B
Bab: Kapı, bölüm.
Bâc: Halktan alınan Öşür ve haraç ile tacirlerden alınan temettü resminden ve gümrük resimlerinden ve benzerlerinden ibarettir.
Büyük bir hükümdarın, kendisinden daha aşağı mertebedeki hükümdarlardan aldığı aidata da BÂC denilir.
BÂDİYE: Çöl, kır. M BAGY
BAGY: Lügatte: Mutlak olarak talep (= istemek) ve kesb (= çalışıp kazanmak) anlamına gelir. BAGY kelimesi lügat örfünde: Cevr ve zulüm gibi yapılması helâl olmayan bir şeyi İstemek anlamında meşhur olmuştur.
Bu İtibarla BAGY kelimesi: Zulüm, teaddî (= düşmanlık), fesat çıkarma gayretinde olmak, fücura (= işaret ve günah işlemeye) düşkünlük, hakdan ayrılma mânâlarında kullanılmaktadır. Fıkıh İstılahında BAGY: Veliyyü'l-emr'in daire-i itaatinden, bir te'vile dayanarak, haksız yere çıkıp, te-gallübte bulunmak demektir. Görüldüğü gibi, bu kelimenin, ileri gitme, azgınlık, sezkeşlik ve isyan gibi anlamlan da bulunmaktadır.
BAĞI: Muhik olan (= hakkı yerine getiren; haklı, doğru) bir veüyyü'1-emre veya nâbiine karşı, bir te'vile (yani: Kendisince doğru görülen bir delile) istinaden isyan ederek, itaat dairesinden çıkan; bununla beraber, müslümanlann katledilmesini, mallarının
müsaderesini, zürriyeüerinin esir edilmesini helâl görmeyen mennee (= kuvvet) sahibi bir mûslümandır.
BUGAT: Bagî'nin çoğuludur.
EHL-İ BAGY: Bagüer topluluğu demektir.
FİE-İ BAGİYYE: Bagîler topluluğu; bagîler güruhu; bagîler taifesi; bagîler takımı demektir.
BAHA: Kıymek, bedel, değer.
BAHÂDIR: Cesur, yiğit, kahraman.
BAHİS (MÜBÂHASE)
MÜBÂHASE: Bir iş, bir mes'ele hakkında, iki veya daha çok kimsenin, mütâlaya başlayıp, bir tarafın müddeasını isbata kıyam etmesine karşı, diğer tarafın itiraz edici bir tavır alması; karşılıklı konuşa ma ve bahse girişme gibi anlamlara gelir.
Bir mübâhasede, yapılan itiraza karşı, işin özüne muvafık ve hakkı ortaya çıkartmaya hizmet edecek şe^ kilde verilecek olan cevâba CEVÂB-I TAHKİKİ denir.
Aksine, işin özüne muvafık olmayıp, sadece hasmını, itiraz edeni susturmak maksadıyla verilecek cevâba da CEVÂB-I CEDELÎ denir. CEDEL Maddesine de bakınız.
BAHŞ: Bağış, ihsan.
BAHŞETMEK: Bir şey bağışlamak ihsan etmek.
BA'L: Zevç (= koca) demektir.
Ba'l'ın çoğulu BUÛLE'dir.
BAffR: Deniz; büyük göl veya nehir.
BAHRİ: Denize ait; denize mensup; denizle ilgili.
BAHRİYYE: Donanmaya ait işler.
BAHR-İ MUHIYT: Okyanus.
BAHRİYYÛN: Denizciler Kaptan ve gemiciler gibi, deniz işerim bilen kimseler.m bâtıl
Bâtıl: Tamamen veya kısmen rükünlerini ve şartlarını câiiiİ bulunmayan her hangi bir İbâdet veya nu-âmele demektir.
Bir özür bulunmadığı hâlde, tahâretsiz kılınan namaz gibi...
BATN: Karın. Nesil, soy anlamına gelir. BüTÛN, batınlar demektir/ EBTÂN da aynı anlamdadır.
Btr kimsenin evlad ve torunları, kendisine nazaran birer batındır. Şöyle ki, bir kimsenin sulbî evlâdı birinci batm; evlâdının evlâdı ikinci batnı bunların evlâdı da üçüncü batnı teşkil eder. BATNEN BA'DE BATNIN: Soydan soya; nesilden nesile; kuşaktan kuşağa.. "Evvelki batında kimse varken, ikinci batında olan kimse istifâde edemez." anlamına kullanılır.
BAZIA: Bir yara çeşitidir. Bâzıada deri ile birlikte biraz da et kesilmiş olur.
BAZİK: Üzüm usaresinin yani sıkılmış üzüm suyunun, ateşte veya güneşte, üçte birinden daha az bir kısmının buharlaşıp kaybolmasına kadar pişirilmesi neticesinde elde edilen ve sarhoşluk verecek hâle gelmiş olan bir içki çeşididir.
BED: Fena, yaramaz, çirkin. Kötülük
BEDBAHT; Bahtsız. Talihsiz. Kara bahtlı.
BEDEL; Başkası adına hac eden, vekil olarak hacca gönderilen kimse demektir.
BEDEL-İ İCARE: VAKIF (Mukâtaa) Maddesine bakınız.
BEDEL-İ R AKABE: Bir köle veya cariyenin şahsı makamına kâim olan kıymeti yahut nefsi mukabilinde ödemeyi deruhte ettiği ıtk veya kitabet bedeli demektir.
BEDENE; (Hac'da) deve ve sığır cinsinden olan kurbana bedene adı verilir.
BENÜ'L AHYAF: -Sadece- ana bir, erkek ve kız kardeş demektir. Bunlara EVLÂD-IÜM denir. Her birine ise ah liüm (= ana bir erkek kardeş) ve uht liüm (= ana bir kız kardeş) denilir.
BENÜ'L-ALLÂT: -Sadece- baba bir erkek ve kız kardeş demektir. Bunların her birine ah lieb (= baba bir erkek kardeş) ve uht lieb (= baba bir kız kardeş) denir.
BENÜ'L-ÂYÂN: Ana-baba bir erkek ve kızkar-deşler demektir. Ki bunlara, ah liebeveyn (= ana-baba bir erkek kardeş ve uht liebeveyn (= ana-baba bir kız kardeş) denir.
BERÂET
BERÂET: Bir şahsın zimmetinin (yani, nefsinin, bir şeyin vâcîp ve lazım olmasından) hâli olması; İddia edilen hak ile meşgul olmaması demektir. Buna, berâet-i zimmet, (= zimmetinde bir şey bulunmama, her türlü borçtan ve da'vâdan kurtulmuş olma) da denir.
BERÂET: Bir kimsenin; kendisi hakkında İddia edilen bir suçtan beri olduğuna veya kendisine isnad edilen suçun, aslında bir suç teşkil etmediğine dair, hâkim tarafından verilen hüküm mânâsında da kullanılır.
İbra kelimesine de bakınız.
BEY': Bir malı, başka bir malla değiştirme; satma; satış; satılma; satın alma gibi anlamlara gelir. Bey'; mün'akid ve gayr-i mün'aldd olmak üzere iki kısma ayrılır.
Bey'-i gayr-i mün'akid, bey'-i bâtıl (= geçersiz satış) demektir.
Bey'-i mün'akid ise;
1-) Sahih,
2-) Fâsid,
3-) Nâ-fîz,
4-) Mevkuf kısımlarına ayrılır. Bey', mebi' (= satılan şey) itibariyle de şu dört kısma ayrılır:
1-) Bey'-i Mutlak,
2-) Bey'-i Sarf,
3-) Eey'-i Mükâyaza,
4-) Bey'-i Selem.
