasden veya hatâen yapması müsavidir. Her iki hâlde de mal gerekir. Muhiyfte de böyledir.                                      -

Şayet bir şeyi seçmez ve köle de ölürse; kendisine karşı suç işleni­lenin hakkı bâtıl olur. Kâfi'de de böyledir.

Köle ölmez, fakat efendisi ölürse; o takdirde, kendisine karşı suç işlenilen zat, ersi seçer.

Şayet köleyi, efendisi, öldürmemiş de bir başkası kasden Öldürmüşse, cinayet bâtıl olur ve kölenin efendisi, kısas ister.

Eğer, kasden değil de, hatâ ile öldürmüşse; o zaman da kıymetini alır. Sonra da, o aldığı kıymeti, kölenin işlediği suça karşılık verir. Suçlunun sahibi için muhayyerlik yoktur. O kıymeti tasarruf eder. Erş için, muhtar olmaz. Tahâvî Şerhi'nde de böyledir.

Efendi, fidyeyi ihtiyar ettikten sonra, kölenin öldürmesinden vaz geçilmez. Kâfî'de de böyledir.

Bir köle,  hatâ ile cinayet işleyince,  kendisine karşı cinayet işlenenin efendisi fidyeyi intihap eder;  efendinin yanında da fidye verecek bir şeyi olmazsa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): "Hâlde yapılan intihap maziye karışmıştır ve kendisine karşı cinayet işlenilenin efendisi intihabını değiştiremez ve kölenin rakabesine dönemez. Bu köle satılır ve diyeti Ödenir. Onun, diyet bedelinden kalan olursa; borç olarak kölenin üzerinde kalır. Şayet köle kendisi satmazsa; hâkim de satmaz ve onu kendi nefsini satana kadar, veya onun emriyle bir başkası satana kadar hapseder." buyurmuştur.

İmâmeyn'iri kavline göre ise, eğer fidyeyi secmişse, isteği, hâlde geçmiştir; fidyeden âciz olunca; cinayetin velileri dilerlerse, ihtiyarlarını kölede olan haklarına dönene kadar- bozarlar; dilerlerse bozmazlar ve hâkimden kölenin rızâsı olmasa da, onu satmasını -parasından diyetin verilmesi ve kalanın borç olarak kalması için- talep ederler. Mubıyt'te de böyledir.

Fidyesi verildikten sonra, köle bir cinayet daha yaparsa; cinayet yapılanın efendisi, köle ile fidye arasında -Önceki cinayette olduğu gibi-muhayy erdir.

Keza, her fidyesi verildikten sonra, cinayet işlerse; ya köle veya fidyesi emredilir.

Önceki cinayet sahibi, henüz bir şeyi ihtiyar etmeden veya iki cinayeti bir anda yaptığı zaman yahut bir kaç suç işlediği zaman o kölenin efendisine: "Sen köleyi mi vereceksin, yoksa ayrı ayrı fidyeleri mi vereceksin? *' denilir.

Efendi köleyi onlara teslim edince herkes hakkı kadarım alacaktır. Ve her birinin hakkı, suçlara göredir. Tebyîn'de de böyledir.

Köle, bir adamı öldürür; başka birinin de gözünü çıkarırsa; onu üç hisse yaparlar. İkisini öldürülenin velîsi; bir hissesini de gözünü çıkardığının yakınları alırlar. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Keza, köle, bir defada, ayrı ayrı üç yaralama suçu işlerse; bu köle, onlara verilir. Ve onlar, aralarında cinayetler nisbetinde taksimini yaparlar. Serahsî'nin Muhıylı'nde de böyledir.

Köle cinayet işleyince, onun efendisi muhayyerdir: Dilerse, o köleyi verir; dilerse, fidyesini verir.

Yarısını fidye, yarısını da kölenin yansı olarak vermeyi intihap ederse; işte burda vücühlar vardır:
1) Cinayet sahibi bir olabilir.
Şöyle ki: Bir adamın babasını, hatâ ile, köle öldürür veya köle, hür bir adamın elini keserse; bu hâllerde, efendisi dilerse; yarısını verir; yansınında fidyesini verir; isterse, köleyi tam verir. Bu, bi'1-ittifak rivayettir.
2) Ölen iki kişi olabilir.

Şöyleki: Köle, hatâ ile, iki adam öldürmüş bulunur ve her ikisinin de birer oğlu olur ve kölenin efendisi, birisine fidyesini veya köleyi verirse; diğerinin muhayyerlik hakkı kalır. Bu da bil-ittifak rivayetlerdir.
3) Ölen bir kişi, velîsi ise iki kişi olduğunda, onlardan birisine, efendi fidye vermek isterse bu olur mu?

Bütün rivayetler, muhtardır. Tek rivayette Dürr kitabında: "Muhtar olamaz." denilmiştir." Zehyre'de de böyledir.

Bir köleye karşı çok cinayet işlenir; birisi onu gasbeder veya eli kesilir ve o yüzden de ölürse; bu durumda cinayet sahipleri tarafından, kıymeti taksim edilir. Efendisi için muhayyerlik yoktur. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Bir câriye, hatâ ile bir cinayet işledikten sonra, doğum yapar; doğan çocuk da birinin elini keserse; efendisi muhayyerdir: Dilerse anasını verir ve cinayetin yarı kıymetini öder; dilerse, hem anasını hem de çocuğunu verir; dilerse, ikisini de yanında bırakıp, diyetlerini verir. Diyet ister kıymetinin yarısı kadar olsun; isterse danada az olsun farketmez, Mebsût'ta da böyledir.

Bir câriye, birinin elini kestikten sonra," doğum yapar ve o da anasını öldürürse; efendi muhayyerdir: Dilerse, çocuğu verir, dilerse, kesilen elin diyetini verir. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Şayet bir köle hatâ ile bir adamı Öldürse sonrada efendinin cariyesi hata ile o köleyi öldürse efendiye o cariyeyi ver denilir veya kölenin kıymetini ver denir.
Bir köle, bir kimseyi hatâ ile öldürür; bir câriye de, hatâ ile bir adamı öldürür ve bunların ikisi de bir adamın olurlar; sonra da o köle, o cariyeyi hatâ ile öldürürse; bu durumda efendi, köleyi verm  :1e, fidye vermek arasında muhayyerdir.

Şayet köleyi verirse, onun hakkında, hür ölenin velileri ile cariyenin cinayetinin velileri arasında taksim yapılır.

Eğer, efendi fidye vermeyi murad ederse; cariyenin kıymetini, onun cinayeti için verir. Hür şahsın diyetini de, kölenin kıymeti kadar verir.

Câriye, hatâ ile bir adam öldürdükten sonra, bir kız doğurur; daha sonra da hatâ ile, o kız bir adam öldürür; bilâhare de o kız, o cariyeyi (yâni anasını) Öldürürse; efendisi muhtardır: Dilerse, cariyenin Öldürdüğü adamın velisine, o cariyenin kıymetini Öder. Kızın Öldürdüğüne de diyetini verir; dilerse, kızı onlara verir ve anası ile, ken­disinin öldürdüklerinin arasında taksim edilir. Mebsût'ta da böyledir.

Şayet, kız anasının gözünü çıkarmış olsaydı da, onu öldürmüş olmasaydı; işte burda dört durum hasıl olurdu.
1) Efendilerinin, ikisini de vermesi.
2) İkisinin de fidyelerini vermesi
3) Anasının fidyesini, kızın kendisinin vermesi,
4) Kızın fidyesini verip, anasının kendisini vermesi.

Şayet her ikisini de vermeyi seçerse; anayı, öldürdüğü adamın velisine; kızı ise, anasının öldürdüğünün velîsi ile, kızın öldürdüğü adamın velîsine verir.

Anasının öldürdüğü adamın velîsi (vârisi) ananın yarı diyetini alır; kızın Öldürdüğü adamın, vârisleri ise tam diyet alır,

Şayet, efendileri fidyelerini verirse; her birine tam diyet öder. Kızın, anasına karşı işlediği suçun bedelini iskat eder (= düşürür).

Ananın kendisini ve kızının da fidyesini vermeyi seçmişse; anayı, öldürdüğü kimsenin adamlarına verir.

Kızın öldürdüğü adamın, adamlarına da onun diyetini öder. Ananın öldürdüğü adamın adamlarına, Ananın kıymetinin yansını da verir.

Şayet  kızın  kendisini,  anasının da fidyesini verecekse;  kızı öldürdüğü adamın yerine verir.

Ananın öldürdüğü adamın adamlarına da, onun fidyesini verir. Hâvî'de de böyledir.

Eğer anası, kızın gözünü, -kızı, kendinin gözünü çıkardıktan sonra- çıkarır; sonra da, efendileri, ikisini de def etmek (= vermek) isterse; onları, öldürdükleri adamların yerlerine verir.

Şayet dilerse, ikisinin maktullerinin de, tam diyetlerini Öder ve iki­sini de yanında bırakır. Mebsût'ta da böyledir.