?."Ü:^Ü'L-BEY(: Yani bey'in (= satışın) mâhiyeti, bir malı, diğer bir mal ile değişmekten İbarettir. Ancak, mübadeleye delâlet etmesi hasebiyle, satıştaki îcab ve kabul ile teâtîye (= karşılıklı alip-vermeye) de RÜKNÜ'L-BEY' denir.
BAYI': Bir malı, başkasına satan kimse; sattcı demektir.
ŞİRÂ ve İŞTİRA, satın almak: MÜŞTERİ de, bir malı, bir şahıstan satın alan kimse demektir,
BEY'-İ MÜN'AKİD: în'ikad bulan (= akdedilen, tamamlanan) bey'dir. (Satıştır) Yani, bey'a mahsus îcab ve kabulün müteallikinde yani satılan şeyle, badelinde eseri zahir olacak şekilde, birbiri ile irtibat etmesi ile meydana gelir. Bu eserden maksat da, satan şansın semene (= bedele), satın alan şahsın da mebi'e (= satın aldığı şeye) mâlik olmalarından ibarettir.
BEY'-İ GAYR-İ MÜN'AKİD: Kendisinde, in'i-kad şartlan tamamen veya kısmen bulunmayan ve do-layısıyle bâtıl (= geçersiz) olan bey'dir. Meselâ: Bir mecnunda (= delide) in'ikad (= akid-leşme) şartlarından biri olan tasarruf ehliyeti bulunmadığından, onun alım-satımı mün'akid (= akdedilmiş, gerçekleşmiş) olmaz; batıldır. (= geçersizdir.)
BEY-İ SAHİH: Zatı ve sıfatı itibariyle me§rû' olan satış akdi demektir. Buna, BEY'-İ CAİZ de denir. Bir bey'in zâtı itibariyle meşru' olması; îcâb ve kabulün meşru bir şekilde birbirine bağlanması ile meydana gelir.
Vasıf itibariyle meşru olması ise, âfddleriıı (= bu alışveriş akdini yapan tarafların) rızâları ile ve semenin mâlûmiysti (= bedelin belli olması, bilinmesi) ile tahakkuk eder,
BEY'-İ FÂSİD: Esas itibariyle sahih olduğu hâlde, vasıf itibariyle sahih olmayan (yani: Zâtı itibariyle mün'akid olduğu hâlde, bazı haricî vasıflan bakımından meşru' olmayan) bey'dir. Semenin, gayr-i mütekavvinı (= bedelin, dayanıksız, çürük) bir mal olması gibi...
BEY'-İ BÂTIL: Kendisinde in'ikad şartlan tamamen veya kısmen bulunmadığından dolayı, asla sahih olmayan bey'dir. Ki bu, hiç bir hüküm ifâde etmez. Lâşe gibi, mütekavvim olmayan bir şeyi satmak gibi...
BEY-İ MEVKUF: Başka bir şahsın hakkı taalluk ettiği içni, geçerli olması, o şahsın iznine bağlı olan bulunan bey' (= satış) işlemidir.
Bey'-İ Fuzûlî gibi..
Fuzûlî: Bir başkası hakkında, onu İzni bulunmadan
tasarrufta bulunan kimse demektir.
BEY'-İ NAFİZ: Bir başkasının hakkı taallûk etmeyen satış akdi demektir. Bu akidde hemen mülkiyet terettüp eder.
NEFAZ: Şer'î bir tasarruf üzerine, eserinin derhal terettüp etmesi demektir.
Bundan dolayı, üçüncü bir şahsın hakkı taallûk etmeyen böyle mün'akid bir bey', hemen mülkiyet ifâde eder. Yani, malı satan şahıs semene (= bedele), satın alan şahıs da mebi'e (= satın aldığı şeye) hemen mâlik olur.
BeyM Nafiz iki nev'e ayrılır.
1-) BEY'-İ LÂZIM; Hıyar-i şart, hıyar-ı rü'yet gibi muhayyerliklerden ârî olan nafiz bey' demektir. Bu satış akdini, âkidlerden sadece biri feshedemez.
2-) BEY'-İ GAYR-İ LÂZIM: Kendisind muhayyerliklerden biri bulunan, nafiz bey'dir. (= geçerli satıştır.) Bu satış akdini İse, sâdece muhayyer olan taraf feshedebilir.
BEY'-İ Bİ'L-VEFÂ: Bir malı; bu mala ödenen semen (= bedel), satıcı tarafından geri verildiğinde, malı da, müşterinin satıcıya geri vermesi üzere, belidi bir bedel karşılığında satmak demektir. Yani, satan şahıs, aldığı semeni, müşteriye geri verince, müşteri de satın almış olduğu şeyi, satıcıya iade eder. Bu İşlem; müşterinin nebi' (= satın aldığı şey) den faydalanması cihetinden bey'-i sahih hükmündedir. Ve bu muamele, her iki tarafında, bunu feshetmeye muktedir olmasından dolayı da bey'-i fâsid hükmündedir.
Bir müşteri, bu şekille satın aldığı bir şeyi, başkasına satamıyacağı için de, bu muamele rehin hükmündedir. Ve bu işlemin rehin olması yönü galiptir. VEFA, yapılan bir ahde ve verilen bir söze riayet etmek demektir.
Bey'-i bVl-vefâ'ya BEY'-İ Bİ ŞARTİ'L-VEFÂ da denir.
BEY'-İ Bİ'L-İSTİĞLÂL: Bir kimsenin, bir malı, bizzat kendisi isticar etmek (= kira ile tutmak) üzere, bir başkasına vefâen satması demektir. Meselâ: Bir kimse, kendi evini, on milyon liraya vefâen satıp, bu evi, aylık yüz bin lire ücretle, satın alan kimseden kiraya tutsa; bu işlem bi/ bey'-i bi'l-istiğsal olur.
BEY'-İ MUTLAK: Bir malı, bir semen (= bedel, karşılık) mukabilinde derhal satmakla meydana gelen ve mutad veçhile dâima yapılmakta olan satış muâmelesidir.
BEY'-İBAT: Bey'-i Kat'îdemektir.
Bey'-i Bat tâbiri, bey'-i bi'1-Vefa ile bey'-i bi'I-İstiğlâTin mukabili yani zıddıdır. Bey'-i Bat tâbiri, bazan da bey'-i bi'I-hıyâr'm mukabili (= zıddı) anlamında kullanılır.
BEY'-İ SARF: Nakdi; nakid karşılığında satmak demektir. Yani: Sikkeli veya sikkesiz altını, altın karşılığında; gümüşü gümüş karşılığında satmak yahut altını gümüş, gümüşü altın karşılığında satmaktır ki, bu işleme para bozma denir.
Sarf kelimesi, lügatte: Bozmak, tahvil ve tağyir etmek mânâsına gelir.
Bey'-i Sarfla meşgul olan kimseye SARRAF veya Sayrefî denir.
BEY'-İ MUKÂYAZA: Nakid kabilinden olmayan bir aynı, başka bir ayn İle (yâni, altın ve gümüşten başka bir malı, diğer bir mal ile) mübadele etmek (= değiştirmek) demektir ki, bu işleme lisanımızda TIRAMPA denir.
Bir kitabı, diğer bir kitapla değişmek gibi....
BEY'-İ SELEM: Müecceli, muaccel bir şey karşılığında satmak yani: Peşin para veya peşin verilen başka bir mal ile, veresiye bir mal satın almak demektir.
SELEM: Lügatte: Takdim (= Öne geçirmek) mânâsına gelir.