Suçlu köle, bir adamın da kölesini öldürürse, ikinci ölen kölenin efendisi,    kölenin    verilmesi    ile    fidyesinin   verilmesi    hususunda muhayyerdir.

Eğer efendi, kölenin fidyesini verirse; her iki maktulün efendileri, onu aralarında taksim ederler.

Şayet, ikinci efendi, kölenin, birinci efendiye verilmesini isterse; köleyi alan efendi, muhayyerdir. Dilerse, ikinci efendiye köleyi verir; dilerse, fidyesini verir. Hâvî'de de böyledir.

Katil olan köleyi, başka bir köle öldürür ve o da öldürdüğünün yerine verilir; onuda efendisi azad eder veya satarsa; hür, diyeti almaya muhtardır. Muhıyt'te de böyledir.

Cinayet işleyen bir cariyeye karşı, cinayet işlenir; efendisi de diye­tini alırsa; o diyetle birlikte, cariyeyi önceki işlemiş olduğu cinayete karşılık olarak verir.

Şayet, bu cariyeye cinayet, kendisi cinayet işlemeden önce işlenirse; o takdirde, efendisi önceki ersi vermez,

Cariyenin cinayetinden sonra, erş (= uzuv diyeti) vâcib olup, efendisi de o cariyeyi yanında tutup, onun fidyesini verirse; o diyetten de faydalanır; fidyesine onu da ilâve edebilir.

Fidye vermeyi istemez, erş'de telef olur veya onu bağış yaparsa; bu durumda başka yapacağı bir şey yoktur. Hem cariyeyi verecek ve hem de ersi borçlanacaktır.

Bir caniye karşı, cinayet işlenir; o cinayetin de caninin suçundan önce mi, sonra mı işlendiği bilinmez ve iki taraf da cinayetin suçtan önce işlediğini doğrul arsa; hüküm doğruladıkları gibi olur.

İkisi de: "önce mi, sonra mı olduğunu bilmiyoruz." derler ve şayet efendi, köleyi vermek isterse; erş ne olur? Âlimlerimiz şöyle buyurmuşlardır: Vekâlet Kitabı'mn ba'zı nüshalarında "O erş, efendi ile kendisine karşı cinayet işlenen şahıs arasında, yan yarıya taksim edilir." denilmiştir.

Eğer aralarında ihtilaf çıkar da, kendisine karşı suç işlenilen şahıs: "Erş, cinayetten sonradır ve benim hakkımdır." der; efendi de: "Hayır, bu erş, cinayetten öncedir ve benim hakkımdır.'* derse; bu durumda, ' -yeminle birlikte- efendinin sözü geçerlidir ve erş, onun olur.

Ancak kendisine karşı suç işlenilen şahıs, beyyinesiyle, "ersin, cinayetten sonra olduğunu'* söyler ve isbat ederse; o takdirde erş ( = diyet) onun olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir köle, hatâ ile bir adam öldürdükten sonra, başka bir kimse, o kölenin gözünü çıkarır; daha sonra da, o köle hatâ ile birisini daha öldürür bundan sonra da, kölenin efendisi, önceki öldürdüğü adamın yerine, o köleyi vermek isterse; bu durumda, onu ersi ile birlikte verir.

Sonrada, bu köleye ikisi ortak olarak sonraki suçunun diyetini öderler.

Şöyle ki: Kölenin kıymeti bin dirhem olsa; gözün diyeti beşyüz dirhemdir, İşte bu durumda köle, aralarında otuz dokuz senim olarak taksim edilir.

Keza, köle, birinin gözünü çıkarır ve bu köle ona verilirse; önceki velisi, onun, gözünün diyetinden fazla olan kıymetine hak sahibidir. Mebsût'ta da böyledir.

Cinayet işleyen köle para kazanır veya cariyesi doğum yapar; efendisi de onu cinayet bedeli olarak verecek olursa; onun kârını ve çocuğunu vermez. HâvTde de böyledir.

Bir köle, cinayet işledikten sonra; ona semavî bir kusur isabet eder; ve efendisi, cinayetine bedel olarak, o köleyi verirse; ona, bu kusurundan dolayı hiç bir şey söylenmez.

Keza, efendisi, bir ihtiyaç için onu bir yere gönderince, o da orda ölür veya gittiği yerden gelmezse, bu durumlarda efendiye tazminat gerekmez.

Şayet, cinayetten sonra, ona efendisi ticaret izni verir; köle de borca batarsa; bu durumda efendisi, onun -erş'i hâriç- kıymetini tazmin eder. Mebsût'ta da böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.), CamiuVSagıf'de şöyle buyurmuştur: Bir köleye ticaret izni verilir; o da bin dirhem borçlandıktan sonra, hatâ ile bir cinayet işler; bundan sonra da efendisi, onu, "onun bor­cunun (= ersinin) olduğunu ve kıymetinin alacaklılarına âit bulunduğunu bilerek azâd ederse; o efendinin; birisi alacaklılarına, birisi de suçunun sahiplerine olmak üzere iki kıvmet ödemesi gerekir. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet, böyle bir köleyi, bir yabancı hatâ ile öldürürse; efendisine yalnız bir kıymet borçlanır. Onu da efendisi, kölenin alacaklılarına verir. Kâfî'de de böyledir.

İzinli bir köle, cinayet işlerse; efendisi, köleyi vermekle, fidyesini vermek arasında muhayyerdir.

Şayet, cinayeti sebebiyle köleyi verirse, bu köle borçlan sebebiyle satılır.

Eğer borcu ödendikten sonra bir şey kalırsa, işte o cinayet sahiple­rinin olur. Zahîrîyye'de de böyledir.

Şayet, o kölenin parası, borcuna yetişmedi ise, alacaklıların efen­disine de, başka birine de diyecekleri yoktur.

Ancak beklerler ve ne zaman azâd olursa; o zaman alacaklarını ondan isterler.

Âlimler şöyle buyurmuşlardır:

Eğer efendisi, hâkimin hükmü olmadan, cinayet sahiplerine verdi ise, kıyâsda, alacaklıların alacağını da öder. İstihsânda ise ödemez.

Efendi, kölesini borçlan sebebiyle alacaklılarına bilerek verirse; bunda, onun cinayet işlediğini bilsin veya bilmesin muhayyerdir.

Beyyine gereğince, hâkim borcu sebebiyle o köleyi satar ve onun cinayet işlemiş olduğunu da bilmez; sonra da cinayet sahipleri, hâkime müracaat ederler ve bu kölenin bedeli de borcundan fazla olmazsa; cinayet velîlerinin hakkı sakıt olur (= düşer). Hâvî'de de böyledir.

Rehin bırakılmış bir köle, bir adamı hatâ ile öldürür; kendi kıymeti de rehin alanın alacağı kadar olursa; mürtehin, onu kimseye vermeyebilir.

Eğer mürtehin: "Ben istemem." derse; rehin bırakan, onu cinayeti sebebiyle suç işlenenlere verir.

Şayet efendisi, onu azâd ederse; kıymetini ödemede muhtardır.

Muhıyt'te deböyledir.

Şayet efendisi, cinayet işlemiş olan bir köleyi satar veya azâd eder yahut müdebber veya mükâtep eder; onun cinayet işlemiş olduğunu da iyice bilmekte olursa; işte o muhtardır.

Eğer  bilmiyorsa,  muhtar  değildir.  Onun  cinayetten  suçunun karşılığını tazmin eder. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Cariyenin çocuk doğurması ve bağış yapılması da bu iki durum­dadır.

Bir câriye, bîr cinayet işler; efendisi de: "Ben, onu cinayetten Önce azâd eyledim (veya müdebbere eyledim, yahut o, benim ümmü veledim oldu." der; bu da cinayet ehli tarafından doğrulanmazsa; bu durum­larda, efendisi muhayyerdir: Dilerse fidyesini verir.

Bu, bunu cinayeti bildikten sonra söylerse, böyledir. Şayet cinayeti bilmeden önce söylerse, onun kıymetini öder. Mebsût'ta da böyledir.

Şayet efendi cinayet işlemiş bir köleyi, satışa arz eder veya icara verir yahut rehin bırakırsa, fidyesi için muhayyer olamaz.

Şayet, fâsid bir satışla satış yaparsa; teslim edene kadar ısrar edemez.

Eğer,   fâsid   kitabetle  mükâteb   yapmışsa;   işte   o   binefsihî sözleşmekte muhtardır. Kâfî'de de böyledir.

Cinayeti öğrendikten sonra, o köleyi satar; müşteri de bir aybı sebebiyle, onu geri iade ederse; o takdirde, diyetini ihtiyar eder.

Şayet köleyi satacak olur da, müşteri muhayyer kalırsa, yine böyledir.

Fakat, muhayyerlik hakkı satıcının olursa, satış bozulur. O bilsin veya bilmesin, muhayyer olmaz. Ona: "Ya köleyi ver veya fidyesini ver." denilir. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

İmlâ'da şöyle zikretmiştir:

tmftm Muhammed (R. A.) şöyle buyurmuştur: Cinayetten sonra köleyi satmak muhayyerliği yoktur. Bu durumda, müşteriye: "Ya feda et; ya ver." denilir.

Bu, İmameyn'in kavlidir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir köle, iki cinayet işlese de, efendisinin birisinden haberi olup, diğerinden haberi olmaz ve onu satar Veya azad eder yahut benzeri bir sey yaparsa; bildiği için fidye muhayyerliği vardır; bilmediği için de, hakkı   zayi   olmasın   diye,   kıymetinin   hissesini   verir.   Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Cinayet işleyen, câriye olur ve efendisi ona cima ederse fidyesi için muhayyer olmaz. Hamile veya kız olursa, o zaman müstesnadır. Hızâ-netü'l-Müftîn'de de böyledir.

el-As! kitabında: Evlilik, muhayyerliği gerektirmez.*' denilmiştir. Hâvî'de de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, kölesinin cinayetini bildiği hâlde, onu bağış yapar veya bilmeden bağış yapar ve onu cinayet kendisine karşı yapılan şahsa bağışlamış olursa; bu durumlarda, efendiye bir şey gerekmez.

Şayet, ona satarsa, -ayrıca- diyet öder. İster cinayetini bilerek satsın, ister bilmeyerek satsın, bu efendi kölesinin cinayet diyetini Öder. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, kölesinin cinayetini bilerek, onu mükatep yaptıktan sonra, bu köle, aciz kalıp; kitabet bedelini ödeyemez ve aciz kalmadan, cinayeti   hakkında  diyet   için   dava   açılmış,   hâkim   de   diyeti hükmeylemişse; bu hüküm bozulmaz.

Şayet, da'vadan önce âciz kalmışsa; efendisi, ya onu, veya fidyesini verir. Zahîriyye'de de böyledir.

îki köle bir, adamı öldürdüklerinde; efendileri onlardan birisini azâd   ederse;   diyet   muhtariyetinde   ısrarda   bulunulmaz. Tamamı hakkında değil de, yarısının diyeti hakkında muhtar olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir köle, hatâ ile bir adamı öldürür; ve efendisi, cinayetini bil­meden, onu satar; sonra tekrar satın alır ve bu defa da cinayetini bilerek satarsa; Önceki kıymetini tazmin eder. İkinci satışından dolayı bir şey gerekmez.

Satılan köle aybı sebebiyle -hakimin hükmüyle- geri verildikten sonra, onun cani olduğunu bilerek, satarsa; üzerine diyeti seçmiş olur.
Efendisi, cinayetini bilmeyerek, mükâteb yaptıktan sonra; o âcİ2 kalır ve onu bu defa onun cinayetini bilerek satarsa; üzerine diyet gerekir.

Keza, bilmeyerek bağış yapar ve bağışlanan onu teslim aldıktan sonra; efendisi, bu bağıştan dönerek, köleyi geri alsa ve cinayetini bilerek satsa; diyet lazım gelir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adamın, bir kölesi olur ve o bir cinayet işler; cinayetin velisi de: "Bu, senin kolendir." der; adam da: "Bu, benim yanımda, filan adamın emânetidir (veya ariyetidir yahut icâresidir veya rehinidir)." der; diğeri de, ona karşı beyyine ibraz eder; gaip olan da gelir ve kendisine karşı söyleneni isbat edemez ise, köle yanında olana: "Ya köleyi veya diyetini vermesi" emredilir.

Şayet efendisi, o köleyi cinayete bedel olarak verir; sonra da, gaip gelip, kölesini alırsa; efendiye bir şey gerekmez.

Şayet köleyi verirse, artık o zaman, gaip muhayyerdir: Dilerse, vazgeçer ve öyle kalır; dilerse, köleyi alıp, onun diyetini öder.

Şayet bir şey yapmaz ise, bidayette verenin muhayyerliği gibi olmuş .  olur.

Eğer alırsa, kölenin diyetini ihtiyar etmiş olur. Şayet gaip, "kölenin kendisinin olduğunu" inkâr ederse; Önceki herne yapmışsa, o caiz olmuştur. Mebsfit'ta da böyledir.

Eğer, efendi, "kölenin başkasına âit olduğunu" ikrar ederse burada iki durum vardır:

Ya, önce cinayetini; sonra da, o kölenin başkasına âit olduğunu söyler;

Veya bunun tersine, önce kölenin başkasına âit olduğunu; sonra da cinayet işlediğini söyler.

tki durumda da, o kölenin, o efendinin yanında kaldığı; ya bilinir veya bilinmez.

Önce cinayetini söyledi; sonra da o kölenin bir başkasının olduğunu ikrar eyledi ise, kölenin de yanında kaldığı biliniyor ve ikrar eden de, cinayet ehli de bunu doğruluyorlarsa; ikrar edene: "Köleyi ver veya bedel olarak ver." denir.

Eğer yalanlarlarsa, o takdirde, ikrar eden şahıs muhtar olamaz; köleyi bedel olarak veremez.

Şayet, köle yanında olan şahıs, ikrar eder; fakat, cinayet sahipleri inanmazsa; bu durumda, ikrar eden, muhtardır; bedel olarak verebilir.

Şayet, ikrar eden, önce başkasının mülkü olduğunu söyledi de, sonra da cinayetini söyledi ve her iki taraf da bunu doğruladı ise; kendisi için ikrar edilen şahıs dava edilir.

Şayet yalanladılar ise, yalnız ikrar eden da'vâ edilir.

Eğer mülkünü ikrar eder de, cinayetini inkâr ederse; cinayet heder olur.

Eğer kölenin ikrar edenin mi, yoksa ikrar olunanın mı olduğu bilinmiyor ve önce cinayeti ikrar etmiş; sonra da: "Başkasının mülkü­dür." demişse; veya önce "başkasının mülkü" demiş de sonra da cinayetini söylemişse; yine böyledir. Serahsî'nin MuhıytTnde de böyledir.

Bir adamm yanında bir köle olur; fakat, o kölenin kime âit olduğu bilinmez;   bu   köle  yanında  olan  şahıs  da,   "onun, kendisine  âit olduğunu" söylemediği gibi, o köleden de "yanında olduğu adamın kölesi olduğu" duyulmamış olur ve bu köle bir cinayet işlemiş bulunur ve bu beyyin ile sabit olur veya köle yanında bulunan şahıs, bunu ikrar etmiş sonra da, köle yanında olan zat, "onun, bir başkasının kölesi" olduğunu söyler;  kendisinin  olduğu söylenen adam da daha önce sabitleşmiş olan cinayeti inkâr ederse; kölenin kendisine âit olduğu ikrar olunan şahsa: "Ya köleyi ver veya diyetini öde." denilir»

Şayet cinayet, yalnız köle yanında olanın ikrarı ile sabit olmuşsa; ikrar olunan zat, kölesini alır ve cinayet de bâtıl olur. Ve, köle kendisine ikrar olunan şahsa bir şey yapılmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir köle, bir cinayet işler; efendisi de: "Ben, onu cinayetinden önce, filan adama sattım." der; o filan adam da bunu kabul ederse; işte o zaman, o filana: "Ya köleyi veya bedelini ver" denilir.

Şayet, o filan yalanlarsa; o takdirde, bu kölenin efendisine, bu sözler söylenir. Mebsût'ta da böyledir.

Şayet efendi, cinayet sahibine. Bu köleyi, azâd eyle." der; o da azad ederse;  eğer efendi cinayeti biliyorsa,  muhtardır.  Kâfi'de de böyledir.

tbnü Semâa'nm Nevâdiri'nde şöyle zikredilmiştir:

Şayet, cinayet işlenenin emriyle, kölenin efendisi, onu azâd ederse; işte o muhtardır. Diyet, köleye aittir. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet cinayet işleyen bir köleyi, efendisi kasden veya hatâen öldü­rürse; onun da cinayet işlemiş olduğunu bilmezse; işte o takdirde, kendi malından, kölenin cinayet bedelini öder. Hâvî'de de böyledir.

Efendisi, bir köleye, izi kalacak şekilde vurur ve bunu da cinaye­tini bilerek yaparsa; işte bu takdirde de muhtardır.

Şayet cinayetini bilmeyerek vurursa kıymetini ve cinayet ersini öder.

Ancak, cinayet sahibi, öylece kabul ederse, o da olur. Ve bu durumda efendinin erş ödemesi gerekmez.

Şayet bu efendi, kölenin gözüne vurmuş ve ona boz (perde) inmiş; sonra da bu perde kaybolmuşsa; ve bu da da'vadan önce olmuşsa; efendi isterse köleyi; isterse bedelini verir.

Eğer mahkemede, hâ kim efendi: ' 'O gözü n ersini de, hükmeylemiş" sonra da göz iyileşmişse; hüküm reddedilmez. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir câriye, bir adamı kasden öldürür ve ölenin de iki velîsi olur ve onlardan birisi, cariyenin çocuğuna karşılık sulh olursa, efendisi, diğer veli hakkında muhtardır: İsterse, yan diyetini verir.