Bu işlemde, peşin parayı veya malı veren müşteriye SÂHİBÜ'S-SELEM veya RABBÜ'S-SELEM denir.
Veresiye mal verecek olan sancıya da MÜSLEMÜN İLEYH denir.
Bu şekilde satın alınan mala MÜSLEMÜN FÎH ve peşin verilen paraya veya mala da RE'SÜ'L-MÂL-İ SELEM denilir.
Selem işlemine SELEF de denilir. Bununla beraber Selef tâbiri, Karz-ı hasen mânâsında da kullanılır. Bundan dolayı Selef tâbiri, selem tâbirinden daha geniş anlamlıdır.
BEY'-İ MUSÂVEME: Bir kimsenin, almış olduğu bir malı, kendisine kaça mâl olduğunu söylemeden, belli bir bedel karşılığında ve nzâ ile satması demektir.
Bir tacirin, elinde bulunan bir malı, kaç liraya aldığını söylemeden bir başka şahsa, şu kadar liraya satması gibi... Satış işlemlerinde en ziyâde câri olan usûl budur.
BEY'-İ MURABAHA: Bir kimsenin, almış olduğu bir malı, kendisine kaça mal olduğunu söyliye-rek, bundan daha fazla bir semen karşılığında bir başka şahsa rızası ile satmasıdır.
Bir kimsenin, bir malı, "Bin liraya aldığını" söyli-yerek, bin yüz liraya satması bir bey'-i mürâbaha'-dır ve bu yüz lira kâr (= nbıh) olmuş olur.
BEY'-I TEVLIYE: Bir kimsenin, almış olduğu bir malı, kendisine kaça mal olduğunu söyleyerek, tam maliyet fiyatına satması demektir.
Bir kimsenin, bin liraya aldığım söylediği bir malı, yine bin liraya satması gibi...
BEY'-İ VAZÎA: Bir kimsenin, bir malın kendisf-ne kaça mal olduğunu söyliyerek, bu malı maliyetinden daha düşük bir fiata satmasıdır.
Bir kimsenin, bin liraya aldığını söylediği bir malı, dokuzyüz liraya satması gibi...
BEYÂN
BEYÂN: (Lügatte): İzhâr etme, ortaya koyma, açığa çıkarma mânâsına gelir. Dam ve tebyîn anlamında da kullanılır.
Istılahta BEYAN: Söz olsun, iş olsun, vuku bulan bir şeyden maksad ve muradın ne olduğunu, o şey ile ilgi ve münâsebeti bulunan bir söz ile veya bir fiil ile açığa çıkarmak demektir. Meselâ: "Namazı dosdoğru kılınız." emrini, Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimiz, kendi fiilleri İle yani kıl-dıklan namazlarla beyat etmiş ve bu hususta: "Namazı, benim kıldığım gibi taliniz." buyurmuştur. BEYÂN beş nevidir:
1-) BEYÂN-I TAKRİR: Bir sözü, mecazî ve husûsî bir anlama gelme ihtimâlini kesecek bir şey ile te'-kid etmektir.
Meselâ: "Kanatlariyle uçan şu kuşlar da sizin gibi birer canlıdır." cümlesindeki "kanatianyla uçan" vasfı, bir te'kidtir ve bu te'kid "kuşlar" lafzından mecazî bir mânâ kasdedilmediğini gösterir.
2-) BEYÂN-I TEFSİR: Kendisinde gizlilik bulunan bir şeyi îzah etmek, açıklamak demektir. Şöyle ki, kendisinde gizlilik bulunup mücmel, müş-kil ve hafî gibi kısımlara aynlan sözler, beyânı tef-sîr sayesinde tebeyyün etmiş ve açıklık kazanmış olur. Meselâ: "Zekâtınızı veriniz." mealindeki bir emir mücmeldir; miktan muayyen değildir. Resûl-i Ekrem (S. A.V.) Efendimizin :"Mallannızın kırkta birini zekât olarak getirip veriniz.' nielâlindeki emirleri ise, zekâtın miktarını tâyin ettiğinden, bu hususta bir beyân-ı tefsirdir.
3-) BEYÂN-I TAGYÎR: Sözün evvelinin mûcebiui ve bundan muradın ne olduğunu, diğer bir lafız ile izhar ederek değiştirmektir. Tahsîs, istisna, sıfat gaye ve bedel denilen şeyler, birer beyân-i tağyîr'dir.
Meselâ: "Bey' helâl, ribâ haramdır." ibâresindeki ilk cümle, yâni "Bey' helâldir." cümlesi, ribâ şekliyle yapılan bir bey' (= satış) muamelesine de şâmildir. "Ribâ haramdır." cümlesi ise, bu şümulü tağyîr ederek, bey'in helâlliğini, ribâ yolu ile olmayan bey' muamelesine tahsis kılmıştır. Keza: "Şu paranın bin lirası müstesna olmak üzere, hepsi Zeyd'e aittir." cümlesinde, istisna, bir beyâo-i tağyn-'dir. Ve, "Şu paranın hepsi Zeyd'e aittir." ibaresinin mücebini değiştirmiştir.
4-) BEYÂN-I ZARURET: Bir şeyi, lafzen tavzîha mevzu olmayan bir şeyle, bir nevi izah etmektir. Bu beyanın bir kısmı mantuk hükmündedir; bir kısmı ise vakt-i hacetteki sükûttan ibarettir. Meselâ: "Yalnız anası ile babası bulunan bir müteveffanın terikesinin üçte biri anasınmdır." denildiğinde, "bu terikenin kalan kısmı da babasınındır." denilmiş olur. Vakıa, bu son söz, meskûtün anhtir. Fakat, siyâk-ı kelâm (= sözün başı, gelişi) itibariyle, örfen mantuk (= söylenmiş) hükmünde bir beyan-ı zarûret'ten ibarettir.
Keza, bülûga ermiş bakire bir kıza, babası onu evlendireceğini söylediği hâlde, bu kız sükût etse; bu sükût evlenmeye muvâfakattan ibaret olur. Vakıa, bu sükût, tavzihe mevzu olan bir şey değildir. Fakat, söze hacet bulunan bir sırada vuku' bulduğundan, bu sükût, bir beyân-ı zaruret sayılır.
5-) BEYÂN-I TEBDİL: Fer'î hükümlerden olan ve te'bidi gösteren bir kayıtla mukayyet bulunmayan, şer'î bir hükmün hilâfına, ondan^aha sonra bir şen delilin delâlet etmesidir ta, buna nesh de denilir. Bu durumda sonradan olan şer'i delile NÂSH bu delille kaldırılan şer'î hükme de MENSUH denilir. Meselâ: Evvelce, ebeveyne vasiyet yapılması ferz idi; daha sonra, bu farziyet, şer'î bir delille neshedilmiştir.
BEYTÜ'L-MÂL-İ MÜSLİMÎN: İslâm hükümetinin mâliye hazînesi demektir ve bu, bütün müslü-manlara aittir.
MBEYYİNE: Kuvvetli hücet, delil burhan demektir.
BEYYİNÂT: Beyyineler demektir. Haktan tebeyyün ve tecellîsine hizmet ettiğinden dolayı şahâdet'e de beyyine denilmektedir.
TEÂRÜZ-İ BEYYİNÂT: Beyyinelerin heryönden teâdü ve tekabül etmesi yani her bir beyyinenin, diğer beyyinenin nefyettiğini isbât eder bir hâlde bulunması demektir.
Bu durumda, bu beyyinelerden hiç biriyle amel edilmeyeceğinden, bu beyyinelerin hepsi de sakıt ve geçersiz olur.