Diirr kitabında ise: "Fidye vermede muhtar değildir." denilmiştir.

Şayet onlardan birisi, cariyenin üçte birine sulh olursa; geride kalana, efendisi muhayyerdir. Dilerse, cariyeyi verir; dilerse bedelini verir.

Câmi'de ve Dürr'de: "Muhayyer değildir." denilmiştir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

İmlâ da şöyle zikredilmiştir:

îki kişinin ortak olduğu, iki köle cinayet işlediklerinde; bu efendi­lerden birisi, "köleyi azâd eylediğini" söylerse; şehâdeti caiz olmaz. Ve, üzerine yarı diyet gerekir; diğerine de yarı diyet gerekir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir köle, cinayet işleyip, onu kimseye söylemez; efendisi de onu, cinayetini bilip, yaranın iyileştiğini de bilerek azâd ettikten sonra, yara azıp bozulur ve adam ölürse; efendiye diyet gerekir.

Bir köle, bir adamı yaralayınca; efendi mahkemeye düşer; köle de yara bedelini verir; sonra da adam o yaradan ölürse; istihsânda, efendi muhayyerdir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'nın önceki kavli budur.

İmâm Muhammed (R.A.)'in kavli de budur.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.), sonradan, kıyâsa avdet eylemiştir.

İmâm Muhammed (R. A.) ise, istihsânda karar eylemiştir.

Ancak aralarında bir fark vardır: O da, aralarında hâkimin hükmü olmadan, verip vermemektir.

Şayet, hâkimin hükmüyle yara bedelini vermiş ve o adam da, son­radan ölmüşse; müstakbel için muhayyerdir. İşte bu hâkim hüküm vermeden önce verilen erse muhaliftir. Burda tam diyet vardır. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, kölesine: "Eğer sen, filânı öldürürsen veya onu atarsan yahut yaralarsan; o zaman, sen hürsün." der; o köle de denilenleri yaparsa; bu takdirde, efendi muhayyerdir: Dilerse, kölenin bedelim verir.

Şayet, bu kölenin cinayeti kısası gerektiriyorsa; (Şöyle ki: Efendisi» kölesine: "Eğer sen, ona kılıçla vurursan, hürsün." derse) efendiye hiç bir şey gerekmez. O, kıymet de, diyet de ödemez. Muhıyt'te de böyledir.

Bir köle, bir cinayet işlemiş olur; efendisi de ölür ve onun oğlu, o köleyi hür sanırsa; bu oğulun diyet ödemesi gerekir. Aynı zamanda, o köleye vâris olur. Hızânetü'l-Müftfn'de de böyledir.

Hâmile olan câriye, bir cinayet işler; efendisi de, bu cariyenin karnındakini; -cinayetini bilerek- azâd ederse; o takdirde muhtardır: İsterse, fidyesini verir. Talip, ister çocuk doğmadan önce gelsin, isterse sonra gelsin farketmez.

Şayet onun cinayet işlediğini bilmiyorsa," talib.de doğumdan Önce gelmişse yine efendi muhayyerdir: Dilerse, tazminatım verir; dilerse, hamile halindeki kıymetini verir. Çocuk dâ hür olur.

Şayet, talip doğumdan sonra geldiyse, efendisi yine muhayyerdir: Dilerse, cariyeyi verir; dilerse, bedelini verir. Onun, çocuk için yapacağı bir şey yoktur. Zahîriyye'de de böyiedir.

tbni Ebî Süleyman'ın Nevâdiri'nde, tmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

Bir adam, cariyesinin karnında olanı azâd ettiketn sonra, o cariye bir cinayet işlerse; cinayeti sebebiyle o cariyeyi teslim etmesi caizdir. Muhiyt'te de böyledir.

Cariyeyi satar ve o müşterinin yanında -altı aydan noksan bir zaman içinde- doğum yapar; o çocuk da bir cinayet işler; sonra da cinayet ehli, satıcı hakkında "bilerek sattı" diye iddia ederse; cinayet ehlinin diyeti, satıcının üzerinedir. Hizânetü'I-Müftîn'de de böyledir.

İki kişinin ortak bulunduğu bir câriye, bir çocuk doğurur; o çocuk da bir cinayet işler; ve ortaklardan birisi, onun cinayet işlemiş olduğunu bilirse; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.): "Diyet, ona aittir. Eğer bilmiyorsa, kıymeti ona aittir." buyurmuştur. Zahîriyye'de de böyledir.

Efendileri, iki köleye karşı: "Biriniz hürsünüz." dedikten sonra; onlardan birisi, hatâ ile bir cinayet, işler; sonra da cinayet işleyenin, azâd olmuş olan kimse olduğu meydana çıkarsa; fidye vermede muhayyerdir.

Şayet, diğerinin hür olduğu meydana çıkarsa; efendi yine muhayyerdir. îsterse, cinayet işleyeni bedel olarak verir; isterse, onun diyetini verir. Kâfî'de de böyledir.

Şayet, onlardan her biri, cinayet işlerler ve adam: Biriniz hürsü­nüz."* dedikten sonra da, birinin hürlüğü meydana çıkarsa; diyette, kıymetinin en azından vermesi gerekir.

İkinciye gelince, efendisine: "Ya köleyi ver veya fidyesini ver" denilir. Burda fidye için, beyânda muhtar değildir.

Keza, birisi bir el kesme cinayeti işler; diğeri de bir adam öldü­rürse, cevapta ihtilaf yoktur. Hizânetü'I-Müftîn'de de böyledir.

Bu kölelerin, her ikisinin de kıymetleri bin dirhem iken: "Biriniz jhürsünüz." der; sonra da, onlardan birisi, hatâ ile ve kimin hür olduğu açıklanmadam önce, bir adam öldürürse; kendisine karşı suç işlenen taraf, cânînin kıymetini, efendisinin malından alır.

Eğer kıymeti, diyetinden az ise, malının tamamına itibar edilir. Efendi köleyi vermeye muhtar değildir.

Her iki köle, birlikte hatâ ile bir adamı öldürürlerse, mes'ele hâli üzerinedir; her birinden kıymetinin yarısı alınır.

Kölesi öldürülen kimse, kölesinin tam kıymetini efendiden alır. Efendi fidyede İsrar edemez.

« Kölelerden birisi, hatâ ile bir adam öldürdükten sonra, efendisi, sağlığında: "Biriniz hürsünüz." der ve kendisi de cinayeti'bilmekte olur; sonra da bu efendi, hangisinin hür olduğunu açıklamadan önce ölürse; her birinin yarı kıymetine ruhsat vardır ve efendi cinayeti işleyeni vere­bilir.

Şayet, kıymeti verilirse; malının üçte birine itibar edilir.

Bir köle cinayet işler; efendisi de, hastalığında -cinayetini bilerek-azâd edilmesini vasiyet ederse; onun vâsisi veya vârisi; bu köleyi azad ederler.

Onun kıymetinin, hastanın malının tamamından yerilmesi gerekir.

Artanı ise, üçte birinden verilir.

Şayet onun cinayetini bilmiyor idi ise, onun kıymeti, ölenin malından verilir.

Bu, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un -son- kavlidir. Ve, tmâm Züfer (R.A.)'in kavlidir.
Fakıyb Ebû'1-Leys, Uyun kitabında böyle buyurmuştur. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Bir efendi, cinayetten önce, kölesinin azad edilmesini vasiyet eder; o köle de cinayeti efendisi öldükten sonra işler; vasi de, onun cinayet işlediğini bilerek onu azâd ederse; işte o vâsi, cinayeti tazmin eder.

Şayet bilmeseydi; kölenin kıymetini tazmin ederdi. Ve vârislere de müracaat edemezdi. Muhıyfte de böyledir.

Bir adam, kölesinin azad edilmesini vasiyet eder; o köle de bir cinayet işlerse; onun ersi dirhem cinsinden olur.

Vasiyet edenin vârisleri: "Biz fidye vermeyiz." derlerse; buna hak­ları vardır.

Onlar, cinayet fidyesini terkederlerse; vasiyyet bâtıl olur. Ancak, köle, kendi kazancından ödeme yapar.

Şöyle ki: Bir insana: "Bana bir dirhem ver." der; o da verirse; bu sahih olur ve o dirhem, kölenin üzerinde borç olur. Azâd edildiği zaman borcunu öder. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir adam, diğer bir şahsı "bir köleyi azâd eylemeye" vekil ettikten sonra, o köle, bir cinayet işler; daha sonra da, vekil onu azad eder ve onun cinayet işlemiş olduğunu biliyor olursa; efendisi, o kölenin bedelini tazmin eder.

Cinayet işlediğini bilmese de böyledir. Muhiyt'te de böyledir.

Bir adam, diğer bir şahsı, "kölesini mükâtep eylemeye" vekil ettikten sonra, o köle, hatâ ile bir adam, öldürür; daha sonra da, o vekil, bu köleyi kitabete bağlarsa; -ister onun cinayetini bilsin, isterse bilmesin-efendisinin,    -diyetin   dışında-   kıymetini   tazmin   etmesi   gerekir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir köle, bir cinayet işler; cinayetin işlendiği velî, bunu kölenin efendisine haber verir; efendi de onu hemen azâd eder ve: "Ben, onun söylediğine inanmadım." derse; işte o, fidye vermekde muhtardır.

Keza, cinayetin velîsinin -fâsık veya âdil olan- bir elçisi, bu cinayeti haber verirse; mes'ele yukarıdaki gibidir.

Fakat, yabancı bir adam söyler; efendi de onu doğrular; sonra da köleyi azad ederse; -yine böyle- efendi, fidye vermekde muhayyerdir.

Şayet efendi, haberciye inanmaz veya onu yalanlar ve köleyi azâd ederse; cevap aynısıdır.

Şayet haberci fasık ise, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavline göre -fidyesi değil de, onu zayi ettiğinden dolayı- kıymetini ödemesi gerekir.

İmameyn'e göre ise, fidye de muhayyerdir.

Eğer iki fasık haber verirse; bunda iki rivayet vardır.

Rivayetin birine göre, o fidye vermekde muhtardır. Mebsût Şerhî'nde de böyledir.

Cinayeti kendi kölesi haber verir; onu da efendisi azâd eder ve: "Ben, ona inanmadım." derse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, hür ve âdil bir adam, haber vermedikçe, tazminat gerekmez.

İmâmeyn'e göre ise, diyetini tazmin eder. Her ne kadar, haber veren şahıs, fasık ve kâfir ve köle olsa bile, bu böyledir. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

İbnü Semâa, Rûkiyyât isimli kitabta şöyle buyurmuştur: Muhammed bin Hasan (R.A.)'a, şöyle yazıldı:

"Bir köle, bir adamı öldürür; ölen zatın da iki velisi bulunur ve onlardan birisi mevcut olmazsa; hazır olan da'va açabilir. Bu durumda, kölenin de durumu efendisine söylemesi hâlinde hâkime uygun olanı nedir? İmâm, şu cevabı yazdı:

"Hangi vâris huzurunda olursa, işte o da'va açar. Efendi, her neyi ihtiyar ederse; onun tamamı hakkında, da'vâ cereyan eder." Muhiyt'te de böyledir.

Bir köle, hatâ ile bir adamı öldürür; ölenin de iki velîsi olur; efendisi de -hâkimin hükmüyle- birisine ödeme yapar; sonra da diğeri, kendisinin yanında bir adam öldürür; daha sonra da onun Öldürdüğü adamın velîsi, diğer suç ortağı ile birlikte gelirlerse; önceki verilene: "sana verilenin yarısını buna ver veya, yarı diyetini ver." denir. Eğer verirse, diyetten berî olur. Ve geride kalan yarı diyet için, efendisine müracaat edilir.

Sonra da efendisine: "Beş bin dirhem buna, beş bin dirhem de öncekine ver." denilir. Mebsût Şerhî'nde de böyledir.

Öncekinin öldürmesinin hatâen olduğuna beyyine olur; ikinciyi de. efendisi ikrar ederse; bu durumda efendi, her ikisi için de nısıf (= yarım) kıymet tazmin eder.

Şayet efendisi, üçüncü cinayetini de ikrar ederse; üç hisse olarak verir; üçte ikisini, birinci cinayeti için; altıda birini de ikinci için verir. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir adamın, bir kölesi olur; bir adam da, "onu, efendisnin azâd eylediğini" zanneder ve o köle de hatâ ile, o adamın velîsini öldürürse; ona bir şey gerekmez. Hidâye'de de böyledir.

Bir köle, bir cinayet işler; kendisine cinayet işlenenin velîsi de onun hakkında: "O köle hürdür." diye ikrar ederse; bu mes'elede üç durum söz konusu olur:
1) Cinayetin velîsi, onun "aslen hür olduğunu" söyleyebilir.
2) Onun, hür olduğunu ikrar edebilir.
3) Efendisinin, onu azâd eylediğini ikrar edebilir.

Şayet, aslen hür olduğunu söylerse; cinayetin velîsi için tazminat yoktur. O köle için de tazminat yokdur. Onun efendisi için de, tazminat yoktur.

Keza, onun hür olduğunu ikrar ederse, cevap yine böyledir. Fakat,  efendisinin onu azâd eylediğini -cinayetten Önce- ikrar ederse; cevap yine aynıdır. Aslen hür olan kimsede olduğu gibi...

Şayet, cinayetten sonra söylerse; kölenin berâatini söylemiş olur ve efendisine karşı, fidye iddiasında bulunur.

Eğer cinayetini bildiği hâlde, onun azad edilmiş olduğunu iddia ederse; bu böyledir.

Şayet cinayetim bilmeden, iddia eder ve efendinin, kıymetini tazmin etmesini ister; efendi de bu iddiaların hepsini inkâr ederse; yeminle bir­likte, efendinin sözü geçerli olur. Cinayetin velîsinin beyyine ibraz etmesi gerekir.

Bu cinayet velîsinin kendisine verilmeden iddiası hâlinde böyledir. Fakat, cinayet velîsine, köle verildikten sonra, bu iddiayı yaparsa ve "aslen hürdür." der veya "onun hürlüğünü" ikrar ederse; bu durumda, onun efendiye karşı bir yolu yoktur. Köleye karşı da yoktur.

Ancak, köle hür olur; onun bir velâsa da olmaz ve şayet cinayetten önce, efendisinin azad eylediğini ikrar ederse; onun hür olduğuna hük­medilir ve velâsı mevkuf tutulur. Muhıyt'te de böyledir.

Kölenin, cinayet ikrarı caiz değildir. îster izinli köle olsun, isterse izinsiz köle olsun farketmez. Azâd edildikten sonra da takip ve tabi olunmazlar. Hâvî'de de böyledir.

Bir adam, kölesini azâd ettikten sonra; o köle, "köle iken, cinayet işlediğini" ikrar ederse; -ister kasden, ister hatâen olsun- bu köle bir şeyle ilzam olunmaz.

Ancak nefs hakkında, kısas icra edilir. Mebsût'ta da böyledir.

Bir köle, hatâ ile birinin elini keser; bu yara iyileşir ve efendisi ona bedel, köleyi yaralanana verir; sonra da bu yara tazelenir ve adam, o yüzden ölürse; kölede mevcud ise, o köle, kendisine cinayet işlenilenlerin olur.

Şayet efendisi, bir el diyeti olan beşbin dirhemi vermiş; sonra da köleyi azâd eylemiş; daha sonra da yara tazelenip, o yüzden adam ölmüşse; efendi kölenin tam kıymetini tazmin eder.

Şayet kölenin kıymeti yüz dirhem ise, onu verir ve beş bin dirhemini geri alır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir köle, azâd edildikten sonra, bir adama: "Ben köle iken, hatâ üe senin kardeşini öldürdüm." der; o adam da: "Hayır, sen hür iken öldürdün." derse; bu durumda, bil-icma, kölenin sözü geçerli olur.
Şayet, efendisi azâd ettikten sonra, efendisine: "Ben, senin kölen iken; malını aldım." veya "Elini kestim." der; efendisi de: "Hayır, sen, azâd edildikten sonra kestin." derse; bi'1-icma kölenin sözü geçerli olur. Kâfi'de de böyledir.

Bir adam, bir cariyeyi azad ettikten sonra, ona: "Ben, senin elini cariyem iken kestim." der; câriye de: "Sen, benim elimi hür iken kestin." derse; bu durumda cariyenin sözü geçerli olur.

Keza; -cima hariç- bütün alınan; gelirler İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, istihsânen kadından alınır. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) da böyle söylemiştir. İmâm Muhammed (R.A.) ise:  "Biaynihî bir şey ödemez.  Ona reddedilmesi emredilir." buyurmuştur.  Hidâye'de de böyledir.

Bir adam, bir köle satın alıp onu teslimde alsa; başka bir adam da, ona: "Sen, onun elini, satın almadan önce kestin." der; müşteri de: "Satın aldıktan sonra kestim." derse; bu durumda müşterinin sözü geçerli olur. Kâfi'de de böyledir.

Bir köle, bir adam, öldürür; ölenin de iki velisi olur ve birisi, hakkını affederse; bu durumda, onun efendisine: "Ya susana yarı diyetini ver; veya kölenin, yarısını ver." denilir. Affedene birşey yoktur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir köle, kasden iki adam öldürür; onların her birinin de, ikişer velisi bulunur ve onlardan bireri affederlerse; bu durumda, efendisi, ya yarısını bir adama verir veya onbin dirhem verir; onlar aralarında taksim ederler.

Şayet, birini kasden; diğerini hatâen öldürür; kasden öldürdüğünün velîsi de onu affederse; efendisi de on bin dirhem olarak fidyesini verirse; beş bin dirhemini, affedenden düşülür.