TERCÎH-İ BEYYİNE: Hasımlar tarafından ikâme edilen şahitlerden bir kısmının, diğer bir kısmı üzerine takdim edilerek, ona göre hüküm verilmesi demektir.
Meselâ: Ölmüş bir kimsenin, bir şeyi, sıhhatli hâlinde İkrar etmiş olduğuna dair ikâme edilecek beyyine, hasta hâlinde ikrar etmiş olduğuna dair olan beyyine üzerine tercih olunur.
BIA: Hınstiyanlara ait kilise demektir. Bîa'mn çoğulu BİYA'dır.
BID'AT: Lügatte: Sonradan meydana çıkan şey demektir.
İstılahta ise, BID'AT: Din hususunda ashâb-ı kiram ile tabiînin iltizam etmediği ve şer'î delilin iktiza ey-lemediğİ muhdes (= sonradan meydana çıkan şeyler demektir.
İslâm mezheplerinden birine intisap etmiş bulunduğunu iddia ettiği hâlde, ehl-İ sünnet ve'I-cemâatin akidesine muhalif inanç taşıyan kimseye de MÜBTEDİ ( = bid'atcı = din hususunda yeni bir şey ortaya koyan kişi) denir.
BİGAYRİHİ ASABE: ASABE maddesine bakınız.
BİLÂ-REYB: Reyb Maddesine bakınız.
Bİ'L-İCÂRETEYN MUTASARRIF: VAKIF
Maddesine batanız.
BİKR
BIKR: Kocaya varmamış olan kız demektir.
EBKÂR: bikr'in çoğuludur. Bikr iki nev'e ayrılır:
1-) BİRK-İ HAKÎKÎ: Erkek ile asla mücâmaatta bulunmamış olan kız demektir. Kocaya varmamış olduğu gibi, hiç bir sebeple bekâreti zail olmamış olan bir kız bikr-i hakîkî olduğu gibi; kocaya vardığı hâlde, kocasının mecbub (= zekeri, husyeleri kesilmiş) veya ınnîn (= iktidarsız) olmasından dolayı, kendisine yaklaşılmadan, kocasından talâk veya ölüm sebebiyle ayrılan kızda bikr-i hakîkî sayılır.
Yüksek bir yerden atlamak, çok hayız kanı görmek, uzun bir müddet evlenmeden yaşamak veya cerahat gibi bir sebeple bekâret zan zail olan kız da, yine bikr-i hakîkî sayılır.
2-) BİKR-İ HÜKMÎ Tekerrür etmemek ve haktan-da hadd-i zina icra edilmiş olmamak şartıyle, zina fiilinde bulunduğu bilinen kız demektir.
BİNEFSİHİ ASABE: Asabe Maddesine batanız.
UBİRR: (Lügatte): Sevap, hayır, lütuf, ihsan, ibâdet, tâat, doğru sözlü olmak anlamlarını ifâde eder.
İstılahta BİRR: Yemininde sâdık olmak demektir.
BÂR: Lütuf ve ihsan sahibi ve yemininde duran kimse demektir.
BİRR-İ VÂLİDEYN": Baba ve anaya hizmet etmek ve ihsanda bulunmak demektir.
BİRR'm mukabili ı.= zıddı) UKÛK'tur.
UKÛK: Hukuka riâyet etmemek ve hukuku zayi etmek demektir.
BİRZEVN: cem at'ı demektir. Lügatte: Üzerine semer vurulan at anlamında kullanılır. Birzevnrin çoğulu BERAZÎN'dir.
Dişisine birzevne denir.
Birzevn, kulakları sarkık bir at olduğu için Ebû'I-ahtar diye künyelenir.
BUHTEC: Pişilince, kabarıp iştidad eden yani ek-şiyerek sarhoşluk verecek bir hâle gelen yaş üzüm suyu demeirtir
Şarap tortusundan çekilerek elde edilen ve arak adı erilen rakı da buhtec hükmündedir.
BUTLAN: Bâtıilık; boşluk; çürüklük; beyhûdelik.
BUTLÂN-I DA'VÂ: Da'vânın esassız, haksız, boş 'İması.
BULÛĞ: Lügatte: Vâsıl olmak; kavuşmak demektir.
İstılahta BULÛĞ: Çocukluk çağının sona ermesi demektir.
BALİĞ: Bulûğa eren erkek;
BÂLİĞA: Bulûğa eren kız demektir. Bulûğ çağının başlangıcı, erkek çocuklarda on iki yaşın amamlanması; kız çocuklarda İse dokuz yaşın tamamlanmasıdır.
Bulûğ yaşının en son nokkatı İse, Imâm-ı A'zam Ebû Hanîfe'nin en son ve en meşhur kavline göre, ihtilâm, ihbal ve inzal gibi bir sebeple bâlığ olmayan erkekler için, on sekiz ve hayız,.ihtilam ve habil gibi bir sebeple bulûğa erdiği ortaya çıkmayan kızlar için de on yedidir. Çünkü, bu yaşa gelmiş olan bir insan artık reşid sayılmaktadır ve bu durumdaki bir kimsenin baliğ sayımlaması uygun olmaz. Kadınların büyümesi ve idrâki, erkeklerden daha çabuk olduğundan, erkeklerin bulûğ yaşı, bir sene sonra olmuştur.
Imâmeyn'e göre, gerek erkek, gerekse kızlar İçin bulûğ çağının sonu onbeş yaştır. Bu yaşa erişen bir kimseye kendisinde bulûğ alâmetleri görülmese bile, hükmen bulûğa ermiş sayılır ve hakkında, bu yolda ahkâm câri olur. Çünkü, bu yaşta olanların bulûğa ermeleri galip ve şâyîdir. Ve, insanların ömürleri tasa olduğundan, kendilerinin bu müddetten daha fazla ehliyet-i kâmileden mahrum tutulmaları uygun görülmez.
Müffâbih olan kavil, İmâmeyn'in bu kavlidir. Me-celle'de de bu kavil kabul edilmiştir.
BÜR': Bir şecce'nin (= başta veya yüzde bulunan bir yaranın) veya bir cerahatin yahut kesilmiş bir uzun tamamen veya kısmen iyileşip kapanması demektir.
Aslında bür' kelimesi, bir şeyin, başka bir şeyden ayrılıp hâlis, saf bir hâlde bulunması mânâsına gelir. Bundan dolayı, hastalıktan ifâkat kesbedip (iyileşip) nekâhat hâlinde bulunmaya da bür' denilmiştir.
BURHAN: Kat'î olan delil demektir. Burhan: Mukaddimât-ı yakîniyyeden müteşekkil, şartlarını câmî olan mantıkî kıyâstır ki, netice hakkında ilm-i yakın ifâde eder.
BÜZÜ: Nikâh mânâsına kullanılır. Bu kelime, kadının tenasül uzun anammı da ifâde eder.
MÜBÂZAA: Mücâmeât, cinsî ilişki demektir. [2]
Bâc: Halktan alınan Öşür ve haraç ile tacirlerden alınan temettü resminden ve gümrük resimlerinden ve benzerlerinden ibarettir.
Büyük bir hükümdarın, kendisinden daha aşağı mertebedeki hükümdarlardan aldığı aidata da BÂC denilir.
BÂDİYE: Çöl, kır. M BAGY
BAGY: Lügatte: Mutlak olarak talep (= istemek) ve kesb (= çalışıp kazanmak) anlamına gelir. BAGY kelimesi lügat örfünde: Cevr ve zulüm gibi yapılması helâl olmayan bir şeyi İstemek anlamında meşhur olmuştur.
Bu İtibarla BAGY kelimesi: Zulüm, teaddî (= düşmanlık), fesat çıkarma gayretinde olmak, fücura (= işaret ve günah işlemeye) düşkünlük, hakdan ayrılma mânâlarında kullanılmaktadır. Fıkıh İstılahında BAGY: Veliyyü'l-emr'in daire-i itaatinden, bir te'vile dayanarak, haksız yere çıkıp, te-gallübte bulunmak demektir. Görüldüğü gibi, bu kelimenin, ileri gitme, azgınlık, sezkeşlik ve isyan gibi anlamlan da bulunmaktadır.
BAĞI: Muhik olan (= hakkı yerine getiren; haklı, doğru) bir veüyyü'1-emre veya nâbiine karşı, bir te'vile (yani: Kendisince doğru görülen bir delile) istinaden isyan ederek, itaat dairesinden çıkan; bununla beraber, müslümanlann katledilmesini, mallarının
müsaderesini, zürriyeüerinin esir edilmesini helâl görmeyen mennee (= kuvvet) sahibi bir mûslümandır.
BUGAT: Bagî'nin çoğuludur.
EHL-İ BAGY: Bagüer topluluğu demektir.
FİE-İ BAGİYYE: Bagîler topluluğu; bagîler güruhu; bagîler taifesi; bagîler takımı demektir.
BAHA: Kıymek, bedel, değer.
BAHÂDIR: Cesur, yiğit, kahraman.
BAHİS (MÜBÂHASE)
MÜBÂHASE: Bir iş, bir mes'ele hakkında, iki veya daha çok kimsenin, mütâlaya başlayıp, bir tarafın müddeasını isbata kıyam etmesine karşı, diğer tarafın itiraz edici bir tavır alması; karşılıklı konuşa ma ve bahse girişme gibi anlamlara gelir.
Bir mübâhasede, yapılan itiraza karşı, işin özüne muvafık ve hakkı ortaya çıkartmaya hizmet edecek şe^ kilde verilecek olan cevâba CEVÂB-I TAHKİKİ denir.
Aksine, işin özüne muvafık olmayıp, sadece hasmını, itiraz edeni susturmak maksadıyla verilecek cevâba da CEVÂB-I CEDELÎ denir. CEDEL Maddesine de bakınız.
BAHŞ: Bağış, ihsan.
BAHŞETMEK: Bir şey bağışlamak ihsan etmek.
BA'L: Zevç (= koca) demektir.
Ba'l'ın çoğulu BUÛLE'dir.
BAffR: Deniz; büyük göl veya nehir.
BAHRİ: Denize ait; denize mensup; denizle ilgili.
BAHRİYYE: Donanmaya ait işler.
BAHR-İ MUHIYT: Okyanus.
BAHRİYYÛN: Denizciler Kaptan ve gemiciler gibi, deniz işerim bilen kimseler.m bâtıl
Bâtıl: Tamamen veya kısmen rükünlerini ve şartlarını câiiiİ bulunmayan her hangi bir İbâdet veya nu-âmele demektir.
Bir özür bulunmadığı hâlde, tahâretsiz kılınan namaz gibi...
BATN: Karın. Nesil, soy anlamına gelir. BüTÛN, batınlar demektir/ EBTÂN da aynı anlamdadır.
Btr kimsenin evlad ve torunları, kendisine nazaran birer batındır. Şöyle ki, bir kimsenin sulbî evlâdı birinci batm; evlâdının evlâdı ikinci batnı bunların evlâdı da üçüncü batnı teşkil eder. BATNEN BA'DE BATNIN: Soydan soya; nesilden nesile; kuşaktan kuşağa.. "Evvelki batında kimse varken, ikinci batında olan kimse istifâde edemez." anlamına kullanılır.
BAZIA: Bir yara çeşitidir. Bâzıada deri ile birlikte biraz da et kesilmiş olur.
BAZİK: Üzüm usaresinin yani sıkılmış üzüm suyunun, ateşte veya güneşte, üçte birinden daha az bir kısmının buharlaşıp kaybolmasına kadar pişirilmesi neticesinde elde edilen ve sarhoşluk verecek hâle gelmiş olan bir içki çeşididir.
BED: Fena, yaramaz, çirkin. Kötülük
BEDBAHT; Bahtsız. Talihsiz. Kara bahtlı.
BEDEL; Başkası adına hac eden, vekil olarak hacca gönderilen kimse demektir.
BEDEL-İ İCARE: VAKIF (Mukâtaa) Maddesine bakınız.
BEDEL-İ R AKABE: Bir köle veya cariyenin şahsı makamına kâim olan kıymeti yahut nefsi mukabilinde ödemeyi deruhte ettiği ıtk veya kitabet bedeli demektir.
BEDENE; (Hac'da) deve ve sığır cinsinden olan kurbana bedene adı verilir.
BENÜ'L AHYAF: -Sadece- ana bir, erkek ve kız kardeş demektir. Bunlara EVLÂD-IÜM denir. Her birine ise ah liüm (= ana bir erkek kardeş) ve uht liüm (= ana bir kız kardeş) denilir.
BENÜ'L-ALLÂT: -Sadece- baba bir erkek ve kız kardeş demektir. Bunların her birine ah lieb (= baba bir erkek kardeş) ve uht lieb (= baba bir kız kardeş) denir.
BENÜ'L-ÂYÂN: Ana-baba bir erkek ve kızkar-deşler demektir. Ki bunlara, ah liebeveyn (= ana-baba bir erkek kardeş ve uht liebeveyn (= ana-baba bir kız kardeş) denir.
BERÂET
BERÂET: Bir şahsın zimmetinin (yani, nefsinin, bir şeyin vâcîp ve lazım olmasından) hâli olması; İddia edilen hak ile meşgul olmaması demektir. Buna, berâet-i zimmet, (= zimmetinde bir şey bulunmama, her türlü borçtan ve da'vâdan kurtulmuş olma) da denir.
BERÂET: Bir kimsenin; kendisi hakkında İddia edilen bir suçtan beri olduğuna veya kendisine isnad edilen suçun, aslında bir suç teşkil etmediğine dair, hâkim tarafından verilen hüküm mânâsında da kullanılır.
İbra kelimesine de bakınız.
BEY': Bir malı, başka bir malla değiştirme; satma; satış; satılma; satın alma gibi anlamlara gelir. Bey'; mün'akid ve gayr-i mün'aldd olmak üzere iki kısma ayrılır.
Bey'-i gayr-i mün'akid, bey'-i bâtıl (= geçersiz satış) demektir.
Bey'-i mün'akid ise;
1-) Sahih,
2-) Fâsid,
3-) Nâ-fîz,
4-) Mevkuf kısımlarına ayrılır. Bey', mebi' (= satılan şey) itibariyle de şu dört kısma ayrılır:
1-) Bey'-i Mutlak,
2-) Bey'-i Sarf,
3-) Eey'-i Mükâyaza,
4-) Bey'-i Selem.
?."Ü:^Ü'L-BEY(: Yani bey'in (= satışın) mâhiyeti, bir malı, diğer bir mal ile değişmekten İbarettir. Ancak, mübadeleye delâlet etmesi hasebiyle, satıştaki îcab ve kabul ile teâtîye (= karşılıklı alip-vermeye) de RÜKNÜ'L-BEY' denir.
BAYI': Bir malı, başkasına satan kimse; sattcı demektir.