Şayet efendisi, kölenin kendisini verirse; onu üç hisse olarak verir. Onun, üçte ikisini,hatâ ile öldürdüğü adamın iki velîsi alır; üçte birini de kasden öldürdüğü adamın affetmeyen velisinin olur. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir.

Bu avl yoluyla böyle yapılır.

îmâmeyn'e gelince, münazaa yoluyla, dört bölük olur; dörtte üçü, hatâ ile öldürdüğü adamın velisinin olur; dörtte biri de kasden öldürdüğü adamın velisinin olur. Kâfide de böyledir.

Şayet, bir köle hatâ île, iki adamı öldürür ve onlardan birisinin velisi affederse; kölenin yarısı diğerine verilir. Veya diyeti ödenir.

Eğer, köle, birinin elini kesmiş olur ve kendisinin kıymeti de bin dirhem olur; sonra da efendisi, o köleyi onlara teslim ederse; hisseleri nisbetinde, haklarını alırlar. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir köle bir adamı öldürüp, diğerinin de gözünü kasden veya hatâen  çıkarırsa;  kasden yapmış  olması hâlinde,  onun  efendisine: "İstersen, bu köleyi, gözünü çıkardığı adama ver; istersen, fidyesini ver." denilir.

Şayet, efendisi fidye vermeyi kabul eder; ölenin velîsi de gelip, köleyi öldürürse; bundan sonra, gözü çıkarılan şahsın, efendiye karşı yapacağı bir şey yoktur.

Şayet, öldürme hatâ ile olmuşsa, o takdirde efendi köleyi vermekle, fidyesini vermek arasında muhayyerdir.

Fidyeyi ihtiyar edince, köleye on beş bin dirhem verir.

Onun, on bin dirhemini öldürdüğü adamın diyeti olarak, onun velisine verir.

Beş bin dirhemini de, gözünü çıkardığı adama verir.

Eğer efendi, köleyi verirse; onu, aralarında üç hisse yaparlar; iki hissesi, öldürdüğünün velisinin, bir hissesi de gözünü çıkardığı adamın olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir köle, hatâ île diğer bir köleyi Öldürdükten sonra, hatâ ile efendisinin kardeşini de öldürür ve ondan başka vârisi de olmazsa; efendisi, o kölenin yansını, önceki öldürdüğü adamın velîsine verir veya fidyesini verir. Kalan yarısı da, efendisinin plur.

Şayet, önce efendisinin kardeşini öldürmüş olsaydı, tamamını son­raki öldürdüğünün yerine vermesi gerekirdi. Veya, ona fidyesinin tamamını verirdi.

Eğer, önce efendisinin kardeşini öldürse ve onun da bir kızı bulun­saydı, dörtte üçü diğer öldürdüğü adamın velîsine; dörtte biri de o kıza irilirdi.

Şayet köle, onun ikisini bir arada öldürse ve efendisinin de kardeşinin kızı olmamış olsaydı, yarı yarıya ona yarı yarıya ortak olur­lardı. Hızânetü'l Müftîn'de de böyledir.

İki kişinin ortak olduğu bir köle, onlardan birisinin bir yakınını kasden Öldürür; onlardan birisi de onu affederse; kan batıl olur. Bu tmftm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir. İmâm şöyle buyurmuştur:

Affeden, ya nasibinin yarısını veya diyetin dörtte birisini öder. Bazı nüshalarda, İmâm Muhammed (R.A.)'in de böyle söylediği yazılmıştır.

Meşhur olanı, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'la birlikte söylediğidir.

Bir köle, kasden efendisini öldürür; onun da iki oğlu olur ve onlardan birisi, köleyi affederse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmârı Muhammed (R.A.)'e göre, kan bâtıl olur.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un bu hususta kavli de aynıdır. Kâfî'de de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir köle, kasden bir adamı öldürdükten sonra, o köleyi efendisi azâd eder; daha sonra da, o kölenin ödürdüğü adamın velîlerinden birisi, onu affederse; bu köle, affetmeyen diğer veliye yarı kıymetini öder; efendiye bir şey gerekmez. Muhıyt'de de böyledir.

Bir kimse, bir kölenin elini kestikten sonra, o köleyi, bir adam gasbeder ve bu köle, eli sebebiyle ölürse; onun elini kesenin, bu kölenin kıymetini ödemesi gerekir. Şayet, onun elini gâsıbın yanında efendisi keser ve bu köle ölürse; gasbedene bir şey gerekmez. Hîdâye'de de böyledir.

İmâm, Câmi-i Kebîr'de şöyle buyurmuştur:

Bir adam kölesini yaraladıktan sonra, onu bin dirhem karşılığında rehin bırakır; yaralı kölenin kıymeti de bin dirhem olur; ve bu köle, mürtehinin yanında, o yara yüzünden ölürse; borçlu, yine borcu üzeri­nedir (borçludur).

Cinayet rehin bırakıldıktan sonra olmuş olsaydı, o da efendisi tarafından yapılsaydı; ve bu köle mürtehinîn yanında ölseydi, yine borç olduğu gibi kalırdı.

Keza, cinayet bir yabancı tarafından yapılırsa; cinayetin rehin konulmadan önce yapılması ile, sonra yapılması arasında, rehnin ibtâli bakımından fark bulunur.

Bir adam, diğerinin kölesini yaralar; bu köle hasta olur ve onu birisi gasbeder ve bu köle yarası sebebiyle, gâsıbın yanında ölürse; o kölenin  efendisi  muhayyerdir:  Dilerse,  cinayet sahibinin  âkilesine, kölenin kıymetini tazmin ettirir ve sağlam hâlindeki kıymetini, üç sene içinde ödetir. Sonra da o âkile gâsıba müracaat ederek yaralı hâlinin kıymetini tazmin ettirir. Bu efendi, dilerse gâsıba, gasbettiği hâldeki kıymetini tazmin ettirir. Ve, onun malından alır. Cani de yaralama diyetini gâsıba öder. Aradaki farkı da efendiye tazmin eder.

Böylece, caninin cinayet karşılığı kendi malından tam olarak ödenmiş olur.

Şayet gâsıp, efendiye tazminat yaptıktan sonra; caniye veya onun âkilesine tazminatını ödemelerini istemeye hakkı yoktur. O köleyi gâsıp gasbetmese de, efendisi, onu birisine -cinayetten sonra- satmış, olsaydı;

En uygun olanı ise: Caninin gasp zamanı olan noksan değerini tazmin etmesidir. Her ne kadar, bu mes'ele kitapta zikredilmemişse de böylesi uygundur. Bu gasp mes'elesi üzerine hamledilir.

Şayet kesmek kasden olmuşsa, diğer mes'eleler hâli üzeredir. İste bu durumda, biz: "Dilerse, katili öldürür. O zaman, efendinin, gâsıba ve cânînin vârislerine yapacağı birşey kalmaz. Şayet isterse, önce gâsıp kesilmiş, olarak kıymetini tazmin eder. O zaman, efendi el keseni kısas yapamaz. Fakat, onun malından, elinin diyetini alır.'* deriz. Muhit'te de böyledir.

Bir şahsın elini kesmiş bulunan bir köleyi, başka birisi gasbet-tikten sonra, reddeyler ve o, bir cinayet daha işlerse; işte o zaman, kölenin efendisi, o köleyi, cinayet işlediği iki kişiye teslim eyler.

Sonra da kıymetinin yarısı için, gasbeden şahsa müracaat eder.

Ve onu birinci cinayet sahibine verir.

İmâm Ebû Kanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'uit kavilleri budur.

İmâm Muhammed (R.A.) ise: "Kıymetinin yansı için, -ona teslim etmek için- müracaat eder.

Şayet, efendisinin yanında cinayet işledikten sonra, onu birisi gas-beyledi; onun yanında da, başka bir cinayet işledi ve efendisi, onu, yarı yarı cinayet işlediği şahıslara verdi ise; kıymetinin yarısı için gâsıba mü­racaat eder ve onu, önceki cinayet işlenene verir. Başka müracaat yoktur. Hidâye'de de böyledir.

Bir adam, bir köleyi gasbeder; o köle de, onun yanında iken bir adam Öldürür; sonra da kendisi gâsıbm yanında ölürse; bu gâsıp, onun kıymetim tazmin eder.

Sonra da, bu kıymeti, o kölenin efendisi, kölenin öldürdüğü adamın velîsine verir.

Daha sonra da, efendi, onun kıymeti için gâsıba müracaat eder.

Şayet, köle ölmez; fakat, gözü kör olur ve öylecede kendisine geri verilir; o hâlde iken de bir adamı öldürür sonra da, cinayet işledikleri toplanıp, efendisine gelirlerse; bu durumda efendi, onu iki cinayeti için, onlara teslim eder.

Gözü sebebiyle de gâsıptan yarı diyet alır. Onu da önceki öldürdüğü adamın velîsine verir. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, diğerinin kölesini gasbeder; o köle de, onun yanında hatâ ile bir adam öldürür; sonra da öldürülen adamın velîsi ile, efendi bir araya gelirler; köle de efendisine geri verilmiş olursa; bu efendiye: "Köleyi mi verirsin, fidyesini mi verirsin?" denilir. Efendisi ister köleyi versin, ister fidyesini versin, kölenin kıymeti için gâsıba müracaat eder.

Eğer, bu köle, gasıbın yanında iken değeri artmışsa; o fazlalığı vermekte muhtardır. İster, o artış, cinayetten önce olsun, isterse sonra olsun farketmez. Efendi o fazlalık için gâsıba müracaat edemez. Her ne kadar, kendi kölesi artım yapmış olsa da, bu böyledir.

Bir adam, birinin kölesini gasbeder ve o köle, hatâ ile, efendisini öldürür veya hatâ ile, efendisinin başka bir kölesini öldürür ve öldürdüğü o kölenin kıymeti de kendi kıymetinden fazla olursa; veya efendisinin malını telef ederse; gâsıp, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, öldürülen kölenin kıymetini, efendiye öder. Gasbedilen cinayeti, gasbe-denin cinayeti olur. Ve, onun malından ödenir; o mal heder (= boşa gitmiş) olur.

Bu görüş, İmâmeyn'e göre de muteberdir. Kendisinin kölesi gasbo-lunan şahsa; -gâsıp sağ ise-: "Onu gâsıba yer" denilir. Veya: "Vârisle­rine ver." denilir.

Eğer, bu köle, gasbedeni öldürmüşse; kölenin efendisine: "Onun kıymetini ver." denilir. Veya, malını telef etmişse; aynısı söylenir. Hâvî'de de böyledir.

Bir kimse; bir köleyi ve bir cariyeyi gasbettiğinde; bunların ikisi de, o gasıbın yanında, birer adam öldürürler; sonra da, köle, cariyeyi öldürür; daha sonra da o köleyi, gâsıp, efendisine iade ederse; bu durumda efendi muhayyerdir: Onu, öldürdüğü adamın velîsine verir. Cariyenin öldürdüğü adamın velîsine de, o cariyenin kıymetini verir.

Sonra da gâsıba müracaat ederek, kölenin ve cariyenin kıymetlerini ister, ikisinin kıymetini de alınca, cariyenin kıymetini, cariyenin Öldürdüğü kimsenin ehline verir.

Sonra efendi, gâsıba bir daha müracaat eder. Kölenin kıymetini alıp, onun öldürdüğü kimsenin velîsine verir.

Bir müdebber, iki adamın, birini kasden, diğerim de hatâen öldü­rürse; onun efendisi, onun kıymetini hatâ ile öldürdüğüne verir.

Şayet kasden öldürdüğü kimsenin velîlerinden birisi affederse, mü­debberin kıymeti dörde bölünür.

Bu îmâmeyn'e göre böyledir.

Fakat, İmâm Ebû Hanife (R.A.)'nin kıyâsına göre o aralarında üçe bölünür. Hâvî'de de böyledir.

Müdebberin kıymeti hususunda, cinayeti işlediği zamana itibar edilir. Kendisinin müdebber olduğu gündeki kıymetine itibar edilmez.

Bir müdebber, bir adamı hatâen öldürür ve öldürdüğü zaman kendi kıymeti bin dirhem olur; sonra da kıymeti artıp bin beş yüz dirheme çıkar; daha sonra da bir adam daha Öldürürse; bu ikinci cinayetin sahibi, o iki kıymetten artmış olan beşyüz dirhemi alır.

Sonra, bin dirhem, otuz dokuz parçaya bölünür ve her birine beş yüz dirhem hisse verilir. Öncekinin hissesi, yirmi senim; ikincinin hissesi ise, on dokuz sehim olur. Böylece bin dirhem taksim edilmiş olur. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Kıymeti bin dirhem olan bir müdebber, bir adam öldürür; sonra da bir adam, bu müdebberin bir gözünü çıkarır ve ona beş bin verir; daha sonra da, bu müdebber, bir adam daha öldürürse; onun gözünün ersini (= diyetini) efendisi alır; onda, cinayet sahiplerinin hakkı yoktur.

Efendi, beşbin dirhemini Önceki cinayet sahibine beş binini de son^ raki cinayet ehline verir. Mebsût'ta da böyledir.

Bir müdebber, bir adamı, -kasden değil de- hatâen öldürür ve kendi kıymeti de bin dirhem olur; ve sonradan kıymeti iki bin dirhemi bulur ve daha sonra, hatâ ile bir adam daha öldürür ve bilâhare de kıymeti beş yüz dirheme düşer ve bir adam daha öldürürse; efendisi, ikibin dirhem kıymet üzerinden tazminat yapar. Bunun bin dirhemim birinci cinayetin velîsi alır; geride kalan bin dirhemin beş yüz dirhemini de ikinci; beş yüz dirhemini ise üçüncü cinayetin velileri alırlar.

Birinci ile ikincinin hakkı cem olursa; birincinin hakkı, on bin dirhem; ikincinin ise dokuz bin dirhem; beş yüz dirhemde aralarında pay edilince; on dokuz sehim olur. On sehmini önceki cinayet ehli; dokuz sehmini de ikinci cinayet sahibi alırlar. Beş yüz dirhem baki kalır. O da üçüncünün olur. Tamamının hakkı birleşirse, hakları nisbetinde taksime tabi tutulurlar. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet, bir kölenin efendisi; o kölenin cinayet işlediği kimseye, kölenin kıymetini tazmin ettikten sonra, bir kusuru meydana gelmez; daha sonra da hata ile bir adam daha öldürürse; eğer, efendi, birinciye, hâkimin hükmüyle vermişse; ikincinin, efendiye bir yolu yoktur. Fakat, o, birinciye müracaat ederek, yarı diyetini kendisi alır.

Şayet efendi, birinciye hâkimin hükmü olmadan vermişse; İmâmeyn'e göre cevap yine aynıdır.

İmâm Ebû Hanife (R.A.)'ye göre ise, ikincisi muhayyerdir: İsterse, öncekini takip eder ve kölenin kıymetinin yarısını alır; isterse; efendisine müracaat eder ve ondan alır.

Şayet efendiden alırsa, o da birinciye müracaat eder. Mebsût'ta da böyledir.

Buna göre, bir müdebber umuma âit bir yolda, bir kuyu kazar; o kuyudan da efendinin haberi olmaz; bir adam da o kuyuya düşerek ölür; efendisi de, hâkimin hükmü olmaksızın, ölenin yerine, müdebberin kıymetini verir; sonra da bir adam daha düşerse; ikinci cinayetin sahibi, efendiye müracaat edebilir mi?

Bu mes'ele ihtilaflıdır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir müdebber, yola veya sokağa bir taş kor veya insanların yahut hayvanların geçtiği bir yola su dökerse; durum, kuyunun durumu gibidir. Serahsî'nin Mumytı'nde de böyledir.

Bir müdebber, hatâ ile bir cinayet işler; efendisi de hükümsüz olarak onun bedelini verir; sonra da onu mükâtep eder ve o bir cinayet daha işler ve onun kıymeti hükmedilir; efendisi onu vermeden, bir cinayet daha işledikten sonra da, bu mükâtep yüz dirhemle ölürse; o yüz dirhem, ikinci cinayet ehlinin olur.

Üçüncüsü muhayyerdir: Dilerse Öncekine ortak olur; dilerse; efen­disine başvurur. Kâfî'de de böyledir.

Bir müdebber, kendi kıymeti bin dirhem iken, bir adam öldürür; bulunmaz; o, müdebber de bir cinayet işlerse; kıymetinin en azını ödemeye gayret eder.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, kıymetinin üçe ikisini öder. Mebsût'ta da böyledir.

İmânı ey ne göre, hür ve borçlu olursa, âkilesi öder.
Eğer yaralama yaparsa, bi'1-ittifak âkilesi Öder.

Keza, bir adam hastalığında, kölesini azad ederse; müsâvîdir. Ancak, cinayet hakkında ayrılırlarsa; o takdirde müdebber, efendisini hatâen öldürdüğü için sa'yetmez.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, mükâtep olsa bile, cinayet işlerse; hatâen öldürdüğü efendisi içinde sa'yeder.

Şayet, sa'yden önce ölür ve mâl da bırakırsa; malının sülüsünden (= üçte birinden) esri (= diyeti) çıkarılmaz.

Şayet bir evlat bırakmışsa, -vârislerin hakkı olan- cinayet bedelim, ödemeye gayret gösterir.

Şayet, gayret gösterdiği hâlde, cinayetin hissesini ödemeye gücü yetmez ve o hâlde de ölürse; bir de oğul bırakırsa; o oğula bir şey" gerekmez.