ŞİRÂ ve İŞTİRA, satın almak: MÜŞTERİ de, bir malı, bir şahıstan satın alan kimse demektir,
BEY'-İ MÜN'AKİD: în'ikad bulan (= akdedilen, tamamlanan) bey'dir. (Satıştır) Yani, bey'a mahsus îcab ve kabulün müteallikinde yani satılan şeyle, badelinde eseri zahir olacak şekilde, birbiri ile irtibat etmesi ile meydana gelir. Bu eserden maksat da, satan şansın semene (= bedele), satın alan şahsın da mebi'e (= satın aldığı şeye) mâlik olmalarından ibarettir.
BEY'-İ GAYR-İ MÜN'AKİD: Kendisinde, in'i-kad şartlan tamamen veya kısmen bulunmayan ve do-layısıyle bâtıl (= geçersiz) olan bey'dir. Meselâ: Bir mecnunda (= delide) in'ikad (= akid-leşme) şartlarından biri olan tasarruf ehliyeti bulunmadığından, onun alım-satımı mün'akid (= akdedilmiş, gerçekleşmiş) olmaz; batıldır. (= geçersizdir.)
BEY-İ SAHİH: Zatı ve sıfatı itibariyle me§rû' olan satış akdi demektir. Buna, BEY'-İ CAİZ de denir. Bir bey'in zâtı itibariyle meşru' olması; îcâb ve kabulün meşru bir şekilde birbirine bağlanması ile meydana gelir.
Vasıf itibariyle meşru olması ise, âfddleriıı (= bu alışveriş akdini yapan tarafların) rızâları ile ve semenin mâlûmiysti (= bedelin belli olması, bilinmesi) ile tahakkuk eder,
BEY'-İ FÂSİD: Esas itibariyle sahih olduğu hâlde, vasıf itibariyle sahih olmayan (yani: Zâtı itibariyle mün'akid olduğu hâlde, bazı haricî vasıflan bakımından meşru' olmayan) bey'dir. Semenin, gayr-i mütekavvinı (= bedelin, dayanıksız, çürük) bir mal olması gibi...
BEY'-İ BÂTIL: Kendisinde in'ikad şartlan tamamen veya kısmen bulunmadığından dolayı, asla sahih olmayan bey'dir. Ki bu, hiç bir hüküm ifâde etmez. Lâşe gibi, mütekavvim olmayan bir şeyi satmak gibi...
BEY-İ MEVKUF: Başka bir şahsın hakkı taalluk ettiği içni, geçerli olması, o şahsın iznine bağlı olan bulunan bey' (= satış) işlemidir.
Bey'-İ Fuzûlî gibi..
Fuzûlî: Bir başkası hakkında, onu İzni bulunmadan
tasarrufta bulunan kimse demektir.
BEY'-İ NAFİZ: Bir başkasının hakkı taallûk etmeyen satış akdi demektir. Bu akidde hemen mülkiyet terettüp eder.
NEFAZ: Şer'î bir tasarruf üzerine, eserinin derhal terettüp etmesi demektir.
Bundan dolayı, üçüncü bir şahsın hakkı taallûk etmeyen böyle mün'akid bir bey', hemen mülkiyet ifâde eder. Yani, malı satan şahıs semene (= bedele), satın alan şahıs da mebi'e (= satın aldığı şeye) hemen mâlik olur.
BeyM Nafiz iki nev'e ayrılır.
1-) BEY'-İ LÂZIM; Hıyar-i şart, hıyar-ı rü'yet gibi muhayyerliklerden ârî olan nafiz bey' demektir. Bu satış akdini, âkidlerden sadece biri feshedemez.
2-) BEY'-İ GAYR-İ LÂZIM: Kendisind muhayyerliklerden biri bulunan, nafiz bey'dir. (= geçerli satıştır.) Bu satış akdini İse, sâdece muhayyer olan taraf feshedebilir.
BEY'-İ Bİ'L-VEFÂ: Bir malı; bu mala ödenen semen (= bedel), satıcı tarafından geri verildiğinde, malı da, müşterinin satıcıya geri vermesi üzere, belidi bir bedel karşılığında satmak demektir. Yani, satan şahıs, aldığı semeni, müşteriye geri verince, müşteri de satın almış olduğu şeyi, satıcıya iade eder. Bu İşlem; müşterinin nebi' (= satın aldığı şey) den faydalanması cihetinden bey'-i sahih hükmündedir. Ve bu muamele, her iki tarafında, bunu feshetmeye muktedir olmasından dolayı da bey'-i fâsid hükmündedir.
Bir müşteri, bu şekille satın aldığı bir şeyi, başkasına satamıyacağı için de, bu muamele rehin hükmündedir. Ve bu işlemin rehin olması yönü galiptir. VEFA, yapılan bir ahde ve verilen bir söze riayet etmek demektir.
Bey'-i bVl-vefâ'ya BEY'-İ Bİ ŞARTİ'L-VEFÂ da denir.
BEY'-İ Bİ'L-İSTİĞLÂL: Bir kimsenin, bir malı, bizzat kendisi isticar etmek (= kira ile tutmak) üzere, bir başkasına vefâen satması demektir. Meselâ: Bir kimse, kendi evini, on milyon liraya vefâen satıp, bu evi, aylık yüz bin lire ücretle, satın alan kimseden kiraya tutsa; bu işlem bi/ bey'-i bi'l-istiğsal olur.
BEY'-İ MUTLAK: Bir malı, bir semen (= bedel, karşılık) mukabilinde derhal satmakla meydana gelen ve mutad veçhile dâima yapılmakta olan satış muâmelesidir.
BEY'-İBAT: Bey'-i Kat'îdemektir.
Bey'-i Bat tâbiri, bey'-i bi'1-Vefa ile bey'-i bi'I-İstiğlâTin mukabili yani zıddıdır. Bey'-i Bat tâbiri, bazan da bey'-i bi'I-hıyâr'm mukabili (= zıddı) anlamında kullanılır.
BEY'-İ SARF: Nakdi; nakid karşılığında satmak demektir. Yani: Sikkeli veya sikkesiz altını, altın karşılığında; gümüşü gümüş karşılığında satmak yahut altını gümüş, gümüşü altın karşılığında satmaktır ki, bu işleme para bozma denir.
Sarf kelimesi, lügatte: Bozmak, tahvil ve tağyir etmek mânâsına gelir.
Bey'-i Sarfla meşgul olan kimseye SARRAF veya Sayrefî denir.
BEY'-İ MUKÂYAZA: Nakid kabilinden olmayan bir aynı, başka bir ayn İle (yâni, altın ve gümüşten başka bir malı, diğer bir mal ile) mübadele etmek (= değiştirmek) demektir ki, bu işleme lisanımızda TIRAMPA denir.
Bir kitabı, diğer bir kitapla değişmek gibi....
BEY'-İ SELEM: Müecceli, muaccel bir şey karşılığında satmak yani: Peşin para veya peşin verilen başka bir mal ile, veresiye bir mal satın almak demektir.
SELEM: Lügatte: Takdim (= Öne geçirmek) mânâsına gelir.
Bu işlemde, peşin parayı veya malı veren müşteriye SÂHİBÜ'S-SELEM veya RABBÜ'S-SELEM denir.
Veresiye mal verecek olan sancıya da MÜSLEMÜN İLEYH denir.
Bu şekilde satın alınan mala MÜSLEMÜN FÎH ve peşin verilen paraya veya mala da RE'SÜ'L-MÂL-İ SELEM denilir.
Selem işlemine SELEF de denilir. Bununla beraber Selef tâbiri, Karz-ı hasen mânâsında da kullanılır. Bundan dolayı Selef tâbiri, selem tâbirinden daha geniş anlamlıdır.
BEY'-İ MUSÂVEME: Bir kimsenin, almış olduğu bir malı, kendisine kaça mâl olduğunu söylemeden, belli bir bedel karşılığında ve nzâ ile satması demektir.
Bir tacirin, elinde bulunan bir malı, kaç liraya aldığını söylemeden bir başka şahsa, şu kadar liraya satması gibi... Satış işlemlerinde en ziyâde câri olan usûl budur.
BEY'-İ MURABAHA: Bir kimsenin, almış olduğu bir malı, kendisine kaça mal olduğunu söyliye-rek, bundan daha fazla bir semen karşılığında bir başka şahsa rızası ile satmasıdır.
Bir kimsenin, bir malı, "Bin liraya aldığını" söyli-yerek, bin yüz liraya satması bir bey'-i mürâbaha'-dır ve bu yüz lira kâr (= nbıh) olmuş olur.
BEY'-I TEVLIYE: Bir kimsenin, almış olduğu bir malı, kendisine kaça mal olduğunu söyleyerek, tam maliyet fiyatına satması demektir.
Bir kimsenin, bin liraya aldığım söylediği bir malı, yine bin liraya satması gibi...
BEY'-İ VAZÎA: Bir kimsenin, bir malın kendisf-ne kaça mal olduğunu söyliyerek, bu malı maliyetinden daha düşük bir fiata satmasıdır.
Bir kimsenin, bin liraya aldığını söylediği bir malı, dokuzyüz liraya satması gibi...
BEYÂN
BEYÂN: (Lügatte): İzhâr etme, ortaya koyma, açığa çıkarma mânâsına gelir. Dam ve tebyîn anlamında da kullanılır.
Istılahta BEYAN: Söz olsun, iş olsun, vuku bulan bir şeyden maksad ve muradın ne olduğunu, o şey ile ilgi ve münâsebeti bulunan bir söz ile veya bir fiil ile açığa çıkarmak demektir. Meselâ: "Namazı dosdoğru kılınız." emrini, Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimiz, kendi fiilleri İle yani kıl-dıklan namazlarla beyat etmiş ve bu hususta: "Namazı, benim kıldığım gibi taliniz." buyurmuştur. BEYÂN beş nevidir:
1-) BEYÂN-I TAKRİR: Bir sözü, mecazî ve husûsî bir anlama gelme ihtimâlini kesecek bir şey ile te'-kid etmektir.
Meselâ: "Kanatlariyle uçan şu kuşlar da sizin gibi birer canlıdır." cümlesindeki "kanatianyla uçan" vasfı, bir te'kidtir ve bu te'kid "kuşlar" lafzından mecazî bir mânâ kasdedilmediğini gösterir.
2-) BEYÂN-I TEFSİR: Kendisinde gizlilik bulunan bir şeyi îzah etmek, açıklamak demektir. Şöyle ki, kendisinde gizlilik bulunup mücmel, müş-kil ve hafî gibi kısımlara aynlan sözler, beyânı tef-sîr sayesinde tebeyyün etmiş ve açıklık kazanmış olur. Meselâ: "Zekâtınızı veriniz." mealindeki bir emir mücmeldir; miktan muayyen değildir. Resûl-i Ekrem (S. A.V.) Efendimizin :"Mallannızın kırkta birini zekât olarak getirip veriniz.' nielâlindeki emirleri ise, zekâtın miktarını tâyin ettiğinden, bu hususta bir beyân-ı tefsirdir.
3-) BEYÂN-I TAGYÎR: Sözün evvelinin mûcebiui ve bundan muradın ne olduğunu, diğer bir lafız ile izhar ederek değiştirmektir. Tahsîs, istisna, sıfat gaye ve bedel denilen şeyler, birer beyân-i tağyîr'dir.
Meselâ: "Bey' helâl, ribâ haramdır." ibâresindeki ilk cümle, yâni "Bey' helâldir." cümlesi, ribâ şekliyle yapılan bir bey' (= satış) muamelesine de şâmildir. "Ribâ haramdır." cümlesi ise, bu şümulü tağyîr ederek, bey'in helâlliğini, ribâ yolu ile olmayan bey' muamelesine tahsis kılmıştır. Keza: "Şu paranın bin lirası müstesna olmak üzere, hepsi Zeyd'e aittir." cümlesinde, istisna, bir beyâo-i tağyn-'dir. Ve, "Şu paranın hepsi Zeyd'e aittir." ibaresinin mücebini değiştirmiştir.
4-) BEYÂN-I ZARURET: Bir şeyi, lafzen tavzîha mevzu olmayan bir şeyle, bir nevi izah etmektir. Bu beyanın bir kısmı mantuk hükmündedir; bir kısmı ise vakt-i hacetteki sükûttan ibarettir. Meselâ: "Yalnız anası ile babası bulunan bir müteveffanın terikesinin üçte biri anasınmdır." denildiğinde, "bu terikenin kalan kısmı da babasınındır." denilmiş olur. Vakıa, bu son söz, meskûtün anhtir. Fakat, siyâk-ı kelâm (= sözün başı, gelişi) itibariyle, örfen mantuk (= söylenmiş) hükmünde bir beyan-ı zarûret'ten ibarettir.
Keza, bülûga ermiş bakire bir kıza, babası onu evlendireceğini söylediği hâlde, bu kız sükût etse; bu sükût evlenmeye muvâfakattan ibaret olur. Vakıa, bu sükût, tavzihe mevzu olan bir şey değildir. Fakat, söze hacet bulunan bir sırada vuku' bulduğundan, bu sükût, bir beyân-ı zaruret sayılır.
5-) BEYÂN-I TEBDİL: Fer'î hükümlerden olan ve te'bidi gösteren bir kayıtla mukayyet bulunmayan, şer'î bir hükmün hilâfına, ondan^aha sonra bir şen delilin delâlet etmesidir ta, buna nesh de denilir. Bu durumda sonradan olan şer'i delile NÂSH bu delille kaldırılan şer'î hükme de MENSUH denilir. Meselâ: Evvelce, ebeveyne vasiyet yapılması ferz idi; daha sonra, bu farziyet, şer'î bir delille neshedilmiştir.
BEYTÜ'L-MÂL-İ MÜSLİMÎN: İslâm hükümetinin mâliye hazînesi demektir ve bu, bütün müslü-manlara aittir.
MBEYYİNE: Kuvvetli hücet, delil burhan demektir.
BEYYİNÂT: Beyyineler demektir. Haktan tebeyyün ve tecellîsine hizmet ettiğinden dolayı şahâdet'e de beyyine denilmektedir.
TEÂRÜZ-İ BEYYİNÂT: Beyyinelerin heryönden teâdü ve tekabül etmesi yani her bir beyyinenin, diğer beyyinenin nefyettiğini isbât eder bir hâlde bulunması demektir.
Bu durumda, bu beyyinelerden hiç biriyle amel edilmeyeceğinden, bu beyyinelerin hepsi de sakıt ve geçersiz olur.
TERCÎH-İ BEYYİNE: Hasımlar tarafından ikâme edilen şahitlerden bir kısmının, diğer bir kısmı üzerine takdim edilerek, ona göre hüküm verilmesi demektir.
Meselâ: Ölmüş bir kimsenin, bir şeyi, sıhhatli hâlinde İkrar etmiş olduğuna dair ikâme edilecek beyyine, hasta hâlinde ikrar etmiş olduğuna dair olan beyyine üzerine tercih olunur.
BIA: Hınstiyanlara ait kilise demektir. Bîa'mn çoğulu BİYA'dır.
BID'AT: Lügatte: Sonradan meydana çıkan şey demektir.
İstılahta ise, BID'AT: Din hususunda ashâb-ı kiram ile tabiînin iltizam etmediği ve şer'î delilin iktiza ey-lemediğİ muhdes (= sonradan meydana çıkan şeyler demektir.
İslâm mezheplerinden birine intisap etmiş bulunduğunu iddia ettiği hâlde, ehl-İ sünnet ve'I-cemâatin akidesine muhalif inanç taşıyan kimseye de MÜBTEDİ ( = bid'atcı = din hususunda yeni bir şey ortaya koyan kişi) denir.
BİGAYRİHİ ASABE: ASABE maddesine bakınız.
BİLÂ-REYB: Reyb Maddesine bakınız.
Bİ'L-İCÂRETEYN MUTASARRIF: VAKIF
Maddesine batanız.
BİKR
BIKR: Kocaya varmamış olan kız demektir.
EBKÂR: bikr'in çoğuludur. Bikr iki nev'e ayrılır:
1-) BİRK-İ HAKÎKÎ: Erkek ile asla mücâmaatta bulunmamış olan kız demektir. Kocaya varmamış olduğu gibi, hiç bir sebeple bekâreti zail olmamış olan bir kız bikr-i hakîkî olduğu gibi; kocaya vardığı hâlde, kocasının mecbub (= zekeri, husyeleri kesilmiş) veya ınnîn (= iktidarsız) olmasından dolayı, kendisine yaklaşılmadan, kocasından talâk veya ölüm sebebiyle ayrılan kızda bikr-i hakîkî sayılır.
Yüksek bir yerden atlamak, çok hayız kanı görmek, uzun bir müddet evlenmeden yaşamak veya cerahat gibi bir sebeple bekâret zan zail olan kız da, yine bikr-i hakîkî sayılır.
2-) BİKR-İ HÜKMÎ Tekerrür etmemek ve haktan-da hadd-i zina icra edilmiş olmamak şartıyle, zina fiilinde bulunduğu bilinen kız demektir.
BİNEFSİHİ ASABE: Asabe Maddesine batanız.
UBİRR: (Lügatte): Sevap, hayır, lütuf, ihsan, ibâdet, tâat, doğru sözlü olmak anlamlarını ifâde eder.
İstılahta BİRR: Yemininde sâdık olmak demektir.
BÂR: Lütuf ve ihsan sahibi ve yemininde duran kimse demektir.
BİRR-İ VÂLİDEYN": Baba ve anaya hizmet etmek ve ihsanda bulunmak demektir.
BİRR'm mukabili ı.= zıddı) UKÛK'tur.
UKÛK: Hukuka riâyet etmemek ve hukuku zayi etmek demektir.
BİRZEVN: cem at'ı demektir. Lügatte: Üzerine semer vurulan at anlamında kullanılır. Birzevnrin çoğulu BERAZÎN'dir.
Dişisine birzevne denir.
Birzevn, kulakları sarkık bir at olduğu için Ebû'I-ahtar diye künyelenir.
BUHTEC: Pişilince, kabarıp iştidad eden yani ek-şiyerek sarhoşluk verecek bir hâle gelen yaş üzüm suyu demeirtir
Şarap tortusundan çekilerek elde edilen ve arak adı erilen rakı da buhtec hükmündedir.
BUTLAN: Bâtıilık; boşluk; çürüklük; beyhûdelik.
BUTLÂN-I DA'VÂ: Da'vânın esassız, haksız, boş 'İması.
BULÛĞ: Lügatte: Vâsıl olmak; kavuşmak demektir.
İstılahta BULÛĞ: Çocukluk çağının sona ermesi demektir.
BALİĞ: Bulûğa eren erkek;
BÂLİĞA: Bulûğa eren kız demektir. Bulûğ çağının başlangıcı, erkek çocuklarda on iki yaşın amamlanması; kız çocuklarda İse dokuz yaşın tamamlanmasıdır.
Bulûğ yaşının en son nokkatı İse, Imâm-ı A'zam Ebû Hanîfe'nin en son ve en meşhur kavline göre, ihtilâm, ihbal ve inzal gibi bir sebeple bâlığ olmayan erkekler için, on sekiz ve hayız,.ihtilam ve habil gibi bir sebeple bulûğa erdiği ortaya çıkmayan kızlar için de on yedidir. Çünkü, bu yaşa gelmiş olan bir insan artık reşid sayılmaktadır ve bu durumdaki bir kimsenin baliğ sayımlaması uygun olmaz. Kadınların büyümesi ve idrâki, erkeklerden daha çabuk olduğundan, erkeklerin bulûğ yaşı, bir sene sonra olmuştur.
Imâmeyn'e göre, gerek erkek, gerekse kızlar İçin bulûğ çağının sonu onbeş yaştır. Bu yaşa erişen bir kimseye kendisinde bulûğ alâmetleri görülmese bile, hükmen bulûğa ermiş sayılır ve hakkında, bu yolda ahkâm câri olur. Çünkü, bu yaşta olanların bulûğa ermeleri galip ve şâyîdir. Ve, insanların ömürleri tasa olduğundan, kendilerinin bu müddetten daha fazla ehliyet-i kâmileden mahrum tutulmaları uygun görülmez.
Müffâbih olan kavil, İmâmeyn'in bu kavlidir. Me-celle'de de bu kavil kabul edilmiştir.
BÜR': Bir şecce'nin (= başta veya yüzde bulunan bir yaranın) veya bir cerahatin yahut kesilmiş bir uzun tamamen veya kısmen iyileşip kapanması demektir.
Aslında bür' kelimesi, bir şeyin, başka bir şeyden ayrılıp hâlis, saf bir hâlde bulunması mânâsına gelir. Bundan dolayı, hastalıktan ifâkat kesbedip (iyileşip) nekâhat hâlinde bulunmaya da bür' denilmiştir.
BURHAN: Kat'î olan delil demektir. Burhan: Mukaddimât-ı yakîniyyeden müteşekkil, şartlarını câmî olan mantıkî kıyâstır ki, netice hakkında ilm-i yakın ifâde eder.
BÜZÜ: Nikâh mânâsına kullanılır. Bu kelime, kadının tenasül uzun anammı da ifâde eder.
MÜBÂZAA: Mücâmeât, cinsî ilişki demektir. [2]
Konular
- Dilin Diyeti
- Elin Diyeti
- Baş Yarma
- 9- CİNAYETİ EMRETMEK VE SABİLERLE İLGİLİ MES'ELELER
- 10- CENÎN (= ANA KARNINDAKİ BEBEK)
- 11- YOL ÜZERİNE DUVAR, HELA VE BENZERİ ŞEYLER YAPILMASINDAN DOLAYI MEYDANA GELEN CİNAYETLER
- 12- HAYVANLARIN İŞLEDİĞİ VEYA HAYVANLARA KARŞI İŞLENEN CİNAYETLER
- 13- KÖLELERİN CİNAYETLERİ
- 1- Kölenin Cinayeti Ve Efendisinin Onun Fidyesini Verip Vermemekte Muhayyer Olması
- 14- KÖLELERE KARŞI İŞLENEN CİNAYETLER
- 15- KASÂME (= YEMİNLEŞME)
- 16- ÂKILELER
- 17- CİNAYETLER HUSUSUNDA ÇEŞİTLİ MES'ELELER
- FIKIH ISTILAHLARI
- A
- B
- C
- D
- E
- G
- H
- I
- İ
- K
- L
- M
- N
- O
- Ö
- P