Şayet, bir kimse, kölesinin azad olmasını vasiyet ettikten sonra ölür; daha sonra da o köle, bir suç işlerse; âlimlerimiz: "Varisler muhayyerdir. İsterlerse, onu cinayet bedeli olarak verirler ve azad edilme işi bâtıl olur ve eğer dilerlerse; bedelini tatavvu' (= nafile) olarak öderler." demişlerdir.

Bu vârisler, o köleyi bundan sonra azâd ederlerse; ölenin malının üçte ikisinden çıkarılır ve kendisi de kıymetinin üçte ikisini ödemeye gayret gösterir.

Şayet, vârisler üçte birden çkarmazlar; ölen de vermeden önce, onu azâd eylemiş olur veya bedelini vermiş bulunursa; (fmâm Muhammed (R.A.), bunu zikretmemiştir.) Ebû'l-Câ'fere göre eğer, onun cinayet işlemiş olduğunu biliyorlarsa; muhayyerdirler: İsterlerse kıymetini öderler. Biliniyorlarsa cinayetten az olan kıymetini tazmin ederler. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir müdebbere, bir çocuk doğurur; onun kıymeti de üç yüz dirhem olur; câriye de bir cinayet işler ve efendisi ölür; o ikisinden başka da mal bırakmazsa; her ikisi de cinayet işlediğinin kıymetini tazmine gayret ederler. Vârisler için, çocuğun kıymeti olan iki yüz dirhem vardır. Cariyeyi cinayet bedeli olarak verirler.

Bir müdebber, bir adamı hatâ ile öldürür veya bir adamın malım zayi ederse; efendisinin, onun kıymetini vermesi gerekir, Müdebber, zayi eylediği malı, ölenin velîlerine müşterek olarak ödemeye çalışır.

Eğer, efendi ödeme yapılmadan önce ölür ve başka malı da bulun­mazsa; bu durumda müdebber, kendi kıymetini ödemeye gayret eder.

Eğer borcu varsa, alacaklılar daha haklıdırlar.

Eğer borcu kıymetinden çoksa; o fazlalığı da ödemeye gayret eder. Eğer, borcu az ise, fazla olan kısım cinayet sahiblerinin olur. Ondan başka bir şeye hakları da olmaz.

Keza, hâkim, müdebbere'karşı, efendisine siâye hükmünü Ölü­münden önce, borcu için vermiş olursa; o da gayret edip borcunu öder.

Fakat, timm-ü velede cinayet için böyle bir hüküm verilmez. Meb­sût'ta da böyledir.

Bir müdebber,  iki kişinin malını zâyî ettiğinde; birisi için, ortağının da malını ödemesi hükmedilir; o da Ödeyemeden ölürse, hü­küm bâtıl olur. Ona, bir mal bağışlanırsa; o,efendisinden önce alacaklı­ların hakkı olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir müdebber, birinin bin dirhemini zayi ettiğinde; efendisi de, onu azad ederse; bu durumda efendi birşey ödemez.

Şayet, azâd etmemiş olsaydı ve bu müdebber bir adamı' öldürmüş bulunsaydı, efendisi, onun kıymetini borçlanırdı.

Müdebber bir cinayet işledikten sonra, ölür ve sahibinin ondan başka malı da olmazsa; alacak sahihleri, cinayet sahiblerinden daha haklıdırlar. Mebsût Şerhi'nde de böyledir.

Bir adam, bir müdebberi gasbettiğinde, o müdebber, bir cinayet işlerse; efendisi, onun bedelini veya ersinin ekall-i kıymetini öder. Sonra da onun için,   gâsıba müracaat eder.   Serahsî'nin    Muhıytı'nde de böyledir.

Efendisi de gâsıba karşı bir şey yapamaz.

Şayet gâsıbın yanında, efendisine dönmeden önce Ölmüş olsaydı; o takdirde, kıymetini efendisi alır ve alacaklılarına verirdi.

Sonra, bir daha gâsıba müracaat ederdi.

Eğer, bu müdebber, öldürme işini, efendisinin yanında yapsaydı, alacak sahipleri, onun kıymetini efendisinden alırlardı. O da, gâsıba mü­racaat ederdi.

Müdebber, efendisinin yanında bir cinayet işledikten sonra; onu birisi gasbeder ve bu müdebber, gâsıbın yanında, yola bir kuyu kazar; sonra da tekrar efendisinin yanına döner; onu da birisi hatâ ile öldü­rürse; onun kıymetini, efendisine borçlanır. Ve onu da önceki cinaye­tinin sahihleri alırlar.

Sonra da o kazdığı kuyuya bir adam düşüp ölür; onun da kıymetini efendisi öderse; daha sonra gasbeden şahsa müracaat eder. Mebsût'ta da böyledir.

Bir müdebber, gâsıbı öldürür veya onun bir kölesini öldürür yahut onun bir vârisini öldürürse; onun kam heder olmuşdur. Serahsî'nin Muhiyü'nde de böyledir.

Zimmî olan müdebber de, aynen zimmî olmayan gibidir. Cinayeti, efendisinin üzerinedir.

Ancak, müslüman olana kadar, bir genişlik verilir. O zaman, hükmü mükâtebin hükmü gibi olur.

Güvenceli müdebber, dâr-i İslam'da olursa; o da böyledir.

Yalnız dâr-i harbe gider ve orda esir edilip ve azad edilirse; esir edildikten sonra işlediği cinayetten, efendisi sorumlu değildir. Serahsî'nin Muhiyü'nde de böyledir.

Bir ümm-ü veled kasden efendisini öldürdüğünde; şayet, ondan bir çocuğu yoksa; kısas yapılır. Onun, azâd edilmesine ruhsat yoktur.

Eğer çocuğu varsa, kısas yapılmaz. Kıymetinin tamamına ruhsat vardır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir ümm-ü veled kasden efendisini öldürür ve kendisi de hâmile olur ve başka çocuğu da bulunmazsa; yine kısas yapılmaz.

Eğer çocuğu sağ olarak doğurursa, onun şahsî, kıymeti varislerin hakkıdır.

Eğer ölü doğurursa, üzerine kısas tatbik edilir.

Şayet birisi kanuna vurur ve çocuk ölü olarak düşerse, onun gur-resi, vârislerin olur. Kadın da o gurreden hissesini alır. Çünkü efendi­sinden dolayı, onda hakkı vardır. Vârisler de, o müdebbereyi haklı olarak öldürdüklerinden mîrasdan mahrum olmazlar. Mebsût'ta da böyledir.

Ümm-ü veled, hem efendisini, hem de başka bir adamı kasden öldürür ve onun efendisinden çocuğu da olmaz ve onu, efendisinin vel­ilerinden birisi ile, diğer adamın velîlerinden birisi affederlerse; ümm-ü veled* kısas edilmez. Onun kıymeti, iki tarafın geride kalan hak sahiple­rine, -efendisinin malının dışından olmak üzere- yarı yarıya verilir.

Bir ümm-ü veled» efendisini öldürür ve ondan çocuğu da olmuş olur; bir de yabancıyı öldürür; onun da iki velîsi bulunur ve onlardan birisi affederse; ümm-ü veledin kıymetinin üçte ikisi, efendisinin vâris­lerinin; Üçte biride, diğer yabancının velîsinin olur.

Bu, İmfim Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir.

İmâmeyn'e göre ise, dörtte üçü, efendisinin vârislerinindir.

Şayet, vârisler afdan önce almışlarsa, yabancının velîsi onları takip eder; ümm-ü veledi takip etmez. Çünkü o hakkını vermiştir.

Bu, İmâmeyne göre, hükümsüz alındığı zaman böyledir.

İmam Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre ise, diğerinin affından sonra almışlarsa muhayyerlik vardır.

Sahih olan, hükümlü olsun, hükümsüz olsun, İmâm Ebû Harlfe (R.A.)'nin görüşüdür. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Ümm-ü veled, müdebber, köle ve mükâtep, hepsi bir araya gelerek, bir adamı öldürseler; her birinin nefislerinin dörtte biri itlaf edilir.

Bu kölenin efendisine: "Ya köleyi ver veya diyetin dörtte biri olarak, fidyesini ver." denir.

Diyetin dörtte biri için, mükâtebe ruhsat verilir. Müdebber ve ümm-ü veledin efendilerine de: "Diyetin dörtte birini ermeleri" söylenir. Mebsût'ta da böyledir.

meden önce ve anlaşma yapmadan önce yapmışsa; bu durumda, efendi­sine: "Ya, onu veya fidyesini vermesi" emredilir.

Şayet hükümden veya sulhdan sonra ise, bu mükâtep, o hususta satılır. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, köle verilmez. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un son kavli de budur. Muhıyt'te de böyledir.

Hâkim, mal ile hükmeylediği zaman artık, bu, onun üzerine bir borç olur ve rakabesinden düşer. Hükümden önce ise, rakabesinde olur. Hâvî'de de böyledir.

Bir mükâtep, fazlaca cinayet işledikten sonra, onu efendisi azad ederse; kıymetinin azı üzerinde diyet olarak kalır. Zamanla onları Öder.

Şayet hâkim, o cinayetlerden


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